“Rahmetinin önünde rüzgârları bir müjde olarak
gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları
(kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleriz ve bununla oraya su indiririz de
böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle
diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız”
(A’raf 57).
Hayat
kaynağı olan su, (H2O), 2 hidrojen ve 1 oksijen atomundan meydana gelir. Fakat ilginçtir ki 2 hidrojen
ve 1 oksijen laboratuvarda birleştiğinde su oluşmaz-oluşmuyor. Çünkü su,
orijinâl olarak yaratılmış bir varlıktır ve onu çözüp başka şeye dönüştürmek
yada elementlerinden onu yeniden oluşturmak mümkün değildir. O sâdece kendi özel
şartlarında ortaya çıkar. H2O
ise, sâdece suyun yapısını teorik olarak anlatmaktan ibârettir. Şu da var ki,
suyun, formûl olarak H2O
yâni “iki hidrojen bir oksijen” olduğunu bilmenin insanlığa hiç-bir faydası
yoktur. Fakat suyun rûhu ve büyüsünü ortaya koyan bir anlatım-şekli değildir
bu. Bu bağlamda su, sâdece bilimin alanıyla sınırlı kalamaz. Onu biraz da
şâirler anlatmalıdır meselâ. Resimler konuşturmalıdır.
2 hidrojen ve
1 oksijen (H2O)
atomlarını birleştirince su oluşmaz, ısı ve sıcaklık oluşur yada yüksek
bir enerji çıkar ve patlama olur. Şimşeğin nedeni budur. Bu atomlar ancak belli
bir yükseklikte ve olağan-üstü şartlarda birleştiğinde suya dönüşür. Bu
bağlamda bir yazıda su hakkında şunlar söylenir:
“Suyun
basit olarak hidrojen ve oksijenden oluştuğu ifâdesi, su molekülünün
yaradılışında gerçekte neler olduğunu tam yansıtmaz. Bilimsel adı dihidrojen
monoksit olan su molekülü, iki hidrojen ile bir oksijen atomundan oluşur ama
pratikte bu atomları birleştirmek mümkün değildir. Hidrojenin oksijenle
temâsında yanıp patlamasının ne denli güçlü ve tehlikeli olduğunun en çok
bilinen iki örneği Hindenburg Zeplini ve Challenger uzay mekiğinin başına
gelenlerdir. Bünyelerindeki hidrojenin yanmasının havanın oksijeni ile temâsa
gelip patlaması sonucu ateş topuna dönen bu iki farklı hava ve uzay
araçlarından geriye az miktarda su kalmıştı. Bu su Challenger’da su-buharı
olarak havada görülebilir bir bulut oluşturmuştu.
Dünyâ
üzerindeki tüm nüfûsa yetecek kadar içme-suyu üretebilmek için gerekli
büyüklükte bir kimyâsal reaksiyonun sonunda o nüfûsun sonunu getirebilecek bir
patlama olabilir. Ne gariptir ki birleşince Dünyâ’daki yaşam için en önemli
şeyi oluşturan iki element aynı-zamanda kontrôlden çıkıp ortalığı yakıp
kavurabiliyor. Bunun yanında patlama sorunu bir şekilde hâlledilse bile çok
küçük miktarda su üretebilmek için çok fazla hidrojen ve oksijene gereksinim
duyulduğundan işlem hem pratik değildir hem de mâliyeti a-normâl yüksektir.
Aslında su
Dünyâ’da üretilmemektedir. Mevcut su belli bir çevrim içinde su-bulut-yağmur
şeklinde dönüp durmaktadır. Dünyâ’daki suyun ilk başta nasıl oluştuğu ise bilinmiyor”.
Canlılık
sudan yaratılmıştır. Bu nedenle “canlılık” demek “su” demektir. Su bu nedenle “rahmet”
olarak adlandırılır. Rahmet hapsedilemeyeceği için, su da hapsedilemez,
edilmemelidir. Zâten su, hapsedilmeye kalkındığında yakın-uzak vâdede mutlakâ intikâm
alır ve kendini rahmetken zahmete (zehir) çevirir. En kirli sular, hapsedilen
sulardır. Suya yapılacak en büyük zulüm, onu hareketten, akmaktan men etmektir.
Su, bunu aslâ kabûl etmez ve, ya hapsedildiği yeri aşındırarak yolunu bulur ve akar
gider, yada olduğu yerde başkalaşır ve kurur gider. Suyun hapsedilmesi suyun
ölümü olur.
Eskiden su,
“akan” şeydi. Su çeşmelerden 24 saat akıp dururdu. Böylelikle suyun döngüsü
bozulmadığı gibi, hiç-bir zaman da kirlenmezdi. Üstelik hiç-bir zaman da
kesilmezdi. Ne zaman ki onu bir musluk ile sürekli akmaktan men ettiler ve
barajlarla önünü kestiler; işte o zaman su da bozulmaya başladı ve “doğal
intikâm”ını kendisini engelleyenlerden aldı. Onu akmaktan men ederek
engelleyenler içilecek temiz su bulmakta zorlanır hâle geldiler. Su
hapsedildiğinde ya suyun doğallığı ve yapısı bozuldu ve hastalıklara yol açtı,
yada kuraklık oldu ve seller oluştu.
İbrahim Sediyani: “Su; akarsa nehir, düşerse
şeIâIe, durursa göI oIur” der.
Suyun toprakla
buluşması rahmetin “tevhid” olmasıdır. Fakat artık su-yağmur, büyük şehirlerde
düşecek toprak bulamamakta. Bu nedenle de her yeri betona-asfalta çevirenlerden
sel olarak intikâm almakta.
İnsan kaynaklı olan
depremler de vardır ve insanların yaptığı çeşitli uygulamalardan dolayı
gerçekleşir bu depremler. Mâdencilik, petrôl arama vs. gibi nedenler depremleri
tetikleyebilmektedir. İnsan kaynaklı depremlerin bir nedeni de, “suyun
hapsedilmesi”dir. Suyun, çok büyük tonajlarla barajlarda hapsedilmesi depremi
tetikleyen etkenlerden biridir. Hapsedilen su mutlakâ intikam alır. Bir yazıda
şöyle denir: “Çin’in Siçuan bölgesinde 2008 yılında meydana gelen 7.9
büyüklüğündeki depremin merkez üssünün, bir-kaç kilometre yakınındaki Zipingpu
Rezervuarı’nda (baraj) depolanan ve ağırlığı 320 milyon tonu bulan sudan
kaynaklanmış olabileceği..” .
Su, tutsaklığı sevmediği
gibi, gurbeti de sevmez ve buharlaştığında gökyüzünde 1 hafta yada en geç 10
gün kadar kalır ve yeryüzüne geri düşer. Bâzen toprağı o kadar özlemiştir ki
tüm haşmetiyle yağar onun üstüne. Bâzen de çiseleyerek ıslatır toprağı. Onu
topraktan uzun süre ayıramazsınız. Su çekimden etkilenir ve suyu en fazla yine
su çeker ve denizlerin suyu göklerin suyu ile buluşur.
Dünyâ’nın % 70’i su olduğu
gibi, insan vücûdunun da %70’i sudur?. Bu oran suyun önemini göstermesi için
tek-başına yeterlidir. Araştırmalarda Dünyâ’dan başka su olan bir yere
rastlanmamıştır. Kanımca kâinâtta sâdece Dünyâ’da su vardır. O hâlde Dünyâ,
suyu bulundurmasından dolayı kâinâtın incisidir.
Su bizi susuzluktan
kavrulduğumuzda içince serinlettiği gibi, bitki ve hayvanları da serinletip
yaşatır. Aynı-zamanda Dünyâ’yı serin ve ılık tutar. Denizlerin dibinde
insanların farkına varmadıkları ne büyük nehirler akar durur. Meselâ
Meksika-İngiltere arasında akan çok büyük su kütlesi Gulf Stream (Körfez
Akıntısı) ne büyük nîmettir ve Dünyâ’da bir-çok yerin yaşanabilir bir ısıda
olmasını sağlar.
Su, pek öyle fizik
kurallarını da takmaz. Yağmur damlaları meselâ gittikçe artan bir hızda değil
de, nârin bir şekilde yağarak her tarafı delik-deşik etmez. Rahmet oluşu biraz
da bu nedenledir. Yine su, tam donacağı anda fizik kurallarına isyân ederek,
mûcizevî ve son derece olanaksız bir davranış göstererek genişlemeye başlar.
Böylece buzullar oluşur da taşkınlık olmaz. Çünkü sular buz hâline gelerek suyun
üzerinde yüzer. Yâni su, suyu üzerinde yüzdürür. Bu durum sâdece su için
geçerlidir.
Su, yekûnde artıp eksilmez.
Dünyâ’da her zaman aynı miktarda su vardır ve bir ölçüye göre buharlaşıp yağmur
olarak yeryüzüne düşer. Bir yazıda şöyle denir:
“Yerküre’de 1,3 milyar kilometreküp su vardır ve olup
olacağı bu kadardır. Sistem kapalı-devre çalışır: Yâni hiç-bir şey eklenemez ve
eksiltilemez. İçmekte olduğunuz su, Dünyâ kurulalı bêri devri-dâim hâlindedir”.
Su, zannedildiği gibi tam
terâzide durmak zorunda bile değildir. Bir yazıda şöyle denir:
“Pasifik’in batı yakası, Yerküre’nin kendi ekseni etrâfındaki
dönüşünün yarattığı merkez-kaç kuvvetin bir sonucu olarak, yaklaşık yarım metre
daha yüksektir. Kezâ, Dünyâ’nın, doğu yönündeki dönüşü de suyu okyanusun batı
sınırlarına yığar”.
Su, Allah’ın en büyük mûcizesidir.
Onu O’ndan başka getirecek ve tutacak olan yoktur:
“De ki: Haber verin; eğer suyunuz yerin dibine
göçüverecek olsa, bu durumda kim size bir akar su kaynağı getirebilir?” (Mülk 30).
Tabî ki hiç kimse!. O hâlde
suyun tek güvencesi Allah’tır. Zâten bu, her-şeyde böyledir.
Su aynı-zamanda mizânın,
ölçünün de bir göstergesidir. Su, belli bir ölçüde gökyüzüne yükselip yeryüzüne
tekrar düşer. Bu bağlamda insana ölçüyü hatırlatır:
“Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu
yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz biz onu (kurutup) giderme gücüne de sâhibiz” (Mü’minûn 18).
Eğer ölüyü dirilten bir şey
varsa, o da sudur. Çatlayıp ölen topraklara yeniden hayat veren su’dur. Daha
doğrusu Allah suyla hayat verir toprağa:
“Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla
diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir âyet vardır” (Nâhl 65).
Su kızdırılmaya gelmez. “Sudan daha yumuşak ve ince başka bir şey yoktur; fakat
önüne çıkan her-şeyi sürükIeyecek ve parçaIayabiIecek kadar güçIüdür” der Lao
Tzu. Çünkü nârinliğine rağmen bâzen tûfân olur ve Dünyâ’yı sulara gark eder. Allah’ın
ordusu olarak nice Firavunları boğar, Tûfân olur ve Dünyâ’ya yeni bir format
atar.
Su çok mûcizevî bir nîmettir ve öyle bilindik kânun
ve kuralları da tanımaz. Su, donmasına ramak kaldığında, âsi, mûcizevî ve son
derece olanaksız bir davranış göstererek genişlemeye başlar. Böyle olması
hayâtî önemdedir. Su kimyâ kurallarından da fizik kânunlarından da haberi
yokmuş gibi davranır.
Yine su, herkesin zannettiği gibi tüm denizlerde ve
okyanuslarda mecbûren tam terâzide durmaz. Pasifik’in batı yakası, Dünyâ’nın
kendi ekseni etrâfındaki dönüşünün yarattığı merkez-kaç kuvvetin bir sonucu
olarak, yaklaşık yarım metre daha yüksektir, yâni burada su terâzide değildir.
Yine Dünyâ’nın, doğu yönündeki dönüşü de suyu okyanusun batı sınırlarına yığar.
Suya verilmiş özel kânunlar ve kurallar vardır.
Su insanlığa
sunulmuş en büyük nîmettir ve tüm insanlığın ortak malıdır. Deniz, büyük göl ve
büyük ırmak gibi su kaynakları kimsenin mülkiyetinde sayılmaz. Her bireyin
bunlardan yararlanma hakkı vardır. Peygamberimiz şöyle der: “Üç şey vardır ki
bunlar aslâ yasaklanamaz: Su, ot ve ateş. Fakat
modern zamanlarda artık parasız su bile içemez hâle geldik.
Su “hayat” demektir. Müslümanlar
abdest alırlarken bile suyu isrâf etmezler-edemezler. Çünkü hayâtı isrâf etmezler-edemezler.
“Suyu isrâf edenler hayâtı isrâf ediyorlar” demektir. Suyu isrâf etmenin başka
türlüsü de, onu kirletmek ile olur. Su “hayat” demek olduğu için suyu kirletmek
demek, hayâtı kirletmek anlamına gelir. Zîrâ su kirlenince tüm hayat da kirlenir.
Zâten günümüze baktığımızda hastalıkların bu kadar artmasının nedenleri içinde suyun
kirletilmesi vardır. Modern insan suyu öyle bir bozdu ki, insanlar maddî ve mânevî
olarak kirlendiler ve çeşitli hastalıklara dûçar oldular. Çünkü “akan su” şifâ
idi. Durgun sudan, fazla kirlendiğinde -fıkhen- abdest bile alınamaz.
Su çok mütevâzıdır ve
sürekli olarak aşağıya doğru akar. Rakımın en düşük seviyesinde bulunur ve en
düşük rakıma meyyâldir. Bu rakımdan dolayı onu kaynağından yâni pınardan
içebilmeniz için, epey bir eğilmeniz hattâ secde vaziyeti almanız gerekir.
Böylece secde hâline gelerek rahmet olan su için Rahmân’a şükretmiş olursunuz.
İki çeşit insan vardır. Suyu
bulunduranlar ve suyu bulandıranlar. Bu, “rahmeti barındıranlar” ve “rahmeti
bulandıranlar” olarak da ifâde edilebilir. Rahmeti bulandıranlar değil de
bulunduranlar su gibi azîz olurlar.
Su üzerine edilen ibretlik sözler
gibi, yazılan şiirler de vardır ki Fuzili’nin “su kasîdesi” bunun en güzel
örneğidir. Demek ki su sâdece maddî hayâtı değil, mânevî hayâtı da etkileyip
biçimlendirebiliyor.
Evet; Hayâtın en değerli şeyi
sudur. Çünkü her-şey sudan yaratılmıştır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder