17 Şubat 2021 Çarşamba

Tahterevalli

 

“Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın îman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şâhidler (veyâ şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez” (Âl-i İmran 140).

 

Allah gâlip olandır. Allah’tan başka hiç-bir varlık sürekli olarak gâlip gelemez, sürekli olarak kazanamaz ve her zaman istediği ve arzu ettiği gibi olmaz. Bu ancak Allah’a mahsustur. Sünnetullahın yâni varlığın formatının, varlığa konan yasaların ve de imtihanın bir gereği olarak insan, bir ileri bir geri yada iki ileri bir geri gidip gelen varlıktır. Müslümanlar için en uygunu, iki ileri bir geri gitmektir.

 

Dünyâ bir imtihan alanıdır ve her zaman tüm sorular doğru ve eksiksiz olarak çözülemez. Çünkü insanın buna gücü yetmez. Zîrâ insan “kul”dur ve âcizdir. Sınırlı bir aklı, sınırlı bir gücü ve olanakları vardır. Aslında Allah’tan başka her-şey kendisinde olan sınır ile varlığını sürdürür. Sınır, vâr olanın varlığının devâm etmesini sağlar. Çünkü insan için sınır “denge” demektir.

 

İnsanlık-târihi boyunca insanlar ve toplumlar birbirleriyle ihtilaf hâlinde olmuşlar, bu bağlamda nice çatışmalar ve savaşlar yaşanmıştır. Bu çatışma ve savaşlarda bâzen bir taraf bâzen de diğer taraf gâlip gelmiştir. Hattâ bâzen nice az sayıdaki topluluk çok sayıda olan topluluğa gâlip gelmiştir. İbn-i Hâldun, “ilk dört nesil hızlı bir şekilde ilerler ve beşinci nesilde işler sekteye uğrar” der. Bakıldığında da genelde öyle bir şey görülür. Sürekli olarak aynı hızda ilerleme ve gelişme olmamıştır ve olmamalıdır. Belki de bu, insanın haddini bilmesi ve kendini ilah gibi görmemesi içindir.

 

Devletler, ülkeler, ideolojiler ve dinler, târih boyunca hep karşı-karşıya gelmiştir. Tahterevallinin bir tarafında hak din, diğer tarafına da bâtıl din olmuş, bir süre bir taraf yükselirken başka zaman da diğer taraf yükselmiştir. Tabi yükselen tarafın karşısında mutlakâ alçalan bir taraf olur. Bir taraf hiç-bir zaman sürekli olarak hep yukarıda kalmamıştır, kalamaz da. Zîrâ bu, sünnetullaha terstir.

 

Peygamberimiz ve sahabe bile, Bedir’den sonra Uhud’da bir bozgun yaşamıştır. Nice büyük komutanların hayatlarında yenilgiler de vardır. Târih boyunca ortaya çıkan o koca-koca devletler ve imparatorluklar nasıl da yıkılmış ve yok olup gitmiştir. Tâ Âdem’den bêri tahterevalli bir o yana bir bu yana kalkıp inmiştir ve inmektedir. Tabi taraflar sürekli olarak yüksek tarafta kalmak istemiş ve bunun için çabalamıştır.

 

Bâzen bâtıl taraflar da tahterevallinin iki tarafında karşılaşmış olsalar da, genel anlamda bakıldığında tahterevallinin bir tarafında hak, diğer tarafında ise bâtıl-câhiliye bulunmuştur. Allah günleri ikisi arasında deverân ettirmekte ve insanların nasıl davranacağına bakmaktadır. İnsanlar tahterevallinin yüksek yada alçak tarafının neresinde olurlarsa-olsunlar, bulundukları konumda imtihan edilmektedirler. Dünyâ’da sürekli olarak “yukarıdayken imtihan edilenler” ve “aşağıdayken imtihan edilenler” olarak her zaman iki kesim vardır. Buna göre bir davranış göstermek gerekir. Tahterevallinin yüksek tarafına geçmek hayâliyle imtihanı es geçmek olmaz. Fakat imtihan aynı-zamanda, tahterevallinin yüksek tarafına geçme yarışıdır. Hak taraf, bâtılın altında kalmaya râzı olamaz. Bu nedenle ya yüksek tarafta olmalı yada dengeyi sağlamalıdır.

 

Allah hakkın yanında olduğu için tahterevallinin yüksek tarafında çoğunlukla hak bulunmalıdır. Bâtıl biraz yükselse de hak en düşük rakıma kadar düşmemelidir. Düşmemek için çabalamalı, gayret etmelidir. Zîrâ tahterevalli Hak tarafından yaratılmıştır ve Hak, hak tarafındadır. Bu yüzden de hakkı, hak tarafında olanları destekler ve bâtılı sevmez. O hâlde hakkın tarafında olanlar tahterevallinin yüksek tarafında bulunmaya çalışmalı, aşağıdaysalar yükselmek için gayret etmelidirler. “İmtihan” budur. Çünkü Dünyâ ancak hakkın yükseldiği zamanlarda “barış yurdu”na dönebilir ve “huzûr diyârı” olur. Aksi-hâlde tahterevallinin aşağı tarafında olanlar sürekli bir mutsuzluk yaşarlar. Öyle ki aslında ortalarda bir yerlerde duranlar da madden olmasa da rûhen azap içinde yaşarlar. Zîrâ bâtıl yüksekte olunca ve hâkimiyeti ele alınca ekini ve nesli helâk eder.

 

Tahterevallinin yüksek tarafında olan bâtılın yüksekte olmasının nedeni, diğer taraftakinin onu yüksekte tutmasından dolayıdır. Sürekli olarak bir güç harcar ve destekleyerek onu yüksekte tutar. Bir silkinse ve bir sıçrasa aslında onu aşağıya indirecek yada en azından tahterevalli dengede duracaktır. İmtihan gereğince tahterevalli bir o tarafa bir diğer tarafa doğru inip-kalkacaktır tabi. O yüzden müslümanlar da tahterevallinin aşağı tarafında bir süreliğine de olsa bulunacaklardır. Ama en iyisi tahterevallinin dengede durması yada hakkın, bâtıl taraftan bir miktar yüksekte durmasıdır. Böylece hak ve bâtıl tüm açıklığıyla ortaya çıkmış olur. Artık insanlar taraflarını seçerler. Hak taraf kendini gösterecek fırsatı bulduğunda tercih edilip güçlenecek, insanların çoğu hak tarafı destekleyip yükseltince bâtıl bâzen yerin dibini boylayacaktır. Hak yükselince bâtıl düşecek, bâtıl yükselince hak tarafında olanlar düşüşe geçecektir.  

 

Yüksekte olduğu için etrâfı daha çok ve net olarak gördüğü için haberleri de ondan almak gerekecektir. Böylece o ne derse kabûl edilecek ve o ne derse o olacaktır. Yalan söylese de yine de ona inanılacaktır.

 

En acısı da, tahterevallinin aşağı tarafında olanların bunu “kader” olarak kabûllenmeleridir. Normâlin, doğal olanın bu olduğunu zannederler ve yüksektekini yüksekte tutmak ve hattâ hiç sarsmamak için olanca gayretleriyle çabalarlar. “Neden ben aşağıdayım da o yüksekte” diye düşünmezler. Oysa tahterevalli dediğin, bir aşağı bir yukarı iner-çıkar en azından. Yada bir eşitlik olur ve dengede durur. Fakat Allah yâni tahterevalliyi kuran Kudret hakkın her zaman üstte yada ortanın biraz üstünde olmasını istediğinden dolayı, hak tarafın sürekli aşağıda olmasına râzı olmaz ve tahterevallinin yönünü değiştirmek için peygamberler seçer ve vahiyler gönderir. İcâbında binlerce melekle de yardım eder.

 

Buna rağmen hakkı temsil edenlerin aşağıda kalmaktan râzı olmaları anlaşılır gibi değildir. Öyle ki yukarı doğru bir hamle yapmadıkları gibi en ufak bir hareket ve gıcırtı yoktur. Aşağıda dura-dura tahterevallinin aşağıda olan tarafı yeri kazımıştır ve yere daha da fazla gömülmüştür. Böylece diğer taraf daha fazla yükselmiştir. Yukarı tarafın kendini bir anlığına hafifletmesi ve zıplatması, aşağıdakini daha da aşağıya düşürür. Ona yerini bildirir böylece. Aşağı tarafta olan yukarıda olanı çok yukarıda görüp aşağılık kompleksine kapılırken, yüksekte olan taraf da aşağıdakini çok aşağıda görmekte ve kendini ilahlaştırmaktadır.

 

Tahterevallinin aşağı tarafında olanların yapması gereken şey, bacaklarını yerden yukarıya doğru itmeleridir. Tabi ilk önce buna cesâret edebilmesi ve bacaklarında o gücü bulması gerekir. Böylece en azından biraz yükselecektir ve yükselebilmenin mümkün olduğunu görecektir. Böylece diğer seferinde daha gayretli bir şekilde bacaklarını itecek ve karşı tarafı mecbûren aşağıya doğru indirmiş olacaktır. Böylece hem yukarıdaki karamsarlığa kapılacak ve “demek ki sürekli böyle kalmayabilirim” diye düşünecek ve aşağıdaki de “demek ki yukarıya çıkabilirim” diye düşünecek, bunun için gayret edecek ve durum zamanla tersine çevrilecektir. Belki de tam ortada bir anlaşma yaparak dengede kalmaya râzı olacaklardır. Bu durum uzun zaman boyunca aşağıda duran için elbette iyi bir şeydir. Fakat ilk önce biraz yukarıya çıktıktan sonra dengede buluşmak daha iyidir. Çünkü hakkın tarafında olanların bir zaman aşağılarda bulunduktan sonra yukarıya doğru yükselirken böyle bir anlaşma yapması doğru değildir. Anlaşma ancak yüksekteyken yada yükseğe çıkıp indikten sonra yapılabilir.

 

İşin en traji-komik tarafı da, daha ağır olanların değil de sürekli olarak hafiflerin yüksekte kalmasıdır. Demek ki yüksekte olmak için madden ağır olmaktan ziyâde, aklen ve kâlben ağır olmak önemlidir.

 

Sürekli olarak tahterevallinin aşağı tarafında olmak ne kadar da acıdır. Çünkü sürekli olarak bir güç uygulayarak karşıdakini taşımak ve ona yeryüzünün en aşağı rakımından bakmak zorunda kalınır. Müslümanlar 1.000 yıllık süreyle yüksek tarafta olduktan sonra son 250 yıldır aşağıya doğru düşmüşler ve yere kadar inmişlerdir. Yükselmek için gayret göstermemekte, karşı taraf da makâmı kaybetmek istememektedir. Müslümanlar daha fazla ağırlaştıkça karşı taraf otomatik olarak yukarıya kalkmaktadır. Zîrâ müslümanlar madden ağırlaşıyorlar ama mânen ve aklen hafiflemektedirler. Böylece akıllarından ve mâneviyatlarından güç alıp da bir silkinememektedirler. Silkinemedikleri için de bulundukları yerden râzı olmak yoluna gitmektedirler. Birileri de dışarıdan, “bulunduğunuz yer kaderinizdir” demektedir.

 

Hak, bâtıl karşısında sürekli olarak aşağıda olamaz. Ya yukarıda olmalı yada dengenin biraz üstünde bulunmalıdır. Çünkü hak, her dâim belirleyici ve hâkim olmalıdır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder