“Yoksa (elinizde) ders
okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ
sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir
yemin mi var ki, siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).
Bir
şey bir şeye uyarsa, uyan şey uyulan şeyin nesnesi olur. Bu bağlamda din için;
“zamâna uygun”, “akla uygun”, “bilime uygun” gibi söylemler yanlıştır. Bunların
yerine; “akılla anlaşılabilir”, “tüm zamanlarda uygulanabilir” gibi söylemler
tercih edilmelidir. Çünkü İslâm, zamân, akıl ve bilimin fevkindedir. Kezâ Kur’ân,
hiç-bir târihin ve zamânın nesnesi değildir, olmaz. Nesne olanlar “müslümanlar”
olabilir fakat İslâm olamaz. Zîrâ İslâm tüm zamanların öznesidir.
Kur’ân hem târihseldir hem
de târih-üstüdür. Tüm zamanların ve mekânların Kitab’ıdır. Kur’ân tümüyle ve
bütünüyle târihsel olduğu gibi, yine bütünüyle ve tümüyle târih-üstüdür. Tüm
zamanların kitabıdır. Kur’ân’ın şekillendirip hâkim olamayacağı bir zaman ve
mekân yoktur, olamaz. Zîrâ Kur’ân, Allah’ın sözü ve kitabıdır. Allah’ın sözünün
zamânın nesnesi olması muhâldir. Kur’ân, insanlığın henüz yaşamadığı zamanlara
bile hitâp eder ve geçmiş-gelecek tüm zamanlarda uyarıcıdır. Çünkü insanların
yaşayacağı hayat-şekli, Dünyâ’nın ve varlığın formatı ve çapı nedeniyle her
zaman benzer şekilde olacaktır. Eşyâlar ve mekânlar değişse de, anlamlandırmalar
değişmeyecektir. 1.400 yıl önceki sahih anlamlandırma kıyâmete kadar tüm zamanlarda
aynı olacaktır. Zîrâ anlamlandırmayı yapan insandır ve insan “bildiğimiz
insan”dır. Kur’ân’daki kıssalara baktığımızda nasıl ki hak-bâtıl çatışması tâ
Hz. Âdem’den bêri aynı ve benzer ise, kıyâmete kadar da aynı ve benzer olacaktır.
Kur’ân, “tüm zamanlarda muhtâç olunacak Kitap” olmaya devâm edecektir. Allah’ın
sözüne muhtâç olunmayacak bir zaman olmayacaktır.
Kur’ân,
“beyin fırtınalarının”nın nesnesi olacak bir Kitap değildir. Bu nedenle akademik
tartışmaların ve sapkınlığın nesnesi yapılamaz. Zîrâ Kur’ân; “zihinsel-entelektüel
orgazm” nesnesi değildir. Modern Kur’ân çalışmaları, Kur’ân’ı “aklın ve modern
zamânın nesnesi” durumuna düşürmektedir.
Kur’ân’ı, “hayâta hâkim kılmak hedefi ve hayâli” olmadan
incelemek, Kur’ân’ı nesneleştirmektir. Kur’ân’ın tüm zamanlar için geçerli olan,
kendine-has bir okuma, idrâk etme ve amel-eylem metodu vardır. Bu yüzden Kur’ân,
târihselci, gelenekçi, bilimsel, modern, evrensel ve ideolojik yorumların
nesnesi yapılamaz. Kur’ân, tüm zamanlarda ve her
şartta mutlak anlamda uyulması gereken tek Kitap’tır. Çünkü Kur’ân, zamânın ve
de mekânın nesnesi değil, öznesidir.
Peygamber’le
yâni hayatla buluşmayan Kur’ân, kâğıt ve mürekkepten ibâret bir nesne hâline
gelir. Modern Kur’ân çalışmaları bunu yapmaktadır. Modernler, Peygamber
örnekliği olan Sünnet’i hesâba katmadan yaptıkları çalışmalara Kur’ân’ı;
masa-başında, dört duvar arasında, bilgisayar başında, kâlplerin, zihinlerin ve
ihtirasların nesnesi hâline getirmektedirler.
Vahiy,
hayâtın içinde okunmadığı ve yaşanmadığında, bitmek bilmeyen sonsuz ve aşırı yorumların
nesnesi olur. Aşırı yorum, yorumlanan
şeyi pasif hâle getirip nesneleştirir. Müslümanlar hayâtı “Kur’ân-merkezli”
okumuyorlar ve Kur’ân’ı da “Sünnet örnekliği”ne göre amele-eyleme dökmüyorlar.
Böyle olunca da tam-tersine, Kur’ân’ı “modernite-merkezli” okuyarak
modernitenin nesnesi hâline getiriyorlar. Sonunda Kur’ân, “modernitenin
meşrûlaştırıcısı” hâline geliyor. Zâten modernler Kur’ân’ın ancak modern
yorumunu kabûl edebiliyorlar. Bu durum Kur’ân’ı modernitenin yâni zamânın
nesnesi yapıyor. Müslümanlar Kur’ân’ı zamânın öznesi kılacaklarına nesnesi
yapıyorlar. Kur’ân özne yerine “nesne” olunca, müslümanlar da Kur’ân yerine
modernitenin gölgesinde modernitenin ve zamânın nesnesi oluyorlar. Rezillikleri
bu yüzdendir.
Sürekli
olarak söylenen; “Kur’ân’ın dilini günümüze göre değiştirmeliyiz” sözüyle
Kur’ân’ı modernitenin ve zamânın nesnesi yaptılar. Hâlbuki Kur’ân’ın dili
Allah’ın sözüdür. Allah’ın sözünü modernitenin diliyle değiştirmek büyük bir
hadsizliktir. Yapılması gereken şey Kur’ân’ın dilini moderniteye yâni mevcut
zamâna göre değiştirmek değil, mevcut zamânı ne pahasına olursa-olsun Kur’ân’a
göre değiştirmek ve uygun hâle getirmektir. Zaman, mekân ve şartlar doğal, normâl ve fıtrata aykırı bir şekilde değiştiyse,
o hâlde zaman ve mekân bir sapkınlıkla değişmiş demektir. Bu durumda zamânı,
mekânı ve şartları yeniden değiştirmek ve İslâm’a uygun hâle getirmek gerekir.
Tüm peygamberlerin yapmak istediği gibi ve Peygamberimiz’in yaptığı gibi. Peygamberimiz,
Dünyâ’yı “bambaşka bir dünyâ” ile değiştirmeyi başlatmış ve Dünyâ İslâm’a göre
değişmiştir. Böylece İslâm aynen göklerde olduğu yeryüzünde de zamânın ve tüm mekânların
öznesi olmuştur.
Dîni
“çağa uygun olarak” yorumladığınızda, artık “çağ” özne, “din” ise nesne olur.
Oysa din çağa değil; çağ dîne uymalıdır. Müslümanların görevi İslâm’ı çağa
değil, çağı İslâm’a göre değiştirip uygun hâle getirmektir. Zîrâ İslâm mevcut
zamânın nesnesi değil, modern çağ da dâhil tüm zamanların öznesidir. Şu
unutulmamalıdır ki vahiy, zamandan ve
mekândan etkilenmez. Fakat zamandan ve mekândan etkilenenler müslümanlardır.
Vahiy ne ise odur. Kur’ân 1.400 yıl önce ne söylemişse şimdi de aynısını
söyler. Peygamber’in 1.400 yıl önce 23 yıl boyunca Resûl-Nebî olarak
Kur’ân-merkezli güzel örnekliği yâni Sünnet’i tüm zamanlar için geçerlidir.
Zîrâ bu örneklik Allah tarafında Ahzâb Sûresi 21. âyette kıyâmete kadar geçerli
hâle getirilmiştir.
Dînin
meşrûiyetini bilime bağlamak, “dîni bilimin nesnesi kılmak” anlamına gelir. “Kur’ân’ı
bilimin ışığında okumak” sözü, Kur’ân’ı; sürekli değişen ve değişmek zorunda
olan, bu yüzden bugün söylediğini yarın inkâr eden, bir-önceki teorisini,
geçici yeni teorisiyle değiştirerek eski teoriyi çöpe atmak ve eski
söylemlerinden vazgeçmek zorunda kalan bukalemun tabiatlı modern-bilimin
nesnesi yapmaktır.
İslâm tüm zamanlarda ve
mekânlarda “hâkim olarak” işlevseldir. Zâten Dünyâ’nın İslâm’a göre değişimi de
böyle başlar. Kur’ân’ın hükümleri tüm zamanlarda ve mekânlarda uygulanarak
Dünyâ yâni zaman, mekân ve insanın değişimi şeklinde bir değişim yapacak
niteliktedir. Târihselciler, meselâ bir erkeğe karşı iki kadın şâhit tutulmasının
müslümanların târihinde Peygamber’den sonra hiç uygulanmadığını söylerler. Başka
âyetlerden örnekler vererek hiç uygulanmayan âyetlerden bahsederler ve bunun nedenini,
o âyetlerin târihselliği ile açıklamaya çalışırlar. Fakat onlar bunu lâik
Türkiye’de yaşıyor olmalarından dolayı yada dayatılmış modernite ve modern
Dünyâ’da yaşıyor olmaktan dolayı düşünüp söylüyorlar. Hâlbuki hakîki bir İslâm
devleti olsaydı o hükümler aynen uygulanırdı. Peki siz niye bunu gündem edip de
“Allah’ın hükmü uygulanmalıdır” demiyorsunuz?. Siz habire, “o âyetlerin hükmünün kalmadığını” söyleyerek insanları
zehirliyorsunuz. Böylece bir İslâm devleti ve uygulaması talebi ve hedefi
olmuyor. Sisteme ve sistemi elinde tutan tâğutların korkusuyla geçen son 200 yılda,
başta âlimler olmak üzere müslümanlar bunu istemediği ve talep etmediği için o
hükümler uygulanmıyor. Yoksa uygularsanız uygulanmış olur. Beşerin her türlü
sapık hükümleri uygulanıyor da Allah’ın hükümleri mi uygulanamayacak?. İmtihan
dolayısı ile Allah bu uygulamayı insanların bilinçli bir şekilde yapmasını
istiyor. Yoksa Kendine kalsa zorla da olsa uygulatır. Söz-konusu âyetler “târihte
kaldığı için” değil, müslümanlar tüm zamanlarda birilerinin kuyruğuna takıldığı
için uygulanmıyor. Günümüzde de alabildiğine modernleştiği için uygulanmıyor.
Peki zaman ve mekân değişmek
zorunda mıdır?. Evet değişim illâ ki olur. Fakat bu değişimin doğala, normâle
ve fıtrata aykırı olması şart değildir. Göklerde ifsâd edici bir değişim olmaz.
Zîrâ gökleri istisnâsız olarak Allah yönetir. Yeryüzünü de Allah yönetse yâni
yeryüzünde din tümüyle Allah’ın olsa, değişim de doğal olur ve doğal bir döngü
devâm eder ve o zaman da Kur’ân hiç-bir zaman nesne olmayacağı gibi her zaman
özne olmuş olur.
Zamânın değişmesi mekânın
değişmesinin bir sonucudur. İnsan değişen ve değiştiren bir varlıktır. İnsanın
değiştirdiği mekânlardır. Mekân değişince zaman değişmiş olur. Mekânlar ve
zaman ancak İslâm’a uygun olarak değiştiğinde İslâm zamânın nesnesi olmaz.
Aksi-hâlde şeytana, nefse, beşere ve tâğutlara göre değiştiğinde, İslâm zamânın
nesnesi yapılmaya çalışılır ki modernizm denen sapkınlık böyle bir değişimin
sonucudur ve hayâtiyetini de Allahsız değişimlerden alır. .
Biz doğal ve normâl değişime
bir şey demiyoruz ve deme hakkımız da yok. Fakat sorun şu ki; son 200 yıl önce
başlayan modern-beşeri değişim normâl bir değişim değildir ve değişimden çok
dönüşümdür. Bu değişim ve dönüşüm doğal, normâl ve fıtrî, dolayısı ile İslâm’a
uygun bir değişim değildir. Allah’ın emrettiği, arzu ettiği ve râzı olduğu bir değişim-dönüşüm
değildir. Çünkü beşerî değişimler, İslâm’ı (daha doğrusu müslümanları) mevcudun
nesnesi yapmaya elverişli hâle getirir. Böylece İslâm “uygulanamaz” duruma
gelir. Zâten modern müslümanların İslâm’ı bilgiye, ahlâka ve sevgiye
indirgemelerinin nedeni budur.
Allah modern dünyâdan râzı
değildir. Zîrâ Kur’ân âyetleri modernizm ile uyuşmuyor ve ters düşüyor.
Böylelikle uygulanamaz hâle geliyor. Üstelik Peygamber örnekliği de zamâna
birebir aykırıdır. Çünkü modernizm, şeytanın, nefsin ve tâğutların ortaklaşa
kurduğu ve insanlık târihinde hiç görülmeyen bir fitne şeklidir. Modern
dünyânın bu hâle gelmesidir asıl sorun. Yoksa Kur’ân ve Sünnet normâl, doğal ve
fıtrata uygun bir zamâna, mekâna, şartlara ve döngüye uygundur. İslâm bir
“sapkınlık” değildir ki sapkın bir mekâna ve zamâna uygun olsun. Modern dünyâ
sapkındır. Zîrâ “İslâm’a göre” değildir ve “beşere göre”dir. Beşere göre olunca
da sâdece azınlığın işine yarar ve insanlığın büyük çoğunluğu insanlığından
çıkar.
Şimdi; eğer bir sapkınlık,
küfür, şirk ve zulüm olarak modernizm ve modern dünyâ, modern zaman ve modern
mekân ortaya çıkmışsa ve hayâta hâkim ise ne olacak?. Müslümanlar olarak Kur’ân’ı
mevcut durumun, mekânların ve zamânın nesnesi yapacak, onu moderne uydurmak için
canını çıkarırcasına yorumlayacak ve moderne uygun hâle getirmek için kendimizi
mi paralayacağız?. Bakıldığında modernleşmiş müslümanların(!) Kur’ân’ı aşırı
yoruma boğarak yaptığı budur. Kur’ân modernitenin nesnesi yapılmaktadır. Böylece
aslında Kur’ân üzerinden kendilerini nesneleştirmektedirler. Peygamber
örnekliği ise bir “yaşanmışlık” olduğu için ve yaşanmışlık değiştirilemeyeceği
için inkâr ve iptâl edilmektedir. Nesneleşen müslümanlar bunu en yüce vazîfe
gibi görmekte ve bunun için çalışmaktadırlar.
Yenilmiş ve tüm umudunu
kaybetmişler için böyle olsa da, Kur’ân’a ve Sünnet’e göre aslâ böyle bir dünyâ
olamaz. Bu yüzden yapılacak şey, Dünyâ, hayât ve insan doğal, normâl ve fıtrî
hâle gelene kadar, Dünyâ’nın altını üstüne getirme pahasına da olsa değiştirmek
ve tam da Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun hâle getirerek İslâm’ı dolayısı ile
müslümanları zamânın nesnesi olmaktan kurtarıp öznesi yapmaktır. Çünkü modernizm
denen sapıklık, altını üstüne getirerek Dünyâ’yı bu hâle getirmiştir. O hâlde
Dünyâ’yı yeniden, biraz da gürültü çıkararak o doğal durumuna geri çevirmemiz
gerekir.
Peki bunu nasıl yapacağız?.
Değişen aslında her zaman insandır. İnsanın değişimi mekânın dolayısı ile de zamânın
değişimidir. İnsanın değişimi sistemin değişimidir. Demek ki insanı yeniden
rayına oturttuğumuzda, zâten her-şey süreç içinde doğal, normâl ve fıtrî
durumuna geri gelecektir. Zîrâ varlık, doğal, normâl ve fıtrî yâni Allah’ın yarattığı
gibi sünnetullaha uygun hâle gelmeye meyyâldir.
Bir zamanlar hakîkat olarak kabûl edilen bir şey, modem
müslümanların düşüncesinde hurâfeye denk düşmektedir. Çünkü insan modernizm
sapıklığı lehine değişmiştir ve zamânın nesnesi hâline gelmiştir. İnsan aslında
şeytan ve nefs lehine değişmiştir. Böyle bir değişim târihin tüm zamanlarında
olmuştu fakat bu şiddette bir değişim hiç olmamıştı. Modern değişim ile
birlikte dînin değeri düşürülmüş ve İslâm hayattan kovulmuştur. Çünkü mü’minler
göstermeleri gereken yeterli direnci, sabrı ve çabayı gösterememiştir.
Günümüzde bir âyet Peygamber’in ve sahabenin anladığının
tam zıddı olarak anlaşılıyorsa orada büyük bir sorun var demektir. Onların
anlayışı modern insan tarafından hurâfe olarak görülüyor. Kendi anlayışının
sapıklığına bakmadan o ilk anlayışı ve yaşayışı ilkellik olarak görüyor, hurâfe
olarak görüyor ve kıyasıya eleştiriyor.
Moderniteye meftûn ve râm
olmuş olanlar, “artık mekân ve şartlar yâni zaman değiştiği için yine İslâm’dan
ilhamla kendi icmâmızı ve şeriatımızı ‘günümüze uygun şekilde’ yapmalıyız”
düşüncesiyle hareket ediyorlar. İyi de siz İslâm’ı Peygamber’den ve sahabeden
daha iyi mi anladınız yada Peygamber ve sahabe neyi anlamadı ki?. Onların
anlamayıp sizin anladığınız şeyler varsa, o zaman siz onlardan üstün müsünüz?.
Eğer üstünseniz niye üstünsünüz?. Sizi üstün kılan nedir?. Modern olduğunuz için
üstün olduğunuzu mu sanıyorsunuz yoksa?. Eğer kendinizi üstün görüyorsanız onları
ilkel görüyorsunuz demektir. Peki niçin onlar gibi mü’min olmuyorsunuz?. Anlamıyor
musunuz ve görmüyor musunuz?. Modernizm ile birlikte büyük bir imtihan başlamıştır.
Müslümanlar olarak göğün alçak ve dar olduğu bir zamanda yaşıyoruz. İmtihandayız
ve “modernizm ırmağı”ndan bir avuçtan daha fazla içenler dökülüyor ve
kaybediyorlar. O ırmaktan içmeyenler yada bir avuç kadar içenler İslâm’ı nesne
olmaktan kurtarıp yeniden özne kılmak yolundadırlar.
Şimdi siz Peygamber ve sahabe
gibi, tam ve kesin bir îmanla iç-âlemimizi inşâ edip de dış-âlemde de hakkı hâkim
kılmak için yola çıkmadığınızdan dolayı, Kur’ân’a târihsel, evrensel, bilimsel,
eksik, yanlış ve çirkin bir-çok yaftalar yapıştırıyorsunuz ve bunları gerçek
din zannediyorsunuz. Kur’ân’ı Peygamber ve sahabe örnekliğine göre
yaşamadığınız için bilmiyorsunuz ve idrâk edemiyorsunuz aslında. Sapmanız bu
yüzdendir. Zîrâ yaşanmayan İslâm ve hayâtın tam da ortasında okunmayan ve
yaşanmayan Kur’ân insana ya bir şey söylemez, yada söyledikleri yanlış
anlaşılır.
Kur’ân’da bâzı âyetler, o an
için o âyet ile ilgili bir durum yoksa zorla uygulanacak değildir. İleride ve
gerektiğinde uygulanmak üzere geçici olarak askıya alınır ve ilmin konusu olur.
Fakat aslâ mevcut zaman lehine nesh edilemez ve “hükmü geçmiştir” denemez. O
âyetlerin kullanılacağı benzer bir zaman yeniden ortaya çıkacaktır. Çünkü
dediğimiz gibi, hayat sürekli olarak lineer çizgide ilerlemez ve bir döngü
yapar. O döngü gün gelir aynı yada benzer şartları oluşturur. Meselâ bir bakmışsınız
ki “atlar hazırlayın” âyeti en önemli âyet olup çıkar ve bildiğimiz ve
bindiğimiz atlar en değerli varlıklar hâline gelir.Bir yazıda: “Sözgelimi,
köleliğin müesses bir yapı olarak bugünkü dünyâda yeri yoktur, fazîlet
noktasında insanlığın bundan kazanımı da yoktur. Ancak yarın bir gün Dünyâ
değişir, ortaçağdaki kurumlar yeniden vücut bulup gelişir, o zaman kölelik ve
câriyelik âyetleri de işlevsel hâle gelir” denir.
Kur’ân
metni, verili ortam içerisinde, başka bir deyişle, kültür
ve olguda şekillenmiştir. O verili ortam her zaman aynı yada benzerdir. İmtihan
Kitap’tan olduğu için hesap da Kitap’tan olacaktır. Dolayısı ile Kur’ân zamânın
nesnesi değil, tam-aksine, zaman İslâm’ın nesnesidir. Zîrâ Kur’ân Allah’ın sözü
olduğu için belirleyicidir ve belirleyici olmaya daha lâyıktır. Zaman, isterse
modernizm şeklinde olsun, Kur’ân’a karşı belirleyici olamaz. Zâten zaman
denilen şey, mekânın ve buna uygun şartların sonucudur. Mevcut şartlar Kur’ân’a
aykırılığı nedeniyle Allah’ın râzı olduğu şartlar değildir. O hâlde mekân,
şartlar yâni zaman, Kur’ân’ı belirleyecek yetkinliğe sâhip değildir. Bu nedenle
Kur’ân, normâl, doğal ve fıtrî yoldan sapmış olan mevcut modern zamâna göre
belirlenemez. O hâlde değişecek bir şey varsa Kur’ân ve Kur’ân’ın anlamı değil,
Kur’ân’a aykırı olan mekân, şartlar ve dolayısı ile zamandır. Zaman, mekânın
değişimi ile değişir. Zamânın değişimi, mekânın değişimidir. Mekân değişince şartlar
ve zaman da değişmiş olur. En hayırlı değişim, Kur’ân’a yâni Allah’a göre olan
değişimdir.
“Vahyi en iyi idrâk etmiş olanlar ilk muhâtaplardır”
diyoruz fakat şu da var ki Kur’ân hiç-bir zamânın nesnesi olmadığından dolayı, ne
indiği zamânın, ne 1.400 yıllık süreçteki bir zamânın ne de modern zamanın
nesnesi yapılabilecek bir Kitap değildir ve zamânın hiç-bir noktasında
sâbitlenemez. Kur’ân kıyâmete kadar tüm zamanların, mekânların ve şartların Kitabı’dır.
Kur’ân’ın değiştiremeyeceği hiç-bir mekân, şart ve dolayısı ile zaman yoktur. Çünkü
toplumsal düzen ve hukuk alanıyla ilgili Kur’ân hükümleri kıyâmete kadar
gelecek bütün insanların ihtiyaç ve sorunları hesâba katılarak düzenlenmiştir?.
Zîrâ insanın hâlleri tüm zamanlarda aynı olmuştur ve aynı yada benzer
olacaktır.
“Sâbit din dinamik şeriat”
gibi sözlerle dîni çeşitli zamanların nesnesi yapmak yanlıştır. Din tüm zamanlar
ve mekânlar için sâbittir ve en ideâl şekilde Peygamber ve sahabenin anladığı
ve yaşadığı gibidir. Göklerdeki din ve şeriat nasıl ki sâbitse ve hiç
şaşmıyorsa, yeryüzündeki din ve şeriat de sâbit olmalı ve şaşmamalıdır. Bu
sâbitlik “doğal bir sâbitlik”tir. Aksi-hâlde günümüzde çok bâriz olarak
görüldüğü gibi fitne ve kaos ortaya çıkar ve insanlık büyük bir fitneyle
insanlığından çıkar.
Kur’ân’ın mânâsının ilk muhâtaplardan
farklı anlaşılabileceğinin ve buna bağlı olarak şeriatın da değişebileceğinin
delîli nedir?. Bu delil, modernitenin ağır kuşatmasına bağlı olarak modern müslümanların
moderniteye meftûn ve râm olmalarından başka bir şey değildir. Yoksa İslâm’ın
tüm Dünyâ’ya bâriz şekilde hâkim olduğu bir zamanda yada durumda bunu söyleyebilecek
delikanlılar pek de ortalıkta görülmezler. Bunlar, delil olarak zamânın,
mekânın ve şartların (ki hepsi de aynı şeydir) değişmesini verirler. Fakat
böyle yapıldığında, zamânın öznesi olması gereken İslâm, Kur’ân ve Sünnet,
zamânın yâni modernitenin nesnesi olmaktadır. Yeterli derecede moderniteye
karşı dik duramayanlar, aşağılık mağlûbiyet psikolojisiyle bir sapkınlığa
inanmışlar ve İslâm’ı ve Kur’ân’ı, sürekli değişen ama son 200 yıldır hızına
yetişilemeyen ve bambaşka bir şekle giren Dünyâ’nın o anki telâkkisiyle mevcudun
nesnesi yapmak yoluna girmişlerdir. Böylece aslında kendileri zamânın,
mekânların ve şartların nesnesi olmuşlardır. İzzeti Kur’ân’dan-İslâm’dan
alacaklarına, sapık moderniteden ummaktadırlar.
İslâm ve Kur’ân “nesne”
olmadığı ve “özne” olduğu için devlet tarafından denetlenemez, tam-aksine,
İslâm, devleti denetler ve düzenleyerek vahye göre nizâma sokar.
“Doğrudan Kur’ân’dan alıp
ilhâmı, asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı” sözünde ifâdesini bulan düşünce,
Kur’ân’ı zamânın öznesi değil nesnesi yapmayı çağrıştırır. Yine bu bağlamda “zamânın
örfü” çok fazla öne çıkarılır ve meşrû olup-olmadığına bakmadan modern örf
lehine, apaçık olan konularda da aşırı yoruma gidilerek Kur’ân yine zamâna
uydurulmakta yâni zamânın nesnesi yapılmaktadır.
İslâm’ı zamânın nesnesi
yapmanın cezâsı, müslümanların zamânın nesnesi olmalarıdır. Müslümanların
nesnelikten kurtulup yeniden özne olmaları için, İslâm’ı ve Kur’ân’ı yeniden
zamânın öznesi yapma yoluna girmeleri gerekir ki bunun da yolu, Kur’ân ile bir
bilince ermek ve Peygamber örnekliğini şiar edinmektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder