Aşama-aşama; yavaş-yavaş… İşte bilimin
sihirli sözcükleri!. Aslında bu sözcükler Şeytan’ın en güçlü silahlarıdır.
“Yeterli zaman” varsa ve yavaş-yavaş ve aşama-aşama oluyorsa neye inanılmaz ki?
Bu “sihirli sözcük”leri kullanarak şu-an îtibâriyle, yanlışlanamayacak bir tez
ortaya atabilirsiniz. Strese girmenize gerek yok; ne de olsa bu kadar uzun
zamanda yavaş-yavaş olur.. Uzun zamana yayılan her teori başarılı olur. Fakat
sorun; bu kadar uzun bir zamânın olup-olmadığıdır.
Aşama-aşama yaratmada, “düşünerek” ve
“düşündükçe” yaratmak vardır ki bu bir eksikliğin ifâdesidir. Bu eksiklik
(hâşâ) Allah için söz-konusu değildir. Hz. Ali:
“Halkı düşünüp-taşınmadan yarattı; düşünüp-taşınmak ancak
düşünceye, tasarlanmaya sâhip olanlara yaraşır; oysa Allah bundan münezzehtir.
Bilgisi, her çeşit gizlilikleri kavramış, her türlü gizli inançları
kaplamıştır” der.
Evrimciler, kendilerine karşı çıkan “yaratılışçı”ları
yanıltanın zaman olduğunu, “uzun bir zaman dilimi”nin mevcut canlıları
oluşturmaya yeterli olacağı söylerler.
Burada biraz “terbiyesizlik” yapıp şöyle
bir şey demek istiyorum: 100 katrilyon yıllık yaşı olan bir evrende; bir insan
bir fille cinsel ilişkiye girse, 100 katrilyon yıl sonra “canlı bir Ferrâri”
ortaya çıkacağı tezini kim nasıl yanlışlayabilir?. “Zaman” olduktan sonra..
Olur mu olur.. Yeterli zaman olduğu kabûl ettirildikten sonra her saçmalık
mümkün ve mâkûl gösterilebilir.
İnsan, aşama-aşama yapar, çünkü gücü ancak buna yeter. Fakat,
sınırsız kudret sâhibi olan Allah’ın aşama-aşama yaratmaya ihtiyacı yoktur.
Kişinin “aşama-aşama” yapması o kişinin zaafiyetini gösterir. Allah için ise
her-hangi bir zaafiyetten bahsedilemez. Bu yüzden de “aşama-aşama” olan bir
yaratılıştan bahsedilemez.
Allah’ın yaratmasında a-normâl ve
uygunsuz durumlar çıkmaz. Fakat sınırlı çapta bir varlığı olan insanın
yapmasında aşama-aşama durumu kaçınılmaz olacağı için arada mutlakâ bâzı
uygunsuz durumlar çıkacaktır. Meselâ insan aşama-aşama bağlama çalmayı
öğreniyor olsa, bağlamayı en iyi çaldığı zamana göre önceki çalışlarda çirkin
ve uygun olmayan sesler çıkar. Bu kötü sesleri zamanla düzeltebilirsiniz, çok
kompleks ve orijinâl bir varlık olmadığı için düzeltme sırasında bağlama zarar
görmez. Fakat, mükemmel bir kompleksliğe, orijinâlliğe ve canlılığa sâhip olan
insan ve kâinât, kemâlât durumundan bir-önceki aşamasında, ya dağılır, ya
çöker, ya da batar.
Evren denen mükemmel bir yapı karşımızda
duruyor. Mükemmelin bir-önceki aşaması mükemmel olmayacağı için mecbûren
kusurlu olacaktır. Mükemmel olan, kusurlu olandan doğamaz, gelişemez. Mükemmel
olan ancak Mükemmel Olan’dan gelir ki.. Allah hiç-bir sebebe/aşamaya muhtaç
değildir. Bu yüzden mükemmel olan bir-anda vâr-olmalıdır.
Sicistâni; Allah’ın, yıldızları-göğü-yeri belli bir
süreç içinde yaratmasını bir acziyet olarak telâkki etmiştir.
Allah için bir “süreç”ten bahsedilemez.
Allah “süreç” ile kayıtlanamaz. Süreç; acziyet sâhibi insan/mahlûk için
geçerlidir. Bundan dolayı insan “ol” derse o şey ancak belirli-belirsiz bir
süreç içinde gerçekleşebilir. Fakat âcizlikten mutlak-münezzeh olan Allah “ol”
derse, o şey ânında olur. Eğer “ol” sözünü insan söylerse, o şey
“oluş-sürecine” girer, yâni o şey aşama-aşama olmaya başlar. Fakat “ol” sözünü
Allah söylediğinde, o şeyin ânında olmaması düşünülemez. “Kün fe yekûn”
ifâdesindeki muzâri fiil; âciz olan insan için kullanıldığında mecbûren gelecek
zamânı ifâde ederken; mutlak-kudret sâhibi Allah (c.c.) için kullanıldığında,
mecbûren şimdiki zamânı ifâde eder. Allah için sâdece “şimdiki zaman” geçerlidir.
Allah’a, geçmiş ve gelecek zaman isnat edilemez. Çünkü bu isnatlar (hâşâ)
Allah’ı kayıt altına almak olur. Allah, zamânı yaratandır. Bir şeyin yaratıcısı
için yarattığı şeyin mahkûmu olması ve o şeyle kayıt altına alınması
düşünülemez.
Oluş-sürecinde olan şey aslında
“olma-sürecini” tamamlayamamış ve hiç-bir zaman da tamamlayamayacak olan
şeydir. “O hâlde, ‘olan’ ve ‘olmuş’ bir şey yoktur, ‘olmaya çalışan’ bir şey
vardır” demek gerekir ki, bu çok saçmadır ve sağ-duyuya da aykırıdır. Çünkü
oluş süreci devâm ettiği müddetçe “olması bitmiş olan” bir şeyden bahsedilemez.
Böyle bir söz-etmek aynı-zamanda tüm sorumlulukları ortadan kaldırır. Dîni
ortadan kaldırır. Çünkü henüz din, oluş sürecindedir, her şey oluş-sürecindedir
ve tamamlanmamış bir şeyin sorumluluğu olmaz. Belirsiz olan şeyin sorumluluğu
olmaz zîrâ. Herakleitos da, “var dediğimiz her şey, gerçekte oluş-sürecinde
olan bir nesnedir” şeklindeki “akış kuramı”dan bahseder. Bu “olma-süreci
hiç-bir zaman” bitmez. Bu yüzden de hiç-bir şey bilinemez. Bilinemediği için de
sorumlu olunamaz. Neyden sorumlu olunacak ki? Hâyır! “oluş-süreci” yok, “olma”
var. Bu “olma” derinden bakıldığında her-an olan bir “olma”dır. Allah “ol” dedi
ve “ol”du. Bu yüzden biz de sorumlu olduk.
Âl-i İmrân 67. âyeti
üzerinde “kâne” fiilinin nasıl kullanıldığını gösterelim:
mâ kâne : olmadı
ibrâhîmu :
Hz. İbrâhîm
yahûdiyyen : yahudi
ve lâ nasrâniyyen : ve hristiyan olmadı
ve lâkin kâne : ve lâkin, fakat ... oldu
hanîfen :
Allah'ın tek oluşuna, ölmeden önce ruhun O'na ulaşmasının ve Allah'a teslim
olmanın farz olduğuna inanan
muslimen :
Allah'a teslim olan, müslüman
ve mâ kâne : ve olmadı
min el muşrikîne :
müşriklerden, (Allah'a) eş, ortak koşanlardan.
Şimdi; “kâne” fiili, “oluş-sürecine
girmek” demekse; bu âyetteki “kâne”de Hz. İbrâhim “müslim olma-süreci”ne
giriyorsa, “ma kâne zâlimen” sözü de “zâlim olmama süreci” midir? Yine “Mâ
kâne İbrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen
muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne)”. “İbrâhim, ne
yahudi idi, ne hristiyandı, (ma kâne= olmadı) ancak, O hanif (muvahhid) bir
müslümandı, müşriklerden de değildi” (ma kâne= olmadı)” âyetindeki
“Yahudilerden, Hristiyanlardan ve müşriklerden olmama”yı da bir oluş-sürecine
mi bağlayacağız? Yahudi ve Hristiyan olmamak bu kadar mı zor. Ya da bunu
söylemek bu kadar mı zor. Hem bu âyet zamânımıza da hitâp etmiyor mu? O hâlde
biz bu âyeti okuduğumuzda Hz. İbrâhim için müslüman olup-olmamasıyla ilgili
hemen bir hüküm veremeyecek miyiz ve “söyleme-sürecine” mi gireceğiz? Çünkü İbrâhim
bir süreçte müslüman oluyorsa ve müşrik olmuyorsa, bizim bunu söylememiz bir
süreç içinde mi olacak? “Kâne” fiili oluş-sürecine girmek demekse, “ma kâne” ne
demek? “olmama/oluşmama sürecine girmek” demek mi?. O zaman biz kimseye
müslüman ve kâfir diyemeyiz. Hattâ iyiye ve kötüye de hemen hüküm veremeyiz ve
iyi biri için iyi diyemeyiz. Hiç-bir şey yapamayız. Din/İslâm bu kadar göreceli
değildir, tam-aksine çok nettir.
“Allah yaratmayı hep aşama-aşama yapar”
diyorlar. Peki bu kural sâdece maddî varlıklar için mi geçerlidir yoksa maddî
olmayan melek, şeytan-cin, hûri, ğılman vs. için de geçerli midir? Melekler
de mi aşama-aşama yaratılmıştır?
Evrimsel-aşamalı
bir yaratılışta, o evrimi yâni aşamalı süreci Allah’ın kontrôl edip-etmemesinin
ne önemi var ki?. Evrim olunca artık fark etmiyor. Netîcede evrim.. Evrimle
olunca yaratılışı Allah ile bağdaştırmak zorunlu olmaktan çıkıyor. Bir-anda
olan bir yaratılış ise mecbûren Allah-yaratıcı ile olmak zorunda. İşte Big-Bang
ve Evrim Teorilerindeki “süreç” buna aykırı, ya da Allah’ın kontrôlünde olmak
ihtiyâcı hissettirmiyor. Süreç ile olunca “Allah’sız da olabilir” düşüncesi
normâl ve doğal olarak çıkıyor ortaya. Bir-anda yaratılmada ise başka
alternatif yoktur ve zâten kâinat bunu haykırıp durur: “Allah tarafından bir-anda
yaratıldım”.
Yâni
sorun; “tamam, yaratılış bilimin dediği gibi oldu ve bunda bir sorun yok, fakat
bu süreç Allah’ın kontrôlünde mi oldu, yoksa kendi-kendine mi oldu tartışması”
mı? Bilim açısından ne fark eder ki? Oluşumun bizzat kendisi için ne fark eder?
Oluşum için iki kesim de aynı şeyi söylüyor ve kabûl ediyor. Bilimsel olarak tıpa-tıp
onlar gibi konuştuktan ve inandıktan sonra: “Fakat tüm bunlar Allah’ın plânlamasıdır”
demenin ne anlamı olacak?. Onlar da ”hayır kendi-kendine olmuştur” derler. Tartışmanın
bu boyutu inanç ile alâkalıdır. Biri tesâdüf diyor, diğeri yaratılış. Netîcede
orada iki kesimin de kabûl ettiği aynı süreç işlemiş. Asıl ilginç olan şey,
nasıl oluyor da inançsızların gözlemleri ile inançlıların gözlemlerinde aynı şey,
yâni “süreç” görülüyor?. İnançlı olanların inançtan kaynaklanan gözlemsel ve
değerlendirme anlamında bir farkları yok mu?. Ve bu nedenle de inançsızlardan
daha farklı ve doğru bir sonuca ulaşmaları gerekmez mi?. Eğer cevap “hayır” ise
bu; “onların bilimini alalım ama inançsızlığını almayalım” demek anlamına gelmiyor
mu?. Yaratılışın açıklaması iki kesim için de aynı ise, o yaratılışın tesâdüfen
ya da tasarımla oluştuğunu söylemek arasında niye bir fark olsun ki?, ya da
bilim açısından bunun ne önemi var?, bu fark araftaki (nötr) bir kişi için
artık bir-şey ifâde etmez.
Evrenin
yaşına 1024 sâniye
biçiliyor. Bu durumda bahsedilen oluşumların gerçekleşmesi için bu süre
yetmiyor. Demek ki bu oluşumlar süreç ile yaratılmadı. Bir-anda yaratıldı. İnançlı
bilim-insanları; “bu kadar kompleks varlıkların tesâdüfen oluşması imkânsızdır”
diyorlar. İyi de buna tesâdüf değil de tasarımla ve bilinçli aşamalı bir
süreçle yaratıldığını söylediğimizde de evrenin ömrü bu oluşumların oluşmasına
yetmiyor ki. Tasarımlı fakat aşamalı bir süreç ile yaratıldığını da kabûl edemeyiz,
çünkü zaman yetmiyor. Big-Bang’den bêri geçen zaman yetmiyor. O hâlde tasarımlı
ama aşamasız-süreçsiz bir ilk-yaratılıştan bahsetmemiz kaçınılmaz oluyor ki bu
yaratılış, bir-anda gerçekleşen bir yaratılıştır. Bu mükemmelliğe zaman
yetmiyor, imkân yetmiyor zîrâ. Yâni süreçle oluşması imkânsız. O nedenle hiç-bir
zaman idrâk ve îzah edemeyeceğimiz mûcize ile olan bir yaratılış var ki o da -aşamalı
süreç, açıklamalı bir süreç olacağından- bir-anda olacak olan bir yaratılıştır.
Bir-anda olacak olan bir “ilk yaratılış”tır. Yâni yaratılışa şans-tesâdüf ile
değil de, bilinçle-tasarımla dediğimiz zaman da aşamalı-süreçli bir yaratılış
yetersiz kalıyor. Sorun, kâinâtın tesâdüf ile mi yoksa tasarımla mı yaratıldığı
sorunu değil, aşamalı mı, bir-anda mı yaratıldığı sorunudur. İnançlılar buna inançsızlardan
ayrılmak için mecbûren “bir-anda” demek zorundalar. Aksi-hâlde inançsızların
söylemlerinden bir farkları kalmayacaktır. Çünkü ikisi de aşamayı kabûl ediyor
fakat bu aşamanın şuurlu mu şuursuz mu olduğunda anlaşamıyorlar ki bu, varlığın
açıklamasında önemli bir şey değildir. Açıklama aynıdır zîrâ. İnançlılar
inançsızlarla “nasıl”lıkta çelişmiyorlar, “niçin-neden”likte farklılaşıyorlar
ki inançsızlar zâten bunu sorun etmiyorlar, yâni onlar için bir niçin-neden
yok. Böyle olunca da inançlıların derdi, inançsızları niçin-neden’e zorlamak
oluyor. İkisi arasında başka bir sorun yok çünkü.
Bilim,
bir Allah inancı oluşturmaz, fakat Allah inancını pekiştirebilir. Allah
inancının olması için bilime gerek yoktur. İşte biz diyoruz ki; ilk-yaratılış
(hattâ şimdiki yaratılış da öyle) evrimcilerin yada sözde yaratılışçıların
dediği gibi aşamalı olarak olmaz. Yâni aşama-aşama olmaz. Bir-anda olur. Her-şey
bir-anda olur. Fakat ilk-yaratılışta her-şey bir-anda yaratılmışken, sonraki
yaratılışlar-türetmeler “bir-andalar” ile olur. İlk-yaratılış bir-anda ile,
sonraki-şimdiki yaratılışlar ise bir-andalar ile olur-oluyor.
Sen
evrenin yaratılış sürecini pozitivistler gibi kabûl et; insanın yaratılışını
evrimsel süreçlerle îzah et, sonra da de ki: “Tüm bu yaratılışlar, Allah’ın
kontrôlünde tasarımla olmuştur”. Lafla olmuyor. Aynı bilimsel açıklamaları
inançsızlar da yapıyor zâten. O zaman onlar da her ne kadar tesadüfle olmuştur
deseler bile, yaratılış açıklamalarını tıpa-tıp inançlılar gibi yaptığı için
tasarımı kabûl etmiş olmuyorlar mı?. Ya da, yaratılışın aşamalarını-sürecini
inançsızlar gibi yapıyorsan, yâni ilmini onlardan alıyorsan, inancını da
paylaşıyorsun demektir. Yâni ilmini aldığının ahlâkını da almışsın demektir. Bu nedenle Pozitivist Dünyâ’nın bilimini
aldığınızda, “pozitivist ahlâkını” (daha doğrusu etiğini) da almış olursunuz. Ahmet
Kalkan:
“Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler:
“Batılıların sâdece tekniği alınmalı,
ahlâk ve kültürü alınmamalıdır”. Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünyâ-görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zâten bunlar,
belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka-plândan
koparılamaz. Söz-gelimi, “buzdolabı”,
kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne
saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar,
evlerine gıdâ depola(ya)mazlardı.
Buzdolabı, “verme”yi unutturan “egoist” kültürüyle, kullananlara sâdece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. Çamaşır-makinesi alınca ister-istemez deterjan,
yumuşatıcı, kireç-sökücü gibi yan ürünlere
de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma çağırıp onun da bu
bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine alır-almaz,
artık aklınızın ucundan bile geçmeyecek.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Tv, radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle
birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor,
düşünmek yetecektir” der.
İnançsızlar;
“tamam-tamam tasarımla oldu” deyiverseler ne değişecek?. İnsanlar yaratılış ile
ilgili açıklamalardan ne anlıyorlar, orası önemli. Biz de diyoruz ki: Aşamalı-süreçli
“ilk yaratılış” hikâyesi, Allah’sızlığı çağrıştırır. Allah’a bir ihtiyaç
hissettirmez çünkü. “Zâten açıklaması yapılan şey”de Allah’a ihtiyaç kalmaz.
Bir-gün gelir açıklamasını yaptığı o şeyi kendisi de yaratabilir. İnsanlar
anlayabildikleri şeye artık îman etmezler. Yaratabildiklerine ise hiç
etmezler. Artık ortada inanılacak bir şey yoktur. Ortada gayb kalmamıştır
çünkü. Allah’a îman gayba îmandır zîrâ. Fakat yaratılış için yapılan “aşamalı
süreç açıklaması” doğru değildir. Allah’a îman hep sürecektir. Çünkü yapılan
açıklamalar açıklama değil, masallardır. Zannetmelerdir. Uydurmalardır. Masa-başı
felsefelerdir. Modern bilimsel yalanlardır. Söylenenlerin %90’ı yalan ve
yanlıştır. Kâinâtın tamâmını gözlemleyip idrâk etmeden kesin bir yargıya
varılamaz ve insanda da böyle bir güç yoktur ve hiç-bir zaman da olmayacaktır.
Eğer olsaydı, insan Allah olurdu -hâşâ-. İnsanlar, yakın göğün (Güneş-sisteminin)
bilgisi dışında, o da eksik ve hatâlı ölçümlerden başka açıklamalar yapamazlar.
Yine, “atom”a kadar çalışabilirler. Atomu ayırdığınız anda ortada somut bir şey
yoktur ve kalmaz çünkü. Bu nedenle de artık matematiksel muhabbetlerden başka
bir açıklama olmaz. Zâten yine, soyut bilginin-felsefenin konusu olan kuantum
teorisi bile insanlara; “bildiklerinizin % 99,99’u yanlıştır” diyor.
Tohum
benzetmesi ve diğer aşamalı oluşum örnekleri de sâdece birer “örnek”tir. Tohumun
açılmasıyla olan oluşum “örnekli” bir oluşumdur. Allah ise yaratmayı (ilk
yaratmayı) örneksiz yapar. İnsanın üretmesiyle Allah’ın yaratması bu örnekle
aynılaştırılamaz. Çünkü Allah’ın yaratması, örneksiz yaratmadır.. Hiç-bir
örnekle tutmaz ve bu nedenle de hiç-bir örnekle açıklanamaz. Kâinat mûcizedir.
Açıklaması yapılabilen şeyler ise mûcize olmaktan çıkar. Mûcize insan aklının
alamayacağı olay/şey demektir. İnsanın îzah edemeyeceği şey..
Allah
“ol” diyerek ilk-yaratılışı, mükemmel bir varlık ortaya çıkararak başlatmış,
fakat Tevrat ve İncil’deki gibi bir kenara çekilmemiş, arşa-kürsüye (yâni
iş-başına) kurularak yaratılışı tekrarlamıştır/tekrarlıyor. Ve bu sonraki
yaratılışlar zâten bizim de gözlemlediğimiz, incelediğimiz yaratılışlardır ve
Allah’ın izin verdiği ölçüde, öykünerek ve örnek alarak benzerlerini yapmaya
çalıştığımız/yaptığımız yaratılışlardır. Bizim için mûcize olan ve îzah
edemeyeceğimiz yaratılış, ilk yaratılıştır.
Carl
Sagan:
“Bir-gün tümüyle
rastlantı sonucu beliren bir molekül, sulu çamurdaki molekülleri yapı-taşları
olarak kullanıp, kendi kaba kopyalarını yaptı” der.
Allah’ı
hesâba katmayan bilim-adalarının ilk-yaratılış için anlattığı: “Canlılar, oradan
çamur, buradan balçık, şuradan Güneş, diğer taraftan su vs. bir etkileşim oluştu,
sonra üreme başladı, tekrarladı; ve sonsuz bir madde açıldı-saçıldı-irileşti-birleşti
vs. vs. en sonunda evren bu hâle geldi diyerek anlattıkları süreç, aşamalı
yaratılış için çok anlamsız ve saçma değildir. Bu teoriler en nihâyetinde mutlak
anlamda çürütülemez. “Aşamalı” olduktan sonra illâ ki olur” düşüncesi hâkim
olur. Hele milyar yıllık zamanlar olduktan sonra haydi-haydi olur.
Aşamalı
yaratılış bir yaratılış değildir, bir oluşmadır. O nedenle bu yaratılışı Allah’a
bağlamayanları neyle suçlayacaksınız ki?. “Kendi-kendine oluşmuş” derler ve
buna inanırlar. Bu inanç ve felsefeyle ilgili bir konudur. Bilim ile ilgili
değil.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder