Târih-boyunca insanlar-filozoflar-düşünürler, sürekli
mevcut durumun analizini yapmışlar ve kötü durumdan kurtulmanın çâresini
düşünüp konuşmuşlar ve yazmışlardır. Bu sebeple de bir-çok düşünce okulları,
felsefeler, ideolojiler, yöntemler, siyâsetler geliştirilmiş ve uygulanmıştır.
Fakat ne yazık ki bu düzeltme önermeleri pek bir işe yaramamış ve sürekli
güncellenmesine rağmen geçici yararlar sağlayabilmiştir ancak. Üstelik verdiği
yararların yanında kısa-vâdede bâzı küçük zararlar, uzun-vâdede ise büyük
zararlara yol açmıştır bu düşünceler. Bu aslında doğal ve normâl bir durumdur.
Çünkü insanlar sınırlı varlıklardır ve bu nedenle de ancak sınırlı bir düşünüş
gerçekleştirebilirler. Evrensel çapta düşünmeye ne ömürleri ne de çapları
yetmeyeceği için böyle bir sonuca ulaşılması kaçınılmazdır.
Çeşitli konularda oluşan sıkıntılar ve çözüm
önerileri ortaya konmuştur. Bunlar ana-hatları ile şöyledir..
Eğitim: İnsanların bir-şey yapmadan önce o şeyi teorik
olarak öğrenmeleri gerekir. Çünkü insanlar ancak bu şekilde üretebilirler ve
yapabilirler. Zîrâ eğitim almadan yapan-eden varlık sâdece Allah’tır.
İnsanlar yapmaları gereken şeyin eğitimini bir şekilde ilk önce almalıdırlar ki
o konuda genel bir bilgileri olsun ve bu bilgi kapsamında işlerini en iyi
şekilde yapabilsinler. Fakat târih-boyunca eğitimin nasıl olması gerektiği
tartışma konusu ola-gelmiştir ve bu uğurda bir-çok fikirler ortaya atılmıştır.
Çünkü ortada bir-çok sorun vardır ve insanlar çeşitli nedenlerden dolayı huzursuzdur.
Yapılan şeyler iyi değildir çünkü. Daha iyileri yapılmalıdır lâkin “daha iyi
yapacak” olanlar da bir eğitimden geçmiş kişiler olmalıdır.
Bu sebeple insanlar çeşitli düşünceler
geliştirmişler, yeni fikirler ortaya artmışlar ve bu fikirler düşünceler sâdece
kısa-vâdede işe yaradığı için, çâre olarak sürekli yeni fikirlerin ortaya
atılacağı ve çözümler üretileceği okullar-merkezler kurmuşlardır. Bu doğru bir uygulamadır
fakat bir yapının kurulması, bir düşüncenin açığa çıkması için çok önemli
değildir. Dört duvardan oluşan bir okul, doğru düşünce ortaya atılmadığında çok
da önemli değildir. Okuldan ziyâde içindeki beyinler önemlidir. Fakat o
beyinlerden de ziyâde tasavvurlar önemlidir. İşte bu tasavvur, vahiy-merkezli
olarak inkişâf etmediğinde, sürekli geçici kısa-vâdelik fikirler ortaya
atılacak ve zamanla yeni fikir üretme yöntemi de eskiyeceği için o toplum
yozlaşacak ve çökecektir. Eğitim konusundaki yanlışların tüm zamanlar boyunca
iyi bir teşhisi yapılmış olmasına rağmen, tedâvi olarak iyi bir fikir ortaya
konamamıştır.
Günümüzde de eğitim konusunda sürekli yeni fikirler
ortaya atılıyor ve uygulamalar yapılıyor fakat yenisi bir öncekinden daha kötü
oluyor. Dünyâ’da bâzı ülkeler iyi uygulamalar yapıyorlar ama bunlar da şimdilik
iyi durumda olsalar da uzun-vâdede çökmeye meyyâl uygulamalardır. O hâlde
teşhisten ziyâde tedâvi önemlidir ve bu tedâvinin insan-merkezli olması mümkün
değildir.
Sağlık: En çok “doğru teşhis” ve “yanlış tedâvi” şeklinin
görüldüğü yer sağlık konusudur. Teknolojik cihazlarla artan görüntüleme
teknikleri ve tahlil yöntemleri, hastalığın çok daha iyi bulunmasına,
görülmesine ve tespit edilmesine faydalı oluyor ama iş tedâviye gelince ortada
somut bir şey yok. Hattâ eskiye göre tedâvi anlamında bir geriye gidiş söz-konusu.
Öyle birilerinin; “tıp çok gelişti” demesine bakmayın. Gelişen şey tedâvi
noktasında değil, tıp-cihazları ve hasta-hâne konforu noktasındadır. Çünkü
özellikle modern tıbbın, tamâmen tedâvi edip iyileştirdiği kronik bir hastalık
örneği yoktur. Eskiden görece uzun süren doğal tedâvilerle hastalıklar tamâmen
iyileştirilebiliyordu.
Hastalığı aşırı teşhis etmek, yeni hastalıklar ortaya
çıkarmaktan başka bir işe yaramıyor. Üstelik kişi için belki de hayâtı boyunca
sorun teşkil etmeyecek bir şey için ince teşhisler yapılarak ortaya çıkarılan
görece bir sorun, modern kimyâsal ilaçlarla tedâvi sürecine sokuluyor ve o sorun
ortadan kalkmadığı gibi, kimyâsal ilaçların yan-etkisinden doğan yeni
hastalıklar oluşuyor ve hem de psikolojik bir sorun oluşturuyor teşhisler. Hastalığın
aşırı belirlenmesi, iş tedâvi noktasına gelince fiyaskoyla sonuçlanınca hiç-bir
yararı olmuyor. Süper cihazlarla tahlil-tetkik yapılıyor, süper konforlu hasta-hânelerde
yatılıyor ama hasta-hânelere hasta girilip hasta çıkılıyor. Bâzı âcil
müdâhaleler hâriç modern tıp bir yarar sağlamıyor. Hasta-hâneler, “hastalık
belirleme merkezleri” olmaktan öteye gidemiyorlar.
İş-Para: İş ve işsizlik konusunda da bir-çok çözümler
üretildiği söylenip harekete geçiliyor ama vahiy ve fıtrat-merkezli değil de
insan-merkezli çözümlemeler üzerinde iyileştirmeye gidilince; insan-merkezli
olan nefs-merkezli de olmak zorunda olunduğundan bir düzelme gerçekleşmiyor.
Uzmanlar iş-işsizlik ve para konusundaki sorunları, yanlışları hârika tespit
ediyorlar. Zâten sorunlar ve yanlışlar çok da gizli değil, bakanlar için açıkça
görülebiliyor. Fakat çeşitli nedenler sebebiyle de iş çözüm noktasına gelince
ortaya somut bir şey çıkmıyor. Sürekli yeni fikirler, fikirler. Bu fikirler
“oyalama” ve hayâl kurma olarak işe yarıyor sâdece.
Tüm bu çözüm önerilerine yâni tedâvi uygulamalarına
rağmen yine de işsizlik artıyor, insanlar fakirleşiyor ve enflasyon,
devalüasyon ve çeşitli krizler eksik olmuyor. Demek ki insan-merkezli tedâvi
şekilleri işe yaramıyor.
Evlilik-Âile: Sosyâl-yapının en küçük ama en önemli yapısı olan
âilenin gidişâtının hiç de iyi olmadığını felsefelerle, kıyaslamalarla ve
istatistiklerle gayet iyi ortaya koyan uzmanlar ve fikir adamları, iş çözüm
noktasına yâni tedâviye gelince somut ve gerçek bir sonuç elde edemiyorlar ve
hattâ uygulamalar zamanla daha da kötüleşiyor. Sosyâl-yapı bozuluyor, insanlar
çeşitli psikolojik ve felsefik hastalıklara kapılıyorlar. Âile yapıları
bozuluyor. Boşanmalar artıyor. Evlilikler azalıyor ve erteleniyor. Çocuklar iyi
yetiştirilemiyor. Sürekli yeni fikirler ortaya konuyor bu alanda ve hattâ
bakanlıklar kuruluyor ama bir iyileşme görülmediği gibi, iş zamanla daha da
kötüye doğru hızla yol alıyor. Demek ki “mâlûmu îlan etmek” yetmiyor ve bir
yarar sağlamıyor. Önemli olan, çözüm ve tedâvi. Fakat insanlar bu çözümü insan-merkezli
beklemenin boşuna bir beklemek olduğuna bir türlü iknâ olmuyorlar.
Mekân: Özellikle metropôllerde oluşan modern kent görünümü
insanları hem psikolojik olarak hem de fizîki olarak sağlıksızlaştırıyor. Bu
yerler güvenlikten, sağlıktan, ahlâktan, huzurdan uzak yerlerdir. Buralarda
yaşayan inanların zamanla suratları daha asıklaşıyor, asabileşiyorlar. İnsanlar
zamanla bir-birlerine karşı daha merhâmetsiz ve öfkeli oluyor ve düşmanlıklar
artıyor. Aslında bunu başta siyâsiler olmak üzere konuyla ilgili olan herkes
çok net bir şekilde görebiliyor. Buna çâre olarak alt-yapı ve üst-yapı
çözümleri öneriliyor ve uygulanıyor ama değişen bir şey yok. Park-bahçe,
yaşam-alanları insanları gerçek olarak tatmin etmiyor. Kent yaşamı ve modern
mîmâri şeklinin oluşturduğu sıkıntılar çok net bir şekilde ortaya konabiliyor
fakat iş çözüm-tedâvi noktasına gelince bir düzelme olmuyor. Sürekli bir kötüye
gidiş var. Termodinamiğin 2. kânunu olan entropinin baskısı çok net
hissediliyor. O kadar çözüm önerisine rağmen bozulmalar zamanla artıyor.
Ahlâk: Dünyâ’nın genelinde olduğu gibi ülkemizde de bir
ahlâk-krizi bunalımı var. Yeni gelen nesiller bu krize “pik” yaptıracak gibi.
Ahlâkın olmadığı yerde her türlü melânet ve çirkeflik ayyuka çıkar.
Sosyologlar, filozoflar, siyâsiler, vakıflar, dernekler, çeşitli kuruluşlar ve
hattâ diyânet bu noktada araştırmalar yapıyor ve mevcut kötü durumun analizini
çok net ve doğru olarak ortaya koyuyorlar, istatistik kurumu bozulmanın
oranlarını çok net bir şekilde gösterebiliyor. Artık kimse bir ahlâksızlık yok
diyemiyor. Zâten orta yerden bakıldığında açıkça da görülen bir sonuç var.
Fakat buna çâre olarak eğitim, etkinlik, söylem ve vaazlarla gündem edilen
tedâvi şekilleri bir-şeyi değiştirmiyor. Seküler-merkezli ve kız-erkek karışık
okullarda bir çözüm aranıyor. İçki-sigara-kumarın-genel evin devlet eliyle
organize ve kontrôlünün yapıldığı bir ülkede bunun insan-merkezli tedâvi
şekliyle düzelebileceği saf bir şekle umulabiliyor. “Dindar nesil
yetiştireceğiz” söylemleri “lafla olmaz”ın tasdiğini yapıyor. İş tedâvi
noktasına gelince diğer konularda olduğu gibi bir düzelme sağlanamıyor. Demek
ki teşhis bir işe yaranmıyor ve tedâvi de, insan-merkezli olduğunda
düzeltemiyor.
Din: Din aslında insan-merkezli olmaz. Allah-merkezli
olur. Fakat insanlar Allah-vahiy merkezli dinden bir-süre sonra uzaklaşıp onu
insan-merkezli olarak değiştirince, din de bozuluyor. Dîni insan-merkezli
yapmak şu demektir: Kur’ân varken, sünnet varken; hocaların, imamların, şeyhlerin,
velilerin, lîderin, gavsların-kutupların kitaplarına ve söylemlerine göre dîni
anlayıp yaşamak (ya da yaşamamak) yoluna gidiyorlar. Aslında böyle yapmakla, dîni
“yaşamanın” önüne geçiliyor. Bu nedenle vahiy-merkezli olmayan din, seküler
oluyor. İnsan-merkezli olan dinler, sekülerdir. Bâtıldır çünkü. Yukarıdaki
tartıştığımız konularda görüldüğü gibi; sekülerizm, sorunları tespit etse de tam
olarak çözecek bir şey söyleyemez. Zâten Dünyâ’nın perişân hâli ortada, müslümanların
hâl-i pür melâli ise zâten çok net. Bunun nedeni, dînin “hak” olarak değil,
seküler olarak algılanması ve yaşanmasıdır. Tâbiri câiz ise seküler bir din
yürürlüktedir şu-anda Dünyâ’da. Yaşanmayan din “hak din” değildir. Seküler din,
yaşanmayan dindir. Din ancak yaşandığında gerçek din olur ve düzeltir.
Dünyâ’nın perişân hâli, kimsenin îtirâz edemeyeceği kadar açıktır. Allah’ın
peygamberimiz Hz. Muhammed’e gönderdiği vahiy-Kur’ân da ortada. O hâlde Dünyâ
niçin bu hâlde?.
Bu soruya cevap verilemez. Çünkü sorunun cevâbı,
çözümüdür. Bu soruya cevap, çözümün gerçekleşmesidir. Çünkü bu soruya
verilecek sözlü cevap da başka bir sorundur.
Evet; Eğitim, sağlık, iş-para, evlilik-âile, mekân,
ahlâk, din.. Bu konulardaki yanlışların, bozuklukların, hatâların teşhisleri
bir hârika. Mükemmel cümlelerle dile getirilen teşhisler mevcut. Medyanın da
etkisiyle artık herkes biliyor bu sorunları ve teşhisleri. Bu
sorunlar-teşhisler insanlık-târihiyle yaşıt sorunlar ve teşhisler. Bu sorunlara
insanlar târih boyunca çözüm-önerileri sunmuşlardır ve bu öneriler belki
kısa-vâdede geçici yararlar sağlamış olsa da uzun-vâdede bir şeyleri
düzeltmemiştir. Çünkü aynı ve benzer sorunlar hâlâ devâm ediyor. Sâdece, Allah’ın
insanlar içinden seçtiği kişilere gönderdiği vahiylerin uygulamalarıyla, yâni o
vahiyler uygulandığı müddetçe çözümler somut olarak görülebiliyor. Allah sürekli
olarak müdâhalelerde bulunarak durumu düzeltiyor. Son olarak kesin çözüm şekli
olan Kur’ân’ı göndererek mutlak çözüm yolunu göstermiştir. Kur’ân, okunup
uygulandıktan sonra yukarıda bahsedilen kadim sorunların biteceği, asr-ı saadet
ve bâzı dönemlere bakıldığında görülebiliyor. Fakat işin ilginç ve üzücü hattâ
utanç verici yanı da şudur ki: Kur’ân’ı ellerinden bırakmayanlar da Kur’ân’ı sâdece
teşhis aşamasında kullanıyorlar ve bu teşhisleri bir-türlü bitmiyor ve biteceğe
de benzemiyor. Kur’ân’ı bir “teşhis kitabı”na dönüştürdüler. Bir-türlü uygulanmasını
yâni tedâviyi istemiyorlar-isteyemiyorlar. Peki neden?. Kur’ân, yukarıda bahis
konusu ettiğimiz konularda neden uygulanmıyorsa o yüzden. Ömrünü Kur’ân ile
geçirmiş olan kişiler bile Kur’ân’ın uygulanmasından korkuyorlar. Yukarıdaki
sorunlara vahiy-merkezli değil de insan-merkezli çözümler getirilmesinin nedeni
ne ise, Kur’ân’ın uygulanmasını önleyenlerin nedeni de odur. Siyâsi neden,
ideolojik, neden, hatır-gönül, çıkar, maddiyat, servet-siyâset ve şehvet-şöhret
tutkusu.
Evet; Din ve Kur’ân bir araştırma kitabı olarak kullanılıyor.
Zinhar uygulanması düşünülmüyor. Çünkü birileri Kur’ân’ın uygulanmasını istemeyenler
ile yan-yana duruyorlar. Böylelikle seküler bir din oluşuyor. Dine karşı seküler
din..
Tüm bahsedilen ve teşhisi çok-çok iyi yapılan
sorunları tedâvi etmek mi istiyorsunuz?. Bunun tek bir çözümü var.. İnsan-merkezli
değil, Allah-Kur’ân-Peygamber/sünnet merkezli bir çözüm-yolu. Çünkü insanın
aklı yetmez bu sorunları çözmeye. İnsanlar, çözmeyecekleri sorunlar
oluşturabilirler ama bu sorunları çözecek akıldan yoksundurlar. Çünkü yıkımın
etkisi daha şiddetlidir. Bu nedenle de Allah-vahiy merkezli çözüm-yollarının
uygulanmasından başka çözüm-tedâvi yoktur.
Bir tedâvi yoksa, teşhisin olması ile olmaması
arasında fark yoktur. Belki çözümü yapılamayan şeyin teşhisinin yapılması daha
kötü olur.
“Ben
gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun,
alnından yakalayıp-denetlemediği hiç-bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim,
dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır)” (Hûd 56).
“Eğer onlar
yüz çevirirlerse, de ki: Bana Allah yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na
tevekkül ettim ve büyük arşın Rabbi O’dur” (Tevbe 129).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder