“Allah yolunda
hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da.
Allah’a ve Resûlü’ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm
gelen kişinin ecri şüphesiz Allah’a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır,
esirgeyicidir” (Nîsâ 100).
Hemen söyleyelim ki İslâm, modern-seküler
Allahsız mekânlarda hakkıyla yaşanamaz-yaşanamıyor. Peygamberler de
yaşayamamıştı da hepsi de hicret etmişlerdi. Çünkü İslâm sâdece kâlplerde,
vicdanlarda, zihinlerde, dört duvar arasında, masa-başında vs. yaşanabilecek
bir din değildir. Bu nedenle ona bir alan, bir mekân gerekir. Hattâ mülk
Allah’ın olduğu için İslâm tüm Dünyâ-mekânına hâkim olmalıdır. Zâten “tevhid
etmek” bu demektir. Buna göre Allah göklerde tek ilah olduğu gibi yeryüzünde
tek ilah olmalıdır.
Bizim asıl sorunumuz
Dünyâ-mekânının fıtrata, doğala-doğaya ve normâle aykırı olarak bâtıl anlamda
değişmiş olması ve bu nedenle de modern mekânlarda İslâm’ı hakkıyla yaşayacak
bir alan -neredeyse- kalmamış olmasıdır. Mevcut modern dünyâda ve mekânda mü’mince
yaşamak mümkün değildir ama şeytanca yaşamak çok kolay hâle gelmiştir. Zâten bu
modern kent mekânlarında İnsanlar şeytanla birlikte yaşamaya mahkûm edilmiştir.
Dünyâ dâhil tüm kâinât
“muhteşem düzenlilikte ve güzellikte olan bir mekân”dır. Mekân, içinde eşyânın
bulunduğu ve hareket ettiği yerdir. Zâten zaman denen şey de, bu hareketin
anlamlandırılmasından başkası değildir. Zaman, mekânda olan hareketlerin
gözlemlenmesi ve yorumlanmasıdır. Allâhuâlem gerçek bir varlığı yoktur. Hattâ
mekan bile “sınırları belirlenmiş bir
alan” değil, eşyânın bulunduğu ve hareket ettiği boşluktur. Allah “kün” (vâr
ol!) demiş ve eşyâ, mekân ve dolayısı ile zaman ortaya çıkıvermiştir.
Mekân, aslında “maddenin
bulunduğu yer”dir. Madde olmasa belki mekân da olmayacak yada kalmayacaktır.
Kâinattaki tüm maddeyi kozmik bir süpürgeyle süpürsek, belki de ortada mekân ve
dolayısı ile zaman diye bir şey de kalmayacaktır. Aristoteles, “hiç-bir cismin
bulunmadığı yerde zaman ve uzay da bulunmaz” der. Biz, maddenin bulunduğu yere
ve ortama “mekân” diyoruz. Tabi kâinâta dışarıdan bakamadığımız için maddenin
nerede bulunduğunu anlayamıyoruz ve bilemiyoruz. Bu nedenle de mekânı madde
bağlamında anlamlandırıyoruz. Zâten zaman da öyledir. Mekânın orijinâl bir
varlığı yoktur, maddeye ve maddenin hareketine bağlı olarak -görece- ve
yanılsama olarak bir mekân vardır. Kâinâtı kozmik bir süpürgeyle süpürdüğünüzde
geriye maddesizlik anlamında “yokluk” kalır. Geriye “mekân” zannettiğimiz ve aslında
bir şey olmayan şey kalır. O şey aslında hiç-bir şey değildir.
Aslında zaman diye bir şey
yoktur, dolayısıyla zaman değişmez. Değişen şey mekândır. “Bu zamanda olmaz”
demek, “bu mekânda olmaz” demektir. Modernizm ile birlikte mekân değişmiş,
modernleşmiş yâni Allahsızlaşmış ve İslâm’a uygun olmaktan çıkartılmıştır.
Ne zaman ki hayat-şekli
moderniteyle birlikte değişmeye başladı, işte o zaman insan da değişmeye
başladı. Çünkü mekân değişmeye başladı. Bu değişme doğal, normâl ve fıtrî
olmayan bir değişmeydi. Mekân değiştiği için zaman değişmeye başladı. Yoksa
zamânın değişecek bir durumu yoktur. O-hâlde değişen şey, maddenin a-normâl
değişimi sonucunda mekânın değişmesidir. Demek ki mekân değişince bir “değişim”
oluyor ve hattâ değişimler mekânın değişimiyle başlıyor. Mekân doğal, normâl ve
fıtrata uygun olarak değişince bu değişim, insanı olumsuz etkilemiyor ve zâten
insanlar ve de hayvanlar bu değişimin çok da farkında olmuyorlar. Mekânın doğal
değişiminden dolayı insanın (ve diğer canlıların) yaşam-şeklinde bir değişiklik
olmuyor. Doğala, normâle ve fıtrata aykırı olmayınca harekette ve hızda
a-normâl bir değişiklik olmuyor. Mekân yavaş değiştiği için insanlar bu
değişimden olumsuz etkilenmiyor ve değişen mekân onları sarsmıyor, yoldan
çıkarmıyor.
Moderniteyle birlikte ise,
madde çok hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Öyle ki artık bu hızlı değişimin
tâkibi bile yapılamıyor. Maddenin değişimi “mekânın değişimi” olduğu için,
mekân çok çabuk değişmiş oluyor. “Dünyâ çok değişti” denilen şey aslında mekânın
çok farklılaşmasıdır. Mekânın farklılaşması hareketlerin ve davranışların da
değişmesine sebep oluyor. Hareketler mekâna göre değişiyor. İnsanlar yeni
hareketler ve davranışlar kazanıyor yeni mekânlarda. Mekân insanların
davranışlarını şekillendiriyor.
Hani sık-sık, “bu zamanda
olacak şey değil” diye söylenen söz var ya, aslında o sözle, “bu mekânda olacak
şey değil” denmek istenir. Yoksa zamanda bir değişme yoktur. O sâdece, bir
yanılsama olarak insana “akıyor” gibi gelir. “Bu zamanda olmaz” dediğinizde,
“bu mekânda yapılamaz” demiş olursunuz. Çünkü bir şeyin yapılabilmesi için
mekânın uygun olması gerekir. Meselâ “kaymak gibi” asfalt bir yolda at ile
yolculuk yapmak çok da olacak şey değildir. “Bu zamanda at ile yolculuk mu
yapılır” sözü, “bu mekânda (asfalt yolda) at ile yolculuk yapılmaz”
anlamındadır.
Mekânın doğal, normâl ve
fıtrî olana göre çok aşırı ve hızlı değişmesi, modernitenin bir projesidir ki
bu, küresel tâğutlara şeytanın yaptığı telkinin bir sonucudur. Moderniteyi ve
modern-beşerî sistemleri ayakta tutan şey, mekânın bu çok farklı ve hızlı
değişimidir. Modernite mekânı hızla değiştirdiği için, insan da hızla mekâna
uymaya başlıyor, mekâna göre konumlanıyor ve hattâ tasavvuru, düşüncesi,
söylemi ve amel-eylemi mekâna göre belirleniyor. Böylece artık yaratılışına
uygun davranış gösteremiyor. Zîrâ o davranışı sergileyebilecek bir
ortamı-mekânı kalmamıştır. Yaratıcının emrettiğini yapacak, Kur’ân’a ve
Sünnet’e uyacak bir alanı-mekânı kalmamıştır modern insanın ve müslümanın. Zîrâ
modernite, mekânı hızla değiştirip dönüştürmekle şeytânî düzen ve günah işleme
dışında insana başka bir hareket alanı bırakmıyor.
Modern dünyâda, aynen
göklerde olduğu gibi sünnetullaha, vahye ve Peygamber’e uyacak bir yaşam-şekli
belirlenemiyor. Zîrâ ortam müsâit değil, mekân müsâit değil. Mekân tam da
şeytanın isteğine göre düzenlenmiş durumdadır. Böyle olunca da şeytanın her
emri dinleniyor ve şeytana göre hareket ediliyor. Şeytan târihte hiç olmadığı
kadar güçlü bir iktidârı moderniteyle ve modern mekân ile birlikte kurmuştur.
Mekânın değişmesi, insanın
değişmesidir. Zaman ve mekân, kendi mantık türünü de üretir. Ne kadar çok insan
varsa o insanların bulunduğu mekân o kadar çok ve hızlı bir şekilde değişir.
Çok farklı ve birbirine aykırı düşünceler ve amel-eylemler ortaya çıkar. Bunun
farkında olan modernler, çeşitli şeytânî projelerle köyden kente göçü
başlatmışlar ve insanları kente yığmışlardır. Bu, modern üretimin çoğalmasını
ve değişmesini de yanında getirmiştir. Sonuçta mekân değişmiştir. Mekân
değişince düşünce ve amel-eylem şekli de değişmiştir ama bu değişim
Yaratıcı’nın belirlediği ve emrettiği istikâmette değil, şeytanı râzı edecek
istikâmette olan bir değişim olmuştur. Çünkü değişen mekânda Allah’ın istediği
ve emrettiği şekilde yaşayacak bir alan yoktur. Mevcut mekân ona müsâit
değildir. Zîrâ İslâm’ı “hakkıyla yaşayacak” bir alan kalmamıştır. Oysa mekânın
daha yavaş ve az değiştiği köyler yada kırsal alanlar İslâm’ı hakkıyla yaşamak
için daha müsâittir ve bu türlü bir yaşam böyle yerlerde daha mümkündür. “Bu
zamanda namaz, oruç, infâk, muhabbet, sohbet, dostluk, yardımlaşma, vs. olmaz”
demek, “hızla değişmiş olan modern kent mekânında bu şeyleri yapacak bir alanın
yâni mekânın olmadığını söylemek” demektir.
Bir tepeye çıkıp modern
kente şöyle bir bakın. O gördüğünüz mekân-kent var ya; işte orada İslâm’ın
yaşanması yada “hakkıyla yaşanması” mümkün değildir. Dinden uzaklaşmanın temel
nedeni işte budur. İnsanın değişimi mekânın değişimi, mekânın değişimi insanın
değişimidir.
Vahyin anlamı, zaman, mekân
ve coğrafyaya göre değişmez, fakat zaman, mekân ve coğrafyaya göre insanların
anlayışları değişir. Zaman ve mekân, kendi mantık türünü de üretir.Yeni
anlayışlar da mekânı değiştirir. Eğer değişim-dönüşüm İslâm’a doğru ise İslâm’ı
hakkıyla yaşamak için alanlar açılır ve zamanla tüm Dünyâ mü’minler için mescid
olur. Demek ki mekân imkândır.
Mekânı olmayan fikirler,
buharlaşıp yok olup giderler.
Mekânı ve zamânı dîne göre
düzenlemezseniz, dîni mevcut modern zamâna ve mekâna göre anlama çabasına girer
durursunuz.
Mekânın modern anlamda
değişmesi, nice imkânı bitirdiği gibi, îmânın da azalmasına ve bitmesine neden
oldu-oluyor.
Mekân, şartlar ve dolayısı
ile zaman, ne yaparsanız ve nasıl davranırsanız ona göre şekillenir.
Dünyâ demek mekân demektir.
Tüm mülk Allah’ın olduğu için Dünyâ-mekânı da Allah’ındır. O-hâlde tüm mekân
Allah’a yâni İslâm’a göre şekillenmelidir.
Allah, zamandan ve mekândan
münezzehtir; yasaları ve sanatı ile her yerde hazır ve nâzırdır. Fakat biz
mekândan münezzeh olmadığımız için İslâm’ı hakkıyla yaşayabilecek bir mekâna
ihtiyâcımız vardır.
Dünyâ materyâlizmin en yüksek seviyede yaşandığı bir
mekân hâline getirilmiştir. Orada dîne yer ayrılmak istenmemektedir.
Mega-kentlerde ise İslâm’ı yaşamak düşüncesi bile
absürd görülmeye başlamıştır ve verilecek tâvizlerin yolu aranmaktadır.
Nüfûsu yüz bini geçen şehirlerde İslâmî bir mekân
azaldığı yada kalmadığı için insanlık da bitmiştir.
Kümes gibi daracık ve
tek-kişilik evlerde İslâm’ın hakkıyla yaşanması mümkün değildir. Evi-mekânı dar
olanın, gönlü de dar olur doğal olarak. Peygamberimiz bu nedenle “evlerinizi
geniş yapın” demiştir.
O-hâlde modern mekânları, hele-hele metropôlleri terk
etmedikçe veyâ onlar bir yıkılışla yıkılıp, insanlar tekrar doğaya dönmedikçe
dîne dönemeyecek ve İslâm’ı hakkıyla yaşayamayacaktır. Zîrâ modern mekânlarda
İslâm ucundan-kıyısından bile yaşanamayacak hâle gelmektedir.
Modern mekânlarda en bilindik
ve yaygın ibâdet olan namaz ibâdetini bile yapamazsınız. Çünkü namaz kılacak
yer bulamazsınız. Zîrâ modern mekânlarda dîne-İslâm’a yer ayrılmamıştır yada
çok dar bir alan bırakılmıştır.
Modern dünyâda İslâm’a bir
alan bırakılmak istenmemektedir. Bu yüzden İslâm’ı yaşama alanları gün geçtikçe
daraltılmaktadır. Allah elbette her yerdedir ve biz bir mağaracık bir yer bile
olsa İslâm’ı yaşayabiliriz. Fakat dar bir mekânda İslâm’ı yaşamak da sınırlı
olacaktır. Çünkü İslâm dar bir alan için gönderilmemiştir. Dolayısıyla mekân
dar olduğunda yada hiç olmadığında İslâm hakkıyla yaşanamayacak yada hiç
yaşanamayacaktır.
Kur’ân bir îman/ahlâk kitabı
mıdır?, yoksa bir îman-eylem kitabı mıdır? İkisidir de. Fakat hangisinin öne
çıkacağını zaman-mekân-durum belirler. Bu daraltılmış zamanda-mekânda-durumda
Kur’ân’ın îman-ahlâk tarafından ziyâde, îman-eylem tarafı öne çıkarılmalıdır.
Târihinde neredeyse hiç olmadığı kadar bu derece bir perişânlığa rağmen, böyle
zamanlarda-mekânlarda-durumlarda inatla Kur’ân’ın sâdece îman-ahlâk tarafını öne
çıkaranlardan şüphe edilmelidir.
Mevcut modern zaman ve
mekân, bırakın İslâm olarak kalmayı “insan” olarak bile kalmanın neredeyse
imkânsız olduğu bir zaman ve mekândır.
Zamânın ve mekânın değişimi,
“nefsin ve kâlplerin değişiminin bir sonucu”dur.
Müslümanlar Dünyâ’yı,
İslâm’ı hakkıyla yaşanacak bir mekân hâline getirmekle mükelleftirler. Bu, hem
insanın aslına uygun olarak değiştirilmesi, hem de mekânın İslâm’a uygun olarak
inşâ edilmesiyle olabilir ancak. Allah özünde bu şekilde yaratmıştır insanı ve
Dünyâ’yı çünkü.
Sürekli olarak dîn, zamâna
ve mekâna uydurulmaya ve uyarlanmaya çalışılıyor. Peki niçin zamân ve mekân
dîne uyarlanıp uydurulmaya çalışılmıyor?. Zaman, mekân ve koşullar değiştiği
için artık İslâm’ın günümüzde uygulanamayacağı söyleniyor. İyi de zamânı ve
mekânı Allah mı değiştirdi?. Eğer Allah’ın râzı olmayacağı bir değişme varsa, o
zaman o değişen şeyi yeniden İslâm’a göre değiştirmek gerekir. Zîrâ modern
mekânlar sapıklığa doğru değişmiştir.
Zamânın değişmesi aslında
“mekânın değişmesi” demektir. Mekân İslâm’a aykırı ve İslâm’ın hayat
bulamayacağı bir şekilde değiştirilmişse, orada yapılacak “İslâmî değişim”,
“bir süreç içinde olacak olan bir değişim” değil, “devrim ile olacak âni bir
değişim” şeklinde olabilir. Zîrâ şeytânî bir mekân ve zaman içindeyken insanın
değişmesi ve dolayısıyla İslâm’ın, kişileri değiştirip-dönüştürmesi pek mümkün
değildir.
Kur’ân ve Sünnet bu zamâna
ve mekâna uygun değilse -ki değildir-, mü’minlere düşen şey, Kur’ân’ı ve
Sünnet’i mevcut modern mekâna göre değil, mekânı, dolayısıyla zamânı İslâm’a
göre değiştirmektir. Bu da, mü’minlerin bâtıl toplumdan ayrılmasıyla (hicret)
başlayacaktır.
Mevcut modern mekânlar İslâm
olarak kalmanın da, insan olarak kalmanın da imkânsızlaştığı yerlerdir. Öyleyse
mevcut modern mekânlarda yaşamayı zûl görerek İslâm’a göre değiştirmeyi
düşünmemek ve hayâl etmemek ya cehâlettir yada..
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder