“(Mal, mülk ve servette) çoklukla
övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu), mezarı
ziyâretinize (kabre gidişinize) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).
Para, dünyeviliğin
simgesidir ve târih boyunca insanlar, “para” ile ifâdesini bulan “mal çoğaltma
koşuşturmacası yarışı” içerisindedirler. İnsan tabî ki nafakasını kazanmak için
çalışacak ve ihtiyâcını karşılayacaktır. Fakat para yada mal kazanma, insanın
Dünyâ’da imtihanda olduğunu unutturan en büyük etkendir. Bu nedenle Allah, paranın
birilerinin elinde birikmesini, para aracılığı ile insanlar arasında aşırı
farklılıkların olmasını ve Kendisine para ile kafa tutulmasını sevmez ve
böylelerini alaşağı eder. Bu, târih boyunca böyle olmuştur. Para, kişide
mutlakâ olumsuz etkiler yapar ve kişiyi değiştirir. Öyle ki, parayı fazla
kazanmış olanların çoğu, kibir âbidesi kesilerek tâğutlaşırlar ve şeytanla
ortak olurlar. Meselâ zenginliğin simgesi olan Kârun hakkında Kur’ân’da şöyle
denir:
“Böylelikle
kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte
olanlar: ‘Ah keşke, Kârun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten
o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar
olsun size, Allah’ın sevâbı, îman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için
daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda
onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım
edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi.
Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah,
kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır.
Eğer Allah, bize lûtfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek
gerçekten inkârcılar felâh bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas
79-82).
Yine,
Allah, paranın “servet” ve devlet hâline gelmesini ve birilerinin elinde
tekelleşmesine aşırı bir güç olmasına izin vermez:
“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından
Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı
olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu
mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç)
olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa
artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, cezâsı (ikâbı) pek
şiddetli olandır” (Haşr
7).
Malınızı-mülkünüzü
heder edin de demez Kur’ân. Dengeli bir harcamadan bahseder:
“Elini boynunda bağlanmış olarak kılma,
büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın” (İsrâ 29).
Servet… “İslâm”
kelimesinin yanında durması bile tehlikeli olan bir kelime. Servet denildiğinde
ilk-başta anlaşılan şey şu: “Birinde olup da öbüründe olmayan şey”. Peki kimde
var?. Birisinde-birilerinde. Bir insanda. O insanda niye var ki?. Neden ve
nasıl olmuş?. Diğerinde niye yok?. Neden olmamış ve olmuyor?. Olması iyi mi?.
Paranın dîni
olan kapitâlizme göre kendisinde “servet” olmayanlar günahkârdır. Serveti
olmayanlar aptaldır, ahmaktır, câhildir, geri kalmıştır vs. Peki İslâm’a
göre?.. “Servet anlamında” zinhar bulunmaması gereken bir şey. Tabî ki
insanların bir sermâyeleri olabilir ve bu sermâyelerle çeşitli işler
yapabilirler ama şu bilinmelidir ki İslâm’da sermâye “küçük sermâye”dir. Kişinin
elinde bir-şekilde sermâye birikmiş ise yâni bir miktar sermâyesi varsa onu ya
bir-an önce (üç gün) elden çıkarıp paylaşacak, yada bir işte kullanacak. Yâni o
sermâye ile bir iş yapacak. Budur yapılması gereken şey. Peygamberimiz:
“Elinizde kullanmadığınız 4.000 bin dirhemden fazla para tutmayın, ateştir”
der. 4.000 dirhem=12 kilo gümüş=28.500 TL’dir. (1 Temmuz 2018 îtibâriyle). Bu,
kişi-başı yıllık ihtiyaç için kullanılacak azâmi paradır). Hz. Ali'nin (ra):
“Dört bin dirhemden fazla olan her mal, zekâtı ister verilsin isterse de
verilmesin kenzdir” demiştir. Neden böyle olacak peki?. Bir adâlet-eşitlik-kıst
sağlansın diye. Biri yerken diğeri bakmasın diye. Allah Kur’ân’da bu konuda
şöyle der:
“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün
kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit
olacak şekilde verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).
Allah,
servet-sâhibinin, servetini kendisinde az olanlarla paylaşmamasını “nîmeti
inkâr” olarak görüyor. Peki neden?. Servetin bir zararı mı var ki?. Allah bunun
cevâbını şöyle verir:
“Allah’ın verdiklerinden cimrilik
edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilâkis bu,
onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyâmet günü boyunlarına
dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirâsı Allah’ındır. Allah işlediklerinizden
haberdardır” (Âl-i İmrân
180).
“Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve
size çirkin-hayâsızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol
ihsan (fazl) vâdediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir” (Bakara 268).
“Allah'a îman edin ve Resûlü ile birlikte
cihada gidin” diye bir sûre indirildiği zaman, içlerinden mal-mülk sâhibi olanlar
senden izin istediler ve ‘bırak bizi oturanlarla berâber oturalım’ dediler” (Tevbe 86).
Demek ki
servet; cimriliğe, fakirlik korkusuna ve cihadtan, amel ve eylemden uzak
durmaya neden oluyor.
Kişi, paranın sağladığı “tatlı hayat”tan uzaklaşmak istemiyor. Bu nedenle de
dîninden tâviz vermeye başlıyor mecbûren. Aslında cihada gitmek mal ve can
kaybı anlamına da gelebiliyor ama, parasıyla baş-başa kaldığında bu sefer de
parası elinden gitmesin diye kaygı duyacak ve bin kere ölecektir. Cemil Meriç:
“Tek kaygısı para olan bir yığın yaşayamaz” der. Parayı koruma telâşı kişiyi
içten-içe çürütür.
Para, din-dışı
seküler ideolojiler olan liberâlizm, kapitâlizm, lâiklik ve demokrasi için “kutsal”dır,
para bir mâbuddur. Bu ideolojiler, “para-merkezli ideolojiler”dir. Ellerinden
paraları alındığında boş bir çuvala dönerler ve hayâtiyetlerini kaybederler.
Artık bir değerleri yoktur, zîrâ tüm değerleri paradır. Bu ideolojiler her
türlü işlerini para ile yapmaya programlıdırlar. Meselâ demokrasilerde makam ve
mevkîler, ehliyet ve liyâkat ile değil; parayla alınır. Parası olmayan adamın
yönetimde bulunması olacak ve katlanılacak bir şey değildir. Parası olanların
da yönetimde olmamasına katlanılamaz. Paralı kişilerin her türlü âdiliği ve
şerefsizliği de göz-ardı edilebilir. Fakat garibanın en küçük kusuru bile dile
dolanır ve utanç vesîlesi kılınır.
Modernizm, dîni
bile parayla kontrôl eder. Bu uğurda din-adamlarını, din bilginlerini kafaya
alır ve bu kişiler sisteme laf ettirmediği gibi sistemi tüm gayretleriyle
korumaya başlarlar. Oysa belki de bir zaman önce o sistemi “küfür” olarak
görmekteydiler. Sistem her zaman korunmalıdır ve bu uğurda masraftan da
kaçınmamalıdır. Sistem özellikle dîne karı korunmalıdır. Türkiye’de sistemin
korunmasının bir ayağı Diyânet İşleri Başkanlığı’dır. Diyânet İşleri
Başkanlığı’na ayrılan bütçe 2018 îtibârıyla yaklaşık 8 milyar (8 katrilyon)
TL’dir. Bu para aslında, “İslâm’ı hayattan uzaklaştırıp, vicdanlara hapsetme”ye
ayrılmış olan paradır.
Peki bu neden
böyledir?. Çünkü İslâm hayâta hâkim değildir ve değerler üzerinden bir
tasavvur, düşünce, söz, yazı ve amel-eylem yoktur. Niteliksel bir değerlendirme
yoktur ve tam-aksine, niceliksel bir değerlendirme ve gidişât vardır. Niceliksel
artışlar da önemlidir fakat, niceliksel artışlar niteliklerde olumlu anlamda
bir değişiklik yapmıyorsa, beş para etmez. Niceliksel değerlendirmeler ve
sistemler, insanları çokluğa kilitler ve “ne kadar çok olursa o kadar iyi olur”
düşüncesi öne çıkar ve insanlığı kuşatır. Hâlbuki “çokluk” Kur’ân boyunca
olumlu anlamda kullanılmaz. Zîrâ, çokluk bir kuruntudur ve bu kuruntu insanları
mala-mülke kilitler ve hapseder. Gandi: “Altın prangalar demir olanlarından çok
daha kötüdür” der.
Modern
zamanlarda para “en üstün değer” olarak görülür. Hâlbuki para nice değerleri
süpürüp götürür. Niceleri para yüzünde değersizleşmiş ve perişân olmuştur.
Niceleri de parayla çok değişmiş ve insanlığını kaybetmiştir.
Bâzı günahların
cezâsı daha Dünyâ’da iken ödenmeye başlanır. Meselâ fâizle para alanlar, fâiz
ödemekle cezâlandırılırlar. İnsanlık târihinde hiç-bir zaman Dünyâ’da şu-anda
olduğu kadar para-kapitâl olmadı ama bu para bereketsiz bir paradır. Çünkü fâiz
denilen melânet, paranın bereketini alıp götürmektedir. Artık fâize bulaşmamış
para kalmamıştır. Modern insan bereket kavramını unuttu da paranın çokluğuna
yöneldi. Oysa bereket, paranın sigortasıdır.
Modernizmde tek
geçerli ölçünün para olması; modernizmin, matematik-merkezli olmasındandır. Kapitâlizmin
âyeti: “Paranız yoksa kıymetiniz yoktur”; Kur’ân’ın âyeti: “Duânız yoksa
kıymetiniz yoktur” (Furkân 77) şeklindedir.
Para arttı,
ahlâksızlık arttı. Fazla para “paranoid kişilik bozukluğu” yapar-yapıyor.
Paranın meftûnu olmuş olan kişiler para-noyaktır. Paranoya; “Abartılı gurur,
kuşku, güvensizlik, bencillik” demektir ki çağımızda paranoyanın artmasının
nedeni, para-merkezli hayatlardır. Kişi ya paraya kavuşarak afallıyor, yada
paranın değiştirdiği hayatlara uyum sağlayamıyor da ağır bir sarsıntı
geçiriyor. Tabi bâzen de paraya kavuşamamak yada parayı kaybetmek kişilik
bozukluğu yapabiliyor.
“Yoksa âhiretten vazgeçip dünyâ-hayâtına
mı râzı oldunuz?” (Tevbe
38) der Kur’ân. Bu, “yoksa âhiretten vazgeçtiniz de, aslında bir imtihan alanı
olan Dünyâ’ya yâni paraya ve parayla sağlanan hazlara mı kapıldınız ve râzı
oldunuz” demektir. Çünkü modern dünyâda para, bir araç olmaktan çıkarak “en
yüce amaç” olmuştur. Dünyâ demek, “para” demek olmuştur.
“Zarar dosttan yapılır”. “Para dosttan
kazanılır” sözü kapitâlist bir sözdür. “Dost”lar arasında paranın lafı olmaz. Para,
kitlelerin afyonudur.
Dünyâ’daki
adâletsizliğin nedeni paradır. Biri yerken diğerlerinin bakması bir zulümdür.
Üstelik Dünyâ’da câri olan paranın her geçen gün miktârı artmaktadır. Fakat bu
artış bir adâlet ve rahatlık ortaya koymadığı gibi, tam-aksine, insanlar arasındaki
uçurum günden-güne çoğalıp derinleşmektedir. Hz. Ali: “Bir yoksul aç ise, bunun
nedeni zenginin zevk ve sefâ içinde yaşamasıdır” der.
Peygamberimiz: “Her
ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır” (Tirmizî, Zühd
26, Hadis no: 2337) der.
Aslında insanlar
ya harcayamayacakları miktardaki paraları biriktirip dururlar, yada
harcayamayacakları kadar çok para kazanmanın hayâlini kurar dururlar. Oysa şu
kısa dünyâ-hayâtında çok da paraya ihtiyaç yoktur ve para mezara da
götürülemez. Mezara götürülen para, o parayı mezara götürenin işine yaramaz da
defînecinin işine yarar belki. Mezara götürülemeyen para, vârisleri oyalar
ancak. Fakat mîras olarak bırakılan paranın miktarında, “güzel örnekliğimiz”
Peygamberimiz ölçü alınmalıdır. Hz. Âişe şöyle demiştir: “Resûlullah vefâtından
sonraya (mîras olarak) ne para, ne pul, ne koyun ve ne de deve bırakmıştır.
Hiç-bir vasiyette de bulunmamıştır” (Buhârî, Fethu’l-Bârî, 5/356, 8/148).
Unutmayın ki
kefenin cebi yoktur. Zîrâ cennette para geçmez.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Temmuz 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder