Hz. Osman’ın hilâfetinin ikinci yarısından sonra
başlayan adâletsizlik ve çatışmalar, dîni yozlaştırmaya başlamış ve “birilerinin”
çıkarına uygun olarak uydurmaların karıştırılmasına mâruz kalmıştır. Zâten din,
asıllığını-özünü, adâletin kaybolup zulmün açığa çıkmaya başladığı zamanlarda
kaybetmeye başlar. Bir din aslını kaybedince ayrılıklar baş-gösterir ve her
kesim dîni kendine göre yorumlamaya başlar ve asla-öze aykırı yeni bir din
çıkar ortaya. İşte bahsettiğimiz dönemden sonra başlayan ve Emevi-Abbâsi’lerle
devâm eden “hakka uygun olmayan” yönetimler zamânında dîne bin türlü uydurmalar
sokulmuş ve din yozlaştırılmıştır. Dînin aslı olan Kur’ân, Allah’ın da vaâd ettiği
gibi koruma altındadır. Bu nedenle Kur’ân bir “arttırma” ve “azaltma” anlamında
tahrif edilemez. İslâm’ın tahrif edilmesi, uydurulmuş hadis-söz ve rivâyetlerle
ve aşırı-aykırı yorumlamalar ile olmuştur-oluyor.
Hz. Ali devrinde başlayan farklı-aşırı yorumlama
tarzı, bir-zaman sonra İsmâili’lerin başlattığı aşırı ve farklı yorumla(ma)rla
anlam-kaymaları yaşanırken; diğer taraftan ise uydurma hadislerle tahrife ve uydurmaların
artmasına katkıda bulunulmuştur. Bu-arada dînin asıl kaynağı ölçü alınmaktan
çıkmıştır. Fetihlerin ilerlemesiyle farklı bölgelerin-ülkelerin dinleri ve
görüşleri de bu uydurmalara ve tahriflere büyük katkı yapmıştır. Eski yunan-kaynaklarının
arapçaya çevrilmesi de buna tuz-biber ekmiştir. Bu uydurmalar aslında Kur’ân’ın
“merkez” olmaktan çıkarılmasıyla olmuştur-oluyor. Çünkü Kur’ân’ın belirleyiciliği
bırakıldığında bu uydurmalar rağbet kazanıp yer edinir ve işte bahsedilen
zamanlarda da böyle olmuştur. Bu uydurmaların kayda geçirilmesiyle ve her kesim
kendi yanında olanı övdüğünden ve savunduğundan dolayı bu aykırılıklar kayıt
altına da alınarak resmîleştirilmiştir. Kur’ân bu durumu kınıyor ve mü’minleri
böyle yapmaktan men ediyor:
“Kendi
dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her
grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32).
“Gerçek şu
ki, dinlerini parça-parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde
onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını
kendilerine haber verecektir” (En-am
159).
Bu uydurmalar hâlen devâm ediyor. Birileri hâlen uyduruyor
ve dîni tahrif ediyor ve Kur’ân’ı “merkez” olmaktan çıkarıyor. Öyle bir duruma
gelinmiş ki, bu uydurmalar artık akâidin konusu olmuş ve bu uydurmalara Kur’ân
ile bile karşı çıkınca ve; “bakın kardeşim, uydurma rivâyetler böyle yazıyor
ama dînin asıl kaynağında; yâni Muhammed bin Abdullah’ı, “âlemlere rahmet Hz.
Muhammed” yapan Kur’ân’da, bu uydurma rivâyetlerin söylediğinin tam tersi
söyleniyor. Bu uydurmaları bırakın da gelin Kur’ân’a uyun” denildiğinde,
karşıdaki kişi sizi kâfir-fâsık ve zındık îlan edebiliyor ve ilişkisini bile
kesebiliyor. Uydurmaların yazıldığı kaynakların yanında Kur’ân’ın bir değeri
olmuyor ve “Buhâri ve Müslim çökerse İslâm çöker” denebiliyor. Hâlbuki dîni
asıl çökerten, çoğunlukla uydurmaların yazılı olduğu Kur’ân’a aykırı sözleri
ihtivâ eden kaynaklardır. Aslında Kur’ân unutulursa (mehcûr) İslâm (daha
doğrusu müslümanlar) çöker. Kur’ân diriltildiğinde ise İslâm şahlanır ve Dünyâ’yı
da şahlandırır. Çünkü Peygamberimiz zamânında Kur’ân’dan başka bir şey yoktu ve
devlet kurulup İslâm-dîni gücünü kısa-zamanda göstermişti ve hayâta hâkim
olmuştu. Yine tam-aksine; Kur’ân’dan kopulduğu ve uydurmaların yazıldığı
kaynaklar baş-tâcı edilince İslâm medeniyeti çökmeye başlamıştır. Bu
kaynaklarda bahsedilen sözleri mutlak anlamda yok kabûl etmiyoruz ama İslâm’ın
ana-kaynağı ve esâsı Kur’ân’dır ve bu nedenle Kur’ân’a göre bir din-anlayışı ve
hayat belirlenmelidir.
Peki yazımızın başlığında da belirttiğimiz bu
uydurmalardan kurtulmanın yolu nedir?. Birileri yüzyıllardır kemikleşmiş bu
uydurmaları ve bu uydurmaların yazılı olduğu kaynakları ve bu kaynaklara sıkı-sıkıya
bağlı olanları, yine “sâdece ilim ile, bilgi ile” değiştirebileceğini
zannediyorlar. Bu uydurulmuş din sâdece ilim ile değil, siyâsetle de
desteklenerek güçlenip yer etmiştir. Bu nedenle, uydurulmuş dinden kurtulmak da
sâdece ilim yoluyla olamaz. Kur’ân’i bilgi çok etkilidir, eyvallah, fakat bilgi
tek-başına, yâni eyleme dönmedikçe somut etkilere dönüşemez. Sâdece kısmî
zihinsel değişiklikler yapabilir. Fakat bu değişiklik toplumsal-küresel bir değişikliğe
yol açamaz. Çünkü siz nasıl Kur’ân’ın değerini anlamış biri olarak Kur’ân’a
bağlı iseniz; uydurmaların peşinden gidenler de (bağlılık anlamında) aynı-şekilde
o uydurmalara bağlıdır ve bu kişilerin sâdece söz ile o uydurmalardan vazgeçmesini
sağlayamazsınız.
Yapılması gereken şey, yine Kur’ân’dan yola çıkarak
yâni düşüncesini-felsefesini-teorisini Kur’ân’dan alarak bir pratik gerçekleştirmek
olmalıdır. Bu da ancak Kur’ân-merkezli oluşturulacak olan bir siyâsetle olur.
Çünkü insanlar ne olursa-olsun Dünyâ’ya bedenlerinden bağlıdırlar ve maddiyatı
da belirleyen siyâseti tâkip etmek ve ona zoraki de olsa uymak zorundadırlar.
Bu nedenle bu uydurmaları yok edecek ve kurtaracak etken siyâsettir ama bu
siyâset, “Kur’ân/vahiy-merkezli olan bir siyâset” olmalıdır. Bu zorunludur.
Çünkü böyle olmadığında yâni vahiy-merkezli bir siyâset olmadığında bu
uydurmalardan bırakın kurtulmayı, zamanla bu uydurmalar çoğalıp daha da
sağlamlaşacaktır. Zîrâ bu uydurmalar, Kur’ân-merkezli bir siyâsetten
kopulduğunda ortaya çıkmaya başlamış, çoğalıp yaygınlaşmış ve kemikleşmiştir.
İşte bu nedenle Kur’ân ve sünnet-merkezli oluşturulacak bir siyâset, bu uydurmaları,
gerek söylemlerle dikkat çekerek ve gerekse “zor” kullanarak yok edecek ve insanları
bu uydurmalardan kurtaracaktır.
Bakın; çok iyi bir âlim, televizyona çıkıp konuşsa ve
dese ki; “şu-şu rivâyetler uydurmadır ve dîne aykırıdır, aslı Kur’ân’da şu
şekildedir”, küçük bir kesim dışında onun dediklerini kabûl etmez ve karşı
taraftan da bir-çok eleştiri ve îtirâz gelir. Fakat aynı şeyi başbakan ya da
cumhurbaşkanı söylese, yada bir darbe-devrim ile başa gelmiş en üst düzeydeki asker
söylese, insanlar hem daha kolay inanır, hem de karşı tarafın bir
eleştirisi-îtirâzı, başta korku olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı
olamayacağı için bu uydurmalardan daha kolay kurtulunabilir. Bu sebeple laik
bir devlette bu tür uydurma inanışların bitmesi söz-konusu olamaz. Kurulan siyâset
ve siyâsetin başındaki kişi bu uydurmaları “rezil edecek”, “küçümseyecek” ve “aşağılık
olarak” îlan edecek olduğunda, artık o uydurmaların değeri düşmeye başlar. Hele
ki bu uydurmalar aşağılandığında ve zâten -başından îtibâren- hak olan din en
iyi şekilde ortaya konulduğunda, artık o uydurmalar hayâtiyetini yitirecektir. Bunu
bir zorbalık olarak görmek yanlıştır. Ne de olsa Peygamberimiz de, Mekke
halkının aşırı bağlı olduğu putların tamâmını kırıp parçalamıştı.
Bir yanlışlığı-kötülüğü-çirkefliği “sâdece güzellikle”
def edemezsiniz. Vahiy-merkezli bir inşâ, bâtıl-merkezli bir temel üzerine kurulamaz.
Zâten etkili bir yanlışın, bir zulmün, küresel çapta bir çirkinliğin güzellikle
ve kırıp dökmeden değiştirilip düzeltildiğinin (kısmen Yûnus Kavmi hâriç) insanlık
târihinde bir örneği yoktur. Bir şeyi rezil etmekle, “ölçülü zor kullanma”larla,
yasaklar belirlemekle ve çeşitli yollarla; Kur’ân-merkezli doğrular yâni hakkın
en iyi şekilde ortaya konmasıyla ancak, uydurmalar ve şirk değerini yitirip, “hak
olan” değer kazanır ve hayatta görünür olur. Zâten hak olan söylem ancak, bahsettiğimiz
bu tarz bir ilmî-siyâsî ortamda dikkatli ve odaklanarak dinlenecektir ki, bunu
söyleyecek ve onaylayacak olan kişi, siyâsetin başındaki “karizmatik kişi”
olursa, en azından ilk-başta hatır-gönül ile başlayan “uydurmalardan vazgeçiş”
ve “hakka yöneliş”, bir-zaman sonra samîmiyete dönebilecektir.
“De ki: Hak
geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
Vel hâsıl kelam; uydurulmuş din, hak dînin sâdece söz
ile ifâdesiyle değiştirilemez. “Hak” da olsa sâdece söz ile “uydurulmuş din”den
kurtulamayız. Fakat sâdece siyâset ile de olmaz bu kurtuluş. Kur’ân gerçek
anlamda idrâk edilip, sonra da Kur’ân-merkezli bir siyâsetin kurulması ve bununla
birlikte söz ve eylem ile, biraz da zorlanarak ve hakkın ortaya konmasıyla ancak
“uydurulmuş olan din” değersiz hâle getirilebilir. “Hak din” güçlü bir şekilde
uygulamaya konulduğunda “uydurma din” ya def olup gidecektir, ya da yok olup
gidecektir. Aynen asr-ı saadet sürecinde olduğu gibi..
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder