12 Nisan 2022 Salı

Moderniteyi “Kazanım” Olarak Görmek

 

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayâtın da kat-kat, ölümün de kat-kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın” (İsrâ 73-75).

 

Modern insan ve artık müslümanlar da, “Dünyâ’da rahat etme”ye kilitlendi. Bunun için de en kısa yol modernizme uymak ve modernizmi “kazanım” olarak görmektir. İyi de Dünyâ bir “imtihan dünyâsı” değil miydi?. İmtihanın olduğu yerde rahatlığa kilitlenmek ve -güyâ- bunu sağlayan modernizmi benimsemek doğru mudur?. İnsanların-müslümanların büyük çoğunluğu artık şunu deme noktasına geldi: “Artık Dünyâ bildiğimiz mevcut durumda. Bu dünyâyı sorgusuz-suâlsiz ve seve-isteye kabûl edelim ve modern dünyâyı ‘kazanımımız’ olarak görelim. İslâm’ı da mevcut modern Dünyâ’ya göre yorumlayalım ve yaşayalım. Modern dünyâya karşı çıkmanın bir anlamı yok”. Modern müslümanlar zannediyor ki, Allah da, aynen bu mevcut Dünyâ’yı murâd ediyordu ve her yönüyle aynen böyle bir Dünyâ inşâ etmelerini istiyordu insanlardan. Şimdi böyle bir Dünyâ oluştuğuna göre, Allah bu durumdan çok memnun ve râzıdır(!). Böyle zannedince modern insan da “o hâlde biz de modern Dünyâ’yı benimsemeli ve modernizmi kazanım olarak görmeliyiz” düşüncesiyle amel etmektedir.

 

Tabi bu düşünce benimsenince, modern düşünce ve ideolojiler de “kazanım” olarak görülmek zorunda kalıyor ve modernizm kazanım olarak görülünce ve beşerî ideolojileri de “kazanım” olarak görmekte ve onlara uyum sağlamakta bir sorun görülmüyor. Müslümanlar(!), bir zamanlar “küfür, şirk ve zulüm” olarak gördükleri “lâik-seküler-modern-demokratik” sistemleri artık “kazanım” olarak görmekte ve şöyle demektedirler: “Zaman bizi buraya getirdi, mevcut durumu kazanımımız olarak görelim ve yorumlayıp dinleştirelim ve o şekilde kabûl edelim”. Böyle diyenler modern bir iktidâr düşlemekte ve beklemekte; kimisi de bu bağlamda İslâm’ı, “eylemi olmayan, moderne uygun ve akıl-merkezli” olarak düşünmeyi önerdi-öneriyor. Yâni artık müslümanlar, gelinen noktayı bir “kazanım” olarak görmeye başlamışlardır. Böylece “târihin sonu” tezleri haklılık kazanır gibi görünmektedir.

 

Modernizm “insanlığın bir düşüşü”dür. Modern zamanlar, insanın “ikinci düşüşü”nü gerçekleştirdi. İnsanın ilk düşüşü “cennetten düşüş”tü. İkinci düşüşü ise “moderniteyi içselleştirmesi” ile oldu-olmaktadır. Modern insan modern dünyâyı cennet zannedince, cennetten vazgeçti ve böylece “cennetten düşmüş” oldu. Aslında cennetten kovulmaktadır.  

 

Günümüzde artık insanlar kısa-vâdeli (dünyevî) kazanımlar ve hazlar peşindeler ve uzun-vâdeli (cennet) kazanımlara yâni takvâya yönelmemektedirler. Atasoy Müftüoğlu: “Kısa-vâdeli, pragmatik kazanımların mücâdelesi, uzun vâdeli, ilkesel, yapısal/hayâtî mücâdelelerin yerine geçiyor” der.

 

Modernizm tarafından ağır bir kuşatma ile kuşatılmış olan “modern insan” tembel, korkak ve de sorumsuzdur ve sorumsuz bir hayâtın karşılığını modernizmde bulabilmektedir. Bu nedenle de modernizmin ortaya koyduğu her-şeyi bir “kazanım” olarak görüyor. İşte bu zihniyettir modernizmi besleyen. Yada modernizm bu zihniyeti üretmiştir.

 

Lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-feminist-muhâfazakâr-demokratik moderniteyi ve reel-politiği din edinmiş ve bunlara meftûn ve râm olmuş olanlar, İslâm-merkezli olmaya dirâyetleri yetmediği, bunu kâlplerinde bile yaşatmak istemedikleri için ve vicdanları onları rahatsız ettiğinden dolayı artık beşerî-şeytânî-tâğûtî-nefsî ideolojilerin-sistemlerin bir kazanım olarak kabûl edilmesini ve böylece adı İslâm ama işlevi “modernizm” olan bir düşünceye girilmesini ve bu düşlünce üzere gidilmesini arzu etmektedirler.

 

Bu müslümanlar câhillikten yada isteksizlikten dolayı modernizme yeterli oranda eleştiri ve îtirâz getir(e)mezler. Modern olana hiç-bir îtirazları yoktur. Çünkü moderniteyi “kazanım” olarak görmektedirler. Modern dünyâda yaşadıkları için çıban-başı olan moderniteyi, olması gerektiği gibi eleştiremezler.

 

Moderniteyi kazanım olarak görmek, moderniteyle uzlaşanların ve İslâmî dâvâsı olmayanların söylemleridir. Oysa mü’minler moderniteye aşırı bir şekilde mâruz kalsalar da onunla zinhar uzlaşamazlar. Zîrâ modernite; Allah’ı, âhireti, vayhi ve peygamberliği hesâba katmaz ve bunları kâlplere, vicdanlara, zihinlere ve dört duvar arasına hapseder. Modernite, vahyi, resmî ve kamusal alanda bir düşünce amel-eylem olarak aslâ benimseyemez ve kabûl edemez. Çünkü hayâtiyeti ve devâmı için bu zorunludur. Aslında modernite dînin kâlplerde bile kalmasına râzı değildir, çünkü dîni her zaman bir “risk” olarak görür fakat mecbûren buna katlanmak zorunda kalır.

 

Kur’ân, modernite tarafından engellenip sınırlandırılabilecek bir Kitap değildir. Kur’ân moderniteyi de kat-kat aşan bir Kitap’tır. O hâlde mü’minlerin moderniteyi bir kazanım olarak görmeleri doğru olmaz. Mü’minlerin kazanımları Kur’ân ve onun ideâl örnekliğini yapmış olan Peygamberimiz’in güzel örnekliği olan Sünnet’idir.  

 

Modernizm dînin zıddıdır. Hakka ve hakîkate aykırı davranarak konumlandırır kendini. Bir yazıda modernizm hakkında şunlar söylenir:

 

“Modernite temel referanslarını kutsalın reddine, aklın üstünlüğüne, eşyâ bilgisine ve aydınlanma ideolojisine dayandırır. Modernite insanlık târihinde önemli bir yol ayırımı, büyük bir kırılmadır. Modernite ile akıl gelmiş, mantık gitmiş; bilgiye erişilmiş, ancak hikmet kaybedilmiş; zenginlik artmış, ancak huzûr yitirilmiş; aydınlanma gelmiş, ancak yeryüzünün dört bir yanı karanlığa gömülmüştür. Bu karanlık dönemi, S. H. Nasr, insanlık târihinde ‘bir yol kazâsı’, Faucault, ‘insanın ölümü’, Mehmet Akif, ‘tek dişi kalmış canavar’, Sezai Karakoç, ‘vâroluş bunalımı’ olarak nitelendirmektedir.

 

Modernite yada modern zamanlarda insan, pozitif çizgiden negatif çizgiye, ilimden cehâlete, bekâ arzusundan fenâ arzusuna, izzetten zillete dûçâr olmuştur. Deyim yerindeyse, rûhuna ‘yabancı bir el’ değmiştir. Bu ‘yabancı el’, onu, özüne yabancılaştırmış, yüklendiği emâneti unutturmuş ve derin çıkmazlara sürüklemiştir. Bu derin çıkmaz madde çağında insanın eşyâ ile ilişkisini ters-yüz etmiş, insanı bozmuş, özüne yabancılaştırmış ve kendisiyle kavgalı hâle getirmiştir. Peyami Safa: ‘Ey insan!, târihinin hiç-bir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın. Laboratuarlarında aradığın, incelediğin, oyduğun, sırrını deştiğin her-şey arasında yalnız rûhun yok!’ der.

 

İnsan modernite ile ilk defâ küresel ölçekte kutsala sırtını dönmüş, Allah ile olan bağını koparmış, kaderini seküler aklın rehberliğine terk etmiş, madde plânında ölçebileceği her-şeyi kutsarken, mânâ plânında ölçemeyeceği her-şeyi de yok saymıştır. Hayâtın öznesi olmak için yaratılan insan, eşyânın hâkimiyetine girdiği günden bêri içi boş bir hayâta tâlip olmuş, boş hayâtın boşluklarını ise hazza ve tene yatırım yaparak kapatmaya çalışmıştır”.

 

Modernite, “modern fitne”dir. Bir fitne ile ortaya çıkmış ve Dünyâ’yı fitneye boğup ifsâd etmiştir. İnsanlar çoğu bu modern fitne nedeniyle madden ve mânen perişân hâldedir. Durum buyken bu modern fitneyi “kazanım” olarak görmek de ayrı bir fitnedir. 

 

Moderniteyi “kazanım” olarak görmek, İslâm’ı yâni fıtratı “kaybediş” olarak görmek demektir. Çünkü modernite insanlara hayırlı hemen hiç-bir şey getirmemiştir. Zîrâ modernizmde rûh yoktur. Modernite tam-aksine her türlü adâletsizliği, onursuzluğu, merhâmetsizliği, vicdansızlığı, şirki, küfrü ve ahlâksızlığı getirmiş ve ortaya koymuştur. Üstelik bu pislikleri tüm Dünyâ’ya dayatmaktadır. Bu durumda müslümanlar olarak moderniteyi nasıl olur da “kazanım” olarak görebiliriz ve moderniteye “mal bulmuş mağribi gibi” dört elle sarılarak onu savunabiliriz?.  

 

Karanlık orta-çağ, karanlık modern çağ kadar “karanlık” değildir. O hâlde moderniteyi “kazanım” olarak görmek, “karanlığı kazanım olarak görmek” anlamına gelir. Çünkü karanlık sâdece dışta değil içte de olur ki dıştaki karanlıkların nedeni aslında “içteki karanlıklar”dır. İç karanlık olunca dış da karanlık olur. İçten aydınlanmayan ise dışını aydınlatamaz. İsterse Dünyâ’nın her taraf ıldır-ışık olsun fark-etmez.

 

Bizim kazanımımız Allah’ın göndermiş olduğu Kur’ân ve Peygamber yâni Sünnet’tir. Biz Kur’ân ve Sünnet’e uyduğumuz takdirde Dünyâ’da mü’mince yaşamayı kazandığımız gibi, âhirette de ebedî nîmet diyârı olan cenneti de kazanırız. Mü’minlerin en büyük kazanımı “cennet”tir vesselam.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2020

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder