Atom-altı parçacıklardan başlayıp molekül düzeyine; oradan, proteinin
çok karmaşık yapısından eşsiz bir fabrika olan hücreye; daha sonra gerek bitki
ve hayvan ve gerekse mükemmel bir varlık olan insana kadar canlılık sürecinde mükemmel
bir komplekslik göze çarpar. Hem de bu komplekslik “indirgenemez bir
komplekslik”tir. Öyle ki; bu yapılarda oluşacak mikro-boyutta bir eksiklik bile
o yapının daha başlamadan bitmesine neden olur.
İndirgenemez komplekslik nedir?. Michael Behe, “indirgenemez kompleks” (irreducible complex)
sistemi şöyle târif eder:
“Temel bir işleve katkıda bulunan, hayli
uyumlu, etkileşim içinde olan parçalardan oluşmuş ve her-hangi bir parçanın
çıkarılması durumunda sistemin işlevinin fiilen sona erdiği bir sistemdir.
Daha genel bir ifâdeyle “indirgenemez kompleks” bir sistem, bir-birleriyle
etkileşim içinde olan ve her-hangi birinin çıkarılması durumunda sistemin artık
çalışmayacağı öğelerden oluşan sistemdir”.
“Canlı”
dediğimiz organizma, değişik işlevli organlarıyla koordine edilmiş bir
bütündür. Bir parçasında oluşan bir aksaklık organizmanın tümünün işleyişini
etkiler. Bilim-felsefecisi Caner Taslaman:
“Canlıların vâr olması için gerekli olan
şartlar sıradan şartlar değildir. Ancak çok-çok kritik değerlerin seçilmesi
sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. Evrende
canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde
olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında
olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı. Evrende mevcut
olan bu hassas ayarların “hepsinin birden” gerçekleşmesiyle ancak
canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. Bütün olasılıkların çarpımının,
amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. Canlılığın
varlığının, bir-kaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık
değildir” der.
Bilindiği gibi
canlı organlardan biri olan gözün bütün parçalarının aynı-anda şekillenmesi
gerekir. Zâten diğer bütün organların da aynı-anda şekillenmesi gerekir.
Aslında doğada her-şey böyledir. Kâinât da süper-kompleks bir yapıya sâhip
olduğu için, bütün materyâllerinin aynı-anda şekillenmeleri gerekir. Aynen
“göz”de olduğu gibi. Yâni, böylesi bir özellik ancak “mükemmel” olunca işe
yarar ki bu da bu özelliğin indirgenemez kompleks yapısını gösterir
Ayhan Küflüoğlu, indirgenemezlik üzerine şunları söyler:
“İndirgemeci ve analizci bilim-metodu, eşyâyı en
küçük parçalara ayırmak sûretiyle gerçeğe ulaşabilmeyi ümit eder. Ancak, bir bütünün kendi
parçalarının toplamından daha fazla bir
şey olması durumunda indirgemeci metot
ciddî bir problemle karşı-karşıya gelir.
Meselâ,
düşünme/akletme faaliyeti sinirler-arası bir etkileşim
şeklinde fiziksel bir olaya indirgenemez (cognitive scientists); çünkü, ortada bir ‘akleden’ vardır. Tersinden söylersek, bir-takım sinir-hücrelerini bir-araya getirerek ne
yaptığının şuurunda olan akıllı veyâ akleden bir varlık elde
edemezsiniz. Açıklama bakımından şöyle bir
misâl
üzerinde de düşünebiliriz: Bir bilgisayar
netîce îtibârı ile elektronik parçalara indirgenebilir ve bu parçaların
toplamı yine size bir bilgisayar verebilir. Fakat, tüm canlıların temel yapı-taşlarının atomlar
olduğunu çok iyi bilmemize rağmen, en
basit yapıya sâhip bir canlının bile atomların
bir şekilde yan-yana getirilmesi yoluyla üretilmesi
mümkün değildir. Çünkü ‘hayat’, bir-takım molekül-gruplarının toplamından
çok daha fazla bir şeydir. Kısacası, bilimin kendisine konu edindiği olaylar
salt fiziğe indirgenerek açıklanabilecek kadar basit değildir ve parçaların toplamı sembôlik olarak ifâde edilen formüllerden daha fazla mesaj ihtivâ eder”.
Canlılığın
indirgenemez kompleks yapıları, bu yapıların yavaş-yavaş evrimleşmesine ve
doğal seleksiyon ile bir süreçte bir mekanizma olarak işlemesine izin vermez.
Çünkü bu yapılar daha basit parçalara bölündüklerinde işlevlerini yerine
getiremezler ve yaşanmasını mümkün kılacakları canlıyı vâr edemezler.
Canlılıkta gözlemlenen şey, hepsinin mükemmel işleyişe sâhip
olmalarıdır. Bu mükemmel işleyişin oluşabilmesi için de bir-anda yaratılmış
olmaları gerekir, Spontan(e)
(âniden oluşan, birden-bire) bir şekilde oluşması şarttır. Aksi-takdirde, söylediğimiz gibi;
kompleks-mükemmel yapılarına kavuşamadan yok olacaklardır. Demek ki Allah bütün
canlılığı bir-anda ve mükemmel olarak yaratmıştır. Doğrudan, hiç-bir
araç ve aracı kullanmadan yaratmıştır. Öyleyse
“canlılık nasıl başlamıştır” sorusuna verilecek cevap: “Topluca, âniden ve
bir-anda yaratılmış” cevâbı olacaktır.
Şimdi de Dünyâ-dışı bir ortam için aynı mantığı kuralım.. Bilindiği gibi
Güneş Sistemi; bir yıldız, dokuz gezegen, (gerçi
kaç tâne olduğuna bir türlü karar veremediler ya)! bu gezegenlerin
uyduları, gök-cisimleri gibi materyâllerden oluşur. Bu sistemi detaylı olarak
incelediğimizde; bütün gezegen, uydu ve gök-cisimlerinin; bulunduğu yerler,
sâhip oldukları hızlar, yoğunlukları, büyüklükleri, Güneş’e olan uzaklıkları,
jeolojik yapıları, kendi ve Güneş etrâfında dönüş yönleri ve hızlarının, özel
olarak ve tam da olması gerektiği gibi olduğunu görürüz. Bu durumlarındaki en
ufak bir değişiklik ve eksiklik bu sistemin kaosa sürüklenmesine neden
olacaktır. Meselâ; Dünyâ, Güneş’e biraz daha yakın yada uzak olsa, Dünyâ’nın
bütün dengesi ve yapısı bozulur ve içinde yaşanamaz bir hâle gelirdi, (çekim ve
anti-çekim’den dolayı). Diğer gezegen ve uydularda olacak olası ufak bir
değişiklik bile Dünyâ’nın düzenine zarar verirdi. Çok küçük bir işlem hatâsı tam tersi bir
sonuç verebilirdi. Yâni bu sistem de tam
olması gerektiği gibi şekillenmiştir.
Görüldüğü gibi;
canlılıktaki kompleksliğin aynısı kâinât için de geçerlidir. (Aslında evrenin
yaratılması insanın yaratılmasından daha büyüktür. Yâni evren insandan daha
komplekstir). Kâinâtın oluşmasının olasılığı ve mükemmelliği tıpkı bir proteinin
oluşmasındaki hassasiyet gibidir. İşte tüm bu yapıların bu yüzden aşama-aşama
olması imkânsızdır. Değişimlerin küçük ve yavaş-yavaş olmasıyla, büyük ve hızlı
bir şekilde olması fark etmez. İkisinde de aynı sonuçla karşılaşılır. Bu
nedenle de bir-anda yaratılmaları şarttır.
Şöyle bir
iddiam var...
Bu mükemmel kâinat döngüsü çok
hassas oranlarda-kriterlerde düzenini korur. Öyle ki; evrendeki galaktik düzen,
Samanyolu Galaksisi’nin dengesine bağlıdır. Samanyolu Galaksisi’nde oluşacak en
ufak bir yalpalanma, galaktik kümelerin ve en sonunda evrenin kendisinin
bozulmasına yol açacaktır. Samanyolu Galaksisi de bu düzenini Güneş Sistemi’ne
borçludur. Güneş Sistemi’nde meydana gelecek ufak bir yalpalanmada Samanyolu
Galaksisi’nin düzeni de bozulacaktır. Güneş Sistemi’miz ise düzenini Dünyâ’nın
varlığına borçludur. Dünyâ’nın yörüngesinde yada yapısında meydana gelecek olan
olası bir düzensizlikte Güneş Sistemi olumsuz şekilde etkilenecektir. Dünyâ’nın
düzenini korumasına gelince; bu da insanın varlığı sâyesinde olur. İnsanın
tasavvurunda ve dolayısıyla amel ve eyleminde meydana gelecek bir bozulmada,
kısa yada uzun vâdede insan yıkıma uğrayacaktır. İnsan yıkıma uğrayınca da
Dünyâ yıkıma uğrayacaktır. Bunun sonucunda ise Güneş Sistemi bozulmaya
başlayacaktır. Ve en nihâyetinde insan da mevcut düzenini mânevi yapısını
oluşturan fıtrata borçludur. Vahyi göz-ardı ederek fıtratına aykırı bir yaşamı
seçtiğinde çok da uzun olmayan süreler içinde insan ve insanlık fesada
uğrayacaktır. Bu fesat da yıkımı getirecektir. Çünkü insan aslında bütün
enerjisini ve dengesini mâneviyatından alır. Bu silsile; Dünyâ insandan, Güneş
Sistemi Dünyâ’dan vs. diye gider.
Şimdi;
kırılmayla başlayan ve en sonunda kaosla sonuçlanan bozulma serüvenini kısaca
anlatacak olursak:
Vahiy göz-ardı
edilerek yaşandığında ilk önce insan, insanın bozulmasından Dünyâ, Dünyâ’nın
bozulmasından Güneş Sistemi, Güneş Sistemi’nin bozulmasından Samanyolu
Galaksisi, Samanyolu Galaksisi’nin bozulmasından Samanyolu Galaksisi’nin de
içinde bulunduğu galaktik küme, bu galaktik kümenin bozulmasından diğer
süper-kümeler ve en nihâyetinde de kâinat yıkıma uğrayacaktır. Zîrâ tüm varlık
“indirgenemez bir süper komplekslikte yaratılmıştır. Budha:
“Cehâlet ve günahlar artınca, yalnızca insan hayâtı kısalmaz,
evren de bozulmaya yüz tutar” der.
Türklerin eski
dinleri olan Tengricilikte; Tengriciler, doğaya çok önem verirler. Doğada bir
dengenin olduğuna, bu dengenin değiştirilmesi durumunda insanların ve diğer
canlıların zarar göreceklerine inanılır.
Kâinat ve insan
mükemmel bir uyum içerisindedir. Bu unsurlardan birinin eksikliğinde bu uyum
bozulur. Bu yüzden birinin öbüründen daha önce yada daha sonra yaratılmış
olması, uyum bozulacağından dolayı kaosun çıkmasıyla sonuçlanır. Tabî ki bu
uyumun Allah’ın dilediği zamana kadar korunması en temelde Kur’ân=Vahiy ile
olur.
Kâinâtın/bütünün parçalarıyla arasında sımsıkı bir bağ vardır. Kâinâtı
bu bağ anlamlı kılar. Bu durumda mevcut
yapılar aşama-aşama, ilkellikten mükemmelliğe doğru gelişmiş olamaz. Çünkü
mükemmelliğe ulaşamamış bir yapı eksik kalacaktır, eksik kalacağı için de
şekillenemeyecektir. Bu mükemmel sistem aşama-aşama yaratılmayla çalışamaz,
çünkü ara-aşamaların hiç-biri bir işe yaramaz. Bu, kâinâttaki bütün varlık için geçerli olan bir kuraldır.
İlkellikten mükemmelliğe doğru bir gidiş olduğu düşünüldüğünde,
insanın da ilkelken mükemmelliğe doğru gittiği sonucu doğar ki Evrim Teorisi
bunu savunur. Oysa insan Âdem-Havva’dan bêri ilkel insan değildir. İnsan hiç-bir
zaman ilkel olmamıştır, (belki modern zamanlarda bir “ilkellik”ten
bahsedilebilir). Batı-anlayışı, insanın ilkelden mükemmele doğru gittiğini
düşündüğünden, evrenin de ilkellikten modernliğe doğru gittiğini varsaymış ve
teorisini/teorilerini bu anlayışla geliştirmiştir. Big-Bang denen teorinin
felsefesini de bu anlayış oluşturur. Oysa Allah bir şeyi yaratmak istediğinde o
şeye yalnızca “ol” der ve şey de hemen
oluverir.
Materyâlist bilim, evreni ve insan hayâtını anlamsız
gösterme telâşındadır. Bu yüzden evrene parçacı bir yaklaşımla yaklaşırlar.
Çünkü tamamlanamamış parça hâldeki bir yapı eksik olduğundan dolayı
aynı-zamanda anlamsızdır da. Oysa indirgenemez kompleksliğe göre bu anlamsız
durum kâinâtta hiç-bir zaman yaşanmamıştır. Çünkü bu varlığa (kâinâta) anlam
verilmediği bir “an” hiç-bir zaman olmamıştır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder