“…Yoksa
siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık
sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka
değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz
değildir” (Bakara 85).
Din ile İslâm ayrı-ayrı anlamları içerir
ve ayrı-ayrı mânâları vardır. Zîrâ İslâm’ın dinden daha geniş kapsamlı bir
mânâsı vardır. Din, “dinlerden bir din”dir. Fakat İslâm “Allah katındaki tek hak
din”dir.
İslâm’ı dîne indirgemek,
“İslâm’ı dinlerden bir dîne indirgemek”, “İslâm’ı sâdece ibâdete indirgemek”
demektir. Kastedilen budur. Yoksa İslâm, hem iç-âlemleri hem de dış-âlemi inşâ
etmek için gönderilmiş bir “din”dir.
Peygamberimiz,
hem dînî hem de dünyevî lîderdi. Çünkü İslâm, hem din hem de Dünyâ’dır. İslâm ikisini
birbirinden ayırmaz ve bu nedenle de lâikliğe karşıdır. Hz. Âdem’den bêri târih
boyunca İslâm “dîne indirgenmek” ve “sâdece iç-âlemleri inşâ eden bir ahlâk
sistemi” gibi görülmek ve kabûl edilmek istenmiştir. Oysa İslâm iç-âlemleri
aydınlattıktan sonra dış-âlemi de aydınlatmak ve hayâta hâkim olmak ister. Tüm
peygamberler bunun mücâdelesini vermiştir:
“Allah,
dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya
ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) ‘Allah’ın dînini hayâta
egemen kılın (ekîmûd dîn) ve
bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini sizin için bir
‘hayat düsturu’ olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a
ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine
yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).
“Allah’ın dînini
hayâta egemen kılın” dendikten sonra, nasıl olacak da İslâm “sâdece iç-âlemleri
nurlandıracak bir din” olarak görülecek?. İslâm elbette “din”dir ve “tek hak
din”dir. Allah katındaki geçerli tek din İslâm’dır. Ya İslâm vardır yada bâtıl
din ve düşünceler vardır. Fakat İslâm, uzak-doğu dinleri gibi sâdece bir ahlâk
sistemi yada modern müslümanların zannettiği gibi sâdece zihinlerin tatmini için
kullanılacak bir din değildir. Çünkü böyle yapıldığında İslâm’ın bir yönü kabûl
edilip diğer yönü kabûl edilmemiş olur ki bu durum İslâm için söz-konusu bile
olamaz. İslâm’ın bilgi, ilim ve ibâdet yönünden sonra sosyâl, kültürel, ekonomik,
hukûkî ve siyâsal yönleri de vardır ki aslında kişisel olarak yapılan ilim ve
ibâdet yönü, işin amel-eylem yönüne hazırlanmak içindir. İslâm’da ilim ve
amelin hakkıyla yapılabilmesi için İslâm’ın sosyâl ve siyâsal alana hâkim olması
gerekir. Seyyid Kutup bu bağlamda şunları
söyler: “Şurası bir gerçektir ki, bu
dînin hakîkatini, amelî metodundan ayırmak imkân hâricidir. Allah’a yemin olsun
ki, binlerce konferans, milyonlarca vaaz, milyonlarca dergi, gazete, broşür
aslâ ‘İslâm’ın yaşandığı ve hâkim olduğu ufak bir mahalle’ kadar etkili olmaz”.
İslâm “sâdece
din” değildir ve sosyâl, kültürel, ekonomik, siyâsi ve kânûnî yönü de vardır. İlk
başta tabi ki kâlpleri aydınlatır, zihinlerin kirini temizler, bilgi ve bilinç
verir, inananlara sabır, gayret ve dirâyet kazandırır. Fakat çoklarının zannettiği
gibi İslâm burada kalmaz. Peygamber örnekliğinde de görüldüğü İslâm vahyin
emirleri doğrultusunda bir eleştiri, îtirâz ve isyân süreci başlatır. Adâletsizliğe,
şirke, küfre, zulme ve ahlâksızlığa karşı bir isyan. Bu nedenle de bir ses
yükseltir, “lâ” diyerek bir direniş başlatır. Pek-çoklarına umûd olur.
İslâm’ın
dış-âleme de seslendiğinin bilincinde olan mü’minler mallarını paylaşırlar,
sabır gösterirler ve küfre, şirke ve zulme direnebilirler. İslâm pasif bir din
olmadığı ve “sâdece din” olmadığı için hayâtın her alanına hâkim olmak ister.
Bunun için de çâreler arar. Bu uğurda büyük vazgeçişler yapar. Vazgeçişlerin
zirvesi olan Hicreti gerçekleştirir. Yeni bir mekânda sosyâl ve kültürel ortam
hazırlar. Pazar kurar ekonomiyi canlandırır. Siyâsi kararlar alır ve bir hukuk
oluşturur. Tabi bunlar vahiy-merkezli yapılır. Bunlar vahyin emirleri ve
yönlendirmesi sonucunda olur. Sosyâl, ekonomik ve hukûki-siyâsal alan İslâm’ın dîne
indirgenemeyeceğinin bir göstergesidir.
Gün gelir devlet
kurulur. Müslümanların ordusu olur savaşa çıkar. Cihadın her türlüsüyle cihad
eder. Bu-arada iç-âlemlerde oluşan kirleri-pasları temizlemeye devâm eder.
Çünkü bu kıyâmete kadar sürecek bir şeydir. İç-âlemleri daha da sağlamlaştır. Şeytana
karşı her zaman dik ve diri durmayı öğretir. Hem şeytana hem de dış düşmana
aman vermez. Bu uğurda olanca gayretini gösterir ve adanmışlar yetiştirir. İlmi
çoğaltır ve yaygınlaştırır. Bâtılı söndürür ve hakkı ortaya koyar. Bir
medeniyet başlatır.
İnsanlar dîni “sâdece
din” zannettiği için “kıl beşi bil işi” düşüncesindedirler. Kur’ân’ı sâdece yüzünden
okuyup, Dünyâ’da şirke ve zulme göre hareket ediyorlar. İslâm’ı “sâdece din”e
indirgedikleri için dîni, ibâdetten ve kılık-kıyâfet düzenlemesinden ibâret
zannetmektedirler. Şirke, küfre ve zulme karşı bir direniş başlatıldığında yada
bir ses yükseltildiğinde, İslâm’ı dîne indirgemiş olanlar buna bir anlam veremezler.
Zîrâ dîni “uydurma hadisler”den ve “zırvalığın diğer adı olan tasavvuf”tan
öğrenmişlerdir. Bunlar insanlara pasiflikten başkasını öğretmezler. Oysa Peygamber
örnekliği apaçık ortadadır ve Kur’ân bunu bizim için “en ideâl örneklik” olarak
göstermektedir: (Ahzâb 21).
İslâm’ı dîne
indirgeyenler bâzı âyetleri es geçmek zorunda kalırlar yada o âyetleri
pasifleştirmek için ellerinden geleni yaparlar. İslâm’ı dîne indirgeyenler,
ellerinden geleni yapmamak için ellerinden geleni yaparlar. Bir şey yapmamak
için her-şeyi yaparlar. Âyetlere en olmadık taklaları attırarak tahrif
etmedikçe o âyetleri okuyamıyorlar. Oysa âyetler apaçıktır. Meselâ şu âyet
karşısında İslâm’ı dîne indirgeyenler ne yapacaklardır:
“Size ne
oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar,
bize katından bir velî (koruyucu sâhib) gönder, bize katından bir yardım eden
yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına
savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ
75).
Tabi böyle
olunca yapabilecekleri şey en fazla “maddî yardım” oluyor. Oysa bu yardım
ekonomiden başka psikolojik, siyâsi ve fiîli bir yardım da olmalıdır. Siyâsiler
bu noktada zorlanmalıdır. Çünkü İslâm “sâdece din” değildir. İslâm “din ve
dünyâ”dır ve Dünyâ için gönderilmiştir. İslâm sâdece “âhiret dîni” değildir
ki!. Sanki Dünyâ diye bir yer yokmuş gibi dîni sâdece mânâda yaşamak ve hristiyanların
manastırlarda bir köşeye çekildikleri gibi ve bizim târikat ve tasavvufçuların
her-şeyi terk ederek ve işin kolayına kaçarak uzlete çekilmeleri gibi bir tutum
takınmak İslâm’a uygun değildir. Eğer böyle bir şey olsaydı Peygamberimiz Hira’dan
inmez ve Cebrâil’le birlikte dînî-mânevî muhabbete dalardı. Fakat İslâm “sâdece
din” değildir ve sâdece dîne yâni kâlplere, vicdanlara, zihinlere ve dört duvar
arasına indirgenemez. Bu nedenle hayâtın her alanına karışır. Şirki, küfrü,
adâletsizliği, haksızlığı, ahlâksızlığı ve zulmü yâni bâtılı kovup, hakkı ve
hakîkati ikâme etmeye çalışır.
İslâm ilim ile
yâni okumak ve öğrenmekle başlar. Sonra iş ibâdete döner ve ibâdetler
disiplinli bir şekilde yapılır. Bilgi ve bilinç ile kâlpler ve zihinler aydınlanır.
Bir cesâret, bir öfke ve bir dirâyet ortaya çıkar. Adanmış şahsiyetlerden
oluşan “kurucu toplum” ortaya çıkar. Adanmış bir toplumdur bu. İmânını
dış-âlemde de ispatlamak isterler. Zîrâ îman sâdece kâlplerde yaşanabilecek bir
şey değildir. Bu nedenle bir ses yükseltilir ve bir direniş başlatılır. Bâtıla
karşı bir yardımlaşma ve kardeşlik oluşur. Sıkıntılara göğüs gerilerek
dirâyetler artar, sabırlar perçinleşir. Sıra vazgeçişlere gelir. Hicret edilir
ve her-şeyden vazgeçilir. Zîrâ İslâm “sâdece dinlerden bir din” değildir ve dîne
indirgenemez. Hayatta yapılacak çok şey vardır. Hak ve hakîkat sâdece
zihinlerde ve kâlplerde kalmamalı ve hayâtın tam ortasında da tezâhür etmelidir.
Bunun için gayretle çalışmak gerekir. Peygamber örneklikleri ve kıssalar bunu
öğretir.
Ardından canlarla
ve mallarla cihad başlar ve İslâm’ın “sâdece din” olmadığı öğretilir ve
gösterilir. İslâm hem din hem de Dünyâ’dır. İslâm; bilgi, bilinç, eleştiri,
îtirâz, isyân, hicret, devlet, cihad, şahâdet ve medeniyet olarak bir süreç tâkip
eder. En azından bu hedef için azimle çalışır. Dünyâ’nın bir “imtihan dünyâsı”
olduğu unutulmaz ve bu bilinçle âhiret-merkezli bir amel-eylem ortaya konulur.
İlim, amel ve eylem yükseltilir. Çünkü İslâm “sâdece din” değildir.
Modernler yâni
târihselciler, evrenselciler, Kurâncılar, gelenekçiler, lâikler, muhâfazakârlar
vs. İslâm’ı sanki “sâdece din”miş gibi kabûl ederler ve de o şekilde gösterirler.
Çünkü “İslâm’ı dîne indirgemek” isterler. Zîrâ dînin dünyevî yönünü kendileri
almıştır. Din durduğu yerde durmalıdır. Kâlplerden-zihinlerden dışarıya adımını
bile atmamalıdır. Modern hayatta İslâm’a câmilerden başka bir alan bırakılmaz.
Fakat orada bile yine seküler-profan ideolojiyle edip-eğlenilir. Çünkü
modernler İslâm’a sâdece “kişisel olarak yaşanacak bir din” gözüyle bakarlar.
Oysa İslâm “sâdece din” değildir. Modernitenin etkisiyle İslâm sanki hayâta bir
şey söylemiyormuş gibi dîne indirgeniyor. Mü’minler ise İslâm’ın hem din hem de
Dünyâ olduğunu bilirler ve söylerler. Çünkü İslâm “dinlerden bir din” değildir
ve hem Dünyâ’yı hem de âhireti gözeten “tek hak din”dir.
Lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-demokratik-feminist-deist-ateist-emperyâl-modern
düşünceler ve ideolojiler İslâm’ı dîne indirgeme yarışındalar ve İslâm’ı “sâdece
din”den ibâret gösteriyorlar. Sonra da diyorlar ki: “Sizi câmiden alıkoyan mı
var?, orucunuza karışan mı oluyor?, hacca gitmenize bir mâni mi var?”. İşte bu
sözler “İslâm’ı dîne indirgemek”tir. Peki soralım o zaman; içkinin, kumarın,
zinânın, fâizin, adâletsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, şirkin, küfrün ve
zulmün her yeri kuşatmış olması ne olacak?. Bunlara kim bir şey diyecek?.
Bunlara kim “dur” diyecek?. Mevcut modern yönetimler zâten bunlardan beslendikleri
için bunlara “dur” diyeceklerini beklemek abestir. İşte bunlara “dur” diyecek olan
tek din ve etken İslâm’dır. Çünkü İslâm “sâdece din” değildir ve İslâm dîne
indirgenemez.
İslâm dîne
indirgenemez, çünkü İslâm “sâdece din” değildir. Peygamber sâdece “din adamı”
değildir, aynı-zamanda devlet başkanıdır ve baş-komutandır da. Dîni, sosyâl
hayâtı, kültürü, ekonomiyi, kânunu ve siyâseti Allah’ın belirlediği ve
emrettiği gibi ikâme eder. Din ve Dünyâ işlerinde tüm sorumluluğu ilk önce o
üzerine almıştır. “Din ve Dünyâ işleri” sözü bile yanlıştır. "Çünkü “din
işi” dendiğinde “Dünya işi” de anlaşılır. Tüm peygamberler İslâm’ın “sâdece
din” olmadığını göstermek için çalışmıştır. Çünkü İslâm “sâdece din” değildir
ve “sâdece dîn”e indirgenemez.
İslâm “sâdece
din” olsaydı eğer, Mekke’liler çıtlarını bile çıkarmazlardı. Fakat İslâm onların
dinlerine, düşüncelerine, en önemlisi ticâretlerine karıştı. Ahlâksızlıklarını,
haksızlıklarını, adâletsizliklerini, küfürlerini, şirklerini ve zulümlerini
ortaya çıkardı. Kânunlarına, kurallarına, ekonomilerine, sosyâl hayatlarına vs.
her-şeylerine karıştı ve bunları eleştirdi ve îtirâz etti. İşte bu nedenle köpürdükçe
köpürdüler ve İslâm’a karşı ellerinden gelen her-şeyi yapma yoluna koyuldular. Bu
durum günümüzde de aynı şekildedir.
İslâm her zaman
hayâtın her alanına karışmıştır. Zîrâ mülk Allah’ındır ve bu nedenle de tüm
kâinatta olduğu gibi yeryüzünde ve insanlar arasında da O’nun dediği olmalıdır.
Tüm zamanlardaki ve mekânlardaki tâğutlar işte buna katlanamıyorlar. Bu yüzden
de kavga ve mücâdele sürüp gidiyor, kıyâmete kadar da sürecek. İslâm “sâdece
din” olsaydı tâğutların umurunda bile olmazdı. Fakat İslâm “sâdece din”
değildir ve bâtılı kovarak hakkı ikâme eder. Hak geldiğinde bâtıl defolup
gider. İslâm, hakkı hâkim kılmayı hedefler. Bu hedef tüm zamanlarda ve
mekânlarda kıyâmete kadar geçerlidir. Çünkü İslâm “sâdece din” değildir ve dîne
indirgenemez.
İslâm’ın şahsî
yönü vardır elbette. Ezelî düşman şeytanın önden, arkadan, sağdan, soldan
saldırmalarına ve nefsimizin ayartmalarına karşı sürekli olarak mücâhede
etmemiz gerekir. Rûhumuzu, merhâmetimizi, vicdânımızı, sabrımızı ve
dirâyetimizi güçlendirmemiz gerekir. Bu bağlamda ibâdetler çok disiplinli yapılmalıdır.
Sadaka, zekât, infâk hakkıyla yapılmalıdır. Ana-babaya, eşe-çocuklara ve dostlara
güzel davranılmalıdır. Şirkin her türlüsünden kaçınılmalıdır. Şahsî anlamda Peygamber
örnekliğine (Sünnet) göre tam bir mü’min gibi davranmak gerekir. Bu-arada aslında
İslâm’ı dîne indirgeyenler yâni İslâm’ın sâdece kâlplerde-gönüllerde yaşanması
gerektiğini söyleyenler bu dediklerimizi bile yap(a)mazlar. Onlar ciddî ve
samîmi değildirler. Zâten İslâm’ı dîne indirgeyenler samîmi olmadıkları için İslâm’ı
“sâdece dîne” indirgerler. Fakat İslâm “sâdece din” değildir ve iç-âlemleri
nurlandırıp aydınlattıktan sonra dış-âlemi de aydınlatıp aynen göklerdeki gibi
düzenlemek ister. Mü’minlerin bunun için çalışmasını emreder.
İçimizdeki
şeytana ve nefse karşı mücâhede etmemiz gerektiği gibi, dışımızdaki şeytanlara-tâğutlara
ve onların taşeronlarına ve yine, beşerî-sapık-bâtıl düşüncelere, inanışlara,
ideolojilere ve akımlara karşı da mücâdele etmek gerekir. Yâni mü’minler
sürekli olarak mücâhede ve mücâdele içinde olmalıdırlar.
İslâm dîne
indirgenemez. Zîrâ İslâm kitaba, zihne, bilgiye, ibâdete, ahlâka ve ilme
indirgenemez. Çünkü Kur’ân indirgenebilecek bir Kitap değildir ve hayâtın her alanı
için sözü ve projesi vardır. İslâm “sâdece din” olsaydı peygamberler,
birilerinin zannettiği gibi “postacı” ve “ara kablosu” olurdu. Fakat peygamberler
örnek kişilerdir. Peygamberimiz âlemlere rahmettir. Çünkü muhteşem bir ahlâk
üzeredir. Bu ahlâkı sâdece iç-âleminde yaşamamış ve hayâtın her alanında
göstermiştir. İslâm dîne indirgenince ve din de Kitap olarak ortada durunca, Peygamber
artık “gereksiz” görülmüş ve Ahzâb 21. âyette “örnek alın” denmesine rağmen o’nun
güzel örnekliği yâni Sünnet de göz-ardı edilmiştir-edilmektedir. Hattâ birileri
bu örnekliğe düşman olmuştur.
İslâm bilgi ve bilinç
olmaktan başka amel ve eylemdir de. Bu amel ve eylem sâdece kişisel ibâdetler noktasında
değildir. Toplumsal anlamda sosyâl-ekonomik-siyâsal tüm eylemleri içerir.
Peygamber bunun şâhidi ve örneğidir.
Yine İslâm,
“sâdece din” değil, “din ve devlet”tir, “devlet ve medeniyet”tir de. Târih
boyunca müslümanların büyük çoğunluğu, İslâm’ı “sâdece dîn”, “dinlerden bir
din” zannetmiştir. Zâten hükümdarlar ve
İslâm’ın “sâdece din” olması düşüncesinden bahsedenler ve beslenenler bunu
desteklemiştir. Hattâ İslâm’ı “sâdece din” olarak değil de “din ve devlet”
olarak görenleri sapık, anarşist, terörist vs. olarak görmüşler ve göstermişlerdir.
İslâm’a yapılacak
en büyük zulüm, onu “dinlerden bir dîne indirgemek”tir. Yâni “İslâm’ı mânâya
indirgemek”tir. Dînin kutsallığı sâdece içte yada kişisellikte değildir. O tüm alanlar
için kutsaldır. Kur’ân’ın konusu da insânî tüm alanlardır. Hattâ bitkiler,
hayvanlar ve dağ-taş-deniz vs. bile bu alana dâhildir.
Evet, İslâm Dîni
“sâdece din” değildir. Bu nedenle de İslâm dîne indirgenemez.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder