“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz “iyilik” değildir.
Ama iyilik, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îman
eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı
dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler
ile; zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve
davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî (takvâ sâhibi) olanlar
da bunlardır” (Bakara 177).
Özellikle modern zamanlarda
târif edilen iyilik, “bir şey yapmama” ile târifi yapılan iyilik tanımlarıdır.
Allah insanı İslâm-fıtratı ile yaratmıştır, bu nedenle de insan zâten doğal bir
iyiliğe sâhiptir. Yâni görece “iyi” olan bu iyiler, bu iyiliği kazanmak için
bir-şey yapmamışlardır ki!. Meselâ güzel-yakışıklı olanların bu
güzellikleri-yakışıklıkları için bir-şey yapmamaları da böyledir. Bu nedenle de
“pasif iyilik” olarak adlandırılan bu iyilikler ile övünmek abestir. İyilikte
aslolan, bir eylem gerçekleştirmek ve eylemin sonucunun iyi-hoş-hayırlı-yararlı
olduğu eylemlerdir ki sâhibini ancak bu tür eylemler “iyi” yapar. Yaratılıştan
gelen pasif iyilik, bâkir bir iyiliktir. Yâni potansiyel iyiliktir ve henüz
fıtratla %100 uyumlu olan vahiyle buluşmamış ve vahiy-merkezli harekete
geçmemiş olduğundan dolayı Allah’ın râzı olacağı bir iyilik hâline gelmemiştir.
Bu nedenle de Allah, “emin” lâkâbı takılan, âlemlere rahmet peygamberimizin
bile bu görece “iyiliği”nden râzı olmamış ve ona, âlemlere bile ağır gelecek
olan bir yük yüklemiştir ki iyilik somut hâle gelsin ve gerçek bir iyiliğe hem
iç âleminde hem de dış-âlemde ulaşılsın. Allah çok iyi bir insan olan peygamberimizin
bile bu soyut ve pasif iyiliğinden râzı olmamış ve ilk vahyin şokuyla evine
gidip örtüsünün altına sığınan peygamberimize vahyetmeye başlamış ve vahyin
etkisiyle hâlen o pasifliği devâm ettirdiği durumu istememiş ve gerçek iyiliğin
kişisel ve toplumsal anlamda açığa çıkması ve gerçekleşmesi için şu âyetleri
vahyetmiştir:
“Ey örtüsüne bürünen; az bir kısmı hâriç olmak üzere,
geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan biraz eksilt. Veya üzerine
ilâve et. Ve Kur’ân’ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku” (Müzzemmil 1-4).
“Ey bürünüp örtünen!, kalk (ve) bundan böyle uyar” (Müddesir 1-2)
“Gerçekten güçlükle berâber kolaylık vardır. Şu hâlde
boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya-devâm et” (İnşirah 6-7).
Âyetlerin de belirttiği gibi
gerçek iyilik, ancak eylem-amel hâlinde iken ortaya çıkıyor ve tüm Dünyâ’ya
sirâyet ediyor. Oturup durulan yerden, ne kadar iyi niyetli olunsa da gerçek iyilik
açığa çıkıp somutlaşmıyor. Oturulup durulan yerde; hiç-bir şey yapmadan, hiç-bir
riske girmeden ve yorulmadan, bir gayret göstermeden vâr-olduğu zannedilen
iyilik, pasif bir iyiliktir ki “pasif iyilik, pasif kötülüktür” ve her-an “aktif
kötülüğe” dönüşebilme riski taşır. Mustafa İslamoğlu:
“Pasif iyi, aktif iyi olunca dağda
durmaz, şehre iner. Sabır miskinlik değil aktifliktir, yâni pasiflikten kurtulmaktır,
hakîkat üzere sebat etmektir. Özne aktif
olursa öznedir. Pasif olursa nesne olur. İyiliği çoğaltmayan, iyiliğin
nesnesidir. İyiliği çoğalt ki özne ol!. Potansiyel îman, kinetik îmâna, iyiliği
kinetik iyiliğe dönüştür!. Ortalık, iyilik yapan kötülerle doludur. İyiliğin
sonu yoktur ki “iyi oldum” diyesin. İyi olmanın garantisi yoktur. İyi olma
yoktur, iyilik çabası vardır. “Aktif iyi” olmanın bir bedeli vardır. Kötülük sâdece kötülere bulaşmaz, “pasif
iyilere” de bulaşır. Aktif bilgiyi aktif akıl kullanabilir ancak. Pasif
akıl pasif bilgiyi kullanabilir ancak. Ahlâk, davranmaktır. Ahlâkın pasifi
olmaz. Davranmadığında ahlâk ortaya çıkmaz. Tüm “aktif kötüler” ilkin “pasif
iyi” idi. Müslüman pasif olamaz” der.
İyilik, yapmamadan çok
yapmayla ilgilidir. Hiç-bir zarar vermemek, kötülük yapmamak ve kâlp kırmamak
iyidir tabî ki de, fakat kişi böyle olmak için ne yapmıştır da bu hasletleri
kazanmıştır?. Zâten o şekilde yaratılmıştır ve âilesi de onu iyi yetiştirmiş
olabilir. Fakat iyilik, îman etmek ve sâlih amel işlemekle ilgilidir ve zâten
zararda olmayacak olanlar da sâdece bunlardır. Çünkü kişinin saf olması,
kötülük yapacak ortamı, fırsatı, düşüncesi yada mecâli yoksa ona “iyi” denir
mi?. O kişi kanımca “zararlı” değildir. Zararlı olmamak da çok iyi bir şeydir
ama iyilik, Allah’ın “iyi” dediği şeydir. Allah’ın dediği şekilde iyi olmak
için ise îcâbında mallarla ve canlarla cihad etmek ve üstün gayret etmek bile
vardır.
Kör-topal-hasta olanlar için
bir zorluk yoktur ve olmamalıdır ama kör-topal-hasta olanlar da “gerçek iyilik”
için, “somut iyilik” için pratik eylemlerde bulunamazlarsa da teorik eylemlerde
bulunmaları gerekir.
Salt teorik zihni çalışmalar
eyleme geçmediği-geçirmediği ve ortaya somut bir şey koymadıkları için gerçek
iyilikten uzaktırlar. Pratik-amelî eylemlerde bulunanlar ancak bir iyilik üzeredirler.
Ancak onlar “iyi”dirler. Teorik ve pratik eylemlerin her ikisini bir-arada
gerçekleştirenler ise iyiliği diriltmişler ve üstlerine tüy dikmişlerdir ve
Allah onlardan râzı olmuştur. Teorik ve pratiğin berâberliği Kur’ân’da şöyle
ifâde edilir:
“..Güzel söz O’na yükselir, sâlih amel de onu
yükseltir..” (Fâtır
10).
Evet; en büyük iyilik sâlih
ameldir ve iyiliğin göstergesi sâlih ameldir:
“Andolsun, biz Zikirden sonra Zebur’da da: ‘Şüphesiz
Arz’a sâlih kullarım vârisçi olacaktır’ diye yazdık” (Enbiyâ 105).
Müslümanların günümüzdeki
perişân ve kötü durumları; onların çeşitli şekillerde zulme uğramaları,
kardeşliklerinin bozulmuş olması hep pasiflik nedeniyledir. İyilik olmadığında
zulüm başlar zîrâ. İyiliği ilk-önce başlatması gerekenler müslümanlar olması
gerektiği için, bunu yapmadıklarında, ilk önce onlar zulme mâruz kalırlar doğal
olarak. Müslümanlar bir-türlü aktif olup da iyiliğe geçemiyorlar. Pasifleştirici
teorik bilgilerle ve pasifleştirici pratik etkinliklerle günlerini heder
ettiklerinden, bu acınası durumlarından kurtulamıyorlar-kurtulamıyoruz.
Pasifliğin doğurduğu bir câhillik (bilmeme) ve eylemsizlik (yapmama)
hastalığımızdır ve bu hastalıktan kurtulmak için iyiliğe dönmek zorundayız ve
bu hastalıktan ve pasiflikten, aktifliğe geçtiğimizde kurtulabiliriz ancak.
Pasifliğin bedeli de pasiftir, yâni yoktur. Pasifliğin bir bedeli olmadığından,
bir zorlaması olmadığından dolayı rahatı kaçırmıyor ve bu durum hoşa gittiği
için kişi pasifliği seviyor ve zamanla alışıyor pasifliğe. O nedenle pasiflik
insanlar tarafından a-normâl görülmüyor. İyiliğe ulaşma vesîlesi olan aktiflik
yâni eylem-amel-hareket, bedeli olan bir süreçtir ki bu süreç teorik olarak
başlayıp pratik olarak devâm eder.
İyilik öyle oturduğun
yerden; “arkadaşı gönderiyom, işini hallediver” demek değildir. Bunun adı “kıyak”
olabilir. İyilik yapmak ise; “acıtan şey”dir. Kendinden bir şeylerin eksilmesi.
O iyilik uğruna bedenen, zihnen yorulmak; zamânını ayırmak; rahatını-konforunu
bozmak; malını-mülkünü azaltmak ve hattâ iyilik uğruna tüketmek. En nihâyetinde
Allah için canını verebilmektir (şehâdet).
İnsanlar zannediyorlar ki
sâdece; îman ettim; biz de müslümanız; “kurban olduğum Allah-peygamber” vs.
demekle; ya da modernizme uygun olarak; modern şekilde giyinmekle; modernizmin gidilmesini
emrettiği mekânlarda “fink” atmakla; herkesten daha fazla para kazanmakla;
malk-mülk sâhibi olmakla; birilerine yapmacık bir şekilde “merhaba-selâm-kolay
gelsin” vs. demekle; hiç-bir riske girmeden, bir yük yüklenmeden iyi olunacağını
zannetmek câhillik ve ahmaklıktır. Maalesef müslümanların çoğunun îmânı, daha
doğru bir ifâdeyle inancı, kişileri iyiliğe götürmediği için aktif değil
pasiftir. Pasif olan “yok” hükmünde olduğundan, gerçek anlamda bir îman-inancın
olduğundan bahsedilemez. Belki sâdece “psikolojik bir îman-inanç”tan
bahsedilebilir sâdece. Kur’ân bu inancın yanlış olduğunu ve çok da bir
değerinin olmadığını bir-çok âyette belirtir. Bu âyetlerden en çok bilineni şu
âyettir:
“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek sınanmadan
bırakılacaklarını mı sandılar?. Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah,
gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir” (Ankebût 2-3).
İyiliğe ermek; -yazımıza
başlarken de belirttiğimiz Bakara 177. âyette de söylendiği gibi-, aktif-pratik
anlamda “infâk” ile başlar. Allah bunu başka bir âyetinde şu şekilde emreder:
“Sevdiğiniz şeylerden infâk edinceye kadar aslâ
iyiliğe eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir” (Âl-i İmran 92).
Günümüzde görüldüğü üzere,
insanları iyilikten yâni eylemden-amelden alıkoyan şey, infâksızlıktır. Bütün
nifaklar infâksızlıktan doğar. Bu nifaklar iyiliği blôke eder. Kapitâlizmin
insanlar arasında oluşturduğu maddî-mânevi uçurumlar ancak infâk ile ortadan
kalkar ve müslümanlar “eski günler”deki gibi yeniden kardeş olurlar.
Gerçek iyilik;
bilgi-bilinç-eylem süreciyle başlar, devlet-medeniyet ile sonuçlanır ve cenneti
kazanmakla nihâyet bulur. Îman, bir iyiliktir ve sürekli olarak iyiliğe
yönlendirir. Îman eyleme yâni “gerçek iyiliğe” meyyâldir ve bu meyil hicret ve
cihadla kemâle erer. Zîrâ hayat, îman, hicret ve cihadtır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder