10 Şubat 2016 Çarşamba

İndirgenemez Komplekslik

 

Atom-altı parçacıklardan başlayıp molekül düzeyine; oradan, proteinin çok karmaşık yapısından eşsiz bir fabrika olan hücreye; daha sonra gerek bitki ve hayvan ve gerekse mükemmel bir varlık olan insana kadar canlılık sürecinde mükemmel bir komplekslik göze çarpar. Hem de bu komplekslik “indirgenemez bir komplekslik”tir. Öyle ki; bu yapılarda oluşacak mikro-boyutta bir eksiklik bile o yapının daha başlamadan bitmesine neden olur.

 

İndirgenemez komplekslik nedir?. Michael Behe, “indirgenemez kompleks” (irreducible complex) sistemi şöyle târif eder:

 

“Temel bir işleve katkıda bulunan, hayli uyumlu, etkileşim içinde olan parçalardan oluşmuş ve her-hangi bir parçanın çıkarılması durumunda sistemin işlevinin fiilen sona erdiği bir sistemdir. Daha genel bir ifâdeyle “indirgenemez kompleks” bir sistem, bir-birleriyle etkileşim içinde olan ve her-hangi birinin çıkarılması durumunda sistemin artık çalışmayacağı öğelerden oluşan sistemdir”.

 

“Canlı” dediğimiz organizma, değişik işlevli organlarıyla koordine edilmiş bir bütündür. Bir parçasında oluşan bir aksaklık organizmanın tümünün işleyişini etkiler. Bilim-felsefecisi Caner Taslaman:

 

“Canlıların vâr olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir. Ancak çok-çok kritik değerlerin seçilmesi sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı. Evrende mevcut olan bu hassas ayarların “hepsinin birden” gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. Bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. Canlılığın varlığının, bir-kaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık değildir” der.

 

Bilindiği gibi canlı organlardan biri olan gözün bütün parçalarının aynı-anda şekillenmesi gerekir. Zâten diğer bütün organların da aynı-anda şekillenmesi gerekir. Aslında doğada her-şey böyledir. Kâinât da süper-kompleks bir yapıya sâhip olduğu için, bütün materyâllerinin aynı-anda şekillenmeleri gerekir. Aynen “göz”de olduğu gibi. Yâni, böylesi bir özellik ancak “mükemmel” olunca işe yarar ki bu da bu özelliğin indirgenemez kompleks yapısını gösterir

 

Ayhan Küflüoğlu, indirgenemezlik üzerine şunları söyler:

 

“İndirgemeci ve analizci bilim-metodu, eşyâyı en küçük parçalara ayırmak sûretiyle gerçeğe ulaşabilmeyi ümit eder. Ancak, bir bütünün kendi parçalarının toplamından daha fazla bir şey olması durumunda indirgemeci metot ciddî bir problemle karşı-karşıya gelir. Meselâ, düşünme/akletme faaliyeti sinirler-arası bir etkileşim şeklinde fiziksel bir olaya indirgenemez (cognitive scientists); çünkü, ortada bir ‘akleden’ vardır. Tersinden söylersek, bir-takım sinir-hücrelerini bir-araya getirerek ne yaptığının şuurunda olan akıllı veyâ akleden bir varlık elde edemezsiniz. Açıklama bakımından şöyle bir misâl üzerinde de düşünebiliriz: Bir bilgisayar netîce îtibârı ile elektronik parçalara indirgenebilir ve bu parçaların toplamı yine size bir bilgisayar verebilir. Fakat, tüm canlıların temel yapı-taşlarının atomlar olduğunu çok iyi bilmemize rağmen, en basit yapıya sâhip bir canlının bile atomların bir şekilde yan-yana getirilmesi yoluyla üretilmesi mümkün değildir. Çünkü ‘hayat’, bir-takım molekül-gruplarının toplamından çok daha fazla bir şeydir. Kısacası, bilimin kendisine konu edindiği olaylar salt fiziğe indirgenerek açıklanabilecek kadar basit değildir ve parçaların toplamı sembôlik olarak ifâde edilen formüllerden daha fazla mesaj ihtivâ eder.

 

Canlılığın indirgenemez kompleks yapıları, bu yapıların yavaş-yavaş evrimleşmesine ve doğal seleksiyon ile bir süreçte bir mekanizma olarak işlemesine izin vermez. Çünkü bu yapılar daha basit parçalara bölündüklerinde işlevlerini yerine getiremezler ve yaşanmasını mümkün kılacakları canlıyı vâr edemezler.

 

Canlılıkta gözlemlenen şey, hepsinin mükemmel işleyişe sâhip olmalarıdır. Bu mükemmel işleyişin oluşabilmesi için de bir-anda yaratılmış olmaları gerekir, Spontan(e) (âniden oluşan, birden-bire) bir şekilde oluşması şarttır. Aksi-takdirde, söylediğimiz gibi; kompleks-mükemmel yapılarına kavuşamadan yok olacaklardır. Demek ki Allah bütün canlılığı bir-anda ve mükemmel olarak yaratmıştır. Doğrudan, hiç-bir araç ve aracı kullanmadan yaratmıştır. Öyleyse “canlılık nasıl başlamıştır” sorusuna verilecek cevap: “Topluca, âniden ve bir-anda yaratılmış” cevâbı olacaktır.

 

Şimdi de Dünyâ-dışı bir ortam için aynı mantığı kuralım.. Bilindiği gibi Güneş Sistemi; bir yıldız, dokuz gezegen, (gerçi kaç tâne olduğuna bir türlü karar veremediler ya)! bu gezegenlerin uyduları, gök-cisimleri gibi materyâllerden oluşur. Bu sistemi detaylı olarak incelediğimizde; bütün gezegen, uydu ve gök-cisimlerinin; bulunduğu yerler, sâhip oldukları hızlar, yoğunlukları, büyüklükleri, Güneş’e olan uzaklıkları, jeolojik yapıları, kendi ve Güneş etrâfında dönüş yönleri ve hızlarının, özel olarak ve tam da olması gerektiği gibi olduğunu görürüz. Bu durumlarındaki en ufak bir değişiklik ve eksiklik bu sistemin kaosa sürüklenmesine neden olacaktır. Meselâ; Dünyâ, Güneş’e biraz daha yakın yada uzak olsa, Dünyâ’nın bütün dengesi ve yapısı bozulur ve içinde yaşanamaz bir hâle gelirdi, (çekim ve anti-çekim’den dolayı). Diğer gezegen ve uydularda olacak olası ufak bir değişiklik bile Dünyâ’nın düzenine zarar verirdi. Çok küçük bir işlem hatâsı tam tersi bir sonuç verebilirdi. Yâni bu sistem de tam olması gerektiği gibi şekillenmiştir.

 

Görüldüğü gibi; canlılıktaki kompleksliğin aynısı kâinât için de geçerlidir. (Aslında evrenin yaratılması insanın yaratılmasından daha büyüktür. Yâni evren insandan daha komplekstir). Kâinâtın oluşmasının olasılığı ve mükemmelliği tıpkı bir proteinin oluşmasındaki hassasiyet gibidir. İşte tüm bu yapıların bu yüzden aşama-aşama olması imkânsızdır. Değişimlerin küçük ve yavaş-yavaş olmasıyla, büyük ve hızlı bir şekilde olması fark etmez. İkisinde de aynı sonuçla karşılaşılır. Bu nedenle de bir-anda yaratılmaları şarttır. 

 

Şöyle bir iddiam var...

 

Bu mükemmel kâinat döngüsü çok hassas oranlarda-kriterlerde düzenini korur. Öyle ki; evrendeki galaktik düzen, Samanyolu Galaksisi’nin dengesine bağlıdır. Samanyolu Galaksisi’nde oluşacak en ufak bir yalpalanma, galaktik kümelerin ve en sonunda evrenin kendisinin bozulmasına yol açacaktır. Samanyolu Galaksisi de bu düzenini Güneş Sistemi’ne borçludur. Güneş Sistemi’nde meydana gelecek ufak bir yalpalanmada Samanyolu Galaksisi’nin düzeni de bozulacaktır. Güneş Sistemi’miz ise düzenini Dünyâ’nın varlığına borçludur. Dünyâ’nın yörüngesinde yada yapısında meydana gelecek olan olası bir düzensizlikte Güneş Sistemi olumsuz şekilde etkilenecektir. Dünyâ’nın düzenini korumasına gelince; bu da insanın varlığı sâyesinde olur. İnsanın tasavvurunda ve dolayısıyla amel ve eyleminde meydana gelecek bir bozulmada, kısa yada uzun vâdede insan yıkıma uğrayacaktır. İnsan yıkıma uğrayınca da Dünyâ yıkıma uğrayacaktır. Bunun sonucunda ise Güneş Sistemi bozulmaya başlayacaktır. Ve en nihâyetinde insan da mevcut düzenini mânevi yapısını oluşturan fıtrata borçludur. Vahyi göz-ardı ederek fıtratına aykırı bir yaşamı seçtiğinde çok da uzun olmayan süreler içinde insan ve insanlık fesada uğrayacaktır. Bu fesat da yıkımı getirecektir. Çünkü insan aslında bütün enerjisini ve dengesini mâneviyatından alır. Bu silsile; Dünyâ insandan, Güneş Sistemi Dünyâ’dan vs. diye gider.

 

Şimdi; kırılmayla başlayan ve en sonunda kaosla sonuçlanan bozulma serüvenini kısaca anlatacak olursak:

 

Vahiy göz-ardı edilerek yaşandığında ilk önce insan, insanın bozulmasından Dünyâ, Dünyâ’nın bozulmasından Güneş Sistemi, Güneş Sistemi’nin bozulmasından Samanyolu Galaksisi, Samanyolu Galaksisi’nin bozulmasından Samanyolu Galaksisi’nin de içinde bulunduğu galaktik küme, bu galaktik kümenin bozulmasından diğer süper-kümeler ve en nihâyetinde de kâinat yıkıma uğrayacaktır. Zîrâ tüm varlık “indirgenemez bir süper komplekslikte yaratılmıştır. Budha:

 

“Cehâlet ve günahlar artınca, yalnızca insan hayâtı kısalmaz, evren de bozulmaya yüz tutar” der.

 

Türklerin eski dinleri olan Tengricilikte; Tengriciler, doğaya çok önem verirler. Doğada bir dengenin olduğuna, bu dengenin değiştirilmesi durumunda insanların ve diğer canlıların zarar göreceklerine inanılır.

 

Kâinat ve insan mükemmel bir uyum içerisindedir. Bu unsurlardan birinin eksikliğinde bu uyum bozulur. Bu yüzden birinin öbüründen daha önce yada daha sonra yaratılmış olması, uyum bozulacağından dolayı kaosun çıkmasıyla sonuçlanır. Tabî ki bu uyumun Allah’ın dilediği zamana kadar korunması en temelde Kur’ân=Vahiy ile olur.

 

Kâinâtın/bütünün parçalarıyla arasında sımsıkı bir bağ vardır. Kâinâtı bu bağ anlamlı kılar. Bu durumda mevcut yapılar aşama-aşama, ilkellikten mükemmelliğe doğru gelişmiş olamaz. Çünkü mükemmelliğe ulaşamamış bir yapı eksik kalacaktır, eksik kalacağı için de şekillenemeyecektir. Bu mükemmel sistem aşama-aşama yaratılmayla çalışamaz, çünkü ara-aşamaların hiç-biri bir işe yaramaz. Bu, kâinâttaki bütün varlık için geçerli olan bir kuraldır.

 

İlkellikten mükemmelliğe doğru bir gidiş olduğu düşünüldüğünde, insanın da ilkelken mükemmelliğe doğru gittiği sonucu doğar ki Evrim Teorisi bunu savunur. Oysa insan Âdem-Havva’dan bêri ilkel insan değildir. İnsan hiç-bir zaman ilkel olmamıştır, (belki modern zamanlarda bir “ilkellik”ten bahsedilebilir). Batı-anlayışı, insanın ilkelden mükemmele doğru gittiğini düşündüğünden, evrenin de ilkellikten modernliğe doğru gittiğini varsaymış ve teorisini/teorilerini bu anlayışla geliştirmiştir. Big-Bang denen teorinin felsefesini de bu anlayış oluşturur. Oysa Allah bir şeyi yaratmak istediğinde o şeye yalnızca “ol” der ve  şey de hemen oluverir.

 

Materyâlist bilim, evreni ve insan hayâtını anlamsız gösterme telâşındadır. Bu yüzden evrene parçacı bir yaklaşımla yaklaşırlar. Çünkü tamamlanamamış parça hâldeki bir yapı eksik olduğundan dolayı aynı-zamanda anlamsızdır da. Oysa indirgenemez kompleksliğe göre bu anlamsız durum kâinâtta hiç-bir zaman yaşanmamıştır. Çünkü bu varlığa (kâinâta) anlam verilmediği bir “an” hiç-bir zaman olmamıştır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2016 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder