10 Şubat 2016 Çarşamba

Evrende Mesâfe Ölçümleri Yanlışları


Evrendeki uzaklıkları nasıl ölçüyorlar? El-cevap: Tahminle. Zan ile.

Bir yazıda, bulunan en uzak galaksi ve mesâfesi için şunlar yazıyor:

“Dünyâ’ya 30 milyar ışık-yılı uzakta olan galaksinin, Büyük Patlama’yı izleyen döneme ışık tutması bekleniyor. Evren’in kıyısından ışığın bize ulaşması uzun zaman aldığı için, biz bu galaksiyi 13,1 milyar yıl önceki hâliyle görüyoruz. Fakat evren genişlediği için Dünyâ’ya uzaklığı 30 milyar ışık-yılı olarak hesaplanıyor. Araştırmayı yürüten ABD Texas Üniversitesi’nden Steven Finkelstein, “bu tespit ettiğimiz en uzak galaksi ve onu Büyük Patlama’dan 700 milyon yıl sonraki hâliyle görüyoruz” dedi. Uzak galaksiye z8_GND_5296 adı verildi.

Gök-bilimciler, galaksinin rengini inceleyerek Dünyâ’dan ne kadar uzakta olduğunu belirledi. Böylece bu galaksinin bu-güne kadar tespit edilmiş en uzak galaksi olduğuna karar verildi. Yeni galaksinin, Dünyâ’nın da içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisi’nin yüzde 1-2’si kadar bir kütleye sâhip olduğu ve ağır metâller bakımından zengin olduğu düşünülüyor. Bu galaksinin ilginç bir özelliği de gaz ve toz bulutlarını Samanyolu’ndan yüzlerce kat daha hızlı döndürerek hızla yeni yıldızlar oluşturması.

Açık Öğretim Üniversitesi’nden Dr. Stephan Serjeant ise, aşırı kızıl değişimler içeren galaksiler peşinde koşmanın heyecan verici olduğunu, fakat zorlukları da bulunduğunu, bir-çok uzak-galaksi iddiasının sonradan daha yakındaki yabancı yıldızlar olduğunun anlaşıldığını vurguladı”.

Oysa bir de derler ki:

“Evrende uzaklığı görüntülenebilen en uzak yapı olan kuasar ise, Dünyâ’dan 13.7 milyar ışık-yılı uzakta bulunur. Bu uzaklıktan daha uzaktaki hiç-bir şey henüz görülememiştir”.

Bu tarz manşet laflara aldanmayın. Bunlar boş gürültüden başka bir şey değildir. İnsanları oyalamak için uydurula-gelen taktiklerdir. Aslında yaptıkları ölçümler %99 yanlış ölçümlerdir. Sâdece Güneş Sistemi içindeki uzaklık ölçümleri “yaklaşık sonuçlar” verebilir. Uzak yıldızlar ve galaksiler için yaptıkları ölçümler ve bu ölçümler için kullandıkları yöntemler son derece basit ve mantıklı olmayan yöntemlerdir. Aslen belli bir uzaklıktan daha ilerideki uzaklıkların ölçülmesi imkânsızdır.

Peki gök-bilimciler uzak yıldız ve galaksileri ölçmek için hangi yöntemleri kullanıyorlar? Bu, bilimsel bir yazıda şöyle aktarılır:

“Bilinen iki yöntemi ana-hatlarıyla aktarmak gerekirse; birincisi üçgenleştirme (parallax), diğeri parlaklık ölçümü. İlkinde, Dünyâ’nın, en yakın yıldız referansımız olan Güneş çevresindeki dönüşü sırasında çizdiği yörüngenin kabaca dâiresel bir çapa sâhip olduğu kabûl edilerek bu çapın iki ucundayken yapılan yıldız gözleminden elde edilen açılar sanal üçgenin taban-açıları yerine konur ve trigonometrik çözümlemeyle ‘yaklaşık’ uzaklık bulunur. İlk yöntem belli bir uzaklıktan ötedeki yıldızlar için hassâsiyetini yitireceğinden, “parlaklık ölçümü” adı verilen ve ilk yöntemde uzaklıklarını bulduğumuz “binlerce” yıldızın parlaklıkları esas alınarak öte-yıldızların renk tayfındaki parlaklık dereceleriyle (kadir) karşılaştırmaya dayanan bir teknik kullanılır.

Olayı basitçe anlatırsak; yıldızın renginden yola çıkarak hangi sınıfta bir yıldız olduğu ve bu sâyede yaklaşık kütlesi hesaplanır. Bu özellikte bir yıldızın parlaklığının hangi mesâfede ne kadar olacağı hesaplanabilir. Bu durumda Dünyâ’ya ulaşan parlaklık belli olduğundan mesâfe ortaya çıkar. Türkçede “salt-parlaklık” denilen, orijinâli “absolute magnitude” olan ve bir yıldızın 10 parsec mesâfeye getirildiğinde hangi parlaklıkta olacağını gösteren değer (M) ve şu-anki parlaklığı (m) ile ilişkilendirilmiş formüller var. Bunlar yardımı ile uzaklık kolayca hesaplanıyor. Tabi soruyu daha da içinden çıkılmaz yapabilecek bir konu daha var. Yıldızların uzaklığı bu şekilde hesaplanıyorsa, galaksilerin uzaklığı nasıl hesaplanıyor? Burada da Hubble yasasından faydalanılıyor. Galaksilerin ortalama bir parlaklığı var, evren sürekli genişlediğinden bizim galaksimiz ve ölçmek istediğimiz galaksi bir-birlerine göre belli bir hızla hareket etmelidir. Bu da gözlenen galaksinin ışığında “kırmızıya kayma” (red shift) denilen bir etki ortaya çıkarır. Kırmızıya kaymanın oranı evren genişleme sâbiti ile ilişkilendirilip, oran bu ise bizimle bu galaksi arasında bu kadar uzaklık olmalı gibi sonuçlara varılır. Bu hesaplar uçuk ve hatâya açık görünse dâhi şu-an daha güvenilir bir yöntemimiz de yok..

Yakın çevremizdeki yıldızların uzaklıkları ‘‘Paralaks’’ adı verilen bir yöntemle bulunabiliyor. Bu yöntem keşfedilmeden önce kimse yıldızların ne kadar uzakta olduğunu bilmiyordu. Dünyâ’nın yörüngesi üzerinde birbirine en uzak iki noktadan (6 ayda bir) yapılan gözlemlerde, yakındaki yıldızlar uzak yıldızlardan oluşan fonun önünde yer değiştiriyor gibi görünürler. Bu yer değiştirme yıldızların bize uzaklığıyla ters orantılıdır..Yıldızın uzaklığı trigonometri hesaplamaları kullanılarak bulunabilir. Paralaks yöntemiyle sâdece 3.000 ışık yılı uzaklığa kadar olan yakın yıldızların uzaklıkları bulunabiliyor.

Kırmızıya kayma yönteminin düşük duyarlılığı, paralaks yönteminin de çok sınırlı bir uzaklığa kadar sonuç vermesi, bu yöntemleri kullanarak evrenin genişleme hızını, dolayısıyla da yaşını duyarlı biçimde bulmamıza yetmiyor. Bu konuda gök-bilimcilerin önemli bir silahı daha var: Sefeid değişken yıldızları. Sefeid’lerin çok önemli bir özelliği, ışıma güçlerinin “zonklama” periyotlarıyla ilişkili olmasıdır. Işıma güçleri arttıkça, periyotları da uzar. Periyodu ölçülebilen bir Sefeid yıldızının parlaklığı hesaplanabilir. Parlaklığı bilinen bir yıldızdan bize ulaşan ışıma miktârına bakılarak ne kadar uzakta olduğu bulunabilir.

Gök-bilimci Edwin Hubble, bu ilişkiyi gök-cisimlerinin uzaklıklarını hesaplamada kullanmaya başladı. Hubble, öncelikle Andromeda gök-adasının içindeki Sefeidleri gözledi ve gök-adanın uzaklığını yaklaşık olarak 1 milyon ışık-yılı olarak hesapladı. O sırada Sefeidlerin özellikleri çok iyi bilinmediğinden bu hesap hatâlıydı. Ancak yine de o zamanlar sanıldığı gibi, Andromeda’nın Samanyolu’nun içinde bir gökcismi olmadığı anlaşıldı”…

Evet; yukarıdaki yazılar bilimsel gibi görünse de aslında bilim ile alâkası yok. Dikkat edilirse tahminden/zandan başka bir şeyden bahsedilmiyor. Yapacakları başka bir şey de yok zâten. Şimdi:

1-Parallax (üçgenleştirme) yöntemi ile sâdece yakın yıldızların, o da “yaklaşık” uzaklıkları hesaplanabilir. (Aslında çok da yaklaşık değildir).

2-Parlaklık ölçümü (kadir) ile yapılacak ölçümlerde ise yanlış ölçüm kaçınılmazdır. Çünkü evrende her cisim bir diğerinden etkilenir. Bu etkilenmede en çok itim-çekimden dolayı ışıkları/parlaklıkları etkilenir. O yüzden bize, doğru ve gerçek parlaklıkları ulaşamaz.

3-Sefeid yıldızları ise, bu yıldızlar, evrendeki her cisim gibi bir değişkenliğe sâhiptir. Her-zaman aynı durumda/parlaklıkta/hızda vs. kalmazlar. Bu yüzden de her-zaman aynı sonuçları vermezler. Hem de ışığın da çekimden etkilenmesi söz-konusu olduğundan, bu ışık/parlaklık/kadir bize net olarak ulaşamaz.

4-Kâinâtta her-şey sürekli döngü-devinim hâlinde olduğundan dolayı; sürekli yer değiştirdiğinden, bir-birlerinin çekimlerinden etkilendiğinden, zamâna ve entropiye karşı mecbûren dayanıksız olduklarından dolayı her zaman farklı sonuçlar vermek zorundalar.

5-Kâinâtta hiç-bir şey biraz-önceki durduğu yerde değil. Hattâ uzaklık arttıkça, bulunduğu zannedilen yerdeki görüntüsü sâdece hayâli bir görüntü olur. Belki de çoktan sönüp gitmiştir. Yâni aslında olmayan bir şeyin ölçümü yapılıyor olabilir. Olmayan bir şeyin ölçümünün kesin, hattâ yaklaşık bir sonuç bile vermeyeceği tartışılmaz.

6-Galaksiler arsındaki mesâfelerin ölçülmesi imkânsızdır. Zîrâ (modern bilime göre) galaksiler bir-birlerinden ışık-hızına yakın hızlarda uzaklaşırlar. Bu nedenle de yayılan ışıkları bize ulaşamaz. Işıkları ulaşamayacağı için mesâfeleri de ölçülemez.

Binaenaleyh kâinâtta hiç-bir şeyin (Güneş’imizin bile) uzaklığı, dolayısıyla yaşı doğru olarak hesaplanamaz. Yapılacak tüm ölçümler, varılacak tüm sonuçlar kesinlikle doğru sonuçlar olamaz. Fakat bu bilgiler yanlış da olsa, farklı alanlarda bize ufuklar açabilir, yâni beyin jimnastiği ile geniş ve farklı düşünmeyi öğretebilir ancak. Sâdece böyle bir değerleri ve kıymetleri olabilir. Yoksa yanlış sonuçlar verdiği için bilimsel bir kıymetleri yoktur.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Şubat 2016


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder