“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek sizi
tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu), mezarı ziyâretinize (kabre
gidişinize) kadar sürdü” (Tekâsür
1-2).
Para
kelimesi Türkçe’ye, Farsça “pâre” (küçük parça) sözcüğünden geçmiştir.
Para bir ülkenin para sahasına dâhil olan mâdeni ve banknot sistemini içeren
tüm para varlığıdır. Para, mal ve hizmet takasını sağlar. Para, aslında bir
malı alabilme ve mala sâhip olabilme aracıdır. Bu nedenle para demek mal-mülk
demektir. Para eskiden deniz kabuğu, bakır, altın, gümüş vs. olabilirken,
modern zamanlarda ise metâl ve daha çok kâğıt banknot şeklinde kullanılmış,
internet ile birlikte artık dijitâl, sayısal ve sanal hâle gelmiştir. Artık
“cebinde yada kasanda kaç para var” şeklinde değil; “bankada, hesâbında,
kartında, ekranda vs. ne kadar kredin ve ne kadar miktârın var” şeklinde bir
kullanım vardır. Gerçi sûni-sanal hâle
geldikçe paranın değeri düşmektedir. Sanal ve dijitâl olunca 1’in yanına
istenildiği kadar 0 koyulabilir ve para çoğalabilir. Fakat çokluk o şeyin
değerini düşürür. Para sanallaştıkça değeri düşer, en azından garibanlar ve
genel halk-kesimi için bu böyledir. Parayı emek ile değil de spekülasyon ile
kazananlar için ise sanal-dijitâl para büyük bir fırsat ve sonsuz bir kazanç
kapısıdır.
Târih boyunca tüm zamanlarda
ve tüm mekânlarda paranın ve malın yâni kazancın bu kadar değerli görülmesi ve
paranın merkeze alınmasının nedeni, insanların yaşamalarının yiyip-içmeye,
giyip-gezmeye bağlı olması, insanların bu kazancı edinmeye mecbûr olmaları ve
bunun da mal ve para ile sağlanabilmesidir. Bu, doğal ve normâl sınırlarda
olunca bir sorun olmaz ve doğru bir davranış olur. Fakat hiç-bir zaman para
doğal ve normâl sınırda kalmaz da insanlar ihtiyâcından fazlasını kazanmak ve
edinmek için çabalarlar.
Paranın bu kadar merkeze alınmasının
bir başka sebebi ise, insanların yaptıklarını hep para için yapıyor
olmalarıdır. Yaptıkları karşılığında hep bir maddî-dünyevî çıkar beklemeleri
nedeniyledir. İnsan tüm zamanlarda ama özellikle bir “para uygarlığı” olan
modernizm ile birlikte paraya ve kazanca kilitlenmiştir. Öyle ki modern insan
paraya meftûn ve râm olmuş durumdadır. Oysa insanın diğer varlıklardan farklı
olmasının ve yaratılışının amacı, sâdece maddî-fizîkî bedenini beslemek ve
yaşatmak değil, bir rûha ve kâlbe de sâhip olduğu için, “rûhunu, vicdânını,
zihnini ve kâlbini de besleyecek ve tatmin edecek şeyler yapmak”tır. Bu da “para
getirmeyen işler yapmak”la olabilir.
Târih boyunca tüm fitne,
fesat ve zulmün arkasında, para getirmeyen işlerin yapılmaması yada yeterince
yapılmaması vardır. Para getirmeyen işlerin yapılması azaldığında yada hiç
olmadığında; adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, şirkin,
küfrün ve zulmün ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Para getirmeyen işler yapmak,
madde, nefs ve haz için vs. çalışmaya ara vermeyi yada bunlar için çalışmayı
azaltıp kısmayı gerektirir. Böylece rûha, kâlbe, merhâmete, vicdâna ve zihne
zaman ayrılmış ve insanın bu yönleri de beslenerek tatmin edilmiş olur. Çünkü
maddî ve mânevî iki yön birden beslenip tatmin edilmediğinde insan tam
anlamıyla tatmin olamayacak ve huzursuzluğu bitmeyecektir. Hattâ aslında
insanın rûhî, kâlbî ve zihnî tarafı daha çok beslenip tatmin edilmediğinde
insan gerçek ve tam anlamıyla bir tatmine ulaşamayacaktır. Çünkü Allah: “Bunlar, îman edenler ve kâlpleri Allah’ın
zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlbler yalnızca Allah’ın
zikriyle mutmain olur” (R’ad
28) der. Demek ki kâlplerin tatmin olabilmesi için “para getirmeyen işler” de
yapmak ve para getirmeyen işlerin, para getiren işlerden bir tık daha fazla
olması gerekmektedir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran bir özelliği de, para-ve
maddî kazanç getirmeyen işler de yapabilmesidir.
Para getirmeyecek olan
işler, Allah rızâsı için yapılan işlerdir. Tüm ibâdetler; namaz kılmak, oruç
tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, kurban kesmek, infâk etmek, hicret etmek,
sâlihlerle birlikte olmak, İslâm devleti ve medeniyeti kurmak için çalışmak,
Allah yolunda malını ve canını ortaya koyarak cihad etmek ve savaşmak, Allah
için yola çıkmak ve eziyetli işlere sabretmek ve katlanmak, Allah’ın indirdiği
Kur’ân’ı hakkıyla okumak, üzerinde düşünmek ve onu amel-eyleme dökerek sâlih
amellerde bulunmak, Peygamberimiz’in güzel örnekliğini tâkip etmek, İslâm-merkezli
bir tasavvura, düşünceye ve zihne sâhip olmak için çalışmak, bu minvâlde
düşünmek, konuşmak ve yazmak, bunun için de uykudan, zamandan, rahatlıktan,
keyiften ve hazdan kısarak Allah rızâsına dönük işler için zaman açmak ve zaman
ayırmak, bir işi yapmaya maddî ve fizîkî gücü yetmeyenlere yardım etmek, mânen
zor durumda olanlarla dertleşmek, konuşmak ve onları rahatlatmak, tebliğde ve
dâvete bulunmak, insanlara karşılıksız yardım ederek kazanılan yada üretilen
şeylerden paylaşmak, bencillikten, hırstan, hevâ ve hevesten kurtulmaya
çalışmak, şirki, küfrü, zulmü, adâletsizliği, haksızlığı, ahlâksızlığı önlemeye
çalışmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için gayret göstermek yâni sâdece
Allah rızasını gözetecek şekilde işler yapmaktır, para getirmeyen işler yapmak.
Ne kadar akla ve mantığa
aykırı ve ters şeyler bunlar değil mi!. Şeytan ve nefs hemen devreye girer ve
“niye böyle bir şey yapasın ki!, insanlar buna değer mi, bana yardım eden var
mı?” gibi düşünceler hemen zihinleri kuşatıverir. Cevap: “Allah rızası için”dir.
Modern insan Allah rızâsı için bir şey yapmayı mantıklı bulmaz, absürd ve zarârına
bir iş yapmak olarak görür, hattâ para getirmeyecek işler yapmayı “dehşet
verici bir iş” olarak görür. Bedâvaya daha doğrusu Allah rızâsı için iş yapınca
kendini enâyi gibi görür ve keriz gibi hisseder. Bu yüzden de yaralı parmağa
bile işemez. “Neme lâzım, iyilikten maraz doğar, insanları alıştırmamak lâzım”
diye düşünür. Oysa para getirmeyen işler yapmak, maddî kazanç getirmese de
mânevî kazanç sağlar. Allah rızâsı için iş yapıldığında, karşılığı Dünyâ’da huzûr,
mutluluk ve sevgi olurken, âhirette ise cennet olur. Para getirmeyen işler
yapmak insanı mutlu eder ve huzurlu kılar, gönlünü zenginleştirir ve kâlbini
rahatlatır. Üstelik takvâsını ve îmânını arttırır. İnsanın Allah’a olan îmânı
ve güveni artar. Bu da kişinin huzûr ve güven içinde olmasını sağlar.
Para getirmeyen işler
yapmanın bir yönü de infâk etmektir. Yâni paranın ve malının bir bölümün Allah
rızâsı için paylaşmaktır. Bu, görünüşte maddî bir kayıp olarak gözükür. Para getirmeyen
işer yapmak maddî anlamda ve ilk bakışta
“para kaybettiren işler yapmak” anlamına gelebilir. Fakat bu tam-aksine, Allah
katında “1’e 700 kazanmak” anlamına gelir: “Mallarını Allah yolunda infâk
edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tâne bulunan bir tek
tânenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat-kat arttırır. Allah (ihsânı) bol
olandır, bilendir” (Bakara 261). Müslümanlar
fâiz olarak ödedikleri paraları, “karz-ı hasen” yâni güzel borç olarak
verselerdi, Dünyâ cennete dönerdi.
Para
getirmeyen işler yapmak güçlü ve sağlam bir îman, kararlılık ve takvâ ister. Lâkin insanlar kişileri, îmânına, ihlâsına, ameline göre
yada düşüncelerine-zihnine göre değil, malına-mülküne, parasına ve makâmına
göre değerlendiriyor. Modern müslümanlar da dâhil insanlara “Allah rızâsı için”
bir şey yapmak, “bedâva iş” olarak görülüyor. Fakat şu unutulmasın ki, cennete
çok parası olanlar değil, îmânı, takvâsı ve sâlih ameli sağlam, güçlü ve çok
olanlar gidecektir. Zîrâ cennette para geçmez.
Dünyâ’nın en basit şeyi,
“bir şeyi parasını vererek almak”tır. Dünyâ’nın en kolay şeyi, “parayla iş
yaptırmak”tır. Dünyâ’nın en zor şeyi ise “karşılıksız iş yaptırmak”tır. Para
getirmeyecek işler yapmak zor bir iştir. Bu nedenle para getirmeyen işler
yaparak kendini/kendilerini paralayan birisi/birileri olmadıkça Dünyâ ve
insanlık, maddî yada mânevî olarak olumlu anlamda değişmez. İşte bu yüzden mesele,
“kendini paralayacak birilerinin olması yada olmaması” yâni para getirmeyecek
işler yapacak birilerinin olup-olmaması meselesidir. Îman etmek, “Allah rızâsı
için paralanmayı göze alabilmeyi” gerektirir. Modern insan ve modern müslüman, çalışmadan
para kazanılamayacağını ve zengin olunamayacağını çok iyi biliyor ama, Allah’ın
emirlerini yerine getirmeden ve bunun için de “para getirmeyen işler yapmadan” cennete
girebileceğini umuyor. Böyle bir şey mümkün değildir. Belki Dünyâ’da piyangodan
çıkan parayla zengin olabilirsiniz ama, cennete öyle bedâvadan giremezsiniz.
Modern
Dünyâ’ya ve modern insana “menat putu”=mâni (money) para” hâkimdir. Bu yüzden modern insan, para için kendini para-layan varlıktır.
Modern insanın gözünü “para” bürümüştür. Modern insan için bütün sorunların ve
zorlukların nedeni “yeterli(!) paranın olmayışı”dır.
Para, dünyeviliğin
simgesidir ve târih boyunca insanlar, “para” ile ifâdesini bulan “mal çoğaltma
koşuşturmacası ve yarışı” içerisinde olmuşlardır. İnsan tabî ki nafakasını kazanmak
için çalışacak ve ihtiyâcını karşılayacaktır. Fakat para yada mal kazanma,
insanın Dünyâ’da imtihanda olduğunu unutturan en büyük etkendir. Mesele, “bir
insanın parası cebinde mi, yoksa gönlünde mi” meselesidir.
Ne kadar çok para harcarsanız,
o kadar az düşünürsünüz. Para, “adanmış” mü’minlerin dışında, kişilerin
düşüncelerini değiştirip şekillendirir. Para çoğaldıkça merhâmet azalır ve
acımasızlık başlar. Servet, sâhiplerinde şiddetli bir “yönetme ve yönlendirme
isteği/arzusu” oluşturur. Parayı bulanlar, yönetimi de kendileri yapmak
isterler. Servetin oranı, yönetilecek alanın büyüklüğünü belirler. Tüm
insanların sâhip olduklarından daha çok servete sâhip olanlar, tüm Dünyâ’yı ve
tüm insanları yönetmek ister. İşte şirk budur. Bu yüzden sınırı aşmış olan
zenginlik, mutlakâ şirki, küfrü, sapmayı, merhâmetsizliği, vicdansızlığı ve
zulmü de yanında getirir.
İnsan “paranın her kapıyı
açtığını” gördüğü ve anladığı zaman bozulmaya başlar. Bu nedenle de genelde tüm
Dünyâ, özelde ise Türkiye, "parasını verdikten sonra" her türlü
günahın işlenmesinin serbest olduğu bir yer hâline gelmiştir.
Kapitâlizm “huzûr
İslâm’dadır” sözünün yerine “para var huzur var” sözünü getirmiştir. Fakat bir
türlü huzûra eremediği gibi tüm Dünyâ’nın huzûrunu kaçırmıştır. Zîrâ parayla
yada “sâdece parayla” huzur olmaz. Kapitâlizmde, parayı veren düdüğü çalar. Düdüğü
çalanlar ise başkalarını rahatsız ederler.
Kapitâlizme göre âhirette
ilk sorulacak soru: “Dünyâ’da kaç para kazandın?” sorusudur. Kapitâlizmin
âyeti: “Paranız yoksa kıymetiniz yoktur” iken, Kur’ân’ın âyeti: “Duânız yoksa kıymetiniz yoktur”
(Furkân 77) şeklindedir.
Târih boyunca olan şey
şudur: Zengin yatarak para kazanır; fakir ise çalışarak onu besler. Garibanın
para kazanması zorlaştıkça, zenginlerin para kazanması kolaylaşır. Para, parası
olmayan insanları değersizleştirir yada değersiz gösterir. Çünkü parası olan
için karşıdaki insan çok da önemli değildir. Zîrâ bir ihtiyaç durumunda, bir
insanın yerine bulabileceği ve işini yaptırabileceği başka bir-çok insan vardır.
Paranın hâkim olduğu yerde ne rûh, ne anlam ne de ahlâk kalır. Para kazanmanın
en yüce değer olduğu bir dünyâda hiç-bir şeye îtirâz edemezsiniz, zîrâ tutarsız
olur.
İnsanlar paraya güvendikleri
kadar hiç-bir şeye o kadar güvenmezler. Bu güven “îman”a dönüşmüştür. Para tüm
zamanlarda “para-lel bir din” olmuştur. Para, kitlelerin afyonuna dönüşmüştür. Böyle
olduğu için para, “hakkın önündeki en büyük para-van” hâline gelmiştir.
“Zarar dosttan yapılır”. “Para
dosttan kazanılır” sözü kapitâlist bir sözdür. “Dost”lar arasında paranın lafı
olmaz. Zâten para-merkezli yaşayanlara hiç-bir rakam yetmez. Çünkü para
arttıkça bereket azalır. Bereket, paranın sigortasıdır. Çok para, bereketsiz
olur. Çokluk, bereketsizliktir. Ekonomiyi öyle bir hâle getirdiler ki, paranın
değeri “durduğu yerde” çoğalmadığında, “durduğu yerde” azalmaktadır.
Îtibarlarını paradan alan
kişilerin “beş paralık” bile değeri yoktur.
Kâlpler gerçek anlamda ne
malla-mülkle-parayla, ne de makamla-kadınla tatmin bulur. Kâlpler ancak ve ancak
Allah’ın zikriyle; yâni ilim, amel ve eylem bütünlüğü ile tatmin bulur. Bu da,
“para getirmeyen işler yapmak”la olur. Sevap getiren işler yapmak için para
getirmeyen işler yapmak gerekir.
Peygamberimiz: “Her ümmet
için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır-paradır” (Tirmizî,
Zühd 26, Hadis no: 2337) der.
O-hâlde para ve maddî çıkar
için olmayan eylemleriniz de olsun. Para getiren işler kadar para getirmeyen
işler de yapın.
“De ki: Şüphesiz benim
namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm (yâni tüm hayâtım) âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır” (En-âm 162)
âyetini, para getirmeyen işler yapmadan okuyamaz ve idrâk edemezsiniz.
Herhâlde şu âyetler “para
getirmeyen işler yapma”nın zirvesidir:
“Şüphesiz ki iyiler
(ebrar), karışımı kafur olan bir kadehten içerler. Allah’ın kullarının
kendisinden içtikleri bir kaynak; onu fışkırttıkça fışkırtıp akıtırlar.
Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden
korkarlar. Ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire
yedirirler. ‘Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızâsı) için yediriyoruz; sizden ne
bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir
gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz’ derler. Artık Allah, onları böyle bir
günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç
vermiştir” (İnsan 5-11).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder