Said Nursi; Derviş Vahdeti’ye ilmî destek verdiği
“eski Said” denilen zamanlarda İslâm’i Harekete daha uygun davranış
sergiliyordu. Fakat Cumhuriyet dönemiyle birlikte Said Nursi de “değiştiğini” söyledi
ve kendisini “yeni Said” diye isimlendirdi. Bu dönem, İslâm’i hareketten
vazgeçildiği ve “sâdece ilmîyata” dönülen zamanlardı. Sovyet dinsizliğinin
görece etkisinin baskın olduğu zamanlarda, “ümmetin îmânını kurtarmak” adına
Allah’ın varlığını kanıtladığı söylenen Risâle-i Nur’lar yazılmaya başlanmış ve
bu doğrultuda yapılan çalışmalar, Risâle-i Nur’ları “tek kaynak” hâline
getirerek Nurculuk akımını başlamıştır. İslâm’i hareketlerin baskılandığı ve
İslâm’ın sâdece ilme indirgendiği zamanlarda İslâm’i hareketten vazgeçmiş ve sâdece
ilme yönelmiş olan Nurculuk akımı da bu-arada güçlenmiş ve bağlıları
çoğalmıştır.
Küresel tağutların özellikle 2. dünyâ-savaşından
sonra Dünyâ’ya vermeye çalıştığı düzende İslâm’dan da yararlanmak istemişler
ama bu yararlanma “hareketten-eylemden uzak”, sâdece ilmî olarak-ilme
yönlendiren bir yararlanmaydı ki bu durum ilmin artmasını ve yaygınlaşmasını
sağlamışsa da İslâm’i Hareketi baltaladığından, farklı bir bakış-açısına göre
İslâm’a zarar vermiştir.
Tağutlara göre “İslâm-dünyâsını şekillendirme projesi”nde
laik Türkiye iyi bir örnek olabilirdi ve bu nedenle de Türkiye örneği üzerinden
İslâm-dünyâsını biçimlendirme hareketinde Türkiye ve Türkiye’deki İslâm
cemaatlerine çeşitli alanlarda destek verildi ve iş-birliği kuruldu. İşte bu
cemaatlerden biri de Neo-nurculuktur. O zamanlar görece sert söylemlerine
rağmen Neo-nurculuğa ses çıkarılmamasının bir nedeni de Îran İslâm Devrimi’dir.
Îran’ın hemen yanı-başındaki Türkiye de devrimden çok etkilenmişti ve Türkiye’de
de benzer bir devrimin olmasından çok korkuluyordu. Çünkü eğer Türkiye’de de
böyle bir devrim olursa bu devrim, Mısır, Îrak ve diğer İslâm ülkelerine da
yayılabilirdi. “Târihin Sonu” tezlerinin gündeme getirildiği zamanlarda Îran
İslâm Devrimi tüm ezberleri bozmuş ve tüm plânları alt-üst etmişti. Bu nedenle
bu devrimin etkisi bir-an önce giderilmeli ve engellenmeliydi. Tabi bu
engelleme en iyi şekilde laik Türkiye üzerinden gerçekleştirilebilirdi. İşte bu
nedenle Said Nursi’den sonra öne çıkan-çıkarılan Fethullah Gülen lîderliğindeki
Neo-nurculuğun ilk baştaki aşırı İslâm’i söylemleri ve batı karşıtlığına (şimdilik)
ses çıkarılmadı ve bu söylem Neo-nurculuğa katılımları da arttırdı ve böylece
cemaat güçlendi. Fakat güçlendikçe de ayrıştı. “Farklı” bir yola koyuldu yada
sokuldu.
Seyit Mehmet Deniz:
“Cemaat, “Pırlanta” adını verdiği, 620 âyetin açıklamasını yapan Sâid
Nursi’nin Risâleleri ile Fethullah Gülen’in eserlerini İslâm dînini öğrenmek ve
Dünyâ’yı anlamakta yeterli gördü. Pırlanta(!)lara hapsolup, Kur’ân’ın 6.000
küsur âyetinden ve binlerce hadisten habersiz kaldılar. Başka eserlere tevessül
etmemeleri, âlimlerin bilgilerinden ve tecrübelerinden mahrum kalmalarını
sağladı da hikmet erbâbı olmak yerine; himmet erbâbı oldular. Bu hâl hâliyle
diğer müslümanlarla frekans farklılığına yol açarak müslümanlardan kopmalarına
neden oldu” der.
Evet; Neo-nurculuk, 2. Dünyâ Savaşı’dan sonra 1950’li
yıllarda, Dünyâ’nın hâkimiyetini ABD’nin almasıyla birlikte önem kazanmıştır.
Bu bağlamda Neo-nurculuk, ABD’nin Sovyet komünizmine karşı Türkiye’de bir kalkan
(Komünizmle Mücâdele Dernekleri) oluşturmak için önünü açtığı bir hiziptir.
ABD’nin taşeronluğudur onu gündeme getirip şöhret eden ve en nihâyetinde de
servet-sâhibi yapan. Fethullah Gülen’in lîderliğindeki Neo-nurculuk, laik
cumhuriyetten en önemli tâvizini 1980 darbesine “evet” diyerek almıştır ve Özal
ile birlikte yükselişe(!) geçmiştir.
80’li yıllarda en azından söylem olarak daha samîmi
olan Neo-nurcular (Fethullahçılar), hem 12 Eylül ihtilâlinin ağırlığı hem de “Yeni
Dünyâ Düzeni” projelerine ayak uydurma yoluna girdi ve 90’lara doğru söylemleri
de değişti ve cemaat söylem ve eylem olarak dünyevileşmeye başladı. 80’lerde;
“her şeyden önemlisi dindir” söylemi, 90’larda; “müslüman zengin olmalı”
söylemine (ç)evrildi. Bu-arada Özal ile birlikte siyâsi destek de aldığından,
okul-ders-hâne, hasta-hâne, yurt-dışı kurumlar ile zenginleşti ve siyâsilerin
dikkatini çekti. Bu-arada İslâm-merkezli’likten ayrılarak, “vatan-millet
Sakarya” söylemiyle millî bir görünüm kazandı ve milliyetçi ve ulus-devlet merkezli
söylem ve eylemlerde bulunmaya başladı. Refah Partisi zamânında hükûmetle anlaşamamıştı.
Çünkü Refah Partisi’nin D-8 gibi “ümmetsel” hareketlerde bulunması Neo-nurculuğun
felsefesine aykırı idi. Zâten efendileri tarafından böyle olası bir
yapılanmayı engellemek için seçilip görevlendirilmişlerdi. Bu nedenle Neo-nurcular,
28 Şubat sürecinde darbecilerin yanında yer aldı ve Refah Partisi’nin kapatılmasına
katkıda bulundu. Yeni Dünyâ Düzeni bağlamında Türkiye’de Neo-nurculara
baş-aktörlük rôlü verildiğinden, Fethullah Gülen bu dönemde çeşitli nedenlerle,
hayrânı olduğu ABD’ye taşındı ve cemaati oradan yönetmeye başladı.
Bu-arada özellikle Orta Asya ve Afrika ülkelerinde okullar
açtılar ve insanlar buralarda açılan okulları, “devlet-millet anlayışı” sebebiyle,
siyâsetçiler de dâhil olmak üzere benimsedi ve destekledi. Oysa bir-süre sonra
görüldü ki başta Rusya olmak üzere bâzı ülkeler gördüler ki bu okullarda CIA’nın
ajanları cirit atıyor. Bu nedenle bu ülkelerde okulları kapandı ve buralarda
çalışanlar sınır-dışı edildiler. Yeni hükûmet Ak Parti ile koltuk temâsında olan
cemaatin bu kirli işleri, medyada gündem edilmemesi nedeniyle çok fazla duyulmadı.
Ama anlaşıldı ki yurt-dışındaki okullar, ABD-CIA’nın desteği ile kurulmuştu ve
okulların kurulduğu ülkeler çok büyük oranda 3. Dünyâ ülkeleri; geri kalmış
ülkeler; kominizden yeni ayrılmış ülkeler; petrol ve mâden yönünden zengin olan
ülkelerdi ve bu ülkelerde açılıyordu okullar. (Zengin ve ileri dünyâ-ülkelerinde
küçük temsilcilikleri olsa da o ülkelerde okul açılmasına izin verilmiyordu).
Bu okullardaki dersler İngilizce olarak yapılıyordu. Çünkü Soğuk Savaş’ın bitimiyle
birlikte tek-merkezli bir Dünyâ kurulmuştu ve lîder ülke de Amerika’ydı. Amerika
müslüman Türkiye üzerinden; doğal-gaz, petrôl ve diğer çok değerli ve çok bol
miktarda mâdenlerin bulunduğu ülkelerde, Neo-nurculuk aracılığı ile okullar
açıyordu ve bu okullarda dersler İngilizce ile yapılıyordu ki İngilizce ve Amerika’ya
bu yolla bir sempati beslensin. Bu okullar “kolej” seviyesinde ve paralı olduğundan,
halkın sâdece zengin ve yönetici kesiminin çocukları bu okullara gelebiliyordu
ve eğitimlerini alarak Amerika sempatisi ile yetişiyordu. İleride devlet
yönetimine de bu çocuklar geleceği için Amerika ile ilişkileri iyi olsun ve Amerika
da böylelikle buradaki zenginlikleri sömürsün isteniyordu. Plân buydu ve bu
plân Neo-nurcular aracılığı (yada şerefsizliği) ile yapılıyordu. İşte
Neo-nurcular bu plânın taşeronluğunu ve aracılığını yapıyordu ve işte bu
nedenle büyük destek alıyorlardı. Zâten bir-anda aşırı bir zenginleşme ve
kurumlaşmasının nedeni de bu destek idi. Yoksa esnaftan toplanacak paraların
bir sınırı vardı.
Fakat başta Rusya olmak daha bir-kaç ülke bu oyunu bozdu
ve okulları kapatıp öğretmenleri sınır-dışı etti. Bu yüzden Amerika, ağırlığı
“Orta Doğu”ya kaydırdı ve buradaki zenginliği sömürmek için yine Türkiye örneği
üzerinden buraları laikleştirip demokratikleştirmek istedi ve bunu devletin her
yerine yerleştirilmiş olan elemanları vâsıtasıyla paralel bir yapı-devlet
kurmuş olan Neo-nurcuları kullanarak yapmak istedi. Zâten 2002 yılında başa
gelen hükûmet de buna destek veriyordu. Evet, bu projenin uzantısı olan BOP
projesi için; “Biz BOP’un eş genel başkanıyız” diyen Tayyip Erdoğan ve AKP de Cemaati
desteklediğinden, bu işi berâber götürdüler. Tâ ki AKP ile Cemaat’in çıkarları
çatışana kadar..
Aslında bu çatışma daha genelde Amerika ile Avrupa’nın
küresel sermâyedarlarının çıkar çatışması idi. Yada “İngiliz Amerikası” denilen
“New York Amerikası” ile “Washington Amerikası”nın çıkar çatışması idi. Cemaat İngiliz-New
York Amerikası tarafından yönlendirilirken, AKP ise Washington Amerikası’na bağlıydı.
Orta-doğunun küresel çıkar çatışması, Türkiye’de AKP-Cemaat çatışması olarak
kendini gösteriyordu. Neo-nurcuların bağlı olduğu New York Amerikası’nın
çıkarları, işlerini baltalayan ve Washington Amerikası’dan yana olan AKP’nin gizli
işleri nedeniyle zarar görüyordu. Türkiye’de MİT’in bâzı gizli ve görece başarılı
işlerli bu zarârı ortaya koyuyordu. Bu nedenle New York Amerikası, Cemaat aracılığı
ile bu işleri baltalamak istedi. Çünkü çok büyük ve riskli oranlarda zarar
görmeye başlamışlardı. Bu nedenle Cemaat(!) ile iş-birliği yaparak ve
direktifler vererek MİT’in çalışmalarını öğrenip jurnâllemesi istendi. MİT’e
bir-türlü istediği oranda adam yerleştirememiş olan Neo-nurcular, hükûmetten,
MİT ile olan bilgilerin paylaşılmasını istedi ve îtirâz eden AKP yada Washington
Amerikası buna izin vermedi ve karşı çıktı. MİT başkanını yıpratma şeklinde
başlayan çatışma nihâyet ayrılık getirecek çatışmalara döndü ve bir-birlerine
düşman oldular ve başladılar bir-birlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmeye.
Tabi bunun da bir sınırı olmak zorundaydı ve tüm kirli çamaşırlar da
dökülemezdi ortaya. Çünkü o çamaşırlar berâber olarak, birlikte
kirletilmişti ve ortaya dökülmesi iki tarafa da zarar vereceğinden, bir
dereceden sonra fazla üstüne gidilmedi-gidilemedi. Hattâ muhalefet partileri
bile bunu fazla deşemedi ve üstüne gidemedi. Çünkü ipin ucu onlara kadar varabiliyordu.
Böylece farklı alanlarda bir-birleriyle olan çatışma devâm etti-ediyor. Daha
düne kadar “can-ciğer kuzu sarması” olan Cemaat ve AKP, bir gecede bir-birleriyle
can-düşman oldu ve bu düşmanlık iki tarafın bağlıları arasında da bir gecede
düşmanlığa dönüştü. Bu durum, çıkarın ne kadar güçlü bir etkisinin olduğunu çok
net ortaya koyuyordu ve aslında Allah bununla bize bir şeyler göstermek
istiyordu.
Bütün bunlar bir yana; Neo-nurcular neden bu hâle
düştüler?. İşte bizi asıl ilgilendiren ve bir müslüman olarak düşündüren şey bu
noktadır. İlk-başta İslâm’i harekete destek olarak ortaya çıktığı sanılan Neo-nurculuk
yada Neo-nurculuğun lîderi, bu iddiasından çeşitli korkular, çıkarlar ve
aldanışlar netîcesinde vazgeçmiş ve dünyevileşmiştir. O kadar ki, kısa zamanda Nur
Cemaati, “Nur Holding”e dönüşmüştür. Ana-sözleri “müslüman zengin olacak”
sözleridir ki müslümandan kastettikleri aslında sâdece Neo-nurcu olan
müslümanlardır. Bu söz tüm Neo-nurcuları dünyevîleştirmiş ve 80’lerda bizzat benim
de katıldığım bir sohbette; “ana-babanıza küfür edilse, malınıza-mülkünüze el
konulsa bile bir karşı çıkışta bulunmayacaksınız belki ama dîninize en ufak bir
hakaret ve eylemde bulunulduğunda ölümü bile göze alarak karşı çıkacaksınız”
cümleleri, yerini; “Müslüman zengin olmalıdır. Devletin tüm kurumlarına sızılmalıdır,
verebileceğiniz her-şeyi vermelisiniz, hizmet de hizmet” söylemlerine dönüştü. Bir
rivâyete göre, esnaftan ve halktan (ç)aldıkları paraları Amerika’ya havâle eden
Neo-nurcuların lîderi Fethullah Gülen’in hesâbında 30 milyar dolar para vardır.
Pensilvanya’da feodâl bir beylik kuran Fethullah Gülen, bu paraların gücünü
kullanarak Amerika’daki yerini sağlamlaştırmanın ve korumanın peşindedir. Zâten
zamânında Amerika’dan, oturma izninin olmaması nedeniyle oluşan sınır-dışı
edilme durumu, “olağan-üstü eğitimci” mürâcaatının, ilk okulu bile zor
bitirdiğinin anlaşılmasıyla kabûl edilmemişti de araya “hatırı sayılır devlet
adamları”nın girmesiyle almıştı yeşil kartını ve oturma iznini.
İşte Neo-nurculuğu perişân eden ve bundan sonra da rezil
edecek olan ana-etken budur: Dünyevileşmek. Dîni ise artık bir sömürü aracı
olarak kullanıyorlar. Meselâ Türkçe Olimpiyatları için gelen eleştirileri blôke
etmek için şöyle bir senaryo uydurulmuş: Fethullah Gülen endişeli bir şekilde; “acaba
bu şarkılı-türkülü-oyunlu olimpiyatları yapmakla yanlış mı yapıyoruz” diye
düşünürken, “arkadaşlar” aramış ve “Türkçe Olimpiyatları’nın kapanış törenine
“beklenen dâvetli, “baş misâfir” (yâni Peygamberimiz Hz. Muhammed) teşrif
etmiş”. Böylelikle Fethullah’ın içi rahatlamış. Çünkü Peygamber bile, yapılan
işi oraya katılmakla desteklemişmiş. Yâni Müslümanlar ve mazlumlar Dünyâ’nın
çeşitli yerlerinde perişân bir vaziyette açlıktan-susuzluktan ölürken;
kafalarına bombalar yağarken, âlemlere rahmet Peygamberimiz oralara değil de, o
sırada kapanışı yapılan çalgılı-çengili Türkçe Olimpiyatlarını seyretmeye
gelmişmiş. Peygamberimize böyle bir iftirâ atıyor şerefsizler. Yine
televizyonlarında yaptıkları bir dizide, askerler içtimâya geçiyor ve komutanları,
“âlemlere rahmet peygamberin teşrif edeceğini” söylüyor ve güyâ Peygamberimizin
Neo-nurculara ne kadar da değer verdiği ve desteklediğini gösteriyorlar. Peygamberimize
kamyon sürdürüyorlar. Diğer yandan Fethullah, Hz. Meryem’in kocasının yâni Hz.
Îsa’nın babasının Peygamberimiz olduğunu söylüyor; Hz. Meryem’e gelen ona
üfleyen rûhun, Peygamberimizin rûhu olduğunu söylüyor. “Kur’ân Müslümanlığı”na sapıklık
diyor ki Peygamberimiz de bir “Kur’ân müslümanı”ydı. Onu inşâ edip âlemlere
rahmet kılan şey, Kur’ân’dı. İşte bu yapılanlar, şerefsizce söylemler ve
eylemlerdir ve Allah bu duruma kayıtsız kalmayarak onları rezil bir yola
sokmuştur. Neo-nurcuların başına gelenlerin sebebi AKP yada dış-güçler falan
değildir; Allah’tır. Allah’ın tokadını yemektedirler. Nurcular bunu hiç
düşünmüyorlar-düşünemiyorlar. Sanki Fethullah peygamber ve Neo-nurcular da
sahabe ki, hiç hâtâ ve yanlış yapmamışlar ve kendilerine karşı yapılan şeyler
zulümdür. Hayır!, başlarına gelen şey Allah’ın dînine attıkları iftirâ ve
yaptıkları adâletsiz ve şerefsiz işlerin bir sonucudur. Allah onları rezil bir
yola sokmuştur ve onları bundan sonra da çok kötü bir âkıbet beklemektedir.
“Nurcuyum” demenin utanılacak bir hâle geleceğini çok yakın bir zaman sonra
göreceğiz. Kibirlerinin, iftirâlarının, şerefsizliklerinin sonucunu yaşıyorlar.
Hâlbuki bu oranda güçlenmiş bir cemaatin yapması
gereken şey şu olmalıydı: Eğitim-öğretime gayretli bir şekilde bir-süre devâm
edilmeli, çok iyi ve etkili elemanlar yetiştirilmeli, hak-hakîkat,
adâlet-eşitlik yolundan ayrılınmamalı ve genelde Dünyâ’daki, özelde ise Türkiye’deki
şirk-zulüm düzeninin bertarâf edilmesi için çalışılmalıydılar. Fakat tasavvurlarını
oluşturan, kurucularının kitapları olan Risâleler şirk ile dolu olduğundan,
bunu düşünemediler ve isteyemediler. Zâten sistemin kulluğunu-köleliğini
yapmaktadırlar. Neo-nurcular, şeytan-merkezli bir darbe yerine, insan-merkezli
yâni seküler düzeni, kânunları, yasaları bir devrim ile değiştirip, göklerdeki
düzenin bir benzeri olan Kur’ân/vahiy-merkezli şeriatı hâkim kılarak, İslâm’ı
ilk-başta Türkiye, daha sonra da tüm Dünyâ’ya hâkim kılmaya çalışmalıydılar.
Çünkü bunu bize Kurân emrediyor:
“Sizin
içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten vaz-geçiren bir topluluk
bulunsun” (Âl-i İmran 104).
“Fitne kalmayıncaya
ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet vazgeçecek
olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39).
“Allah,
içinizden îmân edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç
şüphesiz onlardan öncekileri nasıl güç ve iktidâr sâhibi kıldıysa, onları da
yer-yüzünde güç ve iktidâr sâhibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği
dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından
sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve
bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır.
Dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve elçiye itaat edin. Umulur ki, rahmete
kavuşturulmuş olursunuz” (Nûr
55-56).
“Onlar
ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler
de Allah nûrunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de, dînini bütün dinlere
üstün kılmak için Peygamberini hidâyet ve hak ile gönderen O’dur. Ey îman
edenler!. Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi?. Allah’a
ve Resûlüne îman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız.
Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin
günahlarınızı bağışlar, sizi zemîninden ırmaklar akan cennetlere, Adn
cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.
Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım/zafer ve yakın bir fetih.
Mü’minleri bununla müjdele!” (Saff
8-13).
“Biz peygamberlerimizi
kesin kanıtlarla gönderdik, insanlar arasında âdil bir düzen kurulsun diye
onlarla birlikte kitabı ve ölçüyü indirdik. Ayrıca büyük caydırıcılığı ve
sertliği yanında insanlara yönelik bir-çok faydaları olan demiri indirdik.
Böylece kimlerin görmedikleri hâlde Allah’ı ve Peygamberi destekleyeceklerini
ortaya çıkarmak istedik. Hiç kuşkusuz Allah güçlü ve üstün irâdelidir” (Hadîd 25).
Peki küresel tağutlar neden Fethullah Güleni
seçtiler?. Çünkü Fethullah Gülen hem çok kolay ihânet edebilecek bir yapıdadır,
hem de ana tarafından onlarla bir soy bağına sâhiptir. Nurcular Fethullah
Gülenin şeceresini yazarlarken bir noktayı atlarlar. Fethullah Gülen’in baba tarafından,
dede-nine tarafını, amca tarafını aktarıyorlar, ana tarafının ise sâdece baba
tarafını da anlatıyorlar, amcalarına kadar her-şeylerini anlatıyorlar ama anne
tarafına gelince, sâdece annesinin baba tarafını söylüyorlar. Annesinin
annesini, yâni anneanne tarafını söylemiyorlar. Çünkü Fethullah Gülen anneanne
tarafından Sefarad (İspanyol) yahudisidir. Şöyle ki:
Gülen’in annesinin ismi Refia’dır. Anneannesi yâni ninesi
Hatice hanım Şükrü paşa-zadelerden gelir. Şöyle der: “Hatice ninem, annemin
annesidir. Herhâlde verem olduğundan erken ölmüş. Edirne Şükrü Paşa
sülâlesinden gelme”.
Edirne ilinde bulunan Şükrü Paşa-zadeler ise, 1492
yılında İspanya’da kovulup Trakya’ya gelip yerleşen Sefarad Yahudi göçmenleridir.
Târihe ‘İspanyolca konuşan Türk Yahudileri’ olarak geçen bunların ezici bir
çoğunluğu, Yahudiliğini gizlemek için Türk olduğunu söyleyen sabetaylardır.
Gülen, annesinin İspanya göçmeni yahudilerden olduğunu
gizlemek için dedesi yâni annesinin babası Ahmet’in ve ninesi Hatice’nin müslümanlığına
özel bir vurgu yapar. Yaşamında baba tarafından çok anne tarafını anlatır. Anne
tarafına dâir anlattığı rivâyetlerin her satırında hayranlığını vurgular.
Dedesini, dayılarını, teyzelerini öyle olağan-üstü anlatır ki, hikâyeyi okuyan
herkesi hayran bırakır. Anne tarafını bu düzeyde ön-planda tutmasının nedeni,
onların gerçek kimliğini gizlemeye yöneliktir. Yada yahudiliğe duyduğu gizli
hayranlıktır. Yâni Fethullah Gülen, annesi Refia hanım tarafından
Sefarad-İspanyol yahudisidir. Refia hanımın annesi olan Hatice hanım Şükrü
Paşa-zâdeler’dendir ve Şükrü Paşa-zâdeler ise 1492 yılında İspanya’dan gelen
Sefarad yahudileridir ve Edirne’ye yerleştirilmişlerdir ve bir-zaman sonra
devletin çeşitli kademelerinde görev almışlardır. Anlaşılan, paşalığa kadar
yükselenler olmuştur.
Neo-nurcuların çok başarılı işler yaptığından dem
vurulur çoğu kez. İyi de ne yaptılar ki?. Sanki dünyâ-çapında bir bilim-adamı
mı (matematik-fizik-kimyâ-biyoloji-sosyâl alanda) yetiştirdiler?; dünyâ-çapında
bir müzisyen mi yetiştirdiler?; dünyâ-çapında bir sporcu mu yetiştirdiler?; dünyâ-çapında
bir âlim mi yetiştirdiler?. Ancak “mal gibi bakışlara ve hareketlere sâhip”,
iyi matematik denklemi çözebilen kişiler yetiştirebildiler ki onlar da
sanıldığının aksine çok da başarılı değildirler. Katıldıkları matematik
olimpiyatlarında gösterdikleri başarısızlıklar bunun kanıtıdır. Yine; (şirk
içeren ve çok da ilmî bir değere sâhip olmayan risâleleri saymazsak) kayda değer
bir külliyat mı hazırladılar da müslümanlara faydalı oldular?. Ümmete yaptıkları
bir yararları mı oldu?; hayır olmadı. Hattâ zararları oldu. Çünkü açtıkları
okullar ve ders-hâneler sâdece orta ve zengin kesime hitâp eden yerler olduğu
için, ümmetin gariban kesiminin seviyesinin düşmesine neden oldular.
Garibanları göz-ardı ettiler ve onlara bir faydaları olmadı ve onları sâdece
figuran ve sömürü kitlesi olarak kullandılar. Zâten Neo-nurcular fakir
insanları sevmezler. Bu tutumu belki de masonlardan öğrenmişlerdir.
Atasoy Müftüoğlu:
““Büyük sayılara ve büyük paralara hükmeden cemaatlerin
bağımsız/eleştirel bir düşünüre sâhip olduğu görülmemiş, duyulmamıştır.
Türkiye’de yaşadığımız üzere, paradigmalar ve referans sistemleri ithâl
ederken, İslâm’i düşünce, kültür, akademi-dünyâsının, cemaat ve hizmet’in, yada
cemaatlerin, öncelikle bu-tür bir emperyalizme cevap vermeleri, bu
emperyalizmle hesaplaşmaları, bağımsız bir İslâm’i dil ve model geliştirmeleri
gerekirken, bütün bu târihsel sorumlulukları bir kenara iterek ‘hoşgörü ideolojisi’
adına ilkel bir çıkar-mücâdelesine girişmelerini anlamak mümkün değildir.
İslâm’i cemaatlerin bu gerilim ve çatışma konuları etrâfında
sorgulamalar, çözümlemeler, yeniden inşâlar gerçekleştirmeleri gerekirken,
cemaat-hizmet çıkarı adına gerilim-çatışma-istikrarsızlık üretmeleri utanç
vericidir. Hangi bağlamda olursa-olsun ideolojik yada cemaatçi-hizipçi
yaklaşımlar, çözümlemeler, düşünceyi ve bilgeliği gereksiz kılar. Statükolarla
birlikte olmak, statükolara alışmak demek, çarpıklıklara, olumsuzluklara,
kirliliklere, yabancılaşmalara alışmak demektir. Günümüzde ideâl cemaatlerle,
statükocu cemaatler arasında çok büyük mesâfeler var. Statükocu cemaatler,
çıkarları gereği sekülerizmlerle, liberâlizmlerle, kapitâlizmlerle kolaylıkla
uzlaşabiliyor, bütünleşebiliyor.
Yararcılığın bir hayat-tarzına dönüştüğü günümüzde, hizmet-cemaat
akımları bile aziz İslâm’ı, İslâm’ın aziz peygamberini bir çıkar-aracına
dönüştürmüştür. Yeni îcat edilen bir peygamber tanımı, cemaat/hizmet çıkarları
için propaganda nesnesi olarak pervâsızca kullanılmakta, pazarlanabilmektedir.
İslâm-târihi boyunca, hiç-bir dönemde, hiç-bir yerde böyle, müessif bir sapma
görülmemiş, yaşanmamıştır.
Sözünü ettiğimiz müessif sapma, İslâm’i dünyâ-görüşünü,
hayat/toplum/siyâset tarzını içermiyor, özel bir dil/söylem/retorik ve etkinlik
biçimi oluşturuyor, İslâm ve müslümanlar üzerinde mülkiyet iddiasında bulunan
çok tuhaf bir bileşim oluşturmaya çalışıyor. Geçmişte Nurculuk kötünün iyisi
ile uzlaşmayı temsil eden bir yaklaşım oluşturmuştu, bu-gün, Neo-nurculuk
kötünün en kötüsü ile uzlaşan, kötünün en kötüsüne karşı “hoşgörü” besleyen
yeni bir yaklaşım/gelenek oluşturdu.
Cemaat çıkarı için, târihte benzeri görülmemiş bir ahlâkî sefalet,
zihinsel sefâlet sergilenebilmektedir. Şimdiye kadar Neo-nurculuk, yâni
Amerikancı Nurculuk olarak tanımlaya-geldiğimiz kişisel tiranlık hakkında, bu
tiranlıkla ilgili olarak, tiranlığın darbe girişimine kadar bütün Türkiye
olumlu kanaatlere sâhip bulunuyordu. Tiranlığın İslâm’a verdiği ağır hasarlar
ve zararlar hiç kimsenin umurunda bile değildi. Şizofrenik tiranlığın İslâm’a
verdiği zararları konuşmak/tartışmak cesâret istiyordu, şimdi de sözünü
ettiğimiz şizofrenik tiranlığın İslâm’a verdiği, tevhidi dünyâ-görüşüne,
hayat-tarzına verdiği ağır hasarlar konuşulmuyor, tiranlığın
hükümete/ekonomiye/Türkiye’ye verdiği zararlar konuşuluyor.
Temel İslâm’i ilkelerin, yaklaşımların, yapıların, çözümlemelerin
göreceli hâle getirilmesinden, vülgarize edilmesinden, İslâm’i yönelişlerin,
oluşumların Amerikan yörüngesi içerisinde konumlandırılmasından, İslâm’ın millîleştirilmesi
ve sağcılaştırılmasından Nurculuk ve Neo-nurculuk gibi akımlar sorumludur.
Cemaat çıkarı için, cemaat lîderinin imajı için, cemaat mensubu herkes
düşünme/akletme özgürlüğünden ferâgat ediyor. Türkiye’de, Neo-nurcu akımın,
ahlâksız ve mantıksız ihtiraslar adına, her tür entrika/şantaj/hîle ve
aldatmaya baş-vurduğu hatırlanınca, İslâm’a ne kadar yabancılaştığımız açıkça
görülebilir.
Bu-gün cemaat dediğimiz olgu bir düşünce içermiyor, sâdece propaganda
içeriyor Cemaat kendisini propaganda yoluyla kanıtlamaya çalışıyor; bilgi
yoluyla değil, bilgi üreterek değil, içerik üreterek değil, filozof üreterek
değil, entelektüel yoğunluk üreterek değil, nitelik üreterek değil. Çünkü
cemaatler ya sayılarını çoğaltmaya çalışıyorlar yada paralarını çoğaltmaya
çalışıyorlar. Bunu yapmaları için yoğun bir propaganda gerekiyor; bilgi değil.
Cemaat düşünen adamlardan, üreten adamlardan, tartışan adamlardan, merâk eden
insanlardan oluşur. Tek-tipleştirilmiş bir topluluğa cemaat denilemez. Taklit
eden bir topluluğa cemaat denilemez. Evvelâ hepimizin şunun bilincinde olması
gerekiyor: Taklit eden bir kültür, taklit eden bir toplum hiç-bir zaman,
hiç-bir şekilde ve hiç-bir sûretle nihâi hakîkate ulaşamaz. Çünkü hiç-bir zaman
taklit eden bir kültür bir sorgulama yapma ihtiyâcı duymaz, bir eleştirel
dikkate ihtiyaç duymaz” der.
Neo-nurcular, müslümanlardan yana olacaklarına, Gazze
örneğinde görüldüğü gibi kâfirin-zâlimin yanında oldular ve mecbûren İsrâil’i
desteklediler. Mavi Marmara’da tüm yardım kuruluşları ve Dünyâ’nın diğer ülkelerinin
yardım kuruluşları bile varken, sâdece “Kimse Yok Mu Derneği” yoktu. Çünkü “Dünyâ’nın
agası” olarak kabûl ettikleri İsrâil’e danışmadan, onların iznini almadan
harekete geçmemek lâzımmış. Çünkü gözlerinde büyütüp ilahlaştırdıkları İsrâil,
Türkiye’yi 24 saatte haritadan silebilecek güçte bir ülkeymiş. Bu nedenle
onların rızâsını almak şartmış. Güce tapılınca, güçlünün kölesi olunur. Halbûki
İsrâil bir-kaç sene önce Lübnan ve son olarak son savaşta Gazze’ye yenildi. Neo-nurcular
müslümanları bırakıp da kâfir ve zâlim İsrâil ve Amerika’yı dost edinip
köpeklik yapmalarının cezâsını görmeye başlamışlardır ve daha beter göreceklerdir.
Bu cezâ AKP’den değil, Allah’tan gelecek bir cezâ olacaktır. Çünkü Allah’ın
açık emrine karşı çıkmışlardır:
“Ey îman
edenler, mü'minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi
aleyhinizde Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?” (Nîsâ 144).
“Mü’minler,
mü’minleri bırakıp da kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’tan
hiç-bir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gâyesiyle sakınma(nız)
başka. Allah, sizi kendisinden sakındırır. Varış Allah’adır” (Âl-i İmran 28).
Peygamberimiz de hadislerinde:
“Yahudileri de Hristiyanları Allah kahretsin.
Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler. Arap topraklarında iki din
bırakmayın” (Beyheki).
“Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed
aleyhisselâmın Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet edinceye kadar Yahudilerle
savaşın” (Müslim)
“Kâfir olan bir kavmi seven, onlarla dostluk kuran mü’min,
kıyâmette o kâfirlerle haşrolur”
(Taberâni).
Bu konuda söz bitmez. Bizim bu yazıda söylemeye
çalıştığımız şey, hem Neo-nurcuların hem de hükûmetin başına gelen şeyin
konjonktürel nedenlerden dolayı değil, müslüman olunmasına rağmen Allah’a yâni
Kur’ân’a göre değil de, nefse-çıkarlara-tağutlara göre amelde-eylemde
bulunulmasıdır. İnsanlık târihi boyunca cezâ hep bu nedenle gelmiştir. Zirâ bu
tarz bir siyâsette adâlet ve zulüm kaçınılmazdır. Evet; mevcut durum, her kesim
için bir cezâdır ve bu cezâ sünnetullah gereği Allah’tan gelmiştir.
Vel hâsıl kelam: Allah-merkezli olandan insan-merkezli
olana yâni seküler olana geçen Neo-nurcular büyük bir tokat yemiştir-yemektedir
ve kısa bir zaman sonra da kıçlarına tekmeyi yiyip yerlerinden atılacaklardır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder