“(Onlar mı), yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size
gökten su indiren mi?. Ki onunla (o suyla) gönül-alıcı bahçeler bitirdik, sizin
içinse bir ağacını bitirmek (bile) mümkün değildir. Allah ile berâber başka bir
ilah mı?. Hayır, onlar sapıklıkta devâm eden bir kavimdir” (Neml 60).
Tanrı: “Çok-tanrıcılıkta, vâr
olduğuna inanılan ve tapılan insan-üstü varlıklardan her biri. İlah “diye geçer
TDK sözlüğünde. Yâni tanrı kelimesi, “çoğul”u ifâde eder.
Tanrı; “Eski Türkçede Tengri,
gökyüzü”; eski Türklerin ve Moğolların inancı Tengricilikte, “Gök Tanrı”
(KökTengri) yada “Gök’ün yüce tini (rûhu)”dir.
Türkçe bir isim olan Tanrı,
aslında “gök tanrı” demektir. Yâni “göklerin tanrısı”. Fakat göklerin tanrısı,
“sâdece göklerin tanrısı”dır, “yerin de tanrısı” değil. Çünkü “yerin tanrısı”
Tengri değil, “yerin hükümdarları”dır. Eski Türk’lerin Tanrı inancı “Gök Tanrı”
inancıydı. Lâikliği benimsemiş “yeni Türkler”in Tanrı inancı da öyledir. Lâiklikte
tanrı, “sâdece göğün tanrısı=gök-tanrı”dır. Yere karıştırılmaz.
Göktürklerin İslâmlaşmadan
önce taptıkları başlıca tanrı Gök-Tengri (gök=mâvi, tengri=gökyüzü, Gök-Tengri=Mâvi
Gök) idi. Şaman inancına sâhip olan eski Türkler, aşkın/ebedî/ezelî bir tek-Tanrı
tasavvur edemezlerdi, ancak onlar da çoğul inanç sistemleri içinde Tengri’nin,
başka bir deyişle Tanrı’nın ismini öne çıkarıyorlardı. Türkler, İslâmlaşma
süreci başladıktan sonra da bu ismi toplumsal hâfızalarından silemediler ve
Tanrı sözcüğünü Allah’ın yerine kullanmayı sürdürdüler.
Eski Türklerin dîni,
“gök-tengri dîni” idi. Bu dindeki tanrı; adı üstünde; “gök-tanrı”=”göğün
tanrısı”ydı, “yerin tanrısı” değildi. “Yerin tanrısı”, sonu “han”, “kan” ve
“ğan” ile bitenlerdi. “Serkan” (ser-kan=baş tanrı), Cengizhan” (denizlerin
tanrısı), “kağan” (yerin tanrısı=tanrıların tanrısı) gibi. Bu nedenle de eski
Türk dîni, lâikti. Türklerde lâikliğe geçiş, “batı lâikliği”nden çok, “eski
Türklerin lâikliği”ne bir geçiş ve “tanrıyı göğe hapsediş”tir. Türkiye’de
farklı bir lâikliğin olmasının nedeni budur. Tanrıcılık “Allah’ı sâdece göklerin
ilahı” yapmak yâni O’nu göklere hapsetmek ve yere indirmemektir. Eskiden niçin
çok Tanrı vardı?. Çünkü eskiden yöneticilere “Tanrı” deniyordu. Tanrı “yerin yöneticisi”
demektir çünkü. Başta Türkler olmak üzere insanlar, “yerin yöneticisi”ne de
ilah gibi taparlar ki, İslâm bunu ortadan kaldırmak ve “sâdece Allah’a
tapılması” yâni “yerde de gökte de tek ilahın Allah olduğunu bildirmek” için
vâr olan bir dindir. Elmalı’lı Hamdi Yazır:
“Gerek ism-i özel olsun gerek ism-i genel, “Allah” ism-i
celâli ile, yine “Allah”tan maâda hiç-bir mâbud anılmamıştır. Meselâ “tanrı”,
“hüdâ” isimleri, “Allah” gibi özel isim değildir. “İlah”, “Rab”, “mâbud” gibi
genel mânâ ifâde eden kelimelerdir. Arapça'da “ilah”ın çoğuluna “alihe”; “Rab”bın
çoğuluna “erbab” denildiği gibi; Farsça'da da “hüdâ”nın çoğuluna “hüdâyân” ve
lisânımızda dâhi tanrılar, mâbudlar, ilahlar, rablar denmiştir; çünkü bunlar
haklıya ve haksıza ıtlak edilmiştir. Hâlbuki hiç “Allah”lar denilmemiştir ve
denemez!. Böyle bir tabir işitirsek, söyleyenin cehline veya gafletine
hamlederiz. “Tanrı” adı böyle değildir; mâbud, ilâh gibidir. Bâtıl mâbudlara dâhi
“tanrı” ismi verilir. Müşrikler bir-çok tanrılara taparlardı. “Filanların
tanrıları şöyle, falanların tanrıları şöyledir” denilir. Demek ki, “tanrı”
genel ismi, “Allah” ismi özelinin eş-anlamlısı değildir, en genel bir tâbirdir.
Binâenaleyh, “Allah” ismi, “tanrı” adı ile tercüme olunamaz!” der.
Bir yazıda da tanrı hakkında
şular söylenir:
“Lâ ilâhe illallah” cümlesinin anlamı; “tanrı yoktur
sâdece Allah vardır” şeklindedir. “Allah” kulluk edile-gelmekte olan özündeki hakîkattir.
“Tanrı”, korkulası umacıdır. “Allah” ise, ilim-sâhiplerinde,
sonsuz-sınırsızlığın yanındaki hiçliklerini kavrayış nedeniyle oluşan
“haşyet”in kaynağıdır. “Tanrı”, yeterli olmayanların kendi kafalarında hayâl
edip varsandıkları ötelerindeki yönetici ve yargılayıcıdır. “Allah”, tek mutlak
varlık”tır; hiç-bir şekilde ortağı yoktur. “Tanrı”, her devirde ve toplumda
anlayış seviyesine göre sayısız özelliklerle bezenip süslenen; hayâllerin
karşılığının kendisinde olduğu varsayılan, beşer anlayışına göre şekillenen bir
balondur. “Allah” ise “Ahad”, “Samed”, “Lemyelid ve lem yûled”dir”.
Tüm lâik-seküler gibi ateistlerin
kabûl etmediği tanrı da aslında “tek ilâh” olan tanrıdır. Yoksa ateistler,
politeist-pagan ve çok-tanrılıdırlar. Yunan düşüncesi pagan/çok-tanrılı; Roma
siyâseti de emperyâlisttir. Batı bu iki olguyu modernleştirmiştir. Onları tâkip
eden mukallitler de batı gibi olmuştur.
Tanrı, “tanrılardan bir
tanrı”dır. Fakat Allah, “ilahlardan bir ilah” değil, “Tek ilah olan ve O’ndan
başka ilah olmayan”dır. “Allah’tan başka ilah yoktur” demek, “tanrı yoktur,
sâdece Allah vardır” demektir. Allah hesâba katılmadığında mutlakâ tanrılardan
bir tanrı hesâba dâhil edilir. İnsan tapmadan edemez. Fakat Allah’a tapmak
işine gelmez. Bu nedenle de Allah yerine onun etlisine-sütlüsüne karışmayan
tanrılara tapar. Bu tanrılar her şekle girebilirler. Meselâ ideoloji şekline
girip “lâiklik” ve “demokrasi” olarak görünebilir. Lâiklik de “gök tanrı”
inancıdır. Allah’ı “sâdece göklerin ilahı” olarak îlan edip “yerin ilahlığı”na
insanları koyar. Böylece yeryüzünde “hanlar”, “kanlar”, “ğanlar” cirit atarken
nice canlar da feryâd-u figân içinde heder olup gider. Oysa “yer tanrıları”nın
kendileri de Allah’a muhtâç zavallı varlıklar oldukları için sâdece kendilerine
sözde kısmî bir yararları dokunur ve diğer insanlar bunların yaptıkları
yüzünden şirk azâbını daha Dünyâ’da iken tatmaya başlarlar.
Yine modern-bilim, yeni ve
modern tanrılar arama ve ortaya koyma sistemidir. Çünkü Allah’ı, mânâyı, meta-fiziği
yok saymaktadır. Kendisi tanrılaşmış ve yeni tanrılar üretip durmaktadır. Üstelik
bu bilim-tanrısı ve tanrıçaları en küçük bir şirke bile katlanamazlar.
Tasavvufun tanrı anlayışı,
“sınırlı olan bir tanrı” anlayışıdır. Çünkü tanrılık tanrıdan alınıp insana
verilmiştir. Artık tasavvufta bir tanrı olmaz. Zâten peygamber de yoktur. Allah
ve Peygamber -hâşâ- bizzat kendileridir. En büyük tanrı ise, “tasavvufun
gediklileri”dir. Tasavvufçular bu noktaya, Allah’ın zâtını aşırı kurcalamakla
ulaşmışlardır. Allah’ın zâtını aşırı kurcalamak, çok-tanrıcılığa kapı açar.
Artık her-şey tanrı olur. Tasavvufta her-şey Allah’tır ve bunu kabûl etmeyenler
“müşrik” olur ki tasavvufa göre zâten şirk, “her şeyin Allah olduğunu kabûl etmemek”
demektir. Oysa insan, çeşitli ihtiyaçları olan zavallı bir varlıktır. Üstelik
her-an Allah’a muhtaçtır. Tuvalet, uyku, yeme-içme-giyinme ihtiyâcı insanın
Allah olmadığının delîlidir.
Ezandan Allah ismini
çıkararak “Allâhuekber” yerine Tanrı kelimesini kullanarak; “Tanrı uludur”
sözünü koymuşlardı. “Ne fark eder ki” diyorlardı. Fark etmiyorsa niçin
değiştirdiniz de Allah yerine Tanrı kelimesini koydunuz?.
Modernizmin en büyük tanrısı
insandır. Modernizm bir “tanrılar savaşı” ideolojisidir. O hâlde modernizm,
mitolojinin modern şeklidir.
Ve modernizmin mutlak
tanrısı paradır. Samoa Kabilesi reisi Tuavii şöyle der: “Beyaz adamın tanrısı,
paradır”. Para tüm zamanlarda insanların en sevdikleri gizli tanrılarıdır.
Fakat modern zamanlarda para, mutlak ilahtır. Ona açıkça tapmayan ve ona
sığınmayan hiç-bir varlık yoktur. Bu tapınmayı gerçekleştirmeyenler, modernler
tarafından “terörist” damgası yerler.
Evet; tanrı, Allah’ı
yeryüzünde de hâkim kılmayı engellemenin bir numaralı aracıdır ve bu engelleme
çeşitli şekillerde yapılır. Allah’ı hakkıyla takdir etmek ve ona hakkıyla
kulluk yapıp ebedî saadet diyârı olan cennete kavuşmak için tanrıların her türlüsüne
güçlü bir “lâ” çekerek Âlemlerin Rabbi Olan Allah’a hakkıyla kulluk yapmak mü’minin
şiarıdır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme