İslâm’a göre en
doğal-normâl ve insanların en iyi bileceği ve yapabileceği iş, tarım ve
hayvancılıktır. Zîrâ tarım ve hayvancılık, fıtrata da en uygun olan iştir.
Tarım ve hayvancılık toplumu-medeniyeti, insanlığın gördüğü ve göreceği en
ileri bereket ve medeniyet seviyesidir. Öyle zannedildiği ve birilerinin
yutturmaya çalıştığı gibi, sanâyi çağı bir gelişmişlik değildir, tam-aksine
belki de bir zulümdür. Gelişmişlik, insanın huzurlu olmasıyla ve kendini
güvende hissetmesiyle alâkalıdır.
Tarım ve hayvancılık
toplumu-medeniyeti, insanlığın gördüğü ve göreceği en ileri bereket ve
medeniyet seviyesi olduğu için, İslâm Ülkesinde yaşayan bir mêmur bile,
bahçesinde bilumum sebze-meyvesini üretir. Tabi aynı-zamanda üç-beş tavuğu da
bulunur.
İslâm hükümlerine
dolayısı ile fıtrata göre İslâm ülkelerinde, tarım alanında sûni hiç-bir tohum
ve ürün kullanıl(a)maz. Tohumlar yine ürünlerden elde edilen tohumlardır. İslâm
ülkelerinde doğru ve düzenli sulama sistemleri geliştirilmiştir. Bir kuraklık
durumunda tarlalara susuz kalmaz. Çiftçiler yaptıkları işleri aynı-zamanda
bilinçli yaparlar. Her köyün yada yerleşim yerinin “devlet mêmuru” olan bir
ziraat mühendisi bulunur. Doğru tarım uygulamaları nedeniyle toprak verimi
yüksek olduğu için, çiftçilerin ürettikleri ürünler en yüksek seviyeyedir yada
ona yakındır. Üretilen tarım-hayvancılık ürünleri müslümanların ihtiyâcından
kat-kat fazla olduğu için yurt-dışına ihrâç edilir. Zâten en fazla ihrâcat da
tarım alanındadır.
İslâm ülkelerinde
dağlar-ovalar ağaçlarla doludur. Bu ağaçlandırma görevi devlet tarafından
çiftçilere verilmiştir. Çiftçiler bu işi yapmakla yükümlüdürler. Bu iş aslında
çiftçilere uzun vâdede yarar sağlayan bir uygulamadır. İslâm’ın her tavsiye ve
emrinin kısa-uzun vâdede yarar getirmesi kaçınılmaz olduğu için, bu işin
sonunda da yarar vardır. Müslümanlarda ata-sözü hâline gelmiş bir söz vardır:
“Yağmur istiyorsan ağaç dik, zenginlik istiyorsan çocuk yap”. Çünkü Allah’ın
sistemi olan sünnetullaha göre, bir yerde ağaç varsa oraya yağmur yağar. Yâni
her ağaç yağmuru celb eder. Her doğan çocuk da rızkıyla gelir. Allah her çocuk
için bir rızık ayıracağından, o çocuğun doğduğu evin rızkı doğal olarak
çoğalır. İşte bu yüzden müslüman çiftçiler her yere ağaç dikerek yağmuru
çağırmış olurlar. Bu “fiîli bir duâ”dır aynı-zamanda. Böylece yağmur yağışı
fazlalaşır ve bir İslâm ülkesinde neredeyse hiç su sıkıntısı yaşanmaz. Bunda,
suyun isrâf edilmemesinin de etkisi vardır tabi. Tabî ki Allah, kânunlarının
bağımlısı değil, yaratıcısıdır.
İslâm’a göre bir
arâzinin/tarlanın ekicisi/emânetçisi eğer tarlayı üç sene ekmezse, o tarla
artık başkasına verilir. Tarlayı kullanma-hakkı/emânet artık yeni sâhibinin
olur. Hz. Muhammed (s.a.v.): “Kim bir ölü toprağı ihyâ ederse, o toprak onun
olur” demiştir. Bu kural İslâm ülkesinde de uygulanır.
Hemen-hemen her tür ürün
yetiştirilir İslâm ülkelerinde. Hattâ bâzı ürünler sâdece küçük çaplı olarak
zevk için üretilir. Bâzı İslâm ülkelerinde tropikal meyveler dâhil her tür
meyve yetiştirilebilir. Her tür bitki, ihrâç edilecek oranda üretilebilir.
İslâm ülkesi bir “tarım ülkesi” görünümündedir.
Narh’ı Allah koyar. Bu,
yağmurun az/çok yağması yada çeşitli doğa olayları nedeni ile ürünlerin az yada
çok olmasıyla olur. Fakat ürünün az yada bol olmasından kaynaklanan fiyatların
yükselmesi yada düşmesi herkes içindir. Yoksa Allah (hâşâ) narhı “sâdece bir
kesim” için koymaz. Sâdece gariban için koymaz. Fiyatlar yükseldiğinde sâdece
bir kesimi etkilemez bu durum. Malın az olması, birilerinin o maldan faydalanıp
diğerlerinin faydalanamaması şeklinde gerçekleşmez. Herkes bir önceki sene
bol-bol alabildiği şeyi, o yıl az miktarda alabilir sâdece.
İslâm ülkelerinde
hayvancılık bir başka gelir ve zenginlik kaynağıdır. Her çiftçinin bir-kaç inek,
koyun-kuzu ve tavukları vardır ama, esas işleri tarım olduğu için hayvancılık
işini sâdece kendi ihtiyaçları kadar yapabilirler. Hayvancılık işi başlı-başına
bir iş olduğu için, tarım yapan hayvancılık, hayvancılık yapan da tarım yap(a)maz.
Kendilerine göre bir-kaç bir şeyler vardır tabî ki.
Allah’ın, hayvanları
insanların yararı için yarattığını iyi benimsemiş olan müslümanlar, hayvanlara
çok iyi bakarlar ve bu işten iyi anlarlar. Ustalıkla yaparlar bu işi. Her köyde
yada yerleşim yerinde bir baytar (veteriner) bulunur. Hayvancılık yapanlar bu
konuda çok bilgilidirler. Hayvanlara kötü muâmele yapıl(a)maz. Hayvanlara aşırı
yük ve iş yüklenip de gereksiz şekilde zorlanamaz. Hayvanların yaşadıkları
yerler çok temiz tutulur. Hayvanlardan süt, süt ürünleri, yün ve deri elde
edilir ve bu mâmüller işlenir. Deri işlemeciliği müslümanların çok iyi bildiği
işlerdendir ve çok mâhirdirler bu sanatta. Ürettikleri deri ürünlerini ihrâç da
ederler.
Denizlere kıyısı olan
ülkelerde denizciliğin olmaması düşünülemez. İslâm’da da denizciliğe çok önem
verilmiş ve bu konuda eğitimler yapılmıştır. Denizciliğin en önemli ürünü
kuşkusuz ki balıktır. Denize kıyısı olan İslâm ülkelerinde de balıkçılık
yapılır ve deniz ürünleri yurt içine ve dışına pazarlanır. Denizi iyi kullanmak
önemlidir. Bu yüzden balıkçılar balıkların soyunu kurutacak kadar balık
avlayamazlar. Cuma günleri ve yılın iki-üç ayında avlanmak yasaktır. Balıkçılar
kendi balıklarını kendi tekneleriyle tutabilir, kendileri pazarlarda
satabilirler. Çok küçük balıkları geri denize bırakır müslüman balıkçılar.
Avlanan deniz ürünleri isrâf edilemez. Gereksiz avcılık yapılmaz-yapılamaz.
Denizlerin kirletilmesi
çok büyük suçtur İslâm ülkelerinde.
Özellikle balıkçılar denetlenir bu konuda. Denizlerin hemen yanlarına
yerleşim-yerleri kurulamaz. Yerleşim-yerleri denize en az 1
km . uzakta olmalıdır. Doğal kumsala dokunulamaz. Doğal olarak taşlık
olan yerler de varsa ve bu yerlere de yine bir zarûret yoksa dokunulamaz. Doğallığı
bozmak günah, suç ve ayıptır İslâm’da. 25-30 metrelik kumsaldan sonra ağaçlar
dikilmiştir deniz kenarlarına. Buralara kimse her-hangi bir yapı yapamaz.
Yazları yüzmeye gelenler ancak çadır yada seyyar başka barınaklar kurabilirler.
Ancak vilâyetlerde, ticâret gemilerinin yüklerini boşaltması ve yüklemesi için
kurulmuş limanlar olabilir. Ticâret canlı olduğu için bu limanlar biraz
büyükçedir. Bâzı özel tekneler için küçük tekne sığınakları da vardır. Deniz
çevresi düzenlemiştir ve insanların gezmesi için kayıklar ve gemiler seferler
düzenlerler. Müslümanlar genelde lüksü sevmedikleri için öyle büyük yatlar ve
gemiler edinmezler. İslâm’da lüks mal hem yoktur hem de günah, yasak ve
ayıptır. Dînen de haram olarak görürler lüks tüketimi. “Bir mal lüks ise, demek
ki büyük bir çoğunluk o mala ulaşamıyor, eeee, kime lüks ki” düşüncesi hâkimdir.
Balıkçıların ve bâzı deniz-severlerin küçük gemileri ve tekneleri bulunur.
Ülkeye en çok turist gemiyle geldiği için her şehrin bir tâne büyük iskelesi/limanı
vardır.
İslâm ülkelerinin
bâzılarının etrafı denizlerle çevrili olduğu ve çoğu yerin denize kıyısı
bulunduğu için, müslümanlar denizle iç-içe yaşarlar. Tabi bu durum tüm müslümanların
Peygamberin de tavsiyesi ile yüzmeyi bilmesi demektir. Yaz-aralarında deniz
çevresinde çadırlar kurulur ve insanlar buralarda bir-kaç gün geçirirler. Daha
uzun zaman kalan deniz-âşıkları da vardır. Ülkeye gelen misâfirler de bu
nimetten faydalanabilir. Denize ancak tesettüre uygun giyinmek şartıyla
girilebilir. Denizlerin “şeytanın bir merkezi” hâline getirilmesine izin
verilmez. Gelen misâfirler bu yönden kendilerine göre “sıkıntı” yaşasa da,
misâfirin hatırından ziyâde, Allah’ın hatırı önemli olduğu için bu kural
olmazsa-olmaz şartlardandır. Gelen turist bayanlara, çarşıda-pazarda müslüman
kadınlar gibi giyinmeleri yada başlarını örtmeleri şart koşulamaz. Fakat
müstehcen ve dikkat çekici bir şekilde giyinmelerine de müsâde edilmez. Müslümanlar
denize-özel giysiler (haşama) üretmişlerdir ve bu kıyâfetlere de çok
alışkındırlar. Bu yüzden müslümanlar bu kuraldan rahatsızlık duymazlar.
İslâm ülkelerinde denize
kıyısı olan her vilâyette bir tâne tersâne bulunur. Büyük ticâret gemileri
yapan müslümanlar, bu sâyede ülkelerine zenginlik taşırlar. Burada ihtiyaç
duyuldukça yeni gemiler inşâ edilir ve yıpranmış gemilere bakım yapılır. Deniz
askerlerinin kışlaları da denize 1 km . uzakta olmasına
rağmen, askerlerin çoğu karadan 5 mil uzakta demirlemiş
gemilerde kalırlar.
Su-altı araştırmaları
yapılır. Allah, denizlerin içinde de “âyet”ler yarattığı için müslümanlar deniz
dibini araştırırlar ve buralarla ilgili fotoğraflar çekerler ve belgeseller
yaparlar. İnsanlar denizi seyretmeyi çok severler. Çünkü deniz, huzur
vericidir. Durgunluğu ayrı güzel, hırçınlığı ayrı güzeldir. İnsanların hem
karnını, hem gönlünü doyurur Allah’ın yarattığı denizler.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder