“Yoksa (elinizde) ders
okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ
sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir
yemin mi var ki, siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).
“..Yoksa siz, Kitab’ın
bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle
yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet
gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah,
yaptıklarınızdan habersiz değildir”
(Bakara 85).
Kur’ân’ı okumuş-okuyor
olmakla, Kur’ân’ı “Kur’ân-merkezli okumak” farklı şeylerdir. Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
okumak, Kur’ân’ı Kur’ân bütünlüğüne göre tam bir teslîmiyetle okumak, idrâk
etmek ve bu idrâke göre amel-eylemde bulunmakla sonuçlanan bir okuma-tarzıdır
ki Allah’ın bizden istediği okuma-şekli budur. Peygamberimiz’in ve o’nunla
birlikte olanların “güzel örneklik” olarak Kur’ân’ı okuması ve de Kur’ân-merkezli
yaşaması böyle olmuştur. Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli olarak okumak, “göklerde
olduğu gibi, yeryüzünde ve insanlar arasında; sosyâl, kültürel, ekonomik,
siyâsî, hukûkî, kânûnî, askerî, ilmî vs.
her alanı Kur’ân-merkezli okumak ve Kur’ân’ı aynen göklerde olduğu gibi, hayâtın
bahsedilen tüm alanlarında hâkim kılmak için okumak” demektir. Allah Kur’ân’ı
bunun için indirmiştir ki İslâm’ın özü olan tevhid işte bu demektir.
Peki Kur’ân, Kur’ân-merkezli
okumanın dışında bir okuyuşla da okunur mu?. Aslında samîmi, ciddî ve gayretli
ve de hayâtını Kur’ân’a adamış olanlar için Kur’ân, Kur’ân-merkezli okuma dışında
okunamaz. Çünkü mü’minler Kur’ân’ı iç-âlemlerde hâkim kıldıktan sonra dış-âlemde
yâni hayâtın her alanında da hâkim kılmak hedefindedirler ki bu ancak Kur’ân’ı
merkeze alarak olabilecek bir şeydir. Kur’ân-merkezli okumanın ve yapmanın amacı
budur. Kur’ân ancak Kur’ân-merkezli okunduğunda ve amel-eyleme döküldüğünde bu
hedefe ulaşılabilir. Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli değil de beşerî şeyleri merkeze alarak
okumak ise, Kur’ân’dan tâviz vermeye ve dolayısı ile Kur’ân’dan uzaklaşmaya
neden olur. Târih boyunca hem Kur’ân’dan önceki tüm vahiylerin hem de Kur’ân’ın
vahiy-merkezli olmayan okumaları mutlakâ vahiyden tâviz vermekle sonuçlanmıştır.
Kur’ân’dan ancak Kur’ân-merkezli okunduğunda tâviz verilmez. Kur’ân-merkezli
olmayan tüm Kur’ân okumaları, mecbûren Kur’ân’dan tâviz vermeyle sonuçlanır. Zîrâ
Kur’ân’dan tâviz vermeden beşerî şeyleri merkeze almak müslümanlar için mümkün
değildir. Kur’ân’dan verilen her tâviz, merkeze alınan şeyi Kur’ân’ın önüne geçirir.
Başka şeyleri Kur’ân’ın önüne geçirenler Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli okumamaktadırlar,
okuyamazlar.
Kur’ân ya Kur’ân-merkezli yâni Allah-merkezli olarak yada
beşer-merkezli olarak okunur. Beşer-merkezli olarak yapılan Kur’ân okumaları
bizzat Kur’ân’a aykırı olduğundan dolayı bâtıldır: “Şüphesiz,
sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse dîni yalnızca O’na hâlis kılarak
Allah’a ibâdet et” (Zümer 2).
Müslümanlar hayâtı “Kur’ân-merkezli”
okumuyorlar ve meselâ günümüzde Kur’ân’ı “modernite-merkezli” okuyorlar. Böyle
olunca da Kur’ân modernitenin ve zamânın öznesi olacağına nesnesi olmuş oluyor.
Kur’ân özne yerine “nesne” olunca, müslümanlar da Kur’ân yerine modernitenin
gölgesinde düşünüyor, okuyor, yazıyor, konuşuyor ve davranıyorlar. Sonuçta da modernitenin
ve zamânın nesnesi oluyorlar. Mevcut rezillikleri hep, merkeze ilâhî olanı
değil de beşerî olanı almalarından dolayıdır. Bu nedenle Kur’ân-merkezli okumada
Kur’ân mutlak anlamda merkezde olmalıdır. Kur’ân “mutlak” anlamda merkezde
olmadığında merkeze başka şeyler alınmaya başlar ve artık her-şey Kur’ân-merkezli
okunacağına, beşerî şeyler merkeze alınarak okunur ve dolayısıyla Kur’ân tahrif
edilmeye başlanır ki târih boyunca vahyin tüm tahrifleri bu şekilde olmuştur.
Kur’ân, Kur’ân-merkezli okunmadığında onu tahrif etmek kaçınılmazdır. Bu tahrif
günümüzde müslümanlar tarafından aşırı modern-beşerî yorumlamayla yapılmaktadır.
Aşırı yorum, Kur’ân’ın Kur’ân-merkezli okunmamasından dolayı yapılmaktadır.
Beşerî şeylere olan bağlılık, Allah’a olan bağlılığı aşmış olduğu için,
Kur’ân’ı beşer-merkezli okuma meyli artmıştır.
“Müslümanım!” diyenlere baktığınızda,
ellerinde sürekli olarak Kur’ân var. Kendilerini Kur’ân talebesi, Kur’ân
okuyucuları, Kur’ân halkaları, Kur’ân meclisleri, Kur’ân aşıkları vs. olarak
kabûl ediyorlar ve gösteriyorlar. Fakat zihinlerini/kâlplerini Kur’ân inşâ
etmemiş ki!. Zîrâ Kur’ân-merkezli değiller. Mutlak anlamda Kur’ân-merkezli
değiller. Bu nedenle de eylemlerini Kur’ân-merkezli yapmıyorlar-yapamıyorlar.
Söylemleri ile eylemlerinin bir-birini tutmamasının nedeni budur. Böyle olduğu
için hayâtı Allah adına okumamış oluyorlar. Allah adına okunmayan hayat
mecbûren beşer adına okunmaya başlıyor. Hayattaki davranışlar da hayâtın neyi
merkeze alarak okunduğuna göre belirleniyor.
Kur’ân’ı, Kur’ân-merkezli olarak
okumayanlar hangi merkezde, neyi merkeze alarak okuyorlar?. Elbette beşerî olan
şeyleri merkeze alarak okuyorlar. Peki bunlar nedir?. Kur’ân’ın Kur’ân-merkezli olmayan okumalarını
yedi maddede şöyle sıralayabiliriz..
1- Kur’ân’ı gelenek-merkezli
okuyorlar. Kur’ân’ı gelenek-merkezli okumak, aslında onu “okumak” değil “tilâvet
etmek”tir. Çünkü geleneksel okumalarda Kur’ân kişinin anladığı dilde değil de
Arapçasından yâni “Kur’ân’ı yüzünden okumakla” oluyor. Arapça bilenler Kur’ân’ı
yüzünden okuyabilirler elbette. Kişi, Kur’ân’ı anlamadığı dilden yâni Arapçasından
da okuyabilir, bunda yanlışlık yoktur. Fakat bu, “Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
okumak” demek olmaz. Bu sâdece “mushaf tilâveti”dir. Çünkü Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
okumak, hayâtı Kur’ân-merkezli okuyup inşâ etmek ve Kur’ân’ı hayâta hâkim
kılmak için okumaktır. Kur’ân’ı yüzünden okuyarak bunun yapılamayacağı çok
açıktır. Kur’ân’ı yüzünden okuyarak yâni tilâvet ederek İslâm’ı hayâta hâkim
kılmak söz-konusu değildir. Kur’ân’ı hayâta hâkim kılmak için onu tam kâlbinden
okumak gerekir.
Geleneksel okumada merkezde
Kur’ân değil, aralarında sahih olanların da karıştığı hadisler ve rivâyetler vardır.
Sayıları milyonlara varan hadisler, sözler ve rivâyetlerin büyük çoğunluğu (ki
bu rakam kanımca %99 oranındadır. Çünkü sünnîlerin ve şiîlerin ellerinde
bulunan kayıtlardaki mevcut hadis ve rivâyet diye geçen sözlerin sayısı, 1
milyonu sünnîlerin 1 milyonu da şiîlerin olmak üzere 2 milyonu bulmaktadır.
İşte bu kayıtların %99’u kanımca uydurmadır hattâ bir-çoğu da zırvalıktır. Zâten
en başta bunlar Kur’ân’ın kendisine aykırıdır. Kur’ân’a aykırı olan sözler
bâtıldır. Zîrâ İslâm demek Kur’ân demektir. İslâm’ın temel kaynağına aykırı
olan şey İslâm’dan değildir. Geleneksel okumalarda merkeze Kur’ân alınmamakta ve
sahihi uydurmasından ayıklanamamış rivâyetler ve -sözde- hadisler alınmaktadır.
Böylelikle Kur’ân, bu rivâyetlerin nesnesi yapılmaktadır. Çünkü gelenek-merkezli
okumalarda Kur’ân bu rivâyetlere göre anlaşılmak istenmektedir. Bu durum bâriz
bir şekilde Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli okumamaktır.
2- Kur’ân’ı lîder, şeyh,
hoca-efendi ve üstad-merkezli okuyorlar. Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli okumak
kayıtsız-şartsız Kur’ân bütünlüğüne göre okumaktır. Kur’ân’ı, çok sevilen, saygı
duyulan, korkulan ve körü-körüne tâkip edilen dünyevî-mânevî lîderlerin
düşüncelerini, arzularını, zanlarını, sözlerini, yazılarını, konuşmalarını ve
yaptıklarını merkeze alarak ve bunlara uygun düşmesi şartıyla okuyorlar.
Uymadığında ve aykırı düştüğünde ise uyana kadar yorumlamaya tâbi tutuyorlar.
Bu uğurda Kur’ân’a işkence ederek ona söylemediği şeyleri zorla söyletmeye kalkıyorlar.
Bu tür bir okuma aslâ Kur’ân-merkezli bir okuma değildir. Merkezde Kur’ân
olmayan tüm okunmalar, “Kur’ân’ı nesneleştirme ve birlerinin maşası hâline
getirmek” demektir.
3- Kur’ân’ı modern
ideolojileri merkeze alarak okuyorlar. Kur’ân’ı lâik, seküler, demokratik,
milliyetçi, feminist, kapitâlist, sosyâlist, komünist, ırkçı, modern ne kadar
düşünce, ideoloji, sistem ve beşer-merkezli yapılanma varsa ona uydurarak
okuyorlar. Tabi sonuçta ortaya bir-çok absürd okumalar ve yorumlar çıkıyor. Kur’ân
bu ideolojilerin ve sistemlerin nesnesi yapılmaya çalışılıyor. Oysa Kur’ân’ın
kendine-has bir düşüncesi, felsefesi, ideolojisi ve yapılanması vardır ki bu
sâdece İslâm’a-Kur’ân’a has bir yapılanmadır. Bu yapılanma beşerî hiç-bir
ideolojiye ihtiyaç duymaz ve tam-aksine beşerî olan her-şey Kur’ân’a muhtaçtır.
Fakat gelin-görün ki, çıkarlarına, arzularına yada eksik-yanlış düşüncelerine ve
körü-körüne olan inançlarına uydurmak için Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli değil de
beşerî ideolojileri merkeze alarak okuyorlar ve Kur’ân’a şirk koşmuş oluyorlar.
4- Kur’ân’ı
tasavvuf/târikat-merkezli okuyorlar. Bu minvâlde başlıyorlar sonsuz yorumlar
yapmaya. Kendilerine göre yorum yapmadan Kur’ân’ı okuyamıyorlar. Mistisizm,
bâtınîlik, tasavvuf ve târikatlar, Kur’ân’ı olduğu gibi kabûl edemedikleri için
Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli olarak okuyamazlar. Çünkü Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
olarak okuduklarında kendilerine ihtiyaç kalmaz, tasavvufa ve târikata ihtiyaç
kalmaz. Hele kendilerini gavs ve kutup adı altında ilah zannedenlere hiç
ihtiyaç kalmaz. Bu nedenle aslında tasavvuf ve târikatlar Kur’ân’ı sevmezler ve
hattâ bi-ince gıcık da olurlar. Kur’ân’ın “avam için” olduğunu söylemeleri bu
nedenledir. Çünkü zâten kendilerine sürekli olarak “tecelli” adı altında vahiy
inmektedir. Hem de aracısız bir şekilde.
Tasavvuf ve târikat,
“Allah’tan başkalarına körü-körüne olan bağlılık” demektir. Kur’ân ise, Allah
dışındaki bağlılıkları kabûl etmez ve şirk olarak görür. Kur’ân apaçık bir
Kitap’tır ve ciddî, samîmî, gayretli ve odaklanarak yapılan okumalarda yâni Kur’ân-merkezli
okumalarda kişinin her-şeyi anlayıp idrâk etmesini sağlayabilecek çapta bir
Kitap’tır. Öyle yoruma falan muhtaç değildir. Kur’ân üzerine yorum yapılabilir
fakat bu yorumlar da yine Kur’ân-merkezli olmak zorundadır. Kur’ân bütünlüğüne
uygun olmayan ve aykırı olan tüm yorumlar eksiktir, yanlıştır, bâtıldır.
Tasavvufta Kur’ân
âyetlerinden bahsedilir fakat bu âyetler hep yorumlanmış şekildedir. Hem de
öyle bir yorumlanır ki, Kur’ân’ın-âyetlerin söylediklerinden bambaşka sözler ve
anlamlar açığa çıkar. Meselâ Kur’ân “ana-babaya öf bile demeyin” der. Bu ne
kadar da açık bir sözdür. “Ana-babanıza bağırıp-çağırmayın, onlara kaba davranmayın,
kötü söz söylemeyin” diyor Kur’ân. “Yanınızda yaşlanırlarsa onlara öf bile demeyin”
diyor. Bunlar ne kadar da açık sözlerdir. Âyette söylenen şey budur ve bunun
başka bir anlamı yoktur. Ne deniyorsa odur. Bu çok açık bir âyettir. Fakat
tasavvufçular bu apaçık ve kesin olan âyete bile yorum yaparlar ve ana-baba
kelimesini siyah-beyaz, bâtınî-zâhiri, madde-mânâ vs. gibi uçuk-kaçık şekilde
yorumlarlar. Böylece “zâhirî olana öf bile denmeyeceği gibi, bâtınî olana da öf
bile denmez” demeye getirerek tasavvufu aklamaya çalışıyorlar. Zâten tasavvuf
ve târikatlar Kur’ân’ı yorumlamadan ve olduğu gibi kabûl edip de okuyamazlar ve
uygulayamazlar. Çünkü tasavvuf ve târikatların bir felsefesi vardır, kendilerine
özel düşünceleri, terimleri ve uygulamaları vardır ki bunlar hem Kur’ân’da
yoktur hem de Kur’ân bütünlüğüne aykırıdır. Fakat tasavvufçular buna rağmen Kur’ân’ı
ancak bu felsefe ve uygulamalara uygun olursa kabûl ederler yada Kur’ân’ı ona
uygun olarak yorumlarlar. Tabi yapılan yorumların neredeyse hepsi de Kur’ân
bütünlüğüne ve Kur’ân-merkezliliğe aykırıdır. Söylenenlerin ve yapılanların
Peygamberimiz’de bir örneği de yoktur. Tüm bunlar, Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
olarak okuyup kabûl etmemek ve onun yerine nefislerini, çıkarlarını ve
körü-körüne olan inançlarını merkeze almış olmalarından dolayıdır.
5- Kur’ân’ı sosyâl-medya
merkezli okuyorlar. Hakîkat ancak ve ancak Kur’ân-merkezli olarak kavranabilir,
“sosyâl-medya merkezli” olarak değil. Fakat bilinçli olarak sosyâl-medyada İslâm
ve Kur’ân ile ilgili bir söz ve yorum ortaya atılıyor ve artık o yorum “en
popüler yorum” olarak kabûl ediliyor. O yoruma uygun olmayan yorumlar inkâr ediliyor.
Oysa sosyâl-medyada yapılan yorumların çoğu Kur’ân-merkezli yapılan yorumlar değildir.
Zîrâ sosyâl-medyada da Kur’ân, Kur’ân-merkezli olarak okunmamaktadır. Çünkü
sosyâl-medya, hakîkati değil, sanal-sûnî olanı, sürekli değişeni ve popüler
olanı merkeze alır. Bu yüzden de sosyâl-medyada Kur’ân’ın Kur’ân-merkezli
okunması ve yorumlanması mümkün değildir.
6- Kur’ân’ı modernizm-merkezli
okuyorlar. Modernizmin hem ağır baskısı ve kuşatması altında bunalmış ve yenilmiş
olmanın ortaya çıkardığı eziklik ve kompleksin etkisiyle, hem de modernizme râm,
meftûn ve hayrân olmanın vermiş olduğu etkiyle, Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli değil
de modernizm-merkezli olarak okuyorlar. Bu nedenle de modern dünyâya uymayan Kur’ân
âyetlerini mecbûren aşırı yoruma tâbi tutuyorlar ve onu modernizme uydurana
kadar zorluyorlar. Çünkü Kur’ân’ı olduğu gibi kabûl edemiyorlar. Zîrâ merkeze Kur’ân’ı
değil de modernizmi almışlardır. Çünkü modernizmi “insanlığın ulaşmış olduğu en
ileri nokta” olarak görüyorlar. Modernizmi en ileri nokta olarak gördükleri
için de kendilerini, eski zamanlara dayanan Kur’ân’ı modernizme uydurmak zorunda
hissediyorlar. Kur’ân’ın gerçek anlamının modernizme uydurulmasıyla açığa
çıkacağını zannediyorlar yada işlerine öyle geliyor. Kur’ân’ı takmayan modernistler
zâten konuyla ilgilenmiyorlar ama kendilerine müslüman diyen ve Kur’ân’a bağlı
olduğunu söyleyen modernistler de onu ancak modernizme tam uygunluğuna göre
okuyup kabûl edebiliyorlar. Modernizme uymayan hiç-bir âyeti aşırı yorumla
başkalaştırmadan kabûl edemiyorlar. Modernizmin modern insana sunduğu dünyâlıklardan
vazgeçemeyecek ve onları elinin tersiyle itemeyecek olanlar mecbûren Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
olarak değil de modernizm-merkezli olarak okuyorlar. Zîrâ Dünyâ’yı ıskalamaktan
korkuyorlar. Dünyevî zevklerden mahrûm kalmaktan korkuyorlar. Modernizmin kendilerine
sunduğu maddî olanaklardan ve îtibardan mahrûm kalacaklarından korkuyorlar.
Allah’tan değil de bunlardan korkuyorlar. Bu nedenle de Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
değil de modernizm-merkezli okuyorlar. Fakat bu-şekilde okuyunca zırvalıktan
başka bir yorum ve davranış ortaya çıkmıyor. Kur’ân’ı hayâta geçirip yaşamak
ise söz-konusu bile edilmiyor.
7- Kur’ân’ı
modern-bilim ve teknoloji-merkezli okuyorlar. An îtibârıyla modern insanın
dini-imanı modern-bilim ve teknoloji olmuştur. Modern-bilim ve teknolojiye
âdetâ tapılmaktadır. Öyle ki modern-bilim ve teknolojiye yönelik bir eleştiri
bile yapmaktan korkulmaktadır. Fakat aslında günümüzde Kur’ân en çok da modern-bilim
ve teknoloji ile tahrif ediliyor ve nesneleştiriliyor. Kur’ân’ı modern-bilime
uydurabilmek için âyetlerle hiç alâkası olmayan absürd yorumlar yapılıyor.
Kur’ân’ı
Kur’ân-merkezli olarak değil de modern-bilim merkezli okuyanlar, Kur’ân’ın
modern-bilim olmadan anlaşılamayacağını ve anlaşılmadığını söylüyorlar. Kur’ân’ın
bizzat kendisine indiği Peygamberimiz’in ve sahabenin Kur’ân’ı anlayamadığını
ve Kur’ân’ın ancak modern-bilim ile anlaşılabildiğini söyleyerek Peygamberimiz’i
câhillikle ithâm etmiş oluyorlar ve ağır bir küstahlık yapıyorlar. Kur’ân’ın
ancak modern-bilim ile anlaşılabileceğini söylemenin küfür olduğunu, Kur’ân’a
şirk koşmak olduğunu idrâk edemeyecek kadar beyinleri-zihinleri modern-bilim ve
de teknoloji ile büyülenmiş ve örselenmiş durumdadır.
Aslında
bilim-perestler modern-bilime Kur’ân’dan
daha çok güveniyorlar, daha çok bağlılar, daha çok seviyorlar ve daha çok
güveniyorlar. Bu nedenle de merkeze Kur’ân’ı değil de modern-bilimi koyuyorlar.
Kur’ân ile modern-bilim arasında ortaya çıkan bir çelişkide, modern-bilimi
değil de Kur’ân’ı yorumluyorlar ve modern-bilime uydurmaya çalışıyorlar. Sanki
modern-bilim hiç şaşmaz ve yanılmaz gibi. Oysa modern-bilimin Dünyâ-dışı
verilerinin %90’ı, Dünyâ-içi verilerinin %60’ı eksik ve yanlıştır, yanlış
çıkıyor. Teorilerin sürekli olarak yanlışlanması ve değişmesi (yanlışlanabilirlik
ilkesi) bu nedenledir. Bu yüzden meselâ doğala, normâle ve fıtrata birebir
uygun olan Kur’ân-merkezli apaçık hakîkatleri kabûl etmekte zorlanırlarken, “kara-deliğin
fotoğrafı” olarak gösterilen “uyduruk” bir “sentez resim”e, hiç-bir
eleştiri-îtirâz getirmeden ve hiç sorgulamadan ânında îman edebiliyorlar.
Modern-bilime olan bu sorgusuz-suâlsiz ve kayıtsız-şartsız “mutlak îman ve
güven”in nedeni nedir?. Bunun nedeni, “müslümanım!” demelerine rağmen merkeze
Kur’ân’ı değil de modern-bilimi ve de teknolojiyi almış olmalarıdır. Zîrâ
gerçekten kayıtsız-şartsız îman ettikleri şey İslâm ve Kur’ân değil, modern-bilimin,
çoğu eksik ve yanlış verileri ve teorileridir, yâni modern-bilimdir.
Bunlar Allah’a, İslâm’a ve Kur’ân’a
değil de gayr-i İslâmî, gayr-i Kur’ânî şeyleri daha çok seviyorlar, aslında gerçek
anlamda onlara bağlılar ve bu nedenle de merkeze mutlak anlamda Kur’ân’ı değil
de beşerî olanı alıyorlar. Kur’ân ve modern-bilim arasında kalsalar, inanın
bir-çoğu modern-bilimi seçer. Kur’ân’ı bu nedenle merkeze alamıyorlar. Zâten
îtibarlarını onlara Allah’ın ve Kur’ân’ın değil de modern-bilimin verdiğini
hissediyorlar ve biliyorlar. Merkeze modern-bilimi değil de Kur’ân’ı aldıkları
anda tüm îtibarlarını yitireceklerinin farkındadırlar. Zîra sistem, merkeze Kur’ân’ı
değil, beşerî olanı almıştır ve ancak beşerî olanı merkeze alanların önünü
açmakta ve onlara dünyâlık îtibar kazandırmaktadır.
Evet; bütün’den koparılan
parçalar, bir süre sonra “bütün” ile kavga etmeye ve hattâ “bütün”ü reddetmeye
başlarlar. İslâm, ilim-amel bütünlüğüdür. Kâlpler gerçek anlamda ne
malla-mülkle-parayla, ne de makamla-güçle huzûr bulur. Kâlpler ancak ve ancak
Allah’ın zikriyle; yâni ilim, amel ve eylem bütünlüğü ile tatmin bulur. Müslümanların
bir türlü sağlayamadığı şey budur.
Kur’ân’ın yorumu Kur’ân
bütünlüğüne ve Sünnet’e göre olmalıdır, moderniteye ve keyfe göre değil. Çünkü Kur’ân-merkezli
okumak, Kur’ân-merkezli “yapmak” demektir. Kur’ân-merkezli okumak, Kur’ân-merkezli
yapmayı gerektirir. Sünnet denilen “güzel örneklik”, Hz. Muhammed’in Kur’ân-merkezli
örnekliği ve siyâsetidir. Sünnet, ilk İslâm toplumunun Kur’ân-merkezli
tatbikâtıdır. Allah’ın kâinâta koyduğu sünnetullah yasası, “sâdece Kur’ân”
şeklinde değil, “Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü” şeklinde tezâhür eder. Zîrâ İslâm
sâdece bilmenin değil, bildikten, idrâk ettikten ve belli bir bilince erdikten sonra
“yapmakla” yâni amel-eylem ile tamamlanır. Bu yapmanın en güzel örnekliği ise
Ahzâb 21. âyette “güzel örneklik” olarak söylenen ve literatürde Sünnet denilen,
Peygamberimiz’in Kur’ân-merkezli yaşamıyla tezâhür eder. Kur’ân-merkezli olmak,
Kur’ân-merkezli okumaktan sonra Kur’ân-merkezli yapmayla tamamlanır.
Peygamberimiz’de ve tüm peygamberlerde görülen ideâl yaşam-şekli,
vahiy-merkezli okuma ve yaşamayla ortaya çıkar. Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
okumayanlar ise beşer-merkezli yaşarlar. Beşer-merkezli okuyanlar ve
yaşayanlar, İslâm-merkezli değildirler, çünkü Kur’ân-merkezli değildirler.
İslâm söz ve amel
bütünlüğüdür. Kur’ân sâdece bilmenin değil, bildikten sonra yapmanın da yolunu
öğretir. Bu öğreti, Peygamberimiz’in güzel örnekliği ile gösterilir ve tamamlanmış
olur. Kur’ân-merkezli okumaların
dışındaki tüm okumalar, ya hiç amel-eylemle ilgilenmezler yada sâdece iç-âlemlerin
inşâsı için amele başvururlar. Oysa Kur’ân iç-âlemlerin inşâsından sonra dış-âlemi
de inşâ etmek ve hayâtın her alanına hâkim olmak isteyen bir din’dir. Bu ise
ancak Kur’ân-merkezli okumayla ve
amel-eylem ile olabilir. Peygamberler bunun örnekliğini yapmışlardır.
Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli değil de beşer-merkezli olarak
okuduğunuzda, İslâm’a, Kur’ân’a, Peygamber’e ve dîne gerek bile duyulmaz.
Merkeze aldığınız şey, eğer kâlbiniz de “temiz” ise size yeter. Lâkin böyle bir
durumda mü’minliğiniz kalmaz ve müşrikliğe adım atmış olursunuz.
Kur’ân’ı, adanmış bir kâlple
okumak önemlidir. Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli olarak
okumak, İslâm’a ve Kur’ân’a adanmadan olmaz. Kur’ân’a adanmadığınızda, onu samîmi,
ciddî ve gayretli bir şekilde okumadığınızda ve de Kur’ân’ı idrâk edip de
ameliniz-eyleminiz Kur’ân’a göre olmadığında, Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli okumadığınız ortaya çıkar. Tüm hayâtınızı İslâm
ve Kur’ân’a adadığınızda ancak, Kur’ân-merkezli
olmuş olursunuz:
“O’nun hiç-bir ortağı
yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim. De ki: Şüphesiz
benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır” (En-âm 162-163).
Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
okumak, kardeşler olmuş bir İslâm toplumu kurmak, zâlime ve zulme direnmek,
vazgeçebilmek, İslâm Devleti kurmak ve bir İslâm medeniyeti başlatmak ideâli ve
hedefiyle okumaktır. Yoksa Kur’ân sâdece iç-âlemlerin gelişmesi, zihinlerin ve
beyinlerin orgazmı, arzuların tatmini, bilgili olmak vs. için indirilmiş değildir.
Kur’ân, Kur’ân-merkezli okunarak, kişinin ilk önce iç-âlemini, sonra da
dış-âlemi inşâ etmek ve hayâtın her alanına ve mekânına hâkim olmak için
indirilmiştir. Çünkü Kur’ân Allah’tandır. Kur’ân’ın Allah’ın sözü olması, onun
iç ve dış-âlemde mutlak hâkim olmasını gerektirir. Bu nedenle Kur’ân’da şöyle
denir:
“Fitne kalmayıncaya ve
dînin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet vazgeçecek
olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39).
“Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli
okumak ve hayatı Kur’ân-merkezli dokumak” mü’minlerin en esaslı görevidir. Bunun
için ilk önce iç-âlemleri Kur’ân-merkezli olarak inşâ etmek şarttır. Zîrâ
içlerini aydınlatamayanlar dışlarını aydınlatamazlar.
Bir kâlpte iki sevgi olmaz;
ya Kur’ân’ı merkeze alırsınız yada mecbûren beşerî olanı. Kur’ân’ı merkeze
aldığınızda Kur’ân sizin hem iç-âleminizi hem de dış-âlemi inşâ eder. Kararlı
ve azimli olursanız her iki âleme de Kur’ân’ı
hâkim kılarsınız. Böylece Allah göklerde “tek İlah” olduğu gibi yeryüzünde de
“tek İlah” olur ve tevhid tezâhür eder ve din tamamlanır. Fakat beşerî olanı
merkeze aldığınızda, Dünyâ’dan ancak geçici ve sınırlı bir fayda görürsünüz.
Âhirette ise Allah’ın sözüne ve Kitabına değil de, şeytanın, nefsin, tâğutların,
arzuların doğrultusunda körü-körüne inanışları merkeze alıp ona göre düşünüp
davrandığınız için büyük pişmanlıklar yaşarsınız.
Ne yapmalı? diye sormaya
gerek yok. Kur’ân-merkezli okuyarak bilgi-bilince ermek, Sünnet-merkezli
amelde-eylemde bulunarak îmânı ispât etmek. İslâm budur.
Biz bu
Dünyâ’ya Kur’ân-merkezli okumaya, yaşamaya ve yine Kur’ân-merkezli olarak
ölmeye geldik. Kur’ân-merkezli yaşayanlara ve ölenlere selâm olsun!.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder