“Elif, Lâm, Râ. (Bu bir) Kitap’tır ki,
Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nûra, O güçlü ve övgüye lâyık olanın
yoluna çıkarman için sana indirdik”
(İbrâhim 1).
Tüm peygamberler
ve vahiyler, karanlıkları aydınlatmak için gelmişlerdir. Kur’ân bunu şöyle
ifâde eder:
“Sizi karanlıklardan nûra çıkarması
için kuluna apaçık âyetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette
şefkatli olandır, esirgeyendir”
(Hadîd 9).
“Allah, îman edenlerin velîsi (dostu
ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nûra çıkarır; inkâr edenlerin velîleri
ise tâğut’tur. Onları nûrdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin
halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır” (Bakara 257).
Buna göre, karanlıkların aydınlanabilmesi için Allah, âhiret bilinci,
peygamberler ve vahiy, olmazsa-olmaz önemdedir. Allah’ı, vahyi ve dîni hesâba
katmadan karanlığın aydınlanabilmesi söz-konusu değildir. Yine; vahiy ile
bilinçlenmeden ve ideâl örneklikler olan peygamberler izlenmeden bir insanın
gerçek anlamda aydınlanabilmesi mümkün değildir. Sâdece lâik,
seküler, liberâl ve modern olmakla “aydın insan” olduğunu zannedenler var. Oysa
böyle niceleri vardır ki cehâlet içinde ve kendini bilmez hâldedirler.
Dünyâ hem bir “imtihan dünyâsı” olduğu hem de sürekli olarak
vahye karşı bir ön-yargı ve karşı çıkış olduğu için, târih boyunca “aydınlık
dönemler”den ziyâde, daha çok “karanlık dönemler” yaşanmıştır-yaşanmaktadır.
İnsanlar da çoğunlukla karanlıklar içinde kaldıkları için yollarını
bulamamışlardır:
“Âyetlerimizi yalan sayanlar
karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu
şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar” (En-âm 39).
Târihe, ilme,
bilime, sağduyuya aykırı olmasına ve hiç-bir delile dayanmamasına rağmen
körü-körüne ve ezbere olarak orta-çağ “karanlık bir dönem” olarak kabûl
edilmiştir-edilmektedir. Çünkü Rönesans ile başlayan süreçte Aydınlanma denilen
dönem, orta-çağa kıyasla isimlendirilmiştir. Çünkü Aydınlanma denilen dönem ile
birlikte insanların tasavvuru, düşüncesi, zihniyeti ve eylemleri değişime
uğramaya başlamıştır. Bu değişim ile birlikte Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber
ve din merkezden çıkarılarak onun yerine insan, akıl ve madde merkeze
alınmıştır. Böylece insanlar artık buna göre bir düşünce, söylem ve eylem ortaya
koymaya başlamıştır.
Bu yeni
dönemde maddeye aşırı odaklanmanın sonucunda ortaya farklı bir-kaç şey çıkınca
ve bunlar insanların hem işlerine yaradığı ama daha da önemlisi nefislerine hoş
göründüğü için, yeni şeylerden kendilerini mahrum bırakan şeyin eski zihniyet
yâni din-merkezlilik olduğunu düşünmüşler ve Aydınlanma denilen döneme kıyasla
Aydınlanma öncesini “karanlık” olarak görmüşlerdir. Artık yeni bir çağ
başlamıştır ve bir-önceki çağa (orta-çağ) göre ileri bir seviyenin başlamasını “aydınlık
yeni çağ” olarak isimlendirerek bu döneme “aydınlık”, önceki orta-çağa ise “karanlık”
demeye başlamışlardır.
Orta-çağ
denilen zaman M.S. 375 yılında Kavimler Göçü denilen süreçle başlayıp, Roma
İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrıldığı M.S. 395 ile,
İstanbul’un Fethi’nin târihi olan 1453 yılı arasındaki 1358 yıllık bir dönemi
kapsadığı söylenir. Bâzılarıysa orta-çağı Batı Roma’nın çöküş târihi olan M.S.
476 yılı ile başlatır ve Amerika Kıtası’nın -sözde- keşfinin târihi olan 1492 yılı
ile bitirir. Tabi hiç-bir dönem kesin bir târihle başlamaz ve bitmez.
Orta-çağa “karanlık” denilmesinin nedeni, Yunan ve
Roma uygarlıklarının “insanlığın en aydınlık çağı olduğu inancı”na kıyasla
orta-çağın Yunan ve Roma’dan çok farklı olması nedeniyledir. Zîrâ orta-çağ
Allah-merkezli bir zihniyete sâhipken, Yunan ve M.S. 400 öncesi Roma dönemi ise
insan-merkezli idi. Modern dönem de insan/beşer-merkezli olduğu için orta-çağa
“karanlık” denilmektedir. Tabi bu sâdece moderniteye tapanlar için geçerlidir. Petrarca, erken orta-çağ dönemini “karanlık çağlar” olarak betimlemiştir, çünkü bu dönemi, özellikle Antik
Yunanlar ve Romalılarla karşılaştırdığında insan başarısının düşüşe geçtiği
bir zaman olarak görmüştür. Ortaçağ bu isimle adlandırılmıştır, çünkü Rönesans bilginleri bu dönemi uzun ve ilkel olan, Antik Yunan ve
Roma gibi andıkları ve gıpta ettikleri büyük medeniyetlerden ayrı olan bir
dönem olarak görmüşlerdir.
Orta-çağ kavramı ilk olarak Rönesans
Dönemi târihçilerince kullanılmıştır. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden
(MS. 476), batı’nın yüzyıllar boyunca unuttuğu antik değerlerle yeniden
tanıştığı Yeniden Doğuş anlamına gelen Renaisance (Rönesans) Dönemi’ne kadar
sürdüğü genel olarak kabûl edilir. Batı’lı târihçilerin 18. yüzyılın ortalarına
kadar çıkardıkları bu dönemin bitiş târihi, Türk târihçiler için Doğu Roma
(Bizans) başkenti Constantinopolis (İstanbul)’in fethedildiği 1453 yılıdır.
Avrupa Orta-çağı, Erken Orta-çağ 5-11. yüzyıl, Asıl Orta-çağ 11-14. yüzyıl ve
Geç Orta-çağ 14-15. yüzyıl belirlenmiştir.
Ekrem Memiş, orta-.çağın başlangıcı
konusunda şunları söyler:
“Ortaç-ağın ne zaman başladığı da
tartışmalıdır. Eski-çağın sonu ve orta-çağın başlangıcı için teklif edilen
târihler şunlardır: 325, 375, 395, 476. Bu târihleri yakından incelersek..
325 yılında İznik Rûhânî Meclisi
toplanmış ve alınan bir kararla İncil sayısı dörde indirilmiştir. Bunlar;
Matta, Markos, Lûka ve Yuhanna İncilleridir. Bu karar, dînî açıdan, Hristiyan
Avrupa için önemli bir hadisedir. 375 yılı Kavimler Göçü'nün başlangıcı olup,
bu göçler sonucunda iki önemli olay gerçekleşecektir. Bu olaylardan ilki, 395
yılında Roma İmparatorluğu’nun Doğu Roma ve Batı Roma olmak üzere ikiye
ayrılmasıdır. İkincisi ise, 476 yılında Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasıdır.
Yukarıdaki hadiselerin hepsi
Avrupa-târihi ile ilgilidir ve teklif edilen rakamlar, 4. yüzyılın ilk
yarısından başlayarak 6. yüzyılın ortalarına
kadar uzanmaktadır. Aslına bakılacak olursa, bu konuda tam bir fikir-birliğine
varılamaması, kafaları karıştırmaktadır.
Üstüne-üstlük bâzı otoriteler, eski-çağın sonu için teklif edilen
zaman-sınırını 700'lere hattâ 800'lere kadar uzatmaktadırlar. Gerçekten onlara
hak vermemek mümkün değildir. Çünkü hiç-bir devir, birden-bire sona ermez.
O-hâlde, ne kadar önemli olursa-olsun, yukarıda sıralanan rakamlardan herhangi
birini (325, 375, 395 veya 476), eski-çağın sonu ve orta-çağın da başlangıç
olarak kabûl etmek, mantığa aykırı gibi görünmektedir. Zîrâ teklif edilen
rakamlardan sonuncusunu kabûl etsek bile, bu dönemde, eski-çağın kurumları,
gelenek ve görenekleri hâlen devâm etmektedir. Eski-çağ kurumlarının, gelenek ve göreneklerinin büyük ölçüde
kaybolup, yerini orta-çağ kurumlarına terk ettiği dönem, 8. yüzyıl ortalarıdır ki, Avrupa Orta-çağını bu târihten îtibâren başlatmak daha mantıklı
görünmektedir”.
Teoman
Duralı, orta-çağın başlangıç ve bitiş zamanı ve orta-çağın karanlık
olup-olmadığı hakkında şunları söyler:
“Orta-çağ
Batı Roma’nın çöküşü 300 küsurlardan İstanbul’un fethi 1453’e değin süren çok
geniş bir dönemdir. Bu çağ, üç kısma ayrılmaktadır: Erken devir 400. yüzyıldan
ilk devletin kuruluşu Fransa’nın ortaya çıkışı, yâni Frank Krallığının
teşekkülüne kadar 400 küsur yıllık bir süredir. 800’den Rönesans’ın meydana
çıktığı 1200 küsurlara kadar klâsik dönem ve 1200 küsurlardan 1453 -yâhut 1492
Amerika’nın keşfi de olabilir- geç devir. Erken devir karanlık çağ olarak
nitelenmektedir. Bu 400 yıllık sürede Avrupa’da siyâsî ve ona bağlı olarak
iktisâdî karışıklıklar var.
400’lerle
700’ler arasında 300 yıllık süre, târihte ‘karanlık çağ’ olarak geçer. 19.
yüzyıl Avrupalı târih filozofları bütün Orta-Çağ’a ‘karanlık’ demişlerdir.
Neden?. Çünkü orta-çağ hristiyan medeniyetine bir başkaldırı meydana gelmiştir.
Ne zaman?. 1500’lerden îtibâren bir isyân bayrağı çekilmiştir. Devrimler hep
devirdiklerini alabildiğine kötülerler. Yeni ortaya çıkan Yeni Çağ din-dışı
Avrupa medeniyeti de selefi Orta-Çağ Hristiyan Avrupa medeniyetini yerden-yere
çalmıştır. Karanlık çağ, câhillik, vahşet demiştir. Bizde de taklit olduğundan
bizimle hiç-bir ilgisi olmamasına rağmen Orta-Çağ Avrupa’sını da tanımıyor,
bilmiyor olmamamıza rağmen, bizim dışımızda cereyân ediyor olmasına rağmen,
bizde de ilericilere, çağdaşçılara kulak verdiğinizde ‘orta-çağ kötüdür,
karanlıktır, cehâlettir’ derler; ne dediklerini bilmeden, Yeni Çağ din-dışı
Avrupa medeniyetinin kurucu babalarının laflarını tekrarlarlar. Karanlık mıydı,
aydınlık mıydı, iyi miydi, kötü müydü onu bilmiyoruz. Hasbel-kader göreceğiz
gerçekten o kadar kötü müydü, değil miydi ama baştan peşin-peşin şunu
söyleyeyim: Bu kötülemeler önemli ölçüde psikolojiktir. Dediğim gibi o devrimi
yaratanların bir önceki dönemi kötülemesidir. Daha sonraki devrimlerde de biz
benzerini yaşadık. Meselâ Fransız Devrimi’nde iş-başına gelen yeni nesil
Cumhuriyetçiler kendilerinden önce eski düzen hükümdarlık düzenini yerden-yere
vurmuşlardır. Rusya’da meydana gelen 1917 Devriminde her-şeyi iptâl
etmişlerdir. O kadar ki, Çarlık Rusya’sında döşenmiş demiryollarını bile
sökmüşlerdir. Düşünebiliyor musunuz şu mantıksızlığı, duygusallığı, o
demiryollarını hiç yok yere söküyorlar. Ondan sonra tabii trenleri, katarları
yürütebilmek için yeniden inşâ etmeleri gerekti”.
Eski-çağ
olarak ifâde edilen zamanlarda da “karanlık” olarak adlandırılan bir zaman-dilimi
vardı. Hititlerin yıkılış târihi olan M.Ö. 1.200 ile Frigyalılar’ın kuruluş
zamânına olan M.Ö. 800’e kadar süren yaklaşık 400 yıllık zaman-dilimi o
zamanlar “karanlık çağ” olarak kabûl edilirdi.
Bâzı târihçiler; “İslâm medeniyetini
yanlışlıkla orta-çağa yerleştirilmiştir. Yanlıştır, orta-çağ Avrupa’ya
mahsustur. Orta-çağ İslâm medeniyeti, Orta-çağ Çin medeniyeti, Orta-çağ Hint
medeniyeti yoktur. Sâdece Avrupa için yapılan târihî bir sınıflamayı ifâde eder.
Orta-çağ Avrupa medeniyetinin menşei Hristiyan Dîni’dir” derler. Orta-çağı
kötülemek Avrupa’da başlamıştır ve bahsedilen târihler arasına orta-çağ demek
batı’ya hastır ama bir çağ varsa bu çağ tüm Dünyâ’nın çağıdır. Avrupa’nın
kastettiği ve karanlık dediği çağda ve târihlerde İslâm vardı ve Dünyâ’yı
aydınlatıyordu.
Peki orta-çağ gerçekten de karanlık
mıydı?. Orta-çağ, biz müslümanlar için elbette karanlık bir çağ değildi ve
tam-aksine apaydınlık bir çağdı. Çünkü aydınlığın özü olan vahiy nûru üzerimize
orta-çağda inmişti, daha doğrusu bir rahmet gibi yağmıştı. Allah çağımıza bir
nur, bir ışık tutmuş ve çağımızı aydınlık hâle getirmişti. Böylece mü’minler o
nûru tüm Dünyâ’ya yaymaya başlamışlar ve tüm Dünyâ’yı aydınlatma yoluna girerek
“karanlığı delen birer yıldız” olmuşlardı. Mü’minler Kur’ân ve onun en ideâl
uygulaması ve örnekliği olan Sünnet ile Dünyâ’yı ışıl-ışıl hâle getirerek
aydınlatmaya ve karanlıkları yarmaya başlamışlardı. Bu aydınlanma elbette ilk
önce iç-âlemlerin aydınlatılması ve nurlandırılmasıyla başlamıştı. Çünkü
içinden aydınlan(a)mayanlar dışlarını aydınlatamazdı. İçlerini aydınlatanlar
ise daha sonra dış-âlemi aydınlatma yoluna ve çabasına girmişlerdi.
Bu nedenle batı’nın “karanlık çağ” dediği çağ aslında “aydınlık
çağ” (asr-ı saadet); “aydınlık çağ” dediği çağ ise aslında “karanlık çağ”
(modern çağ)dır. Zîrâ Allah’tan, vahiyden ve din’den kopuk olunca karanlık
kaçınılmazdır. Tabi vahyi görmezden gelen ve ona kulaklarını tıkayanlar için
orta-çağ kapkara bir çağ olarak kalmıştır. Ne zaman ki Allah’tan, vahiyden ve
din’den uzak kalınmışsa ve hesâba katılmamışsa, o çağ mecbûren “karanlık”
olmuştur-olur. İsterse her-yer sûnî ışıklarla ışıklandırılmış olsun yine de
fark etmez. Çünkü kâlpler, gönüller, zihinler, niyetler, amel ve eylemler karanlık
ise, tüm Dünyâ karanlıklar içinde kalmış demektir. Vahyin merkezde olmadığı her
yer cehâlet, bâtıl, çirkeflik ve koyu bir karanlık içinde kalmaya mahkûmdur.
Batı, orta-çağda zifiri olmasa da bir karanlık
içinde yaşıyordu. Çünkü merkeze vahyi değil, verilen tâvizlerle ortaya çıkmış
olan bir din ve inanışa göre yaşıyordu. Bu onun hem aydınlanmasına hem de
çevresini aydınlatmasına engel oluyordu. Bu yüzden batı’lıların “karanlık”
dediği orta-çağ, kendi-kendilerini bıraktıkları bir karanlıktır. Batı’lıların
öne sürdükleri karanlık çağ, sâdece kendileri için geçerli olması gerekirken, Modernizm
ile birlikte kendi kültürlerini ve kabûllerini tüm Dünyâ’ya yaydıkları ve kabûl
ettirdikleri için, artık herkes orta-çağı karanlık bir çağ olarak görmeye
başlamış, sonuçta da orta-çağa hâkim olan din/vahiy-merkezli dünyâ-görüşünü
“geri ve karanlık” olarak fişlemiş ve kabûl etmiştir-etmektedir. Bu düşünceye
“müslümanım” diyenlerin katılması ise ancak cehâlet ve ahmaklıkla
açıklanabilir.
Evet; Allah’tan,
vahiyden ve din’den kopan batı-aklı, insanlığı “orta-çağın karanlığı”ndan
“modern-çağın karanlığı”na getirmiştir. Bir karanlıktan başka bir karanlığa
taşımıştır ki, bu yeni karanlık çağ, daha önceki karanlık çağlar gibi de
değildir. Çünkü önceki “karanlık” denilen çağlar “sâdece karanlık” iken, Modern
çağ denilen, şeytan, nefs ve tâğut-merkezli çağ ise kapkara ve zifiri karanlık
bir çağdır. Bakmayın siz her yerin sûnî aydınlatıcılarla aydınlatıldığına, eğer
tüm Dünyâ mekânı ışıl-ışıl aydınlatılsa ama insanların iç-âlemleri karanlıktaysa
o çağ iç-âlemlerin karanlığı ölçüsünde karanlıktır. İç-âlemler ne kadar
karanlıksa Dünyâ da o oranda karanlıktır. İnsanlık târihinde -modern çağda
olduğu gibi- iç-âlemlerin bu derece karardığı bir dönem olmadığına göre,
insanlık târihinde en koyu karanlık çağ Aydınlanma süreciyle başlayan modern
çağdır. Öyle ki tünelin sonunda herhangi bir ışık-hüzmesi bile gözükmemektedir.
Batı’nın
karanlık dediği orta-çağ, hristiyanların pagan Roma’ya karşı tâvizler verdiği
ve “ictihad kapısını kapattığı” zamanlardır. Orta-çağ karanlığı denen karanlık,
İslâm ve doğu coğrafyasının değil, Avrupa coğrafyasının karanlığıdır. Fakat
aslında Avrupa bile orta-çağda, modern çağda olduğu kadar “karanlık” değildi. Karanlık
orta-çağ, karanlık modern çağ kadar “karanlık” değildir. Orta-çağ felsefesi,
modern çağ felsefesine göre daha tutarlıdır. Mîmâri daha çarpıcı ve
göz-alıcıdır. Her-şey doğal, insanlar da daha doğru ve düzgündür. Çünkü hem
Allah’a hem de birbirlerine karşı daha insancıldırlar. Sosyâl, kültürel,
sanatsal, âilevî, dînî vs. modern çağa kıyasla her yönden daha aydınlık bir
dönemdi orta-çağ.
Aydınlanma
deyince aydınlanılmış falan olunmuyor. Avrupa’nın çok övündüğü
Rönesans-Aydınlanma-Sanâyileşme ve Modernite gibi -sözde- zirve çağlar,
insanların köle olarak alınıp-satıldığı dönemlerdi. Modern çağın hem çıkış noktası hem de
varış noktası ahlâkî değildir.
Rönesans,
Aydınlanma, Sanâyileşme ve Modernizm ile birlikte Avrupa’lı insanın zihniyeti,
tavırları ve davranışları değişmeye başladı. Aydınlanma denilen süreç, Avrupa’lı insanın yönünü ve
eksenini bozdu ve zihniyetlerini değiştirdi. Dinsizleşti, şeriattan koptu ve
dünyevileşerek maddeye kilitlendi. Rûhu ve kâlbi iptâl ederek bedene tapmaya
başladı.
Aydınlanma denilen çağ, “dinden kurtulma
çağı”dır. Dînin hâkim ve belirleyici olduğu orta-çağa düşmanlık ve onu karanlık
olarak görmek bu nedenledir. Aslında karanlık olarak gördükleri şey belli bir
dönemi kapsayan çağ değil, dînin kendisidir. Orta-çağdan kurtulmak “din’den
kurtulmak”tır. Böylece şeytan ve tâğutların etkisiyle nefisler serbest kalmış
ve alabildiğine kışkırtılmıştır. Bu da modern insanın çok hoşuna
gitmiştir-gidiyor. Zîrâ nefisler alabildiğine kışkırtılmayı, haz ve zevk içinde
olmayı ister. Buna engel olan en önemli hattâ tek etken olan din orta-çağa
hapsedilince, artık insanlar keyiflerine göre yaşamaya alışmış, bu keyfe engel
olabilecek olan dîni ve dînin hâkim olduğu orta-çağı ötekileştirerek ona
“karanlık çağ” demeye başlamıştır. Bu fişlemeyi yapınca ve insanlar da bunu
kabûl edince artık herkes, “orta-çağın karanlığına mı dönelim” gibi laflar
etmeye başlamıştır. Din deyince hemen orta-çağ akıllarına gelmektedir ve dîni,
orta-çağın efsâneleri olarak görmeye başlamışlardır. Tabi bunu, -her ne kadar
farkında olmasalar da- meftûn ve râm oldukları modern çağın koyu karanlığının
tam ortasındayken söylemektedirler.
Ortaçağ; İslam
medeniyeti bakımından olduğu gibi, Türk târihi bakımından da en şâşâlı devirdir.
Orta-çağ müslümanlar için karanlık falan değildir. Araplar, Îranlılar ve
Türkler başta olmak üzere müslümanlar için zinhar karanlık bir çağ değildir.
Fâtih Sultan
Mehmet ile birlikte orta-çağ bitti ve yeni bir çağ başladı. Fakat bu, Türkler
için aynı-zamanda yozlaşmanın da başladığı târihtir. Zîrâ yozlaşma sarayda (merkezde)
başlar ve genele yayılır.
Kur’ân
orta-çağda inmedi mi?. Peygamberimiz ve o’nunla birlikte olanlar o üstün
mücâdelelerini orta-çağ denilen zamanda yapmadı mı?. İslâm yada müslümanlar
neredeyse tüm Dünyâ’ya orta-çağda hâkim olmadı mı?. Tüm insanlığa yeni-yeniden
bir yön veren İslâm orta-çağda tamamlanıp da yayılmadı mı?. Hadi modernitenin
kulu-kölesi olmuş olan Allahsız-dinsiz insanları anlıyoruz fakat müslümanlara
ne oluyor da onlar da İslâm’ın nûruyla aydınlanan zamâna “karanlık” diyorlar?.
Kur’ân’ın indiği çağ nasıl karanlık olabilir?. Adâletin, eşitliğin, hakkın,
hakîkatin ve tevhidin hâkim olduğu bir çağ nasıl olur da karanlık olabilir yada
siz bu çağa karanlık diyebilirsiniz?!.
Hakkında bir
bilgileri bile olmamasına rağmen orta-çağ öyle bir kötüleniyor ve lânetleniyor
ki, sanırsınız ki Allah bile sanki orta-çağdan nefret ediyor da modern çağı çok
beğeniyor ve de ondan râzıdır. Peki Allah modern dünyâdan ve yaşanan modern
yeni çağdan râzı mıdır?. Bunu en azından müslümanlar sormalı değil midir?.
Allah’ın yasakladığı, haram, günah, ayıp ve suç olarak belirlediği her-şey en
yoğun şekilde modern çağda işlenip dururken Allah modern çağdan nasıl râzı
olabilir ki?. Peki Allah’ın, insanlar içinden en ahlâklı olanını seçerek o’na
vahiy indirdiği ve temâsa geçtiği insan eli ile İslâm’ı yeniden hâkim
hayat-nizâmı yaptığı orta-çağdan nefret etmesi nasıl mümkün olabilir?. Allah
vahyini indirdiği dönemden mi râzı olacak, yoksa vahyinin hiç kâle alınmayarak
inkâr edildiği “modern” denen bir çağdan mı râzı olacak?. Aklı başında olanlar
için bu sorunun cevâbı çok açıktır.
Tabi orta-çağda da adâletsizlik, haksızlık,
ahlâksızlık, şirk, küfür ve zulüm yapılmıştır. Nice yanlış, çirkin ve zararlı
düşünceler açığa çıkmış, nice câhillikler işlenmiş, nice şeytânî
fikirler-düşünceler ortaya atılmıştır. Sünnetullah ve imtihan gereğince
bunların Dünyâ’da sıfıra indirilmesi mümkün de değildir. Fakat orta-çağ hem
batı’lılar için sanıldığı kadar karanlık değildir, hem de müslümanlar için
karanlık değildir ve bilakis apaydınlık bir çağdır. Zîrâ orta-çağ, vahyin
nûrunun Dünyâ’yı aydınlattığı ve İslâm’ın Dünyâ’ya hâkim olduğu bir
çağdır.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir
Hârûn Görmüş
Hazîran 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder