“Şimdi de Allah size kitabı, içinde her-şey
inceden-inceye açıklanmış olarak göndermişken Allah’tan başkasını mı hakem
isteyeceğim?. Kendilerine kitap verdiklerimiz de bilirler ki, o tamâmıyla
gerçek olarak Rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın şüphelenenlerden olma!” (En-âm 114).
Bir yazıda modernizmin ne demek olduğu ve kelimenin kökeni
hakkında şunlar söylenir:
Modernizm; “Geleneksel olanı günün anlayışına uydurma,
geleneksel yapıyı ve anlatımı reddederek yeniyi ortaya çıkarma anlayışıdır”.
Modernizm Modernus
Modernus Modern-us
Modern Moda:
Hemen, şimdi, yeni
Modernizm Modern-izm
Modern Hemen,
şimdi, yeni olan
Modern: “İçinde yaşanılan
çağa ve günlere uygun olan; asrî, çağdaş, çağcı, yeni; batı’ya, Avrupa’ya ve
Amerika’ya uygun, batı’lı; köksüz, geleneksiz” anlamındadır. Modernist de; “Bu
tarzda yaşamayı seven ve seçen kişi” anlamındadır.
“Mod”, “biçim” demektir. Modernizm
“biçimcilik” ama “tek-biçimcilik” anlamına gelir. Modernist, “tek-biçimli olma
yanlısı” demek olur. Modernizmde farklı biçimler olmaz, zîrâ modernizm “türedi”
bir ideolojidir. Köksüzdür, “şimdi” çıkmıştır. Temeli yoktur. Zâten bu nedenle
eskiyi-geleneği-“kök”ü hem yok sayar hem de onu uydurduğu kavramlarla kötüler
durur. Aslında hayâtiyetini biraz da böyle bir tavırdan alır. Modernizm “aynı
modda kalmak ve o modu kutsamak” demektir. “Aynı modayı, aynı şekli-tarzı,
moda-mod sürekli tâkip etmek”, “modaya uymak” anlamındadır. Modern olmak, “aynı
tarzda olmak” demektir. Aynı modda kalmak. Bu bağlamda aslında yenilikçi de değildir.
Mîmârisi dikey olsa da, düşüncede dikey hareket etmez, yatay değişiklikler
yapar durur ve ahmaklar da bunu “ilerleme” zannederler. Fakat modernitenin reklâmı
iyi yapıldığından, bir-çokları ona üşüşüvermektedir. Modernizm zamânın
modasıdır. İnsanlar bu modaya aşırı bir şekilde kapılmış gitmektedir.
Modern çağda insanlar hep
birbirlerine benzer. Hem görünüşte hem de düşünüşte. Zâten benzer düşününce
benzer bir görüntü ortaya çıkar. Modernizmde gerçek bir farklılık ve renklilik
yoktur. Hattâ farklı fikirlere bile yer yoktur. Farklı bir fikir öne sürecek
olsanız, hemen ya yobaz, ya geri-kafalı yada terörist damgasını yersiniz.
Modernizm, aslında “zamânın yobazlığını yapmak”tır. Çünkü modernizm, modernizme
aşırı bir şekilde bağlı olunmasını ister ve hattâ bunu tüm Dünyâ’ya dayatır. Özellikle
orta-doğuda yapılan savaşlar, bu dayatmanın bir sonucu ve tezâhürüdür.
Modern sözcüğü, târihî uzantısı
belli olmayan, ama mekânı Avrupa kıtası olarak belirlenen bir yeri kapsamaktadır.
Bir Çin uygarlığı veyâ doğu-bilimi için modern sözcüğü kullanılmamaktadır. Sabiha
Çimen bu konuda şunları söyler:
“Modernizm; geleneksel düşüncelerden ayrıştırılabilir
gelişmeleri nitelendirmek için kullanılıp, ‘tarıma dayalı toplumsal yapıdan,
sanâyiye dayalı toplumsal yapıya geçiş’ olarak tanımlanmaktadır. Uzmanlaşma,
köyden şehre geçiş, okur-yazarlık oranının artması, sanâyileşme, teknolojik
gelişmeler modernizm olgusunun ortak özelliklerini oluşturmaktadır. ‘Modern’
kelimesi, Avrupa’lı olmayı ve o değerleri kanıksamayı da çağrıştırır. Modern
olmak belirli bir çağdaki baskın değerlere sâhip olmayı ifâde etmekte, bu
bağlamda günümüzde modern olmak kelimenin ilk anlamından oldukça farklı olarak
‘ussal’ ve ‘lâik’ olmaktır. Diğer bir deyişle, ‘dinsel dünyâ tasarımının yerini
bir dünyâsal kültürün alması’ demektir”.
Modernite kelimesini ilk kez
Hegel kullanmış olup, “İngiltere’deki yeni zamanları” belirtmektedir. Anthony
Giddens: “Modernite, Avrupa’da 17. yüzyıldan bu-yana ortaya çıkan, daha sonrasında
etkileri açısından, az yada çok, dünyâ-ölçeğinde yaygınlaşan hayat-biçimlerine,
yada örgütlere işâret eder” der.
Modernizm kendini “özgürlük
ideolojisi” olarak tanıtır. Güyâ insanı özgür kılmak için gelmiştir. Modernizmin
bahsettiği özgürlük aslında, “dîne karşı özgürlük”tür. Dînin “tutması”ndan
sıyrılıp, “nefsin serbest bırakmasına” uymayı özgürlük zanneder modernizm. Bu
bir özgürlük değil, bir esârettir, “nefsin esâreti”dir. Nefis her dâim kötülüğü
emreder ve bu kötülüğün şehvetle yayılmasını amaçlar. Bu bağlamda modernizmin
özgürlük târifi; “şehvetin kölesi olmak”tır. Hâlbuki bu, “âdi bir kölelik
şekli”dir. Bundan dolayı modern anlamdaki “özgürlük” çoğaldıkça insanın esâreti
artar. Öyle ki; bir zaman gelir, insan her taraftan kuşatılır. Bir yazıda
modernizmin târifi şöyle yapılır:
“Modernizm, târihsel köken ve süreç îtibârıyla batı’da
dîne, dîni düşünceye, dîni değerlere, dîni topluma, dîne dayalı yasa yapma ve
idâri düzenleme biçimine, dîni siyâsete ve dolayısıyla bunların tümünü temsil
eden ilâhi egemenliğe alternatif olarak ortaya çıkmış sivil bir düşünüş biçimi,
dîne karşı bir özgürlük hareketidir. Bir zihniyet yapısıdır. Burada dîni
ve dîni bilgiyi temsîlen rakip olarak kilise ve ruhban sınıfı vardır. Bu ikisi
de modern çağ öncesi toplumsal biçim ve siyâsal bir düzenin parçasıdır”.
Aslında modernizm, mutlak
anlamda “yeni” değildir. Modernizm, siyâsette Roma, düşüncede Yunan’ın bir
tekrârıdır. Modernizm zâten bir tekrardır. Yunan düşüncesi pagan/çok-tanrılı;
Roma siyâseti de emperyâlisttir. Batı bu iki olguyu modernleştirmiştir ve “modernizm”
olarak ideolojileştirmiştir. Fikrini Roma ve Yunan’dan aldığı için, modern
zamanlarda siyâset ve düşünce aynen Roma siyâseti ve Yunan düşüncesi gibi olmuştur/oluyor.
Modernizm, “ticâretin tarıma
olan üstünlüğü”dür. Tarım toplumundan sanâyi-ticâret toplumuna bir (ç)evrilmedir
modernizm. Fakat bu durum insanları genel anlamda mutlu-huzurlu etmemektedir. Tarım
göz-ardı edilince, ihtiyâcımız olan tarım ürünleri da çeşitli katkılar ve GDO ile
ifsâd olmuştur-olmaktadır. Yediğimizin-içtiğimizin zehir olması modernizm
yüzündendir.
İnsanlık târihinde hiç
olmadığı kadar bir yöneliş modernizme olmuştur. Zîrâ modernizm
nefis-merkezlidir ve nefs, kendi merkezinde olana çok ve çabuk meyleder. İnsanlık
târihinde hiç-bir şeye bu derece bir ilgi duyulmamış ve yöneliş görülmemiştir.
Çünkü modernizm, nefsin ilahlaştırılmasıdır. Tam anlamıyla nefs-merkezli bir
sistemdir. Bu nedenle nefsin modernizme ilgi duyması çok kolay olmaktadır.
Nefs, köle olmak pahasına modernizme uyabilir. Böyle olunca da insanlar, modern
teorisyenlerin ve modernizmin ağababalarının direktiflerine göre düşünmekte ve
hareket etmekte bir sakınca görmüyorlar. Atasoy Müftüoğlu:
“Bugün, daha çok, Türkiye örneğinde izlenebileceği
üzere, İslâm dünyâsı toplumlarında asimile edilen unsurlar, gönüllü olarak
sömürgeleştirilen aydınlar, ne pahasına olursa-olsun batı’lıların duymak
istedikleri, dinlemek istedikleri, görmek istedikleri doğrultuda konuşuyor,
yazıyor ve olaylara onların baktığı çerçeveden bakıyor” der.
Modernizm demek, liberâlizm,
kapitâlizm ve demokrasi demektir. Modernizm bir “para uygarlığı”dır. Allah
katında tek geçerli din İslâm iken; modern-dünyâda tek geçerli din ise kapitâlizmdir,
paraizmdir. Modernizmde tek geçerli ölçünün para olması; modernizmin,
matematik-merkezli olmasındandır. Modernizm sosyal ve düşünsel yönü
matematiksel yönelimler ile blôke eder.
Modernizm bir “parçacılık”
uygarlığıdır aynı-zamanda. Her-şeyi parçalar ve kendi istediği gibi
yorumlayarak ve üzerinde tâdilat yaparak o şeyi kendi istediği şekle sokar. Bir
şeyi aşırı incelemeye ve yorumlamaya tâbi tutarak onun niteliğini önce yorumda,
sonra da şekilde değiştirir. Fakat aşırı inceleme, incelenen şeyde mutlakâ bir
hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi “parçalayarak bütününden
koparmak” demektir. Parçalanan şey eksiktir. Çünkü “parça” eksiktir. İşte
modernizm ve psikoloji, eşyâdan başka, insanı da çeşitli şekillerde aşırı bir
incelemeye tâbi tuttu, yâni parçaladı. Artık modernizm için “insan” demek,
“hatâ ve eksiklik” demek oldu. İnsan özgün şeklinden ve mânevi yapısından
çıktı. Artık özüne göre değil, modernizme göre düşünmeye ve hareket etmeye
başladı. Yine modernizm, devletleri bölüp parçalar ki daha iyi yönetebilsin;
işte insanı da bireyselleştirerek parçalar ki insanı da daha kolay
yönetebilsin.
Atasoy Müftüoğlu: “Modern
uygarlığın başlıca sorunu çoğunlukla, "’yığınların nasıl doğacakları,
nasıl beslenecekleri ve nasıl öldürülebilecekleri’ sorunudur. Modern uygarlığın
yegâne amacı, Dünyâ nüfûsunu, tabiatı ve kaynakları kontrôl altına almaktan ibârettir”
der.
Modern insan, işi ile
birlikte anılan bir insan hâline geldi. Çalışmak bir araçtır. Modern zamanlarda
insanlar onu amaç edindi. Modern insan, “daha çok yemek için daha çok çalışan
insan”dır.
Modernitenin sözde başarısının arkasında her zaman olduğu
gibi ilâhî olanla, dinle kavgası vardır. Çünkü ilahi olana ve dîne karşıtlık ve
kavgası onun varlık sebebidir. Modem insan modem hayâtın getirdiği doğal
olmayan ve oranlı olmayan dayatma ve zorlamalar sebebiyle her an teyakkuz hâlindedir.
Dolayısıyla stres hayâtın ayrılmaz parçası
olmuştur. Yine bu sebepledir ki modem insanın yüzü gülmez, suratsızlığı hemen
hiç eksik olmayan bir kişilik özelliğine dönüşmüştür; iş yerinde, caddede,
otobüste, metroda hep somurtur.
Modern insan depresif bir insandır.
Depresyon, modern hıza ayak uyduramamaktan kaynaklanır ilk-başta. Sonra da onun
hızlı değişimini tâkip etmeye çalışan fakat bir türlü o hızlı değişime ayak
uyduramayan ve kafayı yiyen insanlar türer. İslâm medeniyetinde yaşamanın huzûrundan
ilmel-yakîn de olsa haberi olamayanlar; modern yaşamın hazlarıyla büyülenmiş
durumdadırlar ve bu nedenle de modern dünyâyı “cennet” zannetmektedirler. Modern
insan; “haz alıyorum, o hâlde yaptığım doğrudur ve bu nedenle de haklıyım”
diyen insandır.
İnsanlar modern-dünyâda
teoriye göre ölçüp biçiyorlar. Hâlbuki bir şey teoride ayrı, pratikte ayrı
sonuç verir. De Facto her zaman farklıdır. Modern insanlar bunu göz-ardı ediyor
ve teori ile pratiği aynı zannediyorlar. Fakat zihninde oluşan şeyin pratikte
karşılığını bulamayınca bir-anda mutsuz ve umutsuzlaşıveriyorlar. Oysa hiç-bir
zaman soyut ile somut birbirine tam uymaz ve benzemez.
Modern insan, her-şeyi
bildiğini ve bilebileceğini zanneden bir câhildir. Cehâlet zâten budur. Modern
düşünce, tanımını yapamadığı şeyi yok kabûl ediyor. Modern bilim, tanımlayamadığını
“yok” kabûl eder. Fakat o yok saydıkları, bilimin vicdânıdır aslında, yok
saydığı şey vicdandır ve vicdansız bilim zulümden başka bir şey üretmez. Modern
teknoloji, “yıkım teknolojisi”dir. Teknoloji ilerledikçe yıkım-gücü artan
makineler ve silahlar çıkıyor ortaya.
Modern bilim, modernizmin
sihridir. İnsanları bu sihir ile kendine bağlar. Modern insanın gözünde
bilim-adamları “her-şeyi bilen birer tanrı”dırlar. Zâten en çok kullanılan cümle
de; “uzmanlara sorduk” sözüdür. Eğer bir Doç. yada Prof.sanız her zaman
haklısınızdır. Hattâ hem Prof hem de medyatik bir akademisyen iseniz, ortaya
attığınız tüm düşünceler bir-çoklarınca sanki bir dînî buyrukmuş gibi kabûl
edilip hemen uygulamaya sokulacaktır.
Modern-bilim dîne hiç atıf
yapmaz ve hattâ dinden nefret eder. Modern-bilimin kaynak sorunu yoktur. Dine
karşı oluşturduğu düşünce “modern bilim” olur. Zâten modern-bilim dîne savaş
açtığı ve onu karaladığı ölçüde hayâtiyetini devâm ettirebilir ve yıkılmaktan
korunabilir. Zâten genel anlamda modernizmin kaynak sorunu yoktur. Dîne karşı
konum almasıyla modernite meydana gelir. Bu konuda Celaleddin Vatandaş şunları
söyler:
“Modernite
varlığını Kilise kurumuna borçludur. Şunu çok rahatlıkla ifâde etmek mümkündür;
eğer Kilise olmasaydı modem zihniyet ve hayat tarzı da olmayacaktı. Kilisenin
akıl ve mantıkla çelişen inançları ve bin yılı aşkın süren baskıcı, bağnaz,
haksız uygulamaları modernitenin varlık sebebi ve meşruiyet referansı olmuştur.
Modernite, Kilise’nin karşısında konumlanarak inşâ oldu. Varlığını borçlu
olduğu Kilise karşıtlığı üzerinden de tüm din ve aşkın/soyut tanrı tasavvur ve
inançlarına îtirâz etti. Din ve Tanrı karşıtlığına dayanan inanç ve eylemlerini
ise yaklaşık 500 yıllık bir zaman diliminde parça-parça inşâ etti. Hümanizm,
lâisizm, liberâlizm, kapitâlizm, pozitivizm, bireycilik, rasyonalizm vs. modem
düşüncenin, inancın ve hayat tarzının parçalardan bâzılarını teşkil etti.
Hepsinin her bakımdan sistematik bir bütüne dönüşmesi ise Aydınlanma ile
gerçekleşti. Aydınlanma ile parçalar birleştirilip inanç ve hayat tarzıyla
sistematik bir bütün oluşturulurken, ekseni hep aşkın/dînî olana îtirâz
oluşturdu. Zîrâ geleneksel anlamıyla dinler ve aşkın tanrı tasavvurları vâr
oldukça ne hümanizmin, rasyonâlizmin, lâisizmin, pozitivizmin, ne de
liberâlizmin, bireyciliğin, kapitalizmin bir anlamı, önemi ve işlevi
olmayacaktı”.
Modern dünyâ, kâlbi bırakıp
zekâya ve akıllarına kilitlenmiş insanların dünyâsıdır. Her-şeyi zekâlarına ve
nefislerinin kontrôlündeki akıllarına göre yapıyorlar. Bakın kâlpten-gönülden
bağımsız inşâ edilen modern kentlere; ruhsuz taş yığınlarından başka bir şey
değildirler. Modern kentler “yaşanılan yerler” değil; insanların “orada
bulunmak” zorunda olduğu yerlerdir. Modern kentler, “şehir” değildir,
“memleket” değildir.
Moderniteyi ayakta tutan şey
emperyâlizmdir. Modernite emperyâlizmin her çeşidini kullanarak hayâtiyetini
sürdürür. Tabi bu-arada birilerinin de hayatlarını karartır. Atasoy Müftüoğlu
bu konuda şöyle der:
“Batı’lı
olmayan toplumlar, özellikle de İslâm dünyâsı toplumları, modernite ile
emperyâlizm arasındaki ilişkiyi gereği gibi görebilmiş, anlayabilmiş ve
eleştirel bir değerlendirmeye tâbi tutabilmiş değildir. Batı’lı bilgi ve
iktidar yapıları, önce ‘modern’ kavramına dokunulmazlık, benzersizlik ve
üstünlük kazandırmak sûretiyle, bu kavramı çok etkili bir ideolojik silah
olarak kullanmak sûretiyle, bu kavram aracılığıyla her tür emperyâlizme,
sömürgeciliğe ve batı’lı evrensellik yaklaşımına meşrûiyet kazandırdılar.
Sözünü ettiğimiz meşrûiyetin tartışılmaz kılınan otoritesi ile birlikte, keyfî
emperyâlizmlerin ürettiği hâkim dil ideolojik bir iktidar oluşturdu. Bu iktidar
gereği gibi sorgulanamadığı için, reddedilemediği için, İslâm dünyâsı
toplumları bugün kendilerine âit kavram ve kurumları inşâ edemiyor. Sömürgeci
retorik hiç-bir alanda hiç-bir çeşitliliğe hayat-hakkı tanımıyor”.
Modern insan “her-şeyin
kölesi olmuş” olan insandır. Hayrân olmadığı bir şey yoktur. Hayrân olduğu şeye
sâhip olmak için her-şeyi yapar hâle gelmiştir. Bu nedenle modern zamanlardaki
kölelik, eski köleliklerden bin beterdir. Çünkü eski kölelik sâdece bir kişiye
yada şeye yapılırken, şimdiki kölelik herkese ve her-şeye yapılan bir köleliktir.
Modernizm, nihâyetinde tüm Dünyâ’yı köleleştirmek isteyen şeytan-işi bir
pisliktir.
Bu modernite bambaşka bir
fitnedir. Çünkü daha yüzyıl öncesinde yaşayanlarla bile anlaşamıyor, onları
geri görüyor. Çünkü her-şeyi gereksiz yere öyle bir değiştirmiş ki, dedelerinin
dillerini, yaşam-tarzlarını ve kültürlerini bile anlayamıyor. Oysa klâsik
hayatta öyle değildi. Meselâ Hz. İbrâhim ile Mekke’deki haniflerin düşünce ve
yaşam-şekilleri arasında, yaklaşık 2500 yıl geçmiş olmasına rağmen çok da bir
fark yoktu. Moderniteden önce tüm dünyâ toplumları, kendilerine-has özellikler
dışında farklı değillerdi. Üstelik mesâfelerin o kadar uzun olmasına ve
ulaşımın zor olmasına rağmen.
Modernizm, “doğruların
çoğalması ve sonsuzlaşması ideolojisi”dir. Oysa “doğru” tektir. Bu bağlamda modern
zamanlarda müslümanlar da modernleşti ve modernizme göre düşünmeye ve hareket
etmeye başladılar. Buna Kur’ân-merkezli çalışmalar yapanlar da dâhildir. Öyle
bir hâle geldi ki, Kur’ân’ın modern yorumları dışındaki yorumları göz-ardı
edilir ve kötülenir oldu, modernizme göre düşünmeyenler mevcut kötü durumun
suçluları olarak görülmeye ve gösterilmeye başlandı. Modernizme olan hayranlık
müslümanların da gözünü kör etmeye başladı ve Kur’ân’ı tam da modernizmin
istediği anlama sokmaya çalışıyorlar ve başarıyorlar da. Oysa “Kur’ân okumak”
demek, -modernizm beşer-merkezli olduğu için- “modern kânunlara karşı gelmek”,
“modern kânunları çiğnemek” demektir. Celaleddin Vatandaş:
“İster Türkiye’nin iki yüz yıllık
târihinde belirleyici olan batı’lılaşma politikaları bağlamında ele alınsın,
isterse küreselleşme bağlamında ele alınsın, en temelde bireyler için
karşıt-kutuplu bir seçenek söz-konusudur. Seçenekler gelenek-modern ekseninde
şekillenmekte ve modernlik ‘doğru seçenek’ olarak anlam kazanmaktadır. Çünkü
geleneksellik ve modernlik birbirinden tamâmen farklı ve çoğu zaman karşıt
inançları, tutumları, tavırları, anlayışları, değerleri, yaşama tarzlarını
ifâde etmekte ve günümüz dünyâsında ve daha da önemlisi günümüz Türkiye’sinde
modernlik ‘olması gereken’ olarak sunulmakta ve gösterilmektedir” der.
Modern uygarlığın geçtiği
yoldan müslümanların da geçmesi gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern
paradigmayı taklit etmesi (oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer
müslümanlar böyle yaparlarsa, bir zaman sonra; batı’nın birilerini sömürdüğü
gibi müslümanlar da birilerini sömürmeye başlarlar. Bu sömürme “öldürerek
sömürme” şeklinde de olacaktır. Bu durumun İslâm’ın özüyle uyuşması söz-konusu
bile olamaz. Artık müslümanların bâzılarının düşüncesi bu şekle gelmeye
başlamıştır. Hâlbuki modernizmin ve onun mümessili olan batı’nın kalkındığı
şartlarda kalkınmak zulüm ve dolayısıyla da şerefsizliktir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder