26 Temmuz 2017 Çarşamba

Suyu Hapsetmek

 

“Rahmetinin önünde rüzgârları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleriz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız” (A’raf 57).

 

Hayat kaynağı olan su, (H2O), 2 hidrojen ve 1 oksijen atomundan meydana gelir. Fakat ilginçtir ki 2 hidrojen ve 1 oksijen laboratuvarda birleştiğinde su oluşmaz-oluşmuyor. Çünkü su, orijinâl olarak yaratılmış bir varlıktır ve onu çözüp başka şeye dönüştürmek yada elementlerinden onu yeniden oluşturmak mümkün değildir. O sâdece kendi özel şartlarında ortaya çıkar. H2O ise, sâdece suyun yapısını teorik olarak anlatmaktan ibârettir. Şu da var ki, suyun, formûl olarak H2O yâni “iki hidrojen bir oksijen” olduğunu bilmenin insanlığa hiç-bir faydası yoktur. Fakat suyun rûhu ve büyüsünü ortaya koyan bir anlatım-şekli değildir bu. Bu bağlamda su, sâdece bilimin alanıyla sınırlı kalamaz. Onu biraz da şâirler anlatmalıdır meselâ. Resimler konuşturmalıdır.

 

2 hidrojen ve 1 oksijen (H2O) atomlarını birleştirince su oluşmaz, ısı ve sıcaklık oluşur yada yüksek bir enerji çıkar ve patlama olur. Şimşeğin nedeni budur. Bu atomlar ancak belli bir yükseklikte ve olağan-üstü şartlarda birleştiğinde suya dönüşür. Bu bağlamda bir yazıda su hakkında şunlar söylenir:

 

“Suyun basit olarak hidrojen ve oksijenden oluştuğu ifâdesi, su molekülünün yaradılışında gerçekte neler olduğunu tam yansıtmaz. Bilimsel adı dihidrojen monoksit olan su molekülü, iki hidrojen ile bir oksijen atomundan oluşur ama pratikte bu atomları birleştirmek mümkün değildir. Hidrojenin oksijenle temâsında yanıp patlamasının ne denli güçlü ve tehlikeli olduğunun en çok bilinen iki örneği Hindenburg Zeplini ve Challenger uzay mekiğinin başına gelenlerdir. Bünyelerindeki hidrojenin yanmasının havanın oksijeni ile temâsa gelip patlaması sonucu ateş topuna dönen bu iki farklı hava ve uzay araçlarından geriye az miktarda su kalmıştı. Bu su Challenger’da su-buharı olarak havada görülebilir bir bulut oluşturmuştu.

 

Dünyâ üzerindeki tüm nüfûsa yetecek kadar içme-suyu üretebilmek için gerekli büyüklükte bir kimyâsal reaksiyonun sonunda o nüfûsun sonunu getirebilecek bir patlama olabilir. Ne gariptir ki birleşince Dünyâ’daki yaşam için en önemli şeyi oluşturan iki element aynı-zamanda kontrôlden çıkıp ortalığı yakıp kavurabiliyor. Bunun yanında patlama sorunu bir şekilde hâlledilse bile çok küçük miktarda su üretebilmek için çok fazla hidrojen ve oksijene gereksinim duyulduğundan işlem hem pratik değildir hem de mâliyeti a-normâl yüksektir.

 

Aslında su Dünyâ’da üretilmemektedir. Mevcut su belli bir çevrim içinde su-bulut-yağmur şeklinde dönüp durmaktadır. Dünyâ’daki suyun ilk başta nasıl oluştuğu ise bilinmiyor”.

 

Canlılık sudan yaratılmıştır. Bu nedenle “canlılık” demek “su” demektir. Su bu nedenle “rahmet” olarak adlandırılır. Rahmet hapsedilemeyeceği için, su da hapsedilemez, edilmemelidir. Zâten su, hapsedilmeye kalkındığında yakın-uzak vâdede mutlakâ intikâm alır ve kendini rahmetken zahmete (zehir) çevirir. En kirli sular, hapsedilen sulardır. Suya yapılacak en büyük zulüm, onu hareketten, akmaktan men etmektir. Su, bunu aslâ kabûl etmez ve, ya hapsedildiği yeri aşındırarak yolunu bulur ve akar gider, yada olduğu yerde başkalaşır ve kurur gider. Suyun hapsedilmesi suyun ölümü olur.

 

Eskiden su, “akan” şeydi. Su çeşmelerden 24 saat akıp dururdu. Böylelikle suyun döngüsü bozulmadığı gibi, hiç-bir zaman da kirlenmezdi. Üstelik hiç-bir zaman da kesilmezdi. Ne zaman ki onu bir musluk ile sürekli akmaktan men ettiler ve barajlarla önünü kestiler; işte o zaman su da bozulmaya başladı ve “doğal intikâm”ını kendisini engelleyenlerden aldı. Onu akmaktan men ederek engelleyenler içilecek temiz su bulmakta zorlanır hâle geldiler. Su hapsedildiğinde ya suyun doğallığı ve yapısı bozuldu ve hastalıklara yol açtı, yada kuraklık oldu ve seller oluştu.

 

İbrahim Sediyani: “Su; akarsa nehir, düşerse şeIâIe, durursa göI oIur” der.

 

Suyun toprakla buluşması rahmetin “tevhid” olmasıdır. Fakat artık su-yağmur, büyük şehirlerde düşecek toprak bulamamakta. Bu nedenle de her yeri betona-asfalta çevirenlerden sel olarak intikâm almakta.    

 

İnsan kaynaklı olan depremler de vardır ve insanların yaptığı çeşitli uygulamalardan dolayı gerçekleşir bu depremler. Mâdencilik, petrôl arama vs. gibi nedenler depremleri tetikleyebilmektedir. İnsan kaynaklı depremlerin bir nedeni de, “suyun hapsedilmesi”dir. Suyun, çok büyük tonajlarla barajlarda hapsedilmesi depremi tetikleyen etkenlerden biridir. Hapsedilen su mutlakâ intikam alır. Bir yazıda şöyle denir: “Çin’in Siçuan bölgesinde 2008 yılında meydana gelen 7.9 büyüklüğündeki depremin merkez üssünün, bir-kaç kilometre yakınındaki Zipingpu Rezervuarı’nda (baraj) depolanan ve ağırlığı 320 milyon tonu bulan sudan kaynaklanmış olabileceği..” .

 

Su, tutsaklığı sevmediği gibi, gurbeti de sevmez ve buharlaştığında gökyüzünde 1 hafta yada en geç 10 gün kadar kalır ve yeryüzüne geri düşer. Bâzen toprağı o kadar özlemiştir ki tüm haşmetiyle yağar onun üstüne. Bâzen de çiseleyerek ıslatır toprağı. Onu topraktan uzun süre ayıramazsınız. Su çekimden etkilenir ve suyu en fazla yine su çeker ve denizlerin suyu göklerin suyu ile buluşur.

 

Dünyâ’nın % 70’i su olduğu gibi, insan vücûdunun da %70’i sudur?. Bu oran suyun önemini göstermesi için tek-başına yeterlidir. Araştırmalarda Dünyâ’dan başka su olan bir yere rastlanmamıştır. Kanımca kâinâtta sâdece Dünyâ’da su vardır. O hâlde Dünyâ, suyu bulundurmasından dolayı kâinâtın incisidir.

 

Su bizi susuzluktan kavrulduğumuzda içince serinlettiği gibi, bitki ve hayvanları da serinletip yaşatır. Aynı-zamanda Dünyâ’yı serin ve ılık tutar. Denizlerin dibinde insanların farkına varmadıkları ne büyük nehirler akar durur. Meselâ Meksika-İngiltere arasında akan çok büyük su kütlesi Gulf Stream (Körfez Akıntısı) ne büyük nîmettir ve Dünyâ’da bir-çok yerin yaşanabilir bir ısıda olmasını sağlar. 

 

Su, pek öyle fizik kurallarını da takmaz. Yağmur damlaları meselâ gittikçe artan bir hızda değil de, nârin bir şekilde yağarak her tarafı delik-deşik etmez. Rahmet oluşu biraz da bu nedenledir. Yine su, tam donacağı anda fizik kurallarına isyân ederek, mûcizevî ve son derece olanaksız bir davranış göstererek genişlemeye başlar. Böylece buzullar oluşur da taşkınlık olmaz. Çünkü sular buz hâline gelerek suyun üzerinde yüzer. Yâni su, suyu üzerinde yüzdürür. Bu durum sâdece su için geçerlidir.

 

Su, yekûnde artıp eksilmez. Dünyâ’da her zaman aynı miktarda su vardır ve bir ölçüye göre buharlaşıp yağmur olarak yeryüzüne düşer. Bir yazıda şöyle denir:

 

“Yerküre’de 1,3 milyar kilometreküp su vardır ve olup olacağı bu kadardır. Sistem kapalı-devre çalışır: Yâni hiç-bir şey eklenemez ve eksiltilemez. İçmekte olduğunuz su, Dünyâ kurulalı bêri devri-dâim hâlindedir”.

 

Su, zannedildiği gibi tam terâzide durmak zorunda bile değildir. Bir yazıda şöyle denir:

 

“Pasifik’in batı yakası, Yerküre’nin kendi ekseni etrâfındaki dönüşünün yarattığı merkez-kaç kuvvetin bir sonucu olarak, yaklaşık yarım metre daha yüksektir. Kezâ, Dünyâ’nın, doğu yönündeki dönüşü de suyu okyanusun batı sınırlarına yığar”.

 

Su, Allah’ın en büyük mûcizesidir. Onu O’ndan başka getirecek ve tutacak olan yoktur:

 

“De ki: Haber verin; eğer suyunuz yerin dibine göçüverecek olsa, bu durumda kim size bir akar su kaynağı getirebilir?” (Mülk 30).

 

Tabî ki hiç kimse!. O hâlde suyun tek güvencesi Allah’tır. Zâten bu, her-şeyde böyledir.

 

Su aynı-zamanda mizânın, ölçünün de bir göstergesidir. Su, belli bir ölçüde gökyüzüne yükselip yeryüzüne tekrar düşer. Bu bağlamda insana ölçüyü hatırlatır:

 

“Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz biz onu (kurutup) giderme gücüne de sâhibiz” (Mü’minûn 18).

 

Eğer ölüyü dirilten bir şey varsa, o da sudur. Çatlayıp ölen topraklara yeniden hayat veren su’dur. Daha doğrusu Allah suyla hayat verir toprağa:

 

“Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir âyet vardır” (Nâhl 65).

 

Su kızdırılmaya gelmez. “Sudan daha yumuşak ve ince başka bir şey yoktur; fakat önüne çıkan her-şeyi sürükIeyecek ve parçaIayabiIecek kadar güçIüdür” der Lao Tzu. Çünkü nârinliğine rağmen bâzen tûfân olur ve Dünyâ’yı sulara gark eder. Allah’ın ordusu olarak nice Firavunları boğar, Tûfân olur ve Dünyâ’ya yeni bir format atar.

 

Su çok mûcizevî bir nîmettir ve öyle bilindik kânun ve kuralları da tanımaz. Su, donmasına ramak kaldığında, âsi, mûcizevî ve son derece olanaksız bir davranış göstererek genişlemeye başlar. Böyle olması hayâtî önemdedir. Su kimyâ kurallarından da fizik kânunlarından da haberi yokmuş gibi davranır.

 

Yine su, herkesin zannettiği gibi tüm denizlerde ve okyanuslarda mecbûren tam terâzide durmaz. Pasifik’in batı yakası, Dünyâ’nın kendi ekseni etrâfındaki dönüşünün yarattığı merkez-kaç kuvvetin bir sonucu olarak, yaklaşık yarım metre daha yüksektir, yâni burada su terâzide değildir. Yine Dünyâ’nın, doğu yönündeki dönüşü de suyu okyanusun batı sınırlarına yığar. Suya verilmiş özel kânunlar ve kurallar vardır.

 

Su insanlığa sunulmuş en büyük nîmettir ve tüm insanlığın ortak malıdır. Deniz, büyük göl ve büyük ırmak gibi su kaynakları kimsenin mülkiyetinde sayılmaz. Her bireyin bunlardan yararlanma hakkı vardır. Peygamberimiz şöyle der: “Üç şey vardır ki bunlar aslâ yasaklanamaz: Su, ot ve ateş. Fakat modern zamanlarda artık parasız su bile içemez hâle geldik.

 

Su “hayat” demektir. Müslümanlar abdest alırlarken bile suyu isrâf etmezler-edemezler. Çünkü hayâtı isrâf etmezler-edemezler. “Suyu isrâf edenler hayâtı isrâf ediyorlar” demektir. Suyu isrâf etmenin başka türlüsü de, onu kirletmek ile olur. Su “hayat” demek olduğu için suyu kirletmek demek, hayâtı kirletmek anlamına gelir. Zîrâ su kirlenince tüm hayat da kirlenir. Zâten günümüze baktığımızda hastalıkların bu kadar artmasının nedenleri içinde suyun kirletilmesi vardır. Modern insan suyu öyle bir bozdu ki, insanlar maddî ve mânevî olarak kirlendiler ve çeşitli hastalıklara dûçar oldular. Çünkü “akan su” şifâ idi. Durgun sudan, fazla kirlendiğinde -fıkhen- abdest bile alınamaz.  

 

Su çok mütevâzıdır ve sürekli olarak aşağıya doğru akar. Rakımın en düşük seviyesinde bulunur ve en düşük rakıma meyyâldir. Bu rakımdan dolayı onu kaynağından yâni pınardan içebilmeniz için, epey bir eğilmeniz hattâ secde vaziyeti almanız gerekir. Böylece secde hâline gelerek rahmet olan su için Rahmân’a şükretmiş olursunuz.  

 

İki çeşit insan vardır. Suyu bulunduranlar ve suyu bulandıranlar. Bu, “rahmeti barındıranlar” ve “rahmeti bulandıranlar” olarak da ifâde edilebilir. Rahmeti bulandıranlar değil de bulunduranlar su gibi azîz olurlar.  

 

Su üzerine edilen ibretlik sözler gibi, yazılan şiirler de vardır ki Fuzili’nin “su kasîdesi” bunun en güzel örneğidir. Demek ki su sâdece maddî hayâtı değil, mânevî hayâtı da etkileyip biçimlendirebiliyor.

 

Evet; Hayâtın en değerli şeyi sudur. Çünkü her-şey sudan yaratılmıştır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2017

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder