İslâm ülkelerinde ham-madde
sıkıntısı olmadığı için endüstri çok çabuk gelişmelidir. Tekstil, ayakkabı,
metâl sanâyi, ağaç sanâyi, inşaat sanâyi vs. tüm endüstri kurumlarını
besleyecek ham-madde bulunur çünkü İslâm coğrafyasında.
İslâm ülkesinde endüstri-sanâyi
kurumları İmam’a bağlı endüstri vekili tarafından denetlenir. Dış-pazarlar
ekonomi vekili ile berâber bu vekil tarafından organize edilir. İç-pazarlar
doğal olarak oluşur zâten. Üretilen ürünler en fazla iki kalite olabilir. Bu
iki kalite de kendi içinde en fazla yedi model olabilir. Sınırsız çeşitlilik
budalalığı yoktur İslâm’da ve çeşitliliğin çok fazla olmasını şeytanın bir
taktiği olarak görür müslümanlar. Şeytânî kişilerin, insanları bu çeşitlilik sayesinde
alış-veriş manyağı hâline getirdiklerini düşünürler. “Sınırsız çeşitliliği
insanlara zarar vermeden ancak Allah yapabilir” derler. Aksi durumu “vahşî
kapitâlizm” olarak değerlendirirler. Kapitâlizm, tüketimin artmasını sağlayacak
ürünün çeşitli olması yöntemine dayanır. Müslümanlar sınırsızlığı sevmez. Neye
ihtiyaçları varsa onun peşine düşerler. Peşine düştükleri “ihtiyaç”larıdır,
“ihtiras”ları değil. Zarûrî ihtiyaçlarını yeterli görürler. Sokrates’in pazarda
gezerken söylediği: “Pazarda ne kadar çok şey var, hiç işime yaramayacak” sözü dilden-dile dolaşır. Gerçek
ihtiyaçların aslında sâdece bir-kaç şeye dayandığını, gerisinin ise gerçek
ihtiyaçlar olmadığının farkındadırlar. Misâl olarak da: “yemek,
sâdece bir-kaç türde ve şekilde yenmeli ve kimse bunu dert edilecek bir durum
olarak görmemeli, zâten bin çeşit yemek olsa bunu kimse yiyemez” derler.
Üretilen her bir ürün en fazla iki kalite olabilir, bu iki kalite de en fazla
yedi model olabilir demiştik. Bu yedi model de en fazla yedi renkte olabilir.
Yâni İslâm’da, meselâ bir ütü sâdece iki kalite, yedi model olarak ve yedi
renkten meydana gelebilir. Burada bir “mutlak komünizm” yada her-hangi bir
baskı aramak abes olur. Çünkü bakınca ortada 98 çeşit ütü vardır ve bu,
çeşitlilik açısından iyi bir sayıdır. Tabi bu kural İslâm’ın net bir kuralı
olmadığı için katı bir şekilde uygulanmaz. Çünkü bu konuda İslâm’da kesin
sınırlar-hatlar yoktur. Doksansekiz değil de doksandokuz ya da doksanyedi olsa
kimse bu durumu çok anormâl karşılamaz. Sâdece bir önermedir bu kural aslında
ve daha çok ağır mallarda ve beyaz eşyâda uygulanır. Bu önermenin yapılmasının
nedeni, müslümanların sınırsızlığı sevmemeleri ve “maddî şeyleri sınırsızca çoğaltanlar ve
tüketenler; düşünceyi, tefekkürü, hikmeti, adâleti, eşitliği, vs.
üretemez ve çoğaltamazlar” demeleridir.
Üreticiler ürünlerini en
fazla iki kalite olmak üzere üretebilecekleri için hileye baş-vurmaya gerek
duymazlar. Zâten baş-vuramazlar da sıkı denetim yüzünden. Sıkı bir denetimin
olması ise, üreticilerin bozuk tabiatlı olmasından değil, halkta güven oluşması
içindir.
İslâm’da sermâyedar
denilen kesim yoktur. Zâten ağır sanâyi üretimi devletin elindedir. Gerçek
sermâyedar “devlet”tir, yâni “halk”tır. Devletin geliri arttıkça bu artıştan
hem müslümanlar, hem de diğer ülkelerdeki mazlum halklar nasiplenir.
Devlet-kapitâlizmi de yoktur İslâm’da. Devlet de elinde tutmaz/tutamaz parayı.
Hem yeni yatırımlar yapar hem de tüm Dünyâ’da ihtiyaç sâhipleri için harcar.
Mü’minler parayı-malı-mülkü emânet olarak gördükleri için emâneti
sâhiplenmezler/sâhiplenemezler. İslâm ülkelerinde sanâyici vardır ama bu
kişiler büyük sermâyedar değillerdir ve olamazlar da. Çünkü İmam-Halife
önderliğindeki içtihat kurulu, sanâyicilerin üretim kapasitelerini kesin
çizgilerle olmasa da belirlemiştir. Serbest piyasa ekonomisi yada katı piyasa
ekonomisi yoktur İslâm ülkelerinde. Satılan ürünlerin fiyatları %10’luk bir
farkı aşamaz. Yâni bir yerde on lira olan bir ürün diğer yerde ancak onbir lira
olabilir. Ulaşım-kargo mâliyetlerinden dolayı. Kimseye sınırsız üretim izni
verilmemiştir. Çünkü bu sınırsızlık ancak kapitâlist ülkelerde olur. Sınırsız
üretilen bir ürünün satılması için mecbûren tüketilmesi gerekeceğinden, bu
tüketimi çığırından çıkarmak gerekecektir. Kapitâlizmin yaptığı budur. “Sermaye tek elde toplanmasın” emri
gereğince kimse belli bir büyümeyi geçemez. Zâten din de buna belli ölçüde
engel olur. Çünkü ne kadar gelir varsa o kadar vergi, zekat, hayır vs. vardır.
Meselâ İslâm’da bir sanâyici, zekatını, sadakasını, vergisini vs. verdikten
sonra, kendisine düşen belli bir yerin belli bir oranda; yol, su, eğitim, iş,
asker vs. işlerini üstlenmesi gerekir. Tabî ki bu durum o sanâyicinin her ne
kadar ortalama halktan daha fazla gelire sâhip olsa da, belli bir sınırı
aşmasına engel olur. Aslında bu kişiler de İslâm ahlâkıyla yetiştikleri için bu
işleri seve-seve ve zevk alarak yaparlar. Şeytanın bu konuda onlara galebe
çalması belli eğitimlerle engellenmiştir.
İslâm’da ihrâcât ithâlâtın
on katı fazla olmalıdır. Müslümanlar hemen her-şeyi üretebildiklerinden, çok da
fazla bir şeye ihtiyâcı olmadığı için ithâlâta gerek de duymazlar. Lâkin diğer
ülkelerle gerek iyi ilişkilerini sürdürmek için, gerekse de oralara has ürünler
kendilerinde bulunmadığı için ithâlat da canlıdır İslâm ülkelerinde. İslâm
ülkeleri neredeyse Dünyâ’nın tüm ülkeleriyle alış-veriş hâlindedir. Kendine has
sanâyi ürünleri vardır. Sanâyiciler o konuda uzman elamanlarıyla hem yeni
ürünler üretirler, hem de kaliteyi arttıracak çalışmalar yaparlar.
İslâm ülkelerinde insanlar,
bir şeyi almada “ihtiyaçta zarûret” prensibini benimsediklerinden dolayı,
sanâyici de bu prensibi doğal olarak benimser. Üretim-merkezli
tüketim değil; tüketim-merkezli bir üretim anlayışı vardır. Bu nedenle haddinden
fazla üretim yoktur İslâm ülkelerinde. İhtiyaç kadar üretim yapılır. İç ve dış
pazarın talebi kadar üretim yapılır. Böylece stokçuluğun önüne geçilmiş ve
şeytanın kullanabileceği bir kapı daha kapanmış olur. Haciyyat ve tahsiniyyat
denen “gerekli olan” ve sâdece “güzel olduğu ve beğenildiği için” alınması
meşrû olan ürünler de üretilir ve alım-satımı yapılır. Fakat bu konuda haddi
aşmamaya özen gösterilir.
Dünyâ’nın değişik
yerlerinde çıkan yeni bir ürün, “içtihat kurulu” tarafından alınması
onaylandıktan sonra İslâm ülkelerine girebilir. Ne-idüğü belirsiz ve kısa-uzun
vâdede yararı olmayacak, hele-hele zarar vermesi kaçınılmaz olacak ürünler ve
ham-maddeler alınamaz ve sanâyiciler tarafından kullanılamaz-üretilemez.
İslâm ülkeleri hem kendi
içinde hem de dış ülkelere yönelik ham-madde ve ürün satışlarında kâr marjı en
fazla %35 olabilir. Sanâyiciler makinelerinin %90’ını kendi ülkelerinden temin
ederler. Sanâyiciler ülkeyi dışa-bağımlı hâle getirmemekle de görevlidirler.
Dışarıyla iş yapılabilir ama “dışa-bağımlı” yapılmamalıdır ülke. Çünkü
dışa-bağımlı olan bir ülkenin ipleri de dışarıda demektir. Bu önlemi almak
sanâyici-devlet ikilisine düşer.
Doğal ve normâl olarak endüstri
en çok tarım alanında gelişme gösterir İslâm ülkelerinde. Çünkü müslümanlar,
“bir ülkeye araba ille de lâzım değildir ama besin ürünleri olmazsa-olmazdır” diye
düşünürler. Ülkede ağır-sanâyi devletin elindedir. İslâm ülkelerinde
hemen-hemen tüm fabrikalar kurulmuştur. Bu fabrikalar çok büyük fabrikalar
değildir. Üretmek isteyenin ürettiğini satabileceği ve işini devâm
ettirebileceği alan büyük fabrikalar tarafından daraltılamaz ve kapatılamaz.
Bir fabrika sâdece tek bir dalda üretim yapabilir. Alâkasız iki mal aynı
fabrikada üretilemez. Sandalye üreten bir fabrika sâdece çeşitli sandalyeler
üretebilir. Meselâ yanında bir de makas-bıçak üretemez.
İslâm
ülkesinde-ülkelerinde olması gereken endüstri-sanâyi anlayışı bu şekilde ya da
buna benzer bir şekilde olmalıdır.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder