9 Mart 2017 Perşembe

AKP’nin Değişimi ve Toplumu Dönüştürmesi



“Böylece biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hîleli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkârları kıldık. Oysa onlar, hîleli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar” (En-âm 123).

Târih, bir değişim ve dönüşümün târihidir. Kâinatta dönmeyen ve bu nedenle de değişmeyen bir şey yoktur. Fakat varlık içinde sâdece insanın döngüsü ve değişimi -bâzı örnek dönemler hâriç- “Allah’a göre” değildir. Tüm kâinat tam da Allah’a göre yâni sünnetullaha göre hareket eder. Allah, İslâm Sistemi’ne uyarak insanların da aynen tüm kâinat gibi hareket etmesini ister ve bu nedenle de son Peygamber Hz. Muhammed’e kadar sürekli peygamberler ve vahiyler göndermiştir. “Sünnetullah” denen bu kâinât sisteminin adı İslâm’dır. Son olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed ile en kemâl hâle gelen İslâm, yâni “Allah’a göre”lik, Peygamberimizle birlikte uygulamaya da konulmuş ve ebedî bir örneklik sergilenmiştir. Döngü  ve değişkenlik İslâm’a göre olduğunda, aynen göklerdeki gibi muazzam bir ahenk ve düzen olacak; fakat dönüşüm ve değişim İslâm değil de insan-merkezli yâni lâik ve seküler olunca, dolayısıyla İslâm sisteminin yâni “Allah’a göre”liğin dışına çıkılınca düzen bozulacaktır ki an îtibârıyla bu düzen bozulmuş bir hâldedir ve döngüden sapılmış olduğundan dolayı da giderek artan bir yalpalanma yaşanmaktadır.

İslâm’a aykırı bu değişim, yönetim şekillerinde ve insanların buna göre değişip dönüşmesiyle kendini gösterir. Bu değişimi ve dönüşümü başlatanlar ise yönetici kadrolar olan siyâsilerdir ki Türkiye’de bunun temsilciliğini son 15 yıldır muhâfazakâr siyâsiler yapmaktadır. İlâhi sisteme aykırı davranışı yapanların müslüman-dindar-muhâfazakâr olup-olmaması bu anlamda önemli değildir. Zulmü kim işlerse-işlesin zâlim olur. AKP’nin başlattığı bu dönüşüm ve değişimin, aklını birilerine kirâya vermemiş olanlar için “hayra alâmet” olmadığı çok açıktır.

AKP “gömlek değiştirdiği” ve İslâm’a göre davranmayacaklarını söyledikleri için, onun yaptıkları-yapmadıkları İslâm’a mâl edilemez. AKP’ye sâdece: “Siz eski İslâm’cı olduğunuz ve eski söylemleriniz İslâm’i yönde olduğu hâlde niçin İslâm’a göre davranmıyorsunuz?” diye sorulabilir.

AKP, sözde yükselişini ve uzatmalı iktidârını, “gömleği” çıkarmasına, “İslâm’ı referans olarak almak”tan vazgeçmesine (“din” değiştirmesine) borçludur. Evet; AKP, enfüste müslüman olduğunu söylemesine rağmen, âfakta İslâm-dışı insânî ideolojilere (din) göre hareket etmektir.

AKP’nin lîderi (ebedî şefi) olan Tayip Erdoğan, bir zamanlar şöyle söylüyordu: “Hem lâik hem de müslüman olunmaz; ya müslüman olacaksın ya lâik, ikisi bir-arada olduğu zaman âdetâ ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil ikisinin bir-arada olması. “Hem müslümanım hem de lâikim” demek mümkün değildir. Çünkü Allah her alanda kesin hâkimiyet sâhibidir”. Fakat daha sonra: “Biz yola çıkarken bir şey söyledik, Ak Parti din-eksenli bir parti değildir, insan-eksenli bir partidir. Lâiklik tüm inançlara eşit mesâfededir. Kişi lâik olmaz, devlet lâik olur” diyerek dîni kâlplere-vicdanlara hapsetmiştir ve tâkipçileri için de artık, din (İslâm) sâdece vicdanlarda yaşanan bir din olarak kabûl edilmiştir. Bunların içinde, bir zamanların sıkı İslâmcıları yâni “dîni hayâtın her alanına hâkim yapmak isteyenler” de vardır. O zamanlar beslendikleri Kur’ân onlara -doğru olarak- İslâm’ı hayâtın her alanına hâkim kılmasını emrederken; şimdi ise aynı Kur’ân, “İslâm’ın devlette ve kânunda yeri yoktur (lâiklik), o sâdece kâlplerde yaşanması gereken bir dindir” mi diyor?. Hangisi doğru?. Kur’ân’dan o zaman anladıkları yanlış idiyse, şimdi anladıkları nede doğru olsun ki?. Neye göre doğru olacak?. İslâm’ı hayâta hâkim kılma düşüncesinin dayanağı apaçık bir şekilde Kur’ân’dır (Enfâl 39) fakat dîni vicdanlara hapsetmenin ve sâdece kâlplerde yaşanması gerektiğinin dayanağını Kur’ân’dan bulmak imkânsızdır. Zîrâ Kur’ân, İslâm’ı hayâta hâkim kılmak için gönderilmiş vahiylerden oluşmuştur. Dînin devlette ve kânunda yeri yoktur sapık görüşünün dayanağı tabi ki de İslâm ve Kur’ân-Sünnet değildir. İslâm bir öyle bir böyle demez. İslâm hayâtın tamâmına hâkim olmak isteyen bir dindir ve bunu engelleyenleri müşrik ve kâfir olarak görür. Onun sâdece kâlplerde yaşamasını isteyenler Kur’ân’a bakarak değil, lâik-seküler-liberâl-kâpitâlist ideolojilere, mevcut konjonktüre ve reel-politiğe bakarak bunu kabûl ediyorlar. Çok kesin bir değişim-dönüşüm olmuş. Herhangi bir takıyyeden bahsetmek de mümkün değil. Mevcut düşünce (daha doğrusu din) içilmiş ve içirilmiştir ve kâlplere ulaşmıştır. İşte bu dönüşüm, Tayip Erdoğan ve AKP etkisiyle olmuştur. Fakat daha önce de şeytanın fısıldamaları ve tâğutların dayatmaları etkili olmuştur bu dönüşüm ve değişimde. Tabi bu değişimde bir de, etrâfında pervâne gibi dönen akıl hocaları ve bol miktardaki danışmanların rôlü vardır. Mehmet Pamak:

“Kur’ân ve sahih sünnetin belirlediği sahih İslâm anlayışına ulaşmanın önündeki engellerden geleneksel câhiliyeye, târihte üretilmiş bid’at ve hurâfelere karşı mücâdele veren bâzı ilâhiyatçı akademisyenler ve müslüman “aydınlar”, nedense sıra modern câhiliyeye, lâikliğe, demokrasiye, modernitenin ürettiği seküler ideoloji ve modellere gelince, ya susarak dolaylı yada konuşup yazarak doğrudan destekçi olmaktan çekinmiyorlar. Egemen modernitenin ürettiklerine sığınarak, modern kavram ve modellere yakınlaşıp uyum sağlayarak izzet, îtibar ve kurtuluş arıyorlar. “Devletin dini olmaz”, “hangi rejimle yönetilirse-yönetilsin devletin âdil olması yeterlidir” iddiâlarıyla, mevcut egemen lâik sisteme meşrûiyet kazandırmaya çalışıyorlar. Bu tür anlayışa sâhip danışmanları olan Tayyip Erdoğan da İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan bu yana değişerek, lâikliğin İslâm ile bağdaştığına inanmaya ve bu Hak-bâtıl sentezi anlayışı yaymaya başladı. Zamanla kendisine yakın akademisyenlerin “devletin dîni olmaz. Devlet bütün dinlere eşit uzaklıkta olmalıdır. Din bireylere âittir” türü söylemlerinden etkilenip iknâ oldu ve yıllardır ısrarla, “devletin lâik olmasına İslâm’ın engel olmadığını, lâiklikle İslâm’ın bağdaştığını” söylüyor. Bunu Türkiye’de söylemekle kalmıyor, Mısır, Tunus ve Suudi Arabistan gibi ülkelere gittiğinde, özellikle tüm müslüman halklara teklif ediyor ve onları iknâ etmek için ısrâr eden özel bir çaba harcıyor. Bu söylem, bir seferliğine ağzından kaçırdığı ve sonra bir daha gündeme getirmediği bir husus da değil. Uzun zamandan beri ve özellikle müslüman halklara yönelik sürekli gündem yapıp tekrarladığı ve muhâtaplarını iknâ etmek için ısrâr ettiği bir söylem. Bu çaba tam da emperyâlist devletlerin uzun süredir “dîne karşı din” amaçlı ürettikleri ve müslüman halklara kabûl ettirmeye çalıştıkları “Ilımlı İslam” projesiyle örtüşen, ona hizmet eden bir söylem” der.

Tayyip Erdoğan, özelikle 28 Şubat’ın da etkisiyle İslâm’i söylemden vazgeçerek dönüşüp değişmiş ve lâik-demokratik dînin söylemini yapmaya başlamıştır. Bu konuda söyledikleri aslında bir din vaazıdır. Zîrâ lâiklik ve demokrasi, İslâm’a yâni vahye karşı oluşturulmuş bir dîndir.

AKP, sâdece kendisini dönüştürüp değiştirmekle kalmadı, zıt kutupta olan iki kesimin de karakterini değiştirdi-dönüştürdü. Aslında bozdu. Bu iki kesimden biri mutlak anlamda AKP’ciyken, diğeri mutlak anlamda AKP karşıtı. İki zıt kutup da farklı yönde ve kutuplarda AKP ve Tayip Erdoğan nedeniyle dönüştü ve değişti. Bu iki kesim, farklı düşüncede, ideolojide ve görüşte olduğundan değil, “AKP’yi ve Tayip Erdoğan’ı sevme ve nefret durumu”na göre farklılaştı. Tartışma hep; “Tayyip iyi mi kötü mü” üzerinde yoğunlaşıyor. Hâlbuki daha önce en azından ilkeler ve dünyâ-görüşleri öne çıkabiliyordu. Bir körü-körünelik oluştu. Akıl bir kenara bırakıldı ve tamâmen ön-yargılarla, duygularla ve dürtülerle hareket edilmeye başlandı. İşte bu durum aklı blôke etti ve hâlen de etmekte olduğundan, halkın karakterinde de olumsuz anlamda bozulmalar oldu.  

AKP ve Erdoğan’ın başlattığı dönüşüm-değişim ile birlikte nice “âlim” zannedilen zevat bile zıvanadan çıktı ve daha dün denebilecek bir zaman önce söylediklerini inkâr etmek durumuna geldiler. Söylediklerinin düşmanı oldular. Aslında bu bir tür “irâde yitimi”dir.

“Böylelikle (Firavun) kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fâsık olan bir kavimdi. Sonunda bizi öfkelendirince, biz de onlardan intikâm aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk” (Zuhrûf 54-55).

Kim olursa-olsun, İslâm/vahiy-merkezli olmayan yönetimle ve yöneticiler, halkı bir şekilde Ali Şeriati’nin deyimiyle istihmarlaştırırlar. Yâni eşekleştirirler. Mankurtlaştırırlar. Artık bundan sonra lîder ne dese ve söylese doğrudur genel halk için. Zîrâ bu halk, irâdelerini, akıllarını, düşüncelerini söyleyemeyen bir duruma gelmiştir. Murat Ünal:

“Bulundukları toplulukta hiçlenen, kaybolan, yeteneklerini kullanamayan insanlar bir zaman sonra irâdeyi kullanma, eleştirme, düzeltme gibi hasletlerin daha yüce insanlara âit olduğuna inanmaya başlarlar. Ümmet sorunlarına çözüm üretemiyor, düşünce geliştiremiyorsa bunda köleleşmiş ruhların etkisi büyüktür. Zîrâ köleleşmiş rûha sâhip olanlar çözüm üretme ve düşünce geliştirme işini yücelttikleri bâzı insanlara lâyık, kendilerini ise bu işten muaf görmektedirler” der.

Bu dönüştürmede halkın büyük kesimine hitâp etmeyen fakat etkileyici(!) gösterişli yapılar (yollar, köprüler, havaalanları vs.), halk için “yeterli sebep” olarak görülür ve kabûl edilir. Oysa somut bir yarârı da yoktur bunların. Bu nedenle olsa gerek Kur’ân bu tür yapılar için iyi şeyler söylemez:

  “Her tepede cehâlet eseri, anıtlar, tapınaklar (köşkler) mı yükselteceksiniz ve sonsuza kadar yaşayacağınız kuruntusuyla, sapasağlam mâlikaneler mi edineceksiniz? (Şuârâ 128-129). “Ve dağlarda/tepelerde hep böyle ustalıkla evler yontabileceğinizi mi sanıyorsunuz? (Şuârâ 149).

Hâlbuki bunlar daha çok isrâfın bir göstergesidir. AKP israf konusunda haddini çok-çok aşmıştır ve hem devlette hem de halkta bir “israf kültürü” oluşturmuştur. Bülent Arınç bile; “İsrâfın önünü alabilseydik, sizden vergi toplamamıza gerek kalmazdı” demişti.

AKP, yüzünü müslümanlardan/doğudan batıya çevirmiş ve gayr-ı müslimlerle iş tutmaya başlamıştır. Ki bu durum müslümanların zorluklarının devâm etmesine neden oluyor. Fakat AKP severler de artık ABD’yi, İsrâil’i ve  Avrupa’yı ümmet coğrafyasından daha çok seviyor ve yeğ tutuyor. AKP yüzünü; bir-çok şeyi paylaşabileceği ve anlaşma yolları bulabileceği müslümanların yaşadığı “doğu”dan çevirip, mü’minlere düşman olan “batı” toplumlarına çevirmiştir. Hâlbuki böyle yapmak Kur’ân’da yasaklanmıştır:

“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri veliler/dostlar edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’tan hiç-bir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gâyesiyle sakınma(nız) başka. Allah, sizi kendisinden sakındırır. Varış Allah’adır” (Âl-i İmran 28).

“Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinirler. Kuvvet ve onuru (izzeti) onların yanında mı arıyorlar?. Şüphesiz, bütün kuvvet ve onur, Allah’ındır” (Nîsâ 139).

“Ey îman edenler, mü’minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?” (Nîsâ 144).

“Ey îman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden her-hangi bir gruba (veya bir gruba) boyun eğecek olursanız, sizi îmânınızdan sonra tekrar küfre döndürürler” (Âl-i İmran 100).

Müslümanlar; “önceki kötü zamâna göre iyi değil mi?” terânesini tutturmuşlar. Mü’minler mevcut durumu; dîni hiç hesâba katmadan, önceki yönetime/iktidâra/zamâna göre değil, İslâm’ın en parlak zamânına göre değerlendirmelidirler. Ne yâni; şimdiki durum İslâm’ın en parlak zamânından daha mı iyi ki?. Gerçi bu sarhoşlukla ona da “tabî ki de iyi” diyenler de çıkar. AKP’nin hemen öncesine göre bâzı şeylerde görece bir iyileşme olmuştur fakat bu iyileşme sâdece Türkiye ile alâkalı değil, Dünyâ’nın genel konjonktürü ile alâkalıdır. Dünyâ değiştiği için Türkiye de değişmiştir. Fakat müslümanların dînî ve sosyâl durumlarında iyileşme değil, bozulma olmuştur. Çünkü artık îtiraz edemez, eleştiremez duruma gelmişlerdir. Zîrâ AKP ve Tayyip Erdoğan, onların “sivri uçlarını törpülemiştir”. Gazlarını almıştır ve onları dönüştürüp değiştirmiştir. Onları “ılımlı müslüman” yapmıştır. Artık âlim derecesinde olanlar bile Kur’ân’ı AKP’ye göre tefsir etmektedirler. AKP’ye göre yapılan tefsir, lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl ideolojilere göre yapılan tefsir şeklidir. Hâlbuki İslâm insan-merkezli olan bu ideolojileri yıkmaya gelmiştir. AKP, âliminden(!) câhiline kadar müslümanları ve tüm toplumu Ali Şeriati’nin deyimiyle eşekleştirmiştir (istihmar). AKP, halka ve yandaşlarına, “ölümü göstererek sıtmaya râzı etme” politikası oynuyor ve bağlıları da bunu yiyor ve yemeye de devâm ediyor.

Dillerine pelesenk olmuş söz şu: “Daha öncekine göre iyi değil mi?”. Daha önceki?. CHP ve 28 Şubat süreci mi?. Peki neden daha da önceye, en önceye gitmiyorsunuz?. Benim/bizim ölçümüz “AKP’den bir-önceki” değildir. Çünkü önceki de bâtıl, sonraki de. İki bâtıldan birinin biraz daha az-bâtıl olması onun da bâtıl olduğunu değiştirmez. Bizim ölçümüz Peygamber örnekliğidir: “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır” (Ahzab 21). Peygamber zamânının, yada Hz. Ömer zamânının ortalamasına göre yapılmalıdır ölçü. Orantı ona göre yapılacak. İşte o zaman görülecek ki AKP, bâtılı devâm ettiren bir partidir. Bir kapkaranlık var, bir de karanlık var. İkisi de karanlıktır. Birinin daha az karanlık olması onun da karanlık olduğunu değiştirmez. AKP işte bu karanlığı temsil ediyor, aydınlığı değil. Ahmet Ferhat Öksüz, toplumların körü-körüne bağlılıklarından bahsederken şunları söyler:

“Kafaları sloganlardan başka bir şey almazdı; her türlü ahmaklığa inanabilirlerdi, yeter ki parti tarafından söylensin. Bilinçleninceye kadar aslâ başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça aslâ bilinçlenemezler. İşte onlar böyle büyük bir paradoksa hapsolmuşlardı. Ve onlar farklı olan hiçbir şeye tahammül etmeyeceklerdi. Çünkü farklı olan rahatsız ediciydi. Câhillik bir konfordu ve onlar öylece mutlulardı. Hattâ bunun için sizi linç bile edebilirlerdi.

Evet, geriye ne kalıyordu ki?. Koca bir hiç ve bitimsiz bir yalan. Kısaca bugün gördüğümüz şeyler aslında gördüğümüz gibi olmayabilir. Bizim görmemiz gereken şeyleri değil de görmememiz gereken, bir bakıma gereksiz bir-çok ayrıntı zihnimize doldurularak körleştiriliyoruz. Bu yapıldıktan sonra fehmetmeyi/düşünmeyi de aklınıza getiremiyorsunuz. Çünkü derin bir düşünmeyi gerçekleştirebilecek yegâne mefhum olan akıl, bitip-tükenmek bilmeyen yalanlar silsilesiyle kuşatma altına alınıyor. Ve sizler bu kuşatmayı ber-tarâf etmek ile uğraşırken diğer taraftan aslolan şeylerle irtibâtınız kesiliyor, onları es geçip gidiyorsunuz. Bir nevî zihniniz üzerinde büyük bir oyalama işlemi gerçekleştiriliyor ve bu oyalama işlemi sizi gerçeğin kendisinden mahrûm ediyor. Bu işlemin sonucunda sizler birer mankurt olup çıkıyorsunuz, kalabalığın seline kapılan bir çöp poşeti gibi sağa-sola savrulup duruyorsunuz.

Sonunda toplumlarda bilinç denen şey sıfırlanmış hâle geliyor. Toplumlar bu tür zihnî saldırıların sonunda bir nevî ‘zihinsel formattan’ geçiriliyorlar. Bu nedenle de kimse olan-biteni sorgulama gereksinimi duymaz hâle getiriliyor ve sonuç olarak orada her-şey tek-tip hâle geliyor, ‘farklı olan’ tehlike olarak algılanıyor ve bu karmaşıklık bu şekilde sürüp gidiyor”.

Türkiye’de toplum ikiye bölünmüş durumdadır. Fakat bu iki kesim, aynı nedenden yada kişiden dolayı bölünmüştür. Yâni yüce bir ideoloji, fikir ve inançtan kaynaklanan bir bölünme değildir bu. İki kesimden biri Erdoğan’ı aşırı severken, diğeri ona aşırı düşmandır. Yâni aynı nedenden dolayı bir bölünme yaşanmaktadır. Demokrasi zâten böyledir. “Körü-körüne bir sevgi ve nefret etme” vardır demokraside. İşin kötü yanı, körü-körüne olunca insanlar farklı bir “alternatif” de düşünememektedirler. Farklı alternatif “diğer partiler” değildir. Oy kullanmayarak oluşacak bir sinerji ile açığa çıkacak olan bir kitle ve İslâm’i yönetim-şeklidir. Bu alternatif, oy kullanmayan kitlenin farklı bir alternatifi yâni demokrasiden vazgeçilerek İslâm’i yönetimi dillendirmesidir. Gerçek anlamdaki îtiraz ancak bu şekilde olabilecektir. Yoksa ha Hassan Ali, ha Ali Hasan. Genel halk için değişen bir şey olmayacaktır. Evet, o alternatif, demokrasiye isyân ederek oy kullanmamaktır. İnsanların çoğunluğunu oyalayıp duran ve ezen Demokrasiye ve demokratiklere yapılacak en etkili îtirâz ve isyân, oy kullanmamakla olur.

Akıl blôke olmuşluktan kurtarıldığında görülecek olan şey, AKP’nin eğitimde, sağlıkta, sosyâl alanda, ahlâkta, âilede, ticâri alanda sınıfta kalmış; belki sâdece ulaştırma alanında olumlu gelişmeler olmuştur. Fakat bunun da toplumun büyük kesimine bir faydası yoktur. Arabası olmayanlar, uçağa binemeyenler, yolculuğa çıkmayanlar (daha doğrusu çıkamayanlar) için ulaşımda yapılan görece olumlu şeylerin bir faydası yoktur. Toplumun büyük kesimi, yine sabah işlerine giderken trafikte sıkış-tepiş yolculuk yapmaya devâm etmektedir.

“İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah’tan başkalarını O’na denk tutar (eş koşar) onları Allah’ı sever gibi severler. Îman edenlerin ise Allah’a olan sevgisi daha kuvvetlidir” (Bakara165).

Körü-körüne sevgi ve düşmanlık, körü-körüne sevgi ve düşmanlık besleyenlerden başkasına zarar vermez.

Son pişmanlığın âyeti ise şudur:

“Ey Rabbimiz!. Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize (lîderlerimize) itaat ettik de onlar bizi dalâlete (yanlış ve sapık yola) götürdüler. Ey Rabbimiz!. Onlara azâbın iki katını ver. Ve onları büyük bir lânet ile lânetle (rahmetinden uzaklaştır)” (Ahzab [Partiler Sûresi] 67).

Allah bizi şöyle uyarıyor:

“Ey îman edenler!. Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği (İslâm’ı) inkâr etmişken, (yâni vicdanlara hapsetmişken) onlara sevgi gösteriyorsunuz…” (Mümtehine 1).

AKP’nin değiştirmediği “gömlek” kalmadı ve toplum da üzerinde ne kadar elbise varsa değiştirdi ve başkalaştı. Şimdi de “son gömleği” (İslâmcılık) çıkartıyor ve tamâmen “muhâfazakâr demokrat” oluyorlar.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mart 2017












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder