“Böylece biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada
hîleli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkârları kıldık. Oysa onlar,
hîleli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar” (En-âm 123).
Târih, bir değişim ve
dönüşümün târihidir. Kâinatta dönmeyen ve bu nedenle de değişmeyen bir şey
yoktur. Fakat varlık içinde sâdece insanın döngüsü ve değişimi -bâzı örnek
dönemler hâriç- “Allah’a göre” değildir. Tüm kâinat tam da Allah’a göre yâni
sünnetullaha göre hareket eder. Allah, İslâm Sistemi’ne uyarak insanların da
aynen tüm kâinat gibi hareket etmesini ister ve bu nedenle de son Peygamber Hz.
Muhammed’e kadar sürekli peygamberler ve vahiyler göndermiştir. “Sünnetullah”
denen bu kâinât sisteminin adı İslâm’dır. Son olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed
ile en kemâl hâle gelen İslâm, yâni “Allah’a göre”lik, Peygamberimizle birlikte
uygulamaya da konulmuş ve ebedî bir örneklik sergilenmiştir. Döngü ve değişkenlik İslâm’a göre olduğunda, aynen
göklerdeki gibi muazzam bir ahenk ve düzen olacak; fakat dönüşüm ve değişim İslâm
değil de insan-merkezli yâni lâik ve seküler olunca, dolayısıyla İslâm
sisteminin yâni “Allah’a göre”liğin dışına çıkılınca düzen bozulacaktır ki an
îtibârıyla bu düzen bozulmuş bir hâldedir ve döngüden sapılmış olduğundan
dolayı da giderek artan bir yalpalanma yaşanmaktadır.
İslâm’a aykırı bu değişim,
yönetim şekillerinde ve insanların buna göre değişip dönüşmesiyle kendini
gösterir. Bu değişimi ve dönüşümü başlatanlar ise yönetici kadrolar olan
siyâsilerdir ki Türkiye’de bunun temsilciliğini son 15 yıldır muhâfazakâr
siyâsiler yapmaktadır. İlâhi sisteme aykırı davranışı yapanların müslüman-dindar-muhâfazakâr
olup-olmaması bu anlamda önemli değildir. Zulmü kim işlerse-işlesin zâlim olur.
AKP’nin başlattığı bu dönüşüm ve değişimin, aklını birilerine kirâya vermemiş
olanlar için “hayra alâmet” olmadığı çok açıktır.
AKP “gömlek değiştirdiği” ve
İslâm’a göre davranmayacaklarını söyledikleri için, onun yaptıkları-yapmadıkları
İslâm’a mâl edilemez. AKP’ye sâdece: “Siz eski İslâm’cı olduğunuz ve eski
söylemleriniz İslâm’i yönde olduğu hâlde niçin İslâm’a göre davranmıyorsunuz?”
diye sorulabilir.
AKP, sözde yükselişini ve
uzatmalı iktidârını, “gömleği” çıkarmasına, “İslâm’ı referans olarak almak”tan
vazgeçmesine (“din” değiştirmesine) borçludur. Evet; AKP, enfüste müslüman
olduğunu söylemesine rağmen, âfakta İslâm-dışı insânî ideolojilere (din) göre
hareket etmektir.
AKP’nin lîderi (ebedî şefi)
olan Tayip Erdoğan, bir zamanlar şöyle söylüyordu: “Hem lâik hem de müslüman
olunmaz; ya müslüman olacaksın ya lâik, ikisi bir-arada olduğu zaman âdetâ ters
mıknatıslanma yapar. Mümkün değil ikisinin bir-arada olması. “Hem müslümanım
hem de lâikim” demek mümkün değildir. Çünkü Allah her alanda kesin hâkimiyet sâhibidir”.
Fakat daha sonra: “Biz yola çıkarken bir şey söyledik, Ak Parti din-eksenli bir
parti değildir, insan-eksenli bir partidir. Lâiklik tüm inançlara eşit
mesâfededir. Kişi lâik olmaz, devlet lâik olur” diyerek dîni kâlplere-vicdanlara
hapsetmiştir ve tâkipçileri için de artık, din (İslâm) sâdece vicdanlarda
yaşanan bir din olarak kabûl edilmiştir. Bunların içinde, bir zamanların sıkı
İslâmcıları yâni “dîni hayâtın her alanına hâkim yapmak isteyenler” de vardır.
O zamanlar beslendikleri Kur’ân onlara -doğru olarak- İslâm’ı hayâtın her
alanına hâkim kılmasını emrederken; şimdi ise aynı Kur’ân, “İslâm’ın devlette ve
kânunda yeri yoktur (lâiklik), o sâdece kâlplerde yaşanması gereken bir dindir”
mi diyor?. Hangisi doğru?. Kur’ân’dan o zaman anladıkları yanlış idiyse, şimdi
anladıkları nede doğru olsun ki?. Neye göre doğru olacak?. İslâm’ı hayâta hâkim
kılma düşüncesinin dayanağı apaçık bir şekilde Kur’ân’dır (Enfâl 39) fakat dîni
vicdanlara hapsetmenin ve sâdece kâlplerde yaşanması gerektiğinin dayanağını
Kur’ân’dan bulmak imkânsızdır. Zîrâ Kur’ân, İslâm’ı hayâta hâkim kılmak için
gönderilmiş vahiylerden oluşmuştur. Dînin devlette ve kânunda yeri yoktur sapık
görüşünün dayanağı tabi ki de İslâm ve Kur’ân-Sünnet değildir. İslâm bir öyle
bir böyle demez. İslâm hayâtın tamâmına hâkim olmak isteyen bir dindir ve bunu
engelleyenleri müşrik ve kâfir olarak görür. Onun sâdece kâlplerde yaşamasını
isteyenler Kur’ân’a bakarak değil, lâik-seküler-liberâl-kâpitâlist
ideolojilere, mevcut konjonktüre ve reel-politiğe bakarak bunu kabûl ediyorlar.
Çok kesin bir değişim-dönüşüm olmuş. Herhangi bir takıyyeden bahsetmek de
mümkün değil. Mevcut düşünce (daha doğrusu din) içilmiş ve içirilmiştir ve
kâlplere ulaşmıştır. İşte bu dönüşüm, Tayip Erdoğan ve AKP etkisiyle olmuştur.
Fakat daha önce de şeytanın fısıldamaları ve tâğutların dayatmaları etkili
olmuştur bu dönüşüm ve değişimde. Tabi bu değişimde bir de, etrâfında pervâne
gibi dönen akıl hocaları ve bol miktardaki danışmanların rôlü vardır. Mehmet Pamak:
“Kur’ân ve sahih sünnetin belirlediği sahih İslâm
anlayışına ulaşmanın önündeki engellerden geleneksel câhiliyeye, târihte
üretilmiş bid’at ve hurâfelere karşı mücâdele veren bâzı ilâhiyatçı
akademisyenler ve müslüman “aydınlar”, nedense sıra modern câhiliyeye, lâikliğe,
demokrasiye, modernitenin ürettiği seküler ideoloji ve modellere gelince, ya
susarak dolaylı yada konuşup yazarak doğrudan destekçi olmaktan çekinmiyorlar.
Egemen modernitenin ürettiklerine sığınarak, modern kavram ve modellere
yakınlaşıp uyum sağlayarak izzet, îtibar ve kurtuluş arıyorlar. “Devletin dini
olmaz”, “hangi rejimle yönetilirse-yönetilsin devletin âdil olması yeterlidir”
iddiâlarıyla, mevcut egemen lâik sisteme meşrûiyet kazandırmaya çalışıyorlar.
Bu tür anlayışa sâhip danışmanları olan Tayyip Erdoğan da İstanbul Belediye
Başkanlığı’ndan bu yana değişerek, lâikliğin İslâm ile bağdaştığına inanmaya ve
bu Hak-bâtıl sentezi anlayışı yaymaya başladı. Zamanla kendisine yakın
akademisyenlerin “devletin dîni olmaz. Devlet bütün dinlere eşit uzaklıkta
olmalıdır. Din bireylere âittir” türü söylemlerinden etkilenip iknâ oldu ve
yıllardır ısrarla, “devletin lâik olmasına İslâm’ın engel olmadığını, lâiklikle
İslâm’ın bağdaştığını” söylüyor. Bunu Türkiye’de söylemekle kalmıyor, Mısır,
Tunus ve Suudi Arabistan gibi ülkelere gittiğinde, özellikle tüm müslüman
halklara teklif ediyor ve onları iknâ etmek için ısrâr eden özel bir çaba
harcıyor. Bu söylem, bir seferliğine ağzından kaçırdığı ve sonra bir daha
gündeme getirmediği bir husus da değil. Uzun zamandan beri ve özellikle
müslüman halklara yönelik sürekli gündem yapıp tekrarladığı ve muhâtaplarını
iknâ etmek için ısrâr ettiği bir söylem. Bu çaba tam da emperyâlist devletlerin
uzun süredir “dîne karşı din” amaçlı ürettikleri ve müslüman halklara kabûl ettirmeye
çalıştıkları “Ilımlı İslam” projesiyle örtüşen, ona hizmet eden bir söylem”
der.
Tayyip Erdoğan, özelikle 28
Şubat’ın da etkisiyle İslâm’i söylemden vazgeçerek dönüşüp değişmiş ve
lâik-demokratik dînin söylemini yapmaya başlamıştır. Bu konuda söyledikleri
aslında bir din vaazıdır. Zîrâ lâiklik ve demokrasi, İslâm’a yâni vahye karşı
oluşturulmuş bir dîndir.
AKP, sâdece kendisini
dönüştürüp değiştirmekle kalmadı, zıt kutupta olan iki kesimin de karakterini
değiştirdi-dönüştürdü. Aslında bozdu. Bu iki kesimden biri mutlak anlamda AKP’ciyken,
diğeri mutlak anlamda AKP karşıtı. İki zıt kutup da farklı yönde ve kutuplarda
AKP ve Tayip Erdoğan nedeniyle dönüştü ve değişti. Bu iki kesim, farklı
düşüncede, ideolojide ve görüşte olduğundan değil, “AKP’yi ve Tayip Erdoğan’ı
sevme ve nefret durumu”na göre farklılaştı. Tartışma hep; “Tayyip iyi mi kötü
mü” üzerinde yoğunlaşıyor. Hâlbuki daha önce en azından ilkeler ve
dünyâ-görüşleri öne çıkabiliyordu. Bir körü-körünelik oluştu. Akıl bir kenara
bırakıldı ve tamâmen ön-yargılarla, duygularla ve dürtülerle hareket edilmeye
başlandı. İşte bu durum aklı blôke etti ve hâlen de etmekte olduğundan, halkın
karakterinde de olumsuz anlamda bozulmalar oldu.
AKP ve Erdoğan’ın başlattığı
dönüşüm-değişim ile birlikte nice “âlim” zannedilen zevat bile zıvanadan çıktı
ve daha dün denebilecek bir zaman önce söylediklerini inkâr etmek durumuna
geldiler. Söylediklerinin düşmanı oldular. Aslında bu bir tür “irâde
yitimi”dir.
“Böylelikle (Firavun) kendi kavmini küçümsedi, onlar
da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fâsık olan bir kavimdi. Sonunda bizi
öfkelendirince, biz de onlardan intikâm aldık, böylece onları toplu olarak suda
boğduk” (Zuhrûf 54-55).
Kim olursa-olsun,
İslâm/vahiy-merkezli olmayan yönetimle ve yöneticiler, halkı bir şekilde Ali
Şeriati’nin deyimiyle istihmarlaştırırlar. Yâni eşekleştirirler.
Mankurtlaştırırlar. Artık bundan sonra lîder ne dese ve söylese doğrudur genel
halk için. Zîrâ bu halk, irâdelerini, akıllarını, düşüncelerini söyleyemeyen
bir duruma gelmiştir. Murat Ünal:
“Bulundukları toplulukta hiçlenen, kaybolan,
yeteneklerini kullanamayan insanlar bir zaman sonra irâdeyi kullanma,
eleştirme, düzeltme gibi hasletlerin daha yüce insanlara âit olduğuna inanmaya
başlarlar. Ümmet sorunlarına çözüm üretemiyor, düşünce geliştiremiyorsa bunda
köleleşmiş ruhların etkisi büyüktür. Zîrâ köleleşmiş rûha sâhip olanlar çözüm
üretme ve düşünce geliştirme işini yücelttikleri bâzı insanlara lâyık,
kendilerini ise bu işten muaf görmektedirler” der.
Bu dönüştürmede halkın büyük
kesimine hitâp etmeyen fakat etkileyici(!) gösterişli yapılar (yollar,
köprüler, havaalanları vs.), halk için “yeterli sebep” olarak görülür ve kabûl
edilir. Oysa somut bir yarârı da yoktur bunların. Bu nedenle olsa gerek Kur’ân
bu tür yapılar için iyi şeyler söylemez:
“Her tepede
cehâlet eseri, anıtlar, tapınaklar (köşkler) mı yükselteceksiniz ve sonsuza
kadar yaşayacağınız kuruntusuyla, sapasağlam mâlikaneler mi edineceksiniz? (Şuârâ 128-129). “Ve
dağlarda/tepelerde hep böyle ustalıkla evler yontabileceğinizi mi sanıyorsunuz?
(Şuârâ 149).
Hâlbuki bunlar daha çok
isrâfın bir göstergesidir. AKP israf konusunda haddini çok-çok aşmıştır ve hem
devlette hem de halkta bir “israf kültürü” oluşturmuştur. Bülent Arınç bile;
“İsrâfın önünü alabilseydik, sizden vergi toplamamıza gerek kalmazdı” demişti.
AKP, yüzünü
müslümanlardan/doğudan batıya çevirmiş ve gayr-ı müslimlerle iş tutmaya
başlamıştır. Ki bu durum müslümanların zorluklarının devâm etmesine neden
oluyor. Fakat AKP severler de artık ABD’yi, İsrâil’i ve Avrupa’yı ümmet coğrafyasından daha çok
seviyor ve yeğ tutuyor. AKP yüzünü; bir-çok şeyi paylaşabileceği ve anlaşma
yolları bulabileceği müslümanların yaşadığı “doğu”dan çevirip, mü’minlere
düşman olan “batı” toplumlarına çevirmiştir. Hâlbuki böyle yapmak Kur’ân’da
yasaklanmıştır:
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri
veliler/dostlar edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’tan hiç-bir şey (yardım)
yoktur. Ancak onlardan korunma gâyesiyle sakınma(nız) başka. Allah, sizi
kendisinden sakındırır. Varış Allah’adır” (Âl-i İmran 28).
“Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar
(veliler) edinirler. Kuvvet ve onuru (izzeti) onların yanında mı arıyorlar?.
Şüphesiz, bütün kuvvet ve onur, Allah’ındır” (Nîsâ 139).
“Ey îman edenler, mü’minleri bırakıp kâfirleri
veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık olan kesin bir
delil vermek ister misiniz?” (Nîsâ
144).
“Ey îman edenler, eğer kendilerine kitap
verilenlerden her-hangi bir gruba (veya bir gruba) boyun eğecek olursanız, sizi
îmânınızdan sonra tekrar küfre döndürürler” (Âl-i İmran 100).
Müslümanlar; “önceki kötü
zamâna göre iyi değil mi?” terânesini tutturmuşlar. Mü’minler mevcut durumu;
dîni hiç hesâba katmadan, önceki yönetime/iktidâra/zamâna göre değil, İslâm’ın
en parlak zamânına göre değerlendirmelidirler. Ne yâni; şimdiki durum İslâm’ın
en parlak zamânından daha mı iyi ki?. Gerçi bu sarhoşlukla ona da “tabî ki de
iyi” diyenler de çıkar. AKP’nin hemen öncesine göre bâzı şeylerde görece bir iyileşme
olmuştur fakat bu iyileşme sâdece Türkiye ile alâkalı değil, Dünyâ’nın genel
konjonktürü ile alâkalıdır. Dünyâ değiştiği için Türkiye de değişmiştir. Fakat
müslümanların dînî ve sosyâl durumlarında iyileşme değil, bozulma olmuştur.
Çünkü artık îtiraz edemez, eleştiremez duruma gelmişlerdir. Zîrâ AKP ve Tayyip
Erdoğan, onların “sivri uçlarını törpülemiştir”. Gazlarını almıştır ve onları
dönüştürüp değiştirmiştir. Onları “ılımlı müslüman” yapmıştır. Artık âlim
derecesinde olanlar bile Kur’ân’ı AKP’ye göre tefsir etmektedirler. AKP’ye göre
yapılan tefsir, lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl ideolojilere göre
yapılan tefsir şeklidir. Hâlbuki İslâm insan-merkezli olan bu ideolojileri
yıkmaya gelmiştir. AKP, âliminden(!) câhiline kadar müslümanları ve tüm toplumu
Ali Şeriati’nin deyimiyle eşekleştirmiştir (istihmar). AKP, halka ve
yandaşlarına, “ölümü göstererek sıtmaya râzı etme” politikası oynuyor ve
bağlıları da bunu yiyor ve yemeye de devâm ediyor.
Dillerine pelesenk olmuş söz
şu: “Daha öncekine göre iyi değil mi?”. Daha önceki?. CHP ve 28 Şubat süreci
mi?. Peki neden daha da önceye, en önceye gitmiyorsunuz?. Benim/bizim ölçümüz “AKP’den
bir-önceki” değildir. Çünkü önceki de bâtıl, sonraki de. İki bâtıldan birinin
biraz daha az-bâtıl olması onun da bâtıl olduğunu değiştirmez. Bizim ölçümüz
Peygamber örnekliğidir: “Andolsun, sizin
için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın
Resûlü’nde güzel bir örnek vardır” (Ahzab 21). Peygamber zamânının, yada
Hz. Ömer zamânının ortalamasına göre yapılmalıdır ölçü. Orantı ona göre
yapılacak. İşte o zaman görülecek ki AKP, bâtılı devâm ettiren bir partidir.
Bir kapkaranlık var, bir de karanlık var. İkisi de karanlıktır. Birinin daha az
karanlık olması onun da karanlık olduğunu değiştirmez. AKP işte bu karanlığı
temsil ediyor, aydınlığı değil. Ahmet Ferhat Öksüz, toplumların körü-körüne
bağlılıklarından bahsederken şunları söyler:
“Kafaları
sloganlardan başka bir şey almazdı; her türlü ahmaklığa inanabilirlerdi, yeter
ki parti tarafından söylensin. Bilinçleninceye kadar aslâ başkaldırmayacaklar,
ama başkaldırmadıkça aslâ bilinçlenemezler. İşte onlar böyle büyük bir
paradoksa hapsolmuşlardı. Ve onlar farklı olan hiçbir şeye tahammül
etmeyeceklerdi. Çünkü farklı olan rahatsız ediciydi. Câhillik bir konfordu ve
onlar öylece mutlulardı. Hattâ bunun için sizi linç bile edebilirlerdi.
Evet,
geriye ne kalıyordu ki?. Koca bir hiç ve bitimsiz bir yalan. Kısaca bugün
gördüğümüz şeyler aslında gördüğümüz gibi olmayabilir. Bizim görmemiz gereken
şeyleri değil de görmememiz gereken, bir bakıma gereksiz bir-çok ayrıntı
zihnimize doldurularak körleştiriliyoruz. Bu yapıldıktan sonra
fehmetmeyi/düşünmeyi de aklınıza getiremiyorsunuz. Çünkü derin bir düşünmeyi
gerçekleştirebilecek yegâne mefhum olan akıl, bitip-tükenmek bilmeyen yalanlar
silsilesiyle kuşatma altına alınıyor. Ve sizler bu kuşatmayı ber-tarâf etmek
ile uğraşırken diğer taraftan aslolan şeylerle irtibâtınız kesiliyor, onları es
geçip gidiyorsunuz. Bir nevî zihniniz üzerinde büyük bir oyalama işlemi
gerçekleştiriliyor ve bu oyalama işlemi sizi gerçeğin kendisinden mahrûm
ediyor. Bu işlemin sonucunda sizler birer mankurt olup çıkıyorsunuz,
kalabalığın seline kapılan bir çöp poşeti gibi sağa-sola savrulup duruyorsunuz.
Sonunda
toplumlarda bilinç denen şey sıfırlanmış hâle geliyor. Toplumlar bu tür zihnî
saldırıların sonunda bir nevî ‘zihinsel formattan’ geçiriliyorlar. Bu nedenle
de kimse olan-biteni sorgulama gereksinimi duymaz hâle getiriliyor ve sonuç
olarak orada her-şey tek-tip hâle geliyor, ‘farklı olan’ tehlike olarak
algılanıyor ve bu karmaşıklık bu şekilde sürüp gidiyor”.
Türkiye’de toplum ikiye
bölünmüş durumdadır. Fakat bu iki kesim, aynı nedenden yada kişiden dolayı
bölünmüştür. Yâni yüce bir ideoloji, fikir ve inançtan kaynaklanan bir bölünme
değildir bu. İki kesimden biri Erdoğan’ı aşırı severken, diğeri ona aşırı
düşmandır. Yâni aynı nedenden dolayı bir bölünme yaşanmaktadır. Demokrasi zâten
böyledir. “Körü-körüne bir sevgi ve nefret etme” vardır demokraside. İşin kötü yanı,
körü-körüne olunca insanlar farklı bir “alternatif” de düşünememektedirler.
Farklı alternatif “diğer partiler” değildir. Oy kullanmayarak oluşacak bir
sinerji ile açığa çıkacak olan bir kitle ve İslâm’i yönetim-şeklidir. Bu
alternatif, oy kullanmayan kitlenin farklı bir alternatifi yâni demokrasiden
vazgeçilerek İslâm’i yönetimi dillendirmesidir. Gerçek anlamdaki îtiraz ancak
bu şekilde olabilecektir. Yoksa ha Hassan Ali, ha Ali Hasan. Genel halk için
değişen bir şey olmayacaktır. Evet, o alternatif, demokrasiye isyân ederek oy
kullanmamaktır. İnsanların çoğunluğunu oyalayıp duran ve ezen Demokrasiye ve
demokratiklere yapılacak en etkili îtirâz ve isyân, oy kullanmamakla olur.
Akıl blôke
olmuşluktan kurtarıldığında görülecek olan şey, AKP’nin eğitimde, sağlıkta,
sosyâl alanda, ahlâkta, âilede, ticâri alanda sınıfta kalmış; belki sâdece ulaştırma
alanında olumlu gelişmeler olmuştur. Fakat bunun da toplumun büyük kesimine bir
faydası yoktur. Arabası olmayanlar, uçağa binemeyenler, yolculuğa çıkmayanlar (daha
doğrusu çıkamayanlar) için ulaşımda yapılan görece olumlu şeylerin bir faydası
yoktur. Toplumun büyük kesimi, yine sabah işlerine giderken trafikte sıkış-tepiş
yolculuk yapmaya devâm etmektedir.
“İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah’tan başkalarını
O’na denk tutar (eş koşar) onları Allah’ı sever gibi severler. Îman edenlerin
ise Allah’a olan sevgisi daha kuvvetlidir” (Bakara165).
Körü-körüne
sevgi ve düşmanlık, körü-körüne sevgi ve düşmanlık besleyenlerden başkasına
zarar vermez.
Son pişmanlığın âyeti ise
şudur:
“Ey Rabbimiz!. Doğrusu biz, efendilerimize,
beylerimize ve büyüklerimize (lîderlerimize) itaat ettik de onlar bizi dalâlete
(yanlış ve sapık yola) götürdüler. Ey Rabbimiz!. Onlara azâbın iki katını ver.
Ve onları büyük bir lânet ile lânetle (rahmetinden uzaklaştır)” (Ahzab [Partiler Sûresi] 67).
Allah bizi
şöyle uyarıyor:
“Ey îman edenler!. Benim de düşmanım, sizin de
düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği (İslâm’ı) inkâr
etmişken, (yâni vicdanlara hapsetmişken) onlara sevgi gösteriyorsunuz…” (Mümtehine 1).
AKP’nin değiştirmediği
“gömlek” kalmadı ve toplum da üzerinde ne kadar elbise varsa değiştirdi ve
başkalaştı. Şimdi de “son gömleği” (İslâmcılık) çıkartıyor ve tamâmen “muhâfazakâr
demokrat” oluyorlar.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Mart 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder