“Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?. Oysa
O, size Kitab’ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz,
bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu
hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (En-âm 114).
“Kendi dinlerini
fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi
elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır”
(Rûm 32).
“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten
inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme
olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan
onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).
İnsanlık târihi, indirilmiş,
uydurulmuş ve modernize edilmiş dînin ve bunların aralarındaki mücâdelenin
târihidir. Tâ Hâbil ile Kâbil’in mücâdelesiyle başlamış olan bir süreçtir bu. Niceleri
uydurulmuş dîne göre mücâdele ederken -ki aslında tüm zamanlarda uydurulmuş
din, “modernize edilmiş din”dir- çok az sayıdaki kişiler ise “indirilmiş din” olan Allah’ın
vahiylerine göre olan din ile mücâdelesini sürdürmüştür. Tabî Allah, indirdiği
dînin ve bu dîne göre yaşayanların tarafındadır. İndirilmiş dîne göre olmayan
tüm dinler bâtılı merkeze alan “şirk-küfür-zulüm dinleri”dir. O hâlde târih ve
de imtihan, hak-bâtıl mücâdelesinin ve dâvâsının târihi ve imtihanıdır.
1- İndirilmiş Din
İndirilmiş din, “vahyedilmiş din”dir ve peygamberlere gönderilen
kitapları ve Kur’ân’ı meydana getiren âyetlerden oluşur. İndirilmiş din,
“Allah’ın dîni”dir. Tüm peygamberlerin uyduğu din, “indirilmiş din”dir. Peygamberimiz,
kendisine inen vahiyleri ilk önce kendisi idrâk ederek uygulamaya başlamış, sonra
da en yakınlarından başlayarak halka duyurmuş ve bu âyetlere göre bir idrâk
etme, duruş, davranış, eleştiri, îtirâz yâni mücâhede ve mücâdele başlatmıştır.
O hâlde indirilmiş din yâni İslâm, Peygamber’in vahiy-merkezli okuma, anlama,
tebliğ, dâvet çalışması ve bu merkezde amel-eylem ortaya koymasıdır. Demek ki
İslâm, Allah’ın dîninin göklerde hâkim olduğu gibi, hem insanın iç-âleminde,
hem de yeryüzünde hâkim kılınması süreci ve hedefidir.
Yalnız şu da var ki; “indirilmiş
din” sözü, “modern müslümanlar” tarafından -sözde- “sâdece Kur’ân”ı kabûl edip,
Sünnet, hadis, rivâyet ve 1.400 yıllık İslâm târihini “tümden” yok saymak” anlamına
gelmiştir yada getirilmiştir. Şu da unutulmamalıdır ki, Peygamber’in vefâtından
sonra ortaya konan tüm rivâyet, yorum, yazı, kitap, kişi, târikat, mezhep ve cemaatler
olmamış olsaydı bile İslâm dînine bir halel gelmez ve din yine aynı şekilde
hakkın, hakîkatin ve adâletin sözcülüğünü ve mücâdelesini yapan bir din olurdu.
Yâni onda bir eksiklik olmazdı. Zîrâ İslâm, 23 yıllık bir sürecin sonunda
tamamlanmış ve en güzel uygulaması da yapılmıştır.
Tabi 1.400 yıl boyunca
müslümanların içinde, hem uydurmalar ve hurâfeler ortaya atanlar olmuş, hem de
Kitab’ın ve Sünnet’in ne olduğunu hakkıyla ortaya koyarak halka anlatanlar
bulunmuştur. Ancak Dünyâ’nın formatı ve insanın nefsi, uydurmaların ve hurâfelerin
çok daha fazla olmasına neden olmuştur-oluyor. Böylece, “indirilmiş din” denilen
İslâm’a aykırı bir-çok din-dışı zırvalık ortaya çıkmıştır.
İndirilmiş din yeni bilinip
tanınan bir din değildir. İslâm târihi boyunca hurâfelerle mücâdele etmiş
tevhid-erleri her dönemde bulunmuş ve hakkı-hakîkati savunmuştur. O hâlde 1.400
yıllık İslâm târihini tümden geçersiz saymak yanlıştır. Nice tevhid-erinin
gayretleri boşa çıkarılamaz ve onlardan öğrenilecek bir-çok şey de vardır. Aksi-hâlde
İslâm, hiç-bir zaman hakkıyla bilinemeyecek bir din oludu. Zîrâ bizden 100-200
yıl sonra yaşayacak olanlar da, bizim hakkıyla ortaya koymuş olduğumuz dîni ve
gayreti inkâr ederler ve bu sefer de 1.400 yıllık târihi değil, 1.500-1.600
yıllık târihi tümden inkâr etmeye başlarlar.
“İndirilmiş din nedir?” diye
sorulduğunda, ne 1.400 yıl boyunca her söylenmiş ve yazılmış olan şeylerin
tümünü din olarak kabûl etmek, ne de “sâdece Kur’ân” akla gelmelidir. Bunlar birbirlerinin
ifrat ve tefritidirler. Zâten ikisi de sonuçta “İslâm’ı hayatta görünür kılmak
adına bir şey yapmamak” noktasında birleşmektedirler. Aslında İslâm için, “indirilmiş
din” söylemine gerek yoktur. Zîrâ İslâm, “indirilmiş olan” yâni “Allah’tan
gelen”dir. O hâlde “İslâm” demek yeterlidir.
İslâm şudur: “İlmi ve
kudreti sonsuz-sınırsız, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın; “meleklerin pâdişahı” olan
Cebrâil aracılığı ile, içinde “sonsuz nûr” bulunan ve insanların iç-âlemlerini
inşâ ettikten sonra yeryüzünü yâni dış-âlemi de inşâ ederek hayâta hâkim olacak
“kesin doğru olan” vahiylerin, “âlemlere rahmet” Hz. Muhammed’e indirilmesi ve bu
vahiylerin “Kur’ân” olarak 23 yılda toplanması, Peygamber ve onunla birlikte
olanlar tarafından Kur’ân’ın hayâta yansıtılarak hâkim kılınmasıdır. İslâm, 23
yıl boyunca Peygamberimiz’e inen vahiyler ve o’nun vahiy-merkezli örnek
mücâdelesidir.
Modern müslümanların dillerine
doladıkları ve özellikle vurguladıkları “indirilen din” dedikleri ise; “Peygamber’in
mücâdelesini ya tümden yada büyük oranda görmezden gelmek ve “sâdece Kur’ân” diyerek,
güyâ “Kur’ân’a göre bir din inancına sâhip olmak”tır. Yâni söyleyip durdukları
“indirilmiş din”, “bütünsel bir İslâm” değildir. “İndirilmiş din”,
“amel-eylemden kopuk ve sâdece beyin fırtınalarının yapıldığı, zihinlere ve
vicdanlara hapsedilen din”dir. Zîrâ bu söylemde bulunanlar, “sâdece klâsik yada
modern din-adamlarını” eleştirip îtirâz ederken, şirki ve küfrü, dolayısıyla da
zulmü bâriz bir şekilde açığa çıkaran siyâsilere bir şey dememekte yada çıkarlarını
kaybetmekten ve korkmalarından dolayı bir şey diyememektedirler. Hattâ tam
tersine onlara duâ edip destek olmaktadırlar. Aslında böyle yapmakla dîni
hayattan koparmakta ve dîni mânâya indirgemektedirler. Oysa İslâm, sâdece
iç-âlemleri inşâ etmek için değil, bundan başka; sosyâl, kültürel, ekonomik ve
siyâsî hayâtı da inşâ etmek ve hayâtı İslâm ile şekillendirmek hedefi olan bir
dindir.
Bu nedenle şurası çok iyi bilinmelidir
ki, Peygamber’in hayâtını ve 23 yıllık mücâdelesini bilmeden, “Kur’ân’a göre
yaşamak” ancak sözde kalacaktır. Zâten “sâdece Kur’ân” yada “indirilmiş din”
diyenlere baktığımızda, Peygamber’in o örnek yaşamından ve mücâdelesinden hiç
bahsetmediklerini ve modernizm-merkezli bir din düşüncesi ortaya koyduklarını
görürsünüz. Hattâ bu uğurda nice âyetleri moderniteye uydurmak için yoğun beyin
fırtınaları estirilmektedir. Tabi bu, İslâm’ı hayattan koparmadan olmaz. Çünkü
pratik hayat, “düşüncenin sağlamasının yapılmasıdır” ki, modern yorumlar
Peygamber’in örnek yaşamına yâni pratiğe çoğunlukla aykırıdır.
İndirilen din İslâm’dır ve o
ilk indiği günkü gibi Kur’ân’da bulunmaktadır. Kur’ân aynen inişi tamamlandığı
gün gibi eksiksiz ve fazlasız olarak elimizdedir. Peygamber’in o örnek yaşamı
ve mücâdelesi ise, maalesef içine bir-çok uydurma rivâyetler ve hurâfeler
karışmış olarak siyer ve hadis kitaplarında bulunmaktadır. Öyleyse bizim ilk
başta yapacağımız şey, bilgi ve bilincimizi Kur’ân ile oluşturmak, Kur’ân’a âşinâ
olmak, onunla iç-âlemimizi inşâ etmektir. Daha sonra ise, Peygamber’in “güzel
örneklik” denilen Sünnet’ini ve hikmeti de hesâba katarak dış-âlemi de inşâ
etmek ve Peygamber ve onunla birlikte olanların yaptığı gibi “örnek İslâmî
Hareket Metodu” yâni Sünnet ile İslâm’ı hayâta hâkim kılmaktır. Zîrâ bilgi ve bilincin
kaynağı Kur’ân iken, amel ve eylemin göstergesi ve kaynağı, Kur’ân’ın “güzel
örneklik” dediği “Sünnet”tir. Zîrâ Kur’ân ne yapılacağını tam olarak söyler ama
nasıl yapılacağını, “örnek insan(lar)ın yâni Peygamber ve onunla birlikte
olanların üzerinden göstermek ister. Çünkü pratikliğin gereği budur. O hâlde, “indirilmiş
din” denilen İslâm, Peygamberimiz’e 23 yıl boyunca gelen ve Kur’ân’da toplanan
vahiyler ve Peygamberimiz’in de 23 yıl boyunca bu âyetlere göre amel-eylemde
bulunması”dır ki Kur’ân buna “güzel örneklik” der:
“And
olsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman,
Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek (Sünnet) vardır” (Ahzâb 21).
Evet “indirilmiş
din” olan yâni “Allah’ın indiği din” İslâm, sâdece lafta kalacak bir din
değildir. İslâm;
“kâlplerde, vicdanlarda, zihinlerde ve dillerde dolaşıp kalacak bir din değil,
iç-âlemlerin Kur’ân ile inşâsından sonra dış-âlemin de Kur’ân ile inşâ edilip
hayâta hâkim kılınması gereken bir din”dir. Bilgi ve bilinç Kur’ân ile
oluşturulduktan başka, hayâtın tüm alanı; toplumsal, kültürel, ekonomik ve
siyâsî alan da Kur’ân ile inşâ olmalıdır. Zâten şirk, küfür ve dolayısıyla
zulüm ancak bu şekilde ortadan kalkar ve tevhid hâkim olur. İndirilmiş dîn olan
İslâm’ın sözü (Kur’ân) de pratiği (Sünnet) de bunu söyler ve gösterir. Bu da,
mevcut seküler sisteme eleştiri, îtirâz ve nihâyet isyânı yanında getirir. Zîrâ
İslâm; şirki, küfrü ve zulmü kaldırıp, hakkı-hakîkati ve adâleti Dünyâ’ya
yerleştirmek için indirilmiştir. Gerekirse bunu Dünyâ’nın “altını üstüne
getirerek” yapar. Kıssalardan ve Peygamberlerin örnekliklerinden apaçık görülen
budur:
“Allah, dinden
Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı)
ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz
kıldığımız) ‘Allah’ın dînini hayâta
egemen kılın (ekîmûd dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini sizin için bir ‘hayat düsturu’
olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a ortak
koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine
yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).
“Allah,
içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara va’detmiştir:
Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kıldıysa,
onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip
beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları
korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler
ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar
fâsıktır” (Nûr 55).
“Allah ve
Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o
işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân
ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır” (Ahzâb 36).
2-Uydurulmuş Din
Uydurulmuş din, “Peygamberimiz’e
23 yıl boyunca inen vahiylerden ve Peygamberimiz’in o âyetlere göre belirlediği
İslâmî hareket metodunu, gerek eski inançlarından kopamamış olarak İslâm’a
girenlerin, gerekse de çıkarlarını din yapanların, Kur’ân’ı ve sahih Sünnet’i yetersiz
görerek; isrâiliyattan, eski şirk inançlarından, Arap âdetlerinden, dîne yeni
katılanların getirdikleri eski inanç ve uygulamalardan, gayri İslâmî yaşam-şekillerinden
ve şeytanın ve nefsin fısıldamalarından kaynaklanan uydurma rivâyetler ve hurâfeler
ortaya atmak ve zamanla bunları dîne katmak”tır.
Bu uydurmalar ve hurâfeler,
çeşitli yorumlarla ve siyâsilerin destekleriyle, mezhep, târikat ve cemaatlerce
kolayca Peygamber’e isnât edilmiş, uydurma silsilelerle ve aktarımlarla insanlara
din olarak anlatılmıştır. Bu anlatılanları insanlar çok kolay benimsemiştir. Zîrâ
bu uydurmalar ve hurâfeler, bir vazgeçiş, bir iç ve dış devrim, bir mücâhede ve
mücâdele, bir dik duruş, tâvizsizlik, gayret, azim, fedâkârlık ve “canlarla ve
mallarla Allah yolunda olmak ve ölmek” demek olan İslâm’ın istediği bir hayâtı
değil; kafa ve beden konforunu bozmayacak, kolayca dinlenip uygulanacak,
içselleştirilmemiş ve şekilci bir din anlatısıdır. Bu uydurulmuş dinde; bir
kelimeyi bir-kaç yüz kere tekrâr etmekle, belli gün ve gecelerde bir-kaç
saatliğine câmide yada belli bir yerde bulunmakla, kılı-tüyü öpmekle, bir-kaç
rekât namazla, bir-kaç gün oruç tutmakla ve kurban kesmekle vs. günahlardan
kurtulup ak-pak olunur(!). Böylece Peygamber ve sahabenin ve sonra da
nicelerinin mallarını ve canlarını ortaya koyarak cihad etmeleri, günlerini ve
gecelerini ilme, ibâdete ve tebliğ-dâvete harcamak gereksiz hâle gelir. Zîrâ
nefislerini ilah edinmiş olan kişiler, halkı bu boş inançlarla ve hurâfelerle
kandırmakta, halk da hem cehâletten hem de işlerine geldiği için bunlara
kolayca inanmaktadır. Çünkü “uydurulmuş din”de malların ve canların ortaya
konulmasına, şirki, küfrü ve zulmü bayraklaştırmış olanlara bir şey denilmesine
ve onlara karşı çıkılmasına gerek yoktur. Yine, bir İslâm kardeşliği kurularak
paylaşmanın, özverinin, yardımlaşmanın yapılmasına gerek yoktur. Bunlardan söz
bile edilmez. O yüzden “uydurulmuş dîne” göre yaşayanlar şu âyetlerden
bi-haberdirler ve onları duyunca afallayıp kalmaktadırlar:
“Kendilerinden önce o yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp
îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara
verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde
bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler.
Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar felâh
(kurtuluş) bulanlardır” (Haşr 9).
“Sevdiğiniz şeylerden infâk edinceye kadar aslâ
iyiliğe eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir” (Âl-i İmran 92).
“Ona duydukları sevgiye
rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler” (İnsan 9).
“Uydurulmuş din”, “Kur’ân’ı
derinlemesine okuyup idrâk etmeden, Peygamber’in ve sahabenin örnek hayâtını ve
mücâdelesini öğrenip ona göre bir hayat-tarzı belirlemeden, uydurma rivâyetlere
ve hurâfelere göre bir din anlayışı oluşturmaktır” ki, bu din anlayışı, zamânın
siyâsî akımlarının işlerine geldiği için destekledikleri ve mezhep ve târikatlar
ile kurumlaşıp resmîleşen dindir. “Uydurulmuş din”in müntesipleri bu
yüzden muhâfazakârlığı bayraklaştırırlar ve mevcudu korumak isterler. İslâm ise
“devrimci bir din”dir. Muhâfazakârların bu kadar destek görmesinin nedeni,
vahiy-merkezli dîni değil, “uydurulmuş dîn”i temsil etmesindendir. “Uydurulmuş din”, Allah’ın indirdiği ve Peygamber’in
uyguladığı din” değil, “birilerinin uydurduğu ve insanlara ‘din’ diye
yutturduğu din”dir ki bu din hâlen yürürlüktedir ve uydurmalar sürmektedir.
Hz. Osman’ın hilâfetinin
ikinci yarısından sonra başlayan adâletsizlik ve çatışmalar, dîni yozlaştırmaya
başlamış ve din, “birilerinin” çıkarına uygun olarak uydurmaların
karıştırılmasına mâruz kalmıştır. Zâten din, asıllığını-özünü, adâletin
kaybolup zulmün açığa çıkmaya başladığı zamanlarda kaybetmeye başlar. Bir din
aslını kaybedince ayrılıklar baş-gösterir ve her kesim dîni kendine göre
yorumlamaya başlar ve asla-öze aykırı yeni bir din çıkar ortaya. İşte
bahsettiğimiz dönemden sonra başlayan ve Emevi-Abbâsi’lerle devâm eden “hakka
uygun olmayan” yönetimler zamânında dîne bin türlü uydurmalar ve hurâfeler sokulmuş
ve din yozlaştırılmıştır. Dînin aslı olan Kur’ân, Allah’ın da vaâd ettiği gibi
koruma altındadır. Bu nedenle Kur’ân bir “arttırma” ve “azaltma” anlamında
tahrif edilemez. İslâm’ın tahrif edilmesi, uydurulmuş hadis-söz, rivâyet ve
hurâfelerle ve aşırı-aykırı yorumlamalar ile olmuştur-oluyor.
Hz. Ali devrinde başlayan
farklı-aşırı yorumlama tarzı, bir-zaman sonra İsmâili’lerin başlattığı aşırı ve
farklı yorumla(ma)rla anlam-kaymaları yaşanırken; diğer taraftan ise uydurma
hadislerle tahrife ve uydurmaların artmasına katkıda bulunulmuştur. Bu-arada
dînin asıl kaynağı ölçü alınmaktan çıkmıştır. Fetihlerin ilerlemesiyle farklı
bölgelerin-ülkelerin dinleri ve görüşleri de bu uydurmalara ve tahriflere büyük
katkı yapmıştır. Eski yunan-kaynaklarının Arapça’ya çevrilmesi de buna tuz-biber
ekmiştir. Bu uydurmalar aslında Kur’ân’ın “merkez” olmaktan çıkarılmasıyla
olmuştur-oluyor. Çünkü Kur’ân’ın belirleyiciliği bırakıldığında bu uydurmalar
rağbet kazanıp yer edinir ve işte bahsedilen zamanlarda da böyle olmuştur. Bu
uydurmaların kayda geçirilmesiyle ve her kesim kendi yanında olanı övdüğünden
ve savunduğundan dolayı bu aykırılıklar kayıt altına da alınarak resmîleştirilmiştir.
Kur’ân bu durumu kınar ve mü’minleri böyle yapmaktan men eder:
“Kendi dinlerini
fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi
elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır”
(Rûm 32).
“Gerçek şu ki, dinlerini
parça-parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde onlardan
değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını
kendilerine haber verecektir” (En-âm
159).
Bu uydurmalar “klâsik” ve
“modern” şekilde hâlen devâm ediyor. Birileri hâlen uyduruyor ve dîni tahrif
ediyor ve Kur’ân’ı “merkez” olmaktan çıkarıyor. Öyle bir duruma gelinmiş ki, bu
uydurmalar artık akâidin konusu olmuş ve bu uydurmalara Kur’ân ile bile karşı
çıkınca ve; “bakın kardeşim, uydurma rivâyetler böyle yazıyor ama dînin asıl
kaynağında; yâni Muhammed bin Abdullah’ı, “âlemlere rahmet Hz. Muhammed” yapan
Kur’ân’da, bu uydurma rivâyetlerin söylediğinin tam tersi söyleniyor. Bu
uydurmaları bırakın da gelin Kur’ân’a uyun” denildiğinde, karşıdaki kişi sizi
kâfir-fâsık ve zındık îlan edebiliyor ve ilişkisini bile kesebiliyor.
Uydurmaların yazıldığı kaynakların yanında Kur’ân’ın bir değeri olmuyor ve
“Buhâri ve Müslim çökerse İslâm çöker” denebiliyor. Hâlbuki dîni asıl çökerten,
çoğunlukla uydurmaların yazılı olduğu Kur’ân’a aykırı sözleri ihtivâ eden
kaynaklardır. Aslında Kur’ân unutulursa (mehcûr) İslâm (daha doğrusu
müslümanlar) çöker. Kur’ân okunup, idrâk edilip hayâta hâkim kılınma
yolunda olunmazsa, İslâm değil ama müslümanlar çöker ki zâten çökmüş
durumdadırlar. Kur’ân diriltildiğinde ise İslâm ve müslümanlar şahlanır ve
Dünyâ’yı da şahlandırır. Çünkü Peygamberimiz zamânında Kur’ân’dan başka bir şey
yoktu ve devlet kurulup İslâm-dîni gücünü kısa-zamanda göstermişti ve hayâta
hâkim olmuştu. Yine tam-aksine; Kur’ân’dan kopulduğu ve uydurmaların yazıldığı
kaynaklar baş-tâcı edilince İslâm medeniyeti çökmeye başlamıştır. Bu
kaynaklarda bahsedilen sözleri mutlak anlamda yok saymıyoruz ama İslâm’ın
ana-kaynağı ve esâsı Kur’ân’dır ve bu nedenle Kur’ân’a ve Sünnet’e göre bir
din-anlayışı ve hayat-tarzı belirlenmelidir.
İslâm târihinde “hadis” adı altında
uydurulmuş olan bir-çok söz, rivâyet ve zırvalıkların ortaya çıkmasının nedeni;
Peygamberimiz’in, Kur’ân’ın pratik temsilciliği olan sahih Sünnet’inin
yaşanmamasıdır. Sünnet, 23 yıllık “ağır bir yaşanmışlık” örneğidir ki,
Peygamberimiz’in saçlarını ağartırken, belini bükmüştür. Yoksa Sünnet,
birilerinin zannettiği gibi; “misvak, kıl-tüy ve çaput” konuları değildir. Uydurulmuş
rivâyetleri ve zırvalıkları “Sünnet” zannetmek ağır bir ahmaklıktır. Sünnet
denilen “güzel örneklik”, Hz. Muhammed’in Kur’ân-merkezli siyâsetidir. Sünnet
göz-ardı edildiği için günümüzde Türkiye’de 300’e yakın meâl var ve bunların
içinde birbirine tam ters çeviriler-yorumlar bulunuyor. Sünnet yâni uygulama
göz-ardı edildiğinde ihtilâf ve tefrika bitmeyecek, aksine çoğalacaktır. Sünnet
göz-ardı edildiği için, Kur’ân’ın “modern” yorumları, vahyin gerçek yorumları
zannediliyor. Sünnet inkârının nedeni, “yaşayan Sünnet”in olmamasıdır. Sünnet, “peygamber
tecrübesi”dir. Sünnet, Kur’ân’ı “hayat kitabı” yapmaktır. Sünnet, Kur’ân’ı, hayâtın tam merkezinde apaçık bir
şekilde okumak ve yaşamaktır. Sünnet, Kur’ân’ın hayâta dönük
uzantısıdır. Sünnet, Kur’ânî bilinçle yapılan amel ve eylemlerdir. Sünnet,
Peygamberimiz’in vahiy-merkezli dâvâsıdır. Sünnet, Peygamberimiz’in 23 yıllık
vahiy-merkezli mücâdelesidir. Sünnet; “İslâm’a paralel bir din” değil, “İslâm’a
paralel bir pratik”tir. Sünnet; Kur’ân’ın, Hz. Muhammed’de ete-kemiğe
bürünmesidir.
3-Modernize Edilmiş Din
“Kur’ân’ı bugün kendinize iniyormuş
gibi okuyun” sözü yanlıştır. Zîrâ Kur’ân 1.400 yıl önce Peygamberimiz’e
inmiştir ve Peygamberimiz kendisine inen âyetleri en ideâl şekilde uygulamış ve
dînin tebliğini, dâvetini ve örnekliğini en iyi şekilde yapmış ve buna 100.000
kişiyi şâhit tutmuştur. O hâlde bize düşen, Kur’ânî bilgi ve bilince ulaştıktan
sonra, “Peygamber’in örnekliğine göre” İslâm’ı yaşamak ve hayâta hâkim
kılmaktır. Biz Kur’ân’ı, “bugün bize yeni iniyormuş gibi okumanın” değil,
“inmiş ve uygulanmış olan Kur’ân’ı bugün kendimize ve hayâta nasıl yeniden
hâkim kılarız”ın derdine düşmemiz gerekir. Zîrâ “Kur’ân’ı bugün kendinize iniyor
gibi okuyun” sözünde zımnen, Peygamber’i ve o’nun örnek yaşantısını görmezden gelmek
anlamı vardır.
“Modernize edilmiş din”,
“modern hayâta uygun anlaşılan ve anlatılan ama ‘yaşanmayan’ din”dir. Zîrâ
Kur’ân, moderniteye uyarak hakkıyla yaşanamaz. Modernite buna karşı çıkar
çünkü. İslâm’ın moderniteye uygun olarak yaşanması söz-konusu değildir. Zîrâ İslâm,
yaşanması için mutlakâ bir alana ihtiyaç duyar ki modernite bu alanı İslâm’a
aslâ vermez. Bu nedenle moderniteye göre din; bilgiye, zihne, beyne, kâlbe ve
vicdâna has kılınmalıdır. Dışarıda ise bir tek, devletin bir mêmurunun
gözetiminde olan ibâdethâneler olabilir. İşte; gerek nefislerin bunu hoş
görmesi, gerekse de modernitenin dayatması nedeniyle yeterli dirâyeti ve dik
duruşu göster(e)meyen modern müslümanlar, ılımlı, lâik, demokratik,
liberâl-kapitâlist modern dîni kabûl etmişler ve zamanla da bu dîni
benimseyerek savunmaya başlamışlardır. Tabi bunu yapmak için hem “sâdece
Kur’ân” mottosuna sığınmaları, hem de Kur’ân’ın apaçık âyetlerini, -moderniteye
bâriz aykırı olduğu için- vahyi aşırı yoruma boğarak anlam kaymasına uğratmaları
gerekmiştir. Bunu yapmışlardır ve artık nerdeyse her âyet için de yapılmaktadırlar.
Öyle ki; namaz kılın, oruç tutun, zekat verin, hac yapın, kurban kesin, başörtüsü
kullanın vs. gibi apaçık âyetler bile aşırı yoruma tâbi kılınarak moderniteye uygun
ve aykırı olmayacak hâle getirilmiştir.
“Modernize edilmiş din”
mensupları moderniteye uygun yada aykırı olmayacak bir din anlayışına
sâhiptirler. Bu bağlamda tüm yorumları moderniteye uygun düşmektedir. Öyle ki,
artık yapılan yorumlar ve din düşüncesi moderniteye ne kadar uygun düşerse o
kadar kıymetli görülmektedir. Özellikle; başörtüsü, kadının dövülmesi (darabe),
kızlarla evlenme yaşı, erkeğin evin reisi (kavvâm) olması, çok-eşlilik, yine; kâinâtın
genişlemesi, yaşı ve yaratılışı, beşerî kânunlarla hükmetmek, Peygamber’e uymak
vs. gibi konularda moderniteyi kızdıracak ve ona aykırı olacak bir anlam
vermemektedirler. Oysa 20. yüzyıla kadar bu konularda moderniteye tam aykırı
yorumlar yapılıyordu ki doğru yorumlar bunlardı.
“Modernize edilmiş din”de
kadınlar erkeklerin efendisi yapılmaya çalışılmakta ama bir türlü bu iş
istenildiği gibi olmamaktadır ki zâten olması da imkânsızdır. Zîrâ
doğal-fıtrî-normâl olan bunun tersidir. Modernler, “kadının, erkeğin kaburga
kemiğinden yaratıldığı” yanlış inanışına karşı olarak, “kadının erkekten ve erkek
için yaratılmadığını” söyleye-söyleye erkeği kadının emrine verdiler. Sonuçta
“erkek kadın için yaratılmıştır” durumuna gelindi.
Nasıl ki belli bir zaman
önce İslâm toplumlarında yaşayanlar, uydurma da olsa hadisleri-rivâyetleri, devlet
başkanından, bürokrasiden, diğer âlimlerden ve halktan çekindikleri için inkâr
edememiş ve o rivâyetleri kullanmışlarsa; şimdi de modern müslümanlar, yine
modern devlet adamlarını, bürokrasiyi, diğer âlimleri ve modern haktan
çekindikleri için moderniteye aykırı olan İslâm uygulamalarını ve hattâ
âyetleri ya aşırı yoruma tâbi tutuyor yada moderniteye aykırı olan âyetlerden
hiç bahsetmiyorlar. Yâni aslında değişen bir şey yok. Birileri bu sefer dîni
aslına aykırı bir şekilde anlama, anlatma ve yaşama yoluna düşmüş durumdadır.
“Modernize edilmiş din”de modern
müslümanlar, Kur’ân’ın apaçık şekilde şirk, küfür ve zulüm dediği şeylere
uyanları, bırakın uyarmayı, bunu akıllarından bile geçir(e)mezler. Zîrâ böyle
bir cesârete sâhip değillerdir. Onlara modernitenin eleştirmek ve îtirâz etmek
için izin verdiği kişiler “gelenek ve gelenekçiler” olmuştur. Artık sürekli
olarak klâsik din adamlarını, rivâyetleri, hurâfeleri ve uydurmaları eleştirip
îtirâz ederler ama bu sefer de, şirkin, küfrün ve zulmün elebaşlarını
ıskalarlar ve böyle olunca da zamanla onları desteklemeye başlarlar. Tamam;
din-adamları bir-çok uydurma rivâyetler, hurâfeler ve zırvalıklar ortaya koymuş
ve bunları din diye anlatmışlardır ve anlatıyorlar. Bunları eleştirip îtirâz edelim.
Fakat, Allah apaçık bir şekilde içkiyi, kumarı, fâizi, zinâyı, yalanı-dolanı,
adâletsizliği ve bir-çok şerefsizce şeyleri haram ve günâh kılmışken, parlamentolarda
bunların tersine çevrilmesine niçin karşı çıkmazlar ve bu haramları ve
yasakları serbest bırakanları eleştirip îtirâz etmezler?. Bunlara oy vererek
destek olmanın, “Allah’ın hükümleri yerine beşerin hükümlerini-kânunlarını
dinleştirmek” anlamına geldiğini niçin söylemezler?. Dîni niçin mânâya indirgiyorlar?.
Şirk, küfür ve zulüm sâdece taştan-tahtadan putlar mıdır?. Firavunlar, Nemrutlar
ve modern hükümdarlar da put ve şirkin timsâli değil midirler?. Onlara destek
olmak da şirk, küfür ve zulüm değil midir?.
“Modernize edilmiş din” ve
mensupları “kadıncı”dırlar. Kadına tapmaktadırlar. Zîrâ dîni kadınlara göre
yorumlamaktadırlar. Çünkü modernite kadını ilahlaştırmıştır ve herkesten de
kadını ilahlaştırmasını istemektedir. “Modernize edilmiş din” mensupları
moderniteyi sıkıca hattâ gevşekçe bile eleştirdiklerini ve îtirâzda bulunduklarını
göremezsiniz. Şirk, küfür ve zulüm sanki Kur’ân literatüründe yok gibidir.
Seküler siyâsetin ve modernitenin eleştirildiğini ya hiç görmezsiniz yada yarım
ağızla başlık olarak söylenen ve arada kaynayıp giden sözler edebilirler ancak.
“Modernize edilmiş din”
mensupları, varsa-yoksa “din-adamları şöyle yaptı, din-adamları böyle şirk
koştu” tekrârındadırlar. Tamam; ama ya lâik-seküker sistem, modernite ve dinsiz
siyâsetin şirki ve küfründen (ki asıl şirk ve küfür budur, çünkü şirk ve küfür
pratize edilmiştir) dolayısıyla da zulmünden bahsetmiyorlar. Çünkü bunu yapmaya
cesâretleri yok. Entelektüel olmuşlar ama “âlim” olamamışlar. Bu yüzden de,
uzun yıllar önce ölmüş ve cevap veremeyecek olan din-adamlarına, yada
moderniteyi arkalarına alarak tevhid-merkezli İslâm’ı savunanlara laf
edebiliyorlar.
Kur’ân’ın bir insana yâni
Peygamberimiz’e gönderilmesinin nedeni, onu hayatta pratize etmesi içindir.
Peygamberler ve Peygamberimiz, vahyi-Kur’ân’ı hayatta görünür ve hâkim kılmak
için seçilmişlerdir. Peygamberlerin örnekliği, vahiy-merkezli olarak İslâm’ı hayatta
pratize etmek ve onu hayâta hâkim kılmaktır. Peygamberimiz’in 23 yıl boyunca
yaptıkları -bu süreçte bâzı hatâlar da yapılmıştır ve Allah bu hatâları
düzeltmiştir- “Allah’ın gözetiminde ve düzeltmesinde” ortaya konulmuş bir örnekliktir
ki Ahzâb 21’e alınması bu örnekliğin ebedileşmesidir. Peygamber’in örnekliği bizim
için tüm zamanlarda ve tüm mekânlardadır. Peygamber’in örnekliği, “vahiy hayâta
nasıl aktarılır”ın pratiğidir. Çünkü pratik, yazılarla gösterilemez. O ancak
amel-eylem ile ortaya konabilir. Demek ki İslâm’ın örnekliğinin ortaya
konulması çok önemlidir. “Modernize edilmiş din”in mensupları aslında
vahiy-merkezli değil de modernite-merkezli oldukları için bu örnekliği ortaya
koymadıkları gibi, “güzel örnekliği” boğmanın çabasındadırlar.
Modernite bir “peygamber
düşmanlığı”dır. Modernite, peygamberleri iptâl etme düşüncesi ve ameliyesidir. Zâten
bu nedenle de sâdece uydurma hadislerden, hurâfelerden ve rivâyetlerden bahsedilir
ve bunun muhabbeti yapılır. 23 yıllık süreç içinde yapılan vahiy-merkezli uygulamalar
konuşulmaz. Zîrâ dediğimiz gibi, bu uygulamalar moderniteye birebir aykırıdır. Fakat
bu-arada şirki, küfrü ve zulmü pratize eden siyâsiler unutulur ve “şeytanın
süper projesi olan modernite”nin uşaklığını yapan siyâsiler de şirki, küfrü ve
zulmü yaygınlaştırmak için genişçe bir alan bulurlar.
Peygamberler “sâdece Kur’ân”
ile amel etmişlerdir. Zâten konu da budur: “Sâdece Kur’ân ile amel etmek”. Sünnet,
“sâdece Kur’ân ile amel etme pratiği”dir. Zâten Kur’ân da “sâdece kendisiyle amel
edilsin diye” gönderilmiştir. Kur’ân; “sâdece okunsun ve zihinler sâdece Kur’ân
ile inşâ edilsin ve başka da bir şey yapılmasın” diye değil, zihinlerin ve
kâlplerin bu inşâsından sonra hayâtın her alanı da “sâdece Kur’ân ile inşâ edilsin”
diyedir. İşte peygamberler bunun için gönderilmişlerdir. “Güzel örneklik” budur.
Sünnet budur. Sünnet, “İslâm’ı Peygamber’in uyguladığı gibi uygulamak”tır.
Bizi bağlayan iki şey
vardır. 1- Allah’ın 23 yıl boyunca gönderdiği vahiyler; 2- Peygamber’in 23
boyunca bu vahiylere göre ortaya koyduğu İslâmî hareket metodu ve uygulama
örnekliği”. Elçiler bu uygulamaları Allah'ın kontrôlünde ve bâzen de Allah’ın düzeltmesiyle
yaparlar. O yüzden o pratikler özelleşir ve “örnek” hâle gelir. Bu nedenle biri
çıkıp da; “biz de Kur’ân’ı okuyup uygulasak Peygamber gibi uygulamış olmaz
mıyız?” dese, “uygulayamazsın” deriz. Zâten uygulayan da yok ya.. Çünkü Peygamber
o uygulamayı Allah kontrôlünde, târifinde ve gerektiğinde düzeltilerek “muhteşem
bir ahlâka sâhip olarak” yapmıştır. O örnekliğe ulaşılamaz ve o örneklik
aşılamaz. Bu nedenle de tüm zamanlar için “metod olarak” kaynağımız olmaya
devâm edecektir.
Kıl-tüy muhabbetinin hem
sonu gelmez hem de “yanlışı düzeltme” aşamasında bir yararı olmaz. Önemli olan
işi kökünden hâlletmektir. Şu da var ki bu kıl-tüy muhabbeti seküler şirk
sisteminin gölgesinde yapılıyor. İlginçtir, kılı-tüyü eleştirenler, hem bu
zırvalıkları yapanların bunu şirk siyâseti altında yaptıklarını ortaya koymuyorlar
hem de hâlâ eleştirmeye devâm ediyorlar. Sen o eleştirilerini seküler siyâsetin
gölgesinde yapıyorsun. Yoksa eleştirdiğin şeylerin devlet tarafından savunulduğu
bir yerde o eleştirilerini yapamazsın. O hâlde “modernize edilmiş din”
mensupları ciddî değildirler. Bunlar küfrün ve şirkin elebaşlarını
eleştiremezken ve tek bir laf bile edemezken, din-adamlarının desteklendiği bir
devlette bunları nasıl eleştirsinler ki. Seküler şirk siyâseti çökerse, zâten
kıl-tüy muhabbeti de çöker. Bataklığı kurutmak yerine oradaki sinekleri avlamak
için ilaç satanlar “bataklıktan geçiniyorlar” demektir.
Modernizm, Kur’ân’ın
pratiğinden yâni Sünnet’ten boşalan yerin modernite ile doldurulmasıdır.
“Modernize edilmiş din” mensupları da bunun taşeronluğunu yapmaktadırlar.
Din-adamlarını eleştirip dururken seküler siyâseti ve siyâsetçileri hiç
eleştirmedikleri için de görevleri sürüp gidecek gibi gözükmektedir.
İslâm sâdece “dîni
düzenlemeye” değil, hayâtı; toplumu, ekonomiyi ve siyâseti de şekillendirmeye
ve “Allah’a göre yapmaya” gelmiştir ki modernistler ve “modernize edilmiş din”
mensupları bunu pek dillendirmezler ve hattâ buna karşı da çıkarlar. “Dîni
Allah’a göre şekillendirmek”ten bahsederlerken, “hayâtın Allah’a göre
şekillendirilmesi”ni hiç söz-konusu etmezler. Oysa hayâtı Allah’a göre
şekillendirmeden dîn de tam anlamıyla Allah’a göre şekillendirilemez.
Dîni modernize edenler, çeşitli
evliyâ-baba-dede türbelerine gidenleri kıyasıya eleştirirken, “lâik türbeler”e
gidenlere ve oralarda şirki bayraklaştıranlara hiç ses çıkar(a)mıyorlar. “Uydurulmuş”
olan klâsik dinlere ve şirklere veryansın ederlerken, yine uydurulmuş din olan
modern dinlere ve şirklere (lâiklik, demokrasi, kapitâlizm vs.) çıtları bile çıkmaz.
Anlaşılan, “indirilen dîni” babalarının malı zannedenler, modern anlamdaki
uydurma dinlere, şirk ve küfürlere bir ses çıkarıp tepki koyacak cesâretten ve
dirâyetten yoksundurlar. Hâlbuki ilk karşı çıkılması gereken uydurma din ve
şirk, -Peygamber örnekliğinde de görüldüğü gibi- modern siyâsetin egemenliği ve
korumasındaki şirktir. Tüm peygamberler
de şirkin ilk önce mevcut siyâsî yönüyle uğraşmışlardır. Peygamberlerin kent-merkezlerine
gönderilmesinin nedeni, mevcut şirk ve küfür siyâsetine-siyâsilerine karşı
çıkılması içindir. Samîri’ye karşı çıkarken, Firavun’a ve Hâmân’a karşı
çıkmamak, öne çıkarılan “indirilmiş din” söyleminin ve taraftarlığının gayr-ı
ciddî boş bir söylem ve taraftarlık olduğunu gösterir.
Modern müslümanların yâni
“modernize edilmiş din” mensuplarının pek çoğu aynı-zamanda lâik-demokrat
kişilerdir. Îmandan yırttıklarını yada îmanla dolduramadıkları dîni, moderniteyle,
demokrasiyle, lâiklikle, kapitâlizmle, liberâlizmle, feminizmle vs. doldurmaya
ve bunlara tam uygun yorumlarla kapatmaya çalışıyorlar. Olan şey budur.
Kur’ân hâlen ilk günkü gibi
elimizdedir ve Peygamber’in örnek yaşamı ve mücâdelesi Kur’ân ve târih merkezli
araştırılıp ortaya konmayı beklemektedir ki bu aslında bilenler için büyük
oranda mâlûmdur.
“Modernize edilmiş din” ve
bu dînin mensupları seküler siyâset ve ekonominin desteği ile gündemi meşgûl
etmekte ve moderniteye uygun bir şekilde anlatarak dîni ifsâd etmektedirler.
İnsanların çoğu da bunları tâkip etmekte ve sapmaktadırlar. Zîrâ çoğunluğa
uyanlar her zaman saparlar:
“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan,
seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar
ancak zan ve tahminle yalan söylerler”
(En-âm 116).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder