10 Şubat 2016 Çarşamba

Bilimde Mutlakçı Anlayış



Bilim-adamlarının bilim konusunda metotları nedir?. Dünyâ’da başka bir bilim-anlayışı yok mu ve olamaz mı?. Bâzı durumların keşfinde doğru bir metoda sâhip olabilmek, felsefeden, bilimden veya diğer yeteneklerden daha önemlidir.

Bilim-adamlarının evreni açıklamak için söylediği şeyler, kâinâtın mutlak-açıklamaları değildirler. Yeterli bir açıklamayı ancak “Mutlak Olan” yapabilir. Çünkü bir şeyi mutlak-anlamda açıklamak istiyorsak, o şeyi mutlak bir şekilde kapsamamız-kuşatmamız gerekir. Bu mükemmel kâinâtı anlamayı/anlatmayı, mutlak kuşatıcı olmayanlar yapamaz.

Kâinât da bir kitaptır. Fakat bu kitapta “mutlak-anlamda” anlaşılamayacak/gözlemlenemeyecek yerler vardır. Tıpkı Kur’ân kitabında anlayamayacağız “mukattâ” harflerinin olması gibi. Allah zımnen der ki: “Siz Allah değilsiniz ki her-şeyi bileceksiniz.. Size bunu göstermek istiyorum”.

Kâinâtın bir açıklaması vardır ve bu açıklama evren-dışı bir söylem ile yapılmak zorundadır. Çünkü evren, kendi mutlak açıklamasını kendi içinde barındırmaz. Kâinâtın içindeki materyâlleri açıklamak, kâinâtı açıklamak demek değildir. Kâinât bir kitaptır ve bir yazarı vardır: Allah. Kâinâtı yazarından bağımsız anlamaya çalışmak da neyin nesi?.

Bilim Teknik dergisi Ağustos 1993 sayısında şu cümleleri kullanmıştı:

“Daha fazla şey öğrendikçe, her-şeyden daha az emin oluyoruz”. Bu cümle, haftalık bilim dergisi Science'nin AIDS üzerinde çalışan Dünyâ’nın en tanınmış 150 araştırmacısı arasında yaptığı bir anketin ortak cevâbını oluşturuyor. Gerçekten de, artık kimse yıllardır savunulan tezler hakkında kesin yargılara varamıyor. Daha düne kadar doğruluğu tartışma götürmeyen kimi görüşler temelden yanlış olduğu anlaşılarak bir kenara bırakılıyor.

“Göklerin ve yerin gizemleri Allah'a âittir. (Göklerin ve yerin yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veya daha kısadır. Allah her şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).

İnsanların bir konuda sanki kesinmiş gibi yaptıkları açıklamalar edepsel olarak da sakınca teşkil eder. Zayıf ve sınırlı kapasitede yaratılmış olan insan, sınırsız ve sonsuz olan Allah’ın yaratmasını, O’nun bildirdiğinden başka nasıl bilebilir ve anlayabilir?. Bir balık, denizi/okyanusu ne kadar anlayabilir/anlamlandırabilirse, insanlar da kâinâtı o kadar (ya da biraz daha fazla) anlayabilir/anlamlandırabilir. Bu konuda yapılan her yorum yanlışlarla dolu olacaktır. O yüzden insan edebe riâyet edip, Allah’ın bildirdiği kadarıyla yetinmelidir. Allah’ın bildirdiği şey ise; kâinâtın vahiy-merkezli idrâk edilmesidir. Kâinâtı ve insanı bu düşünceden yola çıkarak açıklamayı seçmeliyiz. Çünkü kâinâtın nasıl yaratıldığı konusu, gayba ilişkin bir konudur, bu yüzden mutlak olarak açıklanamaz. Doğanın yasaları içinde kalarak kâinâtı açıklayamayız. Burada yapılması gereken tek şey, vahyin bildirdiği ve ifâde ettikleri kadarıyla yâni vahiy-merkezli, ya da vahiyle ters düşmeyen anlayışlarla yetinmektir.

Hakkâl-yakîni ancak Allah bilebilir. Aynel-yakin bilmeler ise her-şeye uygulanamaz. En-nihâyetinde insanın bilebileceği/bilebildiği bu yüzden sınırlı olmak zorundadır. Bilinenlerin neredeyse tamâmına yakını “ilmel-yakin bir bilme”dir. İlmel-yakin bilmeler mutlak anlamda tatmin etmezler. Her-zaman bir “acaba” bırakırlar zihinlerde. Bu, “sınırlı” olan insan için en iyisidir zîrâ. Dünyâ’nın döndüğünü bile henüz tam anlamıyla aynel-yakin bir biçimde, yâni gözlerimizle tâkip ederek göremedik. (Böyle bir imkânın olup-olmadığı da mâlûm). Bu dönüşü ilmel-yakin olarak biliyoruz ve kabûl ediyoruz. Evet; ilmel-yakin bilmeler, sınırlı bilmelerdir. O hâlde biz hiç-bir zaman yakîne ulaşamayız. Tâ ki.. ölünceye kadar.

Caner Taslaman:

“İnsâni sınırlılıklarımız ‘kendi içinde evren’i tam olarak anlamamıza olanak vermemiştir” der.

Ksenophanes:

“İnsan doğruya değil, sâdece “doğruyu andırana” ulaşabilir. Tanrılardan hakîkati ve de yer-yüzündeki her-şeyi öğrenen olmadı asla ve olmayacaktır da. Çünkü insan bir kez doğruyu tam tuttursa bile yine de öyle olduğunu bilmeyecektir” der.

“Kritikçi realist” doğa yasaları, “kendi içinde evren”i kısmen temsil ederler; doğa yasaları gerçeğe bir yakınlaşmadır ama tam olarak gerçeğin resmini vermezler. Bilimsel teorilerimiz ‘kendi içinde evren’ hakkında bilgiler sunarlar ama bu sunum eksiktir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Şubat 2016
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder