“Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir
yara değmiştir. İşte o günleri biz insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu,
Allah’ın îman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şâhidler (veyâ şehidler)
edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez” (Âl-i İmran 140).
Allah gâlip olandır.
Allah’tan başka hiç-bir varlık sürekli olarak gâlip gelemez, sürekli olarak
kazanamaz ve her zaman istediği ve arzu ettiği gibi olmaz. Bu ancak Allah’a
mahsustur. Sünnetullahın yâni varlığın formatının, varlığa konan yasaların ve
de imtihanın bir gereği olarak insan, bir ileri bir geri yada iki ileri bir
geri gidip gelen varlıktır. Müslümanlar için en uygunu, iki ileri bir geri
gitmektir.
Dünyâ bir imtihan alanıdır
ve her zaman tüm sorular doğru ve eksiksiz olarak çözülemez. Çünkü insanın buna
gücü yetmez. Zîrâ insan “kul”dur ve âcizdir. Sınırlı bir aklı, sınırlı bir gücü
ve olanakları vardır. Aslında Allah’tan başka her-şey kendisinde olan sınır ile
varlığını sürdürür. Sınır, vâr olanın varlığının devâm etmesini sağlar. Çünkü
insan için sınır “denge” demektir.
İnsanlık-târihi boyunca insanlar
ve toplumlar birbirleriyle ihtilaf hâlinde olmuşlar, bu bağlamda nice
çatışmalar ve savaşlar yaşanmıştır. Bu çatışma ve savaşlarda bâzen bir taraf
bâzen de diğer taraf gâlip gelmiştir. Hattâ bâzen nice az sayıdaki topluluk çok
sayıda olan topluluğa gâlip gelmiştir. İbn-i Hâldun, “ilk dört nesil hızlı bir
şekilde ilerler ve beşinci nesilde işler sekteye uğrar” der. Bakıldığında da
genelde öyle bir şey görülür. Sürekli olarak aynı hızda ilerleme ve gelişme olmamıştır
ve olmamalıdır. Belki de bu, insanın haddini bilmesi ve kendini ilah gibi
görmemesi içindir.
Devletler, ülkeler, ideolojiler
ve dinler, târih boyunca hep karşı-karşıya gelmiştir. Tahterevallinin bir
tarafında hak din, diğer tarafına da bâtıl din olmuş, bir süre bir taraf yükselirken
başka zaman da diğer taraf yükselmiştir. Tabi yükselen tarafın karşısında mutlakâ
alçalan bir taraf olur. Bir taraf hiç-bir zaman sürekli olarak hep yukarıda
kalmamıştır, kalamaz da. Zîrâ bu, sünnetullaha terstir.
Peygamberimiz ve sahabe bile,
Bedir’den sonra Uhud’da bir bozgun yaşamıştır. Nice büyük komutanların hayatlarında
yenilgiler de vardır. Târih boyunca ortaya çıkan o koca-koca devletler ve
imparatorluklar nasıl da yıkılmış ve yok olup gitmiştir. Tâ Âdem’den bêri
tahterevalli bir o yana bir bu yana kalkıp inmiştir ve inmektedir. Tabi
taraflar sürekli olarak yüksek tarafta kalmak istemiş ve bunun için çabalamıştır.
Bâzen bâtıl taraflar da
tahterevallinin iki tarafında karşılaşmış olsalar da, genel anlamda
bakıldığında tahterevallinin bir tarafında hak, diğer tarafında ise
bâtıl-câhiliye bulunmuştur. Allah günleri ikisi arasında deverân ettirmekte ve
insanların nasıl davranacağına bakmaktadır. İnsanlar tahterevallinin yüksek
yada alçak tarafının neresinde olurlarsa-olsunlar, bulundukları konumda imtihan
edilmektedirler. Dünyâ’da sürekli olarak “yukarıdayken imtihan edilenler” ve
“aşağıdayken imtihan edilenler” olarak her zaman iki kesim vardır. Buna göre
bir davranış göstermek gerekir. Tahterevallinin yüksek tarafına geçmek hayâliyle
imtihanı es geçmek olmaz. Fakat imtihan aynı-zamanda, tahterevallinin yüksek
tarafına geçme yarışıdır. Hak taraf, bâtılın altında kalmaya râzı olamaz. Bu
nedenle ya yüksek tarafta olmalı yada dengeyi sağlamalıdır.
Allah hakkın yanında olduğu
için tahterevallinin yüksek tarafında çoğunlukla hak bulunmalıdır. Bâtıl biraz
yükselse de hak en düşük rakıma kadar düşmemelidir. Düşmemek için çabalamalı,
gayret etmelidir. Zîrâ tahterevalli Hak tarafından yaratılmıştır ve Hak, hak
tarafındadır. Bu yüzden de hakkı, hak tarafında olanları destekler ve bâtılı
sevmez. O hâlde hakkın tarafında olanlar tahterevallinin yüksek tarafında
bulunmaya çalışmalı, aşağıdaysalar yükselmek için gayret etmelidirler. “İmtihan”
budur. Çünkü Dünyâ ancak hakkın yükseldiği zamanlarda “barış yurdu”na dönebilir
ve “huzûr diyârı” olur. Aksi-hâlde tahterevallinin aşağı tarafında olanlar
sürekli bir mutsuzluk yaşarlar. Öyle ki aslında ortalarda bir yerlerde duranlar
da madden olmasa da rûhen azap içinde yaşarlar. Zîrâ bâtıl yüksekte olunca ve
hâkimiyeti ele alınca ekini ve nesli helâk eder.
Tahterevallinin yüksek
tarafında olan bâtılın yüksekte olmasının nedeni, diğer taraftakinin onu yüksekte
tutmasından dolayıdır. Sürekli olarak bir güç harcar ve destekleyerek onu
yüksekte tutar. Bir silkinse ve bir sıçrasa aslında onu aşağıya indirecek yada
en azından tahterevalli dengede duracaktır. İmtihan gereğince tahterevalli bir
o tarafa bir diğer tarafa doğru inip-kalkacaktır tabi. O yüzden müslümanlar da tahterevallinin
aşağı tarafında bir süreliğine de olsa bulunacaklardır. Ama en iyisi tahterevallinin
dengede durması yada hakkın, bâtıl taraftan bir miktar yüksekte durmasıdır.
Böylece hak ve bâtıl tüm açıklığıyla ortaya çıkmış olur. Artık insanlar
taraflarını seçerler. Hak taraf kendini gösterecek fırsatı bulduğunda tercih
edilip güçlenecek, insanların çoğu hak tarafı destekleyip yükseltince bâtıl bâzen
yerin dibini boylayacaktır. Hak yükselince bâtıl düşecek, bâtıl yükselince hak
tarafında olanlar düşüşe geçecektir.
Yüksekte olduğu için etrâfı
daha çok ve net olarak gördüğü için haberleri de ondan almak gerekecektir.
Böylece o ne derse kabûl edilecek ve o ne derse o olacaktır. Yalan söylese de
yine de ona inanılacaktır.
En acısı da, tahterevallinin
aşağı tarafında olanların bunu “kader” olarak kabûllenmeleridir. Normâlin, doğal
olanın bu olduğunu zannederler ve yüksektekini yüksekte tutmak ve hattâ hiç
sarsmamak için olanca gayretleriyle çabalarlar. “Neden ben aşağıdayım da o yüksekte”
diye düşünmezler. Oysa tahterevalli dediğin, bir aşağı bir yukarı iner-çıkar en
azından. Yada bir eşitlik olur ve dengede durur. Fakat Allah yâni tahterevalliyi
kuran Kudret hakkın her zaman üstte yada ortanın biraz üstünde olmasını
istediğinden dolayı, hak tarafın sürekli aşağıda olmasına râzı olmaz ve
tahterevallinin yönünü değiştirmek için peygamberler seçer ve vahiyler
gönderir. İcâbında binlerce melekle de yardım eder.
Buna rağmen hakkı temsil
edenlerin aşağıda kalmaktan râzı olmaları anlaşılır gibi değildir. Öyle ki yukarı
doğru bir hamle yapmadıkları gibi en ufak bir hareket ve gıcırtı yoktur.
Aşağıda dura-dura tahterevallinin aşağıda olan tarafı yeri kazımıştır ve yere
daha da fazla gömülmüştür. Böylece diğer taraf daha fazla yükselmiştir. Yukarı
tarafın kendini bir anlığına hafifletmesi ve zıplatması, aşağıdakini daha da
aşağıya düşürür. Ona yerini bildirir böylece. Aşağı tarafta olan yukarıda olanı
çok yukarıda görüp aşağılık kompleksine kapılırken, yüksekte olan taraf da
aşağıdakini çok aşağıda görmekte ve kendini ilahlaştırmaktadır.
Tahterevallinin aşağı
tarafında olanların yapması gereken şey, bacaklarını yerden yukarıya doğru
itmeleridir. Tabi ilk önce buna cesâret edebilmesi ve bacaklarında o gücü bulması
gerekir. Böylece en azından biraz yükselecektir ve yükselebilmenin mümkün
olduğunu görecektir. Böylece diğer seferinde daha gayretli bir şekilde bacaklarını
itecek ve karşı tarafı mecbûren aşağıya doğru indirmiş olacaktır. Böylece hem
yukarıdaki karamsarlığa kapılacak ve “demek ki sürekli böyle kalmayabilirim”
diye düşünecek ve aşağıdaki de “demek ki yukarıya çıkabilirim” diye düşünecek,
bunun için gayret edecek ve durum zamanla tersine çevrilecektir. Belki de tam
ortada bir anlaşma yaparak dengede kalmaya râzı olacaklardır. Bu durum uzun zaman
boyunca aşağıda duran için elbette iyi bir şeydir. Fakat ilk önce biraz
yukarıya çıktıktan sonra dengede buluşmak daha iyidir. Çünkü hakkın tarafında
olanların bir zaman aşağılarda bulunduktan sonra yukarıya doğru yükselirken
böyle bir anlaşma yapması doğru değildir. Anlaşma ancak yüksekteyken yada
yükseğe çıkıp indikten sonra yapılabilir.
İşin en traji-komik tarafı da,
daha ağır olanların değil de sürekli olarak hafiflerin yüksekte kalmasıdır.
Demek ki yüksekte olmak için madden ağır olmaktan ziyâde, aklen ve kâlben ağır
olmak önemlidir.
Sürekli olarak
tahterevallinin aşağı tarafında olmak ne kadar da acıdır. Çünkü sürekli olarak
bir güç uygulayarak karşıdakini taşımak ve ona yeryüzünün en aşağı rakımından
bakmak zorunda kalınır. Müslümanlar 1.000 yıllık süreyle yüksek tarafta
olduktan sonra son 250 yıldır aşağıya doğru düşmüşler ve yere kadar inmişlerdir.
Yükselmek için gayret göstermemekte, karşı taraf da makâmı kaybetmek istememektedir.
Müslümanlar daha fazla ağırlaştıkça karşı taraf otomatik olarak yukarıya
kalkmaktadır. Zîrâ müslümanlar madden ağırlaşıyorlar ama mânen ve aklen
hafiflemektedirler. Böylece akıllarından ve mâneviyatlarından güç alıp da bir silkinememektedirler.
Silkinemedikleri için de bulundukları yerden râzı olmak yoluna gitmektedirler.
Birileri de dışarıdan, “bulunduğunuz yer kaderinizdir” demektedir.
Hak, bâtıl karşısında sürekli
olarak aşağıda olamaz. Ya yukarıda olmalı yada dengenin biraz üstünde bulunmalıdır.
Çünkü hak, her dâim belirleyici ve hâkim olmalıdır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder