Modern muhâfazakâr müslümanlar, muhâfazakâr İslâm’ın
iktidârından sonra dirâyetlerini kaybederek, tüm düşüncelerini-söylemlerini-eylemlerini,
destekledikleri iktidarlara vermişler ve sâdece bu düşünce söylem ve eylemlerin
aynen tekrarcısı durumuna gelmişlerdir. Kendilerine âit öz bir düşünüşleri ve
söylemleri yoktur ve destekledikleri iktidârın söylemlerinin değişik
tekrarlarını kendi söylemleri zannetmektedirler. Müslümanların Kur’ân-merkezli
olmayan düşünüşleri kendi öz-düşünüşleri olamaz. Eğer düşünceler vahye aykırı
ise, söylemler vahiy-merkezli değil demektir. Vahiy-merkezli olmayan düşünceler
ise, bâtıl-merkezli sistemin düşünceleri olur. Artık sistemin ortaya attığı
düşünceler, farklı şekildeki söylemlerle dile getirilmekten ve sistemin
düşüncesi körü-körüne taklit edilmekten başka yapılmış bir şey olmaz. Bu durum
zamanla “sistem-içi söyleme mahkûm olma” hâline gelir. Artık kişinin dili
sistemin dilidir. İlginç olan ise, sistemin diline, Kur’ân’a-İslâm’a aykırı
olmasına rağmen anlamsız bir bağlılıkla bağlı olunmasıdır. Öyle ki, bu dile
karşı vahyin dili bile kâr etmez duruma gelir.
İnsanlık târihi, vahiy-merkezli dile karşı sistem-merkezli
dilin mücâdelesinin târihidir. Sistemin dili; nefsin, çıkarın, zannın, “körü-körüne”liğin,
cehâletin, mecburluğun, kör umûdun, anlamsız beklentilerin dilidir. Vahyin, Kur’ân’ın,
İslâm’ın, Allah’ın diline karşı oluşturulmuş, daha doğrusu uydurulmuş olan bu
dil, en nihâyetinde şeytana dayanır:
“Andolsun, biz
sizi yarattık, sonra size sûret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: ‘Âdem’e
secde edin’ dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden
olmadı. (Allah) Dedi: ‘Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?’.
(İblis) Dedi ki: ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise
çamurdan yarattın” (A’raf 11-12).
Şeytanın Âdem’e karşı başlattığı bu söylem, daha
sonra Kâbil’in söylemi oldu:
“Onlara Âdem’in
iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban
sunmuşlardı. Birininki kabûl edilmiş, diğerininki kabûl edilmemişti. (Kurbanı
kabûl edilmeyen) demişti ki: ‘Seni mutlakâ öldüreceğim’. (Öbürü de:) ‘Allah,
ancak korkup-sakınanlardan kabûl eder”
(Mâide 27).
Kâbil’in bu söylemine karşı Hâbil’in söylemi ise
şöyle oldu:
‘‘Eğer beni
öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana
uzatacak değilim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” (Mâide 28).
“Öldürmek merkezli” bir eyleme dönük olmayan bir
söylemdir Hâbil’in söylemi. Yâni birilerinin ölmesine râzı olmayan bir
söylem. Bu söylem, sistem-içi söylemin aksine, sistem-dışı söylem olan
vahiy-merkezli söylemdir. Bu söylem çatışması insanlık târihi boyunca benzer
şekilde süre-gelmiştir.
Bizi asıl düşündüren şey ise, müslüman olan, bir
zamanlar baş-örtüsü, üniversite, hak-hukuk vs. için meydanlarda tüm
ciddiyetiyle mücâdele eden müslümanların; Özal ile başlayıp kısmen Erbakan ile
devâm eden ve Ak Parti iktidârı ile ayyuka çıkan sistem-içi söylemin
temsilciliğini yapmaya başlamış olmalarıdır. Ak Parti’yle birlikte müslümanlar vahiy-merkezli
düşünmeyi askıya almışlar ve lîder ne derse o doğrultuda benzer düşünüşler
ve söylemlerde bulunmaya başlamışlardır. Söylemleri hep sistem-içi
söylemlerdir. Ak Parti de o sistemin bir devâmıdır zîrâ. Çünkü vahiy-merkezli
düşünüp edip-eylemiyor, vahiy-merkezli söylemde bulunmuyor. Zâten lîderi daha
ilk başta laikliği de öven bir konuşmasında: “Ak Parti din-eksenli bir parti
değildir, insan-eksenli bir partidir. Dînî esaslara dayalı bir devlet anlayışını
kabûl etmiyoruz” demişti. Dînî esaslı yâni vahiy-merkezli olan bir devlet-siyâset
anlayışı yoksa o zaman ne anlayışı var?. Kur’ân’a-İslâm’a göre ya hak vardır ya
da bâtıl, ya hakkın yönetimi vardır ya da câhiliye yönetimi. Bir üçüncüsü
yoktur. İslâm’a göre olmayan yönetim, câhiliyeye yâni baştan beri söylediğimiz
“sistem”e göre olan yönetimdir ki bu yönetim tağûti yönetimdir:
“Onlar hâlâ
câhiliye hükmünü mü arıyorlar?. Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü
Allah’tan daha güzel hükmü olan kimdir?” (Mâide 50).
Müslümanlar, İslâm varken, Peygamber varken, Kur’ân
varken ve “hak bir örneklik”, “yaşanmışlık” varken, bu örneklik doğrultusunda
okuma-idrak-bilgi-bilinç-söylem-eylem ortaya koymuyorlar da, bâtıla ve tağuta
dayalı yâni sistem-içi okuma-bilgilenme-söylem ve eyleme kapılıyorlar. Bunu,
destekledikleri parti-ideoloji vs. nedeniyle yapıyorlar. Zîrâ insan,
desteklediği kişiye ya da kuruma aykırı bir söylemde-eylemde bulunmaz-bulunamaz.
Çünkü bu durum psikolojik bir bozukluğun işâreti olur. Eğer siz bir kişiyi ya
da bir kurumu destekliyorsanız, artık o kişinin ya da kurumun doğrultusunda
söylemlerde ve eylemlerde bulunmak zorundasınız. Zâten zamanla o söylemin bâtıl
mı câhili bir sistem mi, doğru mu yanlış mı olduğuna bile bakmadan sıkı-sıkıya
bağlandığınız sistem-içi bu merkez ekseninde söylemlerde bulunursunuz. Yâni siz
de “sistem-içi” olursunuz. Sistem için söylemin mahkûmu olmak demek bu demektir.
Sigaranın-içkinin kumarın vs. mahkûmu olmak gibi.
Müslümanlar Özal ile birlikte yumuşadılar, Refah Partisi
ile birlikte Dünyâ’ya kilitlendiler ve en nihâyetinde vahye rağmen AKP ile
birlikte sistemin taşeronluğunu yapmaya başladılar. Nefse-çıkara dönük olan
sisteme uygun AKP siyâseti, müslümanları dönüştürdü, yozlaştırdı, düşüncesizleştirdi,
maddeye kilitledi, tembelleştirdi, korkaklaştırdı, bir tüketim nesnesi hâline
getirdi ve müslümanların bakışı bile değişti. Artık muhâfazakâr müslümanlar
sistemin kör izleyicileri oldular. Sistem-içi oldular. Sistem-dışına çıkmaktan
korkar hâle geldiler ve hattâ sistem-dışında bir söz bile söylemekten çekinerek
sistem-içi söylemin kurbânı oldular. Bir toplum işte böyle yozlaştırılır ve
pasifleştirilir. “Sistem”in tüm ünlü lîderleri toplumları hep aynı şekilde
yozlaştırıp sisteme entegre etmiştir:
“O, iş-başına
geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba
harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).
“Böylelikle
Firavun kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten
onlar, fâsık olan bir kavimdi”
(Zuhrûf 54).
Çok şaşırıyorum; o kadar iyi ve temiz insanlar, o kadar
iyi niyetliler ama sistem-içi söylemlere karşı Kur’ân’ın sistem-dışı net
ifâdelerinin söylenmesi fayda etmiyor. “Acaba bir yanlış mı var” diye tekrar-tekrar
diye bakıyorum; Hayır!. Kur’ân ile sistemin söylemi bir-birine taban-tabana
zıt. Yâni biri hak biri bâtıl.
İslam sâdece iki tip toplum tanır: “İslam Toplumu” ve “Câhiliye
Toplumu”. Câhiliye
sistem-içi toplumdur; İslâm toplumu ise sistem-dışı yâni vahiy-merkezli.
Seyyid
Kutup:
“İslâm sâdece iki tip toplum tanır: “İslam Toplumu” ve “Câhiliyye Toplumu”.
İslâm toplumu îtikad, ibâdet, şeriat (yasama ve yürütme) sosyâl ve siyâsal
nizam, ahlâk ve yaşama biçimi olarak İslâm’ın top-yekün uygulandığı,
yaşanıldığı toplum tipidir.
Câhili toplum tipi ise, İslâm’ın inanç sisteminin (İslâm akîdesinin),
düşünce yapısının, değerlerinin, ölçülerinin, sosyâl ve siyasâl sisteminin,
ahlâk ve yaşama biçiminin yürürlükte olmadığı bir toplumdur” der.
İnsanı
sistem-içi söyleme mahkûmiyetten kurtaracak tek söylem, sistem-dışı olan Kur’ân
söylemidir. Vahiy-merkezli söylem, kişiyi her tür mahkûmiyetten kurtarır ve sâdece
Allah’a bağlayarak özgür kılar.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder