10 Temmuz 2018 Salı

Küresel Sapma: Modernizm



“Allah, tevbelerinizi kabûl etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler” (Nîsâ 27).

İnsanlık târih boyunca çeşitli sapmalar göstermiştir ve her sapma mutlakâ zulme ve şirke yol açtığından, Allah insanları bu sapmalardan kurtarmak için peygamberler ve onlarla birlikte de vahiyler-kitaplar göndermiştir. Sapmalar “insanların ortaya çıkardıkları” şeyler olduğu ve insanlar o sapma üzre hareket ettikleri için, toplumlar genelde o sapmalardan vazgeçmemişler ve nihâyetinde de helâka uğramışlardır:

Andolsun, sizden önceki nesilleri, resûlleri kendilerine apaçık deliller getirdiği hâlde, zulmettikleri ve îman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte biz, suçlu-günahkâr olan bir topluluğu böyle cezâlandırırız” (Yûnus 13).

Sapmanın nedeni, insanın “nefsine göre yaşama isteği”dir. Öyle ki; nefsin arzu ettiği gibi yaşayanlar, “inandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” sözüne göre; yaşadıkları gibi inanmaya ve hattâ yaşadıkları hayat şeklinin en doğrusu olduğunu söylemeye başlarlar ve bunu ölümüne savunmaya kadar götürürler. Artık nefislerinin hoşuna giden ve arzularının istediği gibi yaşamak en ideâl bir yaşam şekli zannedilmeye başlanır. Oysa Kur’ân buna şiddetle îtirâz eder:

“Size ne oluyor?. Nasıl hüküm veriyorsunuz?. Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki “siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak” diye” (Kalem 36-39).

İnsanlık târihinde, sapmalardan kaynaklanan bir zulmün ve şirkin, güzellikle, sessiz-sedâsız, gürültüsüz-patırtısız bertarâf edilip düzeldiğinin bir örneği yoktur. Belki bu sâdece Hz. Yûnus’un ikinci görev yeri olan kavminin durumu bundan istisnâ tutulabilir. Çünkü sapmalar zâten insanların, Allah’ı unuttukları yada hesâba katmadıkları için ortaya koydukları sapıklıklardır ve bu nedenle ondan vazgeçmek kolay olmamaktadır.

Modern ve post-modern zamanlarda bir-şey için insanların ölçü aracı; o şeyden “hoşlanılması”, o şeyin “haz vermesi”, o şeyin “herkesçe kabûl edilip onaylanması”, “o şeye bir îtirâzın olmaması” gibi nedenlerdir. Peki insanların, “doğal olan”ı varken, “sûni ve zararlı olan”ı seçmesinin nedeni nedir?. Meselâ çocuklar kahvaltıda; doğal ve el/ev yapımı bal, pekmez, reçel, peynir, zeytin vs. varken neden bunları yemezler de, ekmeklerine; ne olduğu belirsiz, fabrikasyon bir üretim olan “krem çikolata” sürüp onları yerler ve ana-babalar buna pek de ses çıkarmazlar?. Yine, neden insanlar rahat ve hareket etmeye, oturup-kalkmaya çok daha uygun olan kıyâfetleri giymezler de, her yerlerinden sıkıştıran dar ve kısa kıyâfetleri giyerler?. İki-üç inek alıp baksa çok daha rahat, özgür ve doğal yaşayacağı köyünde kalmaz da, asgari ücretle, bir çeşit “kölelik yapmak” (çalışmak) için, gürültülü, kalabalık, sıkışık, ruhsuz şehirlere gelmek için can atar?. Bu soruları modern zamanların îcatları sayısınca çoğaltabiliriz. Tüm bu modern ürünler ve yaşam-tarzları insanlara medya aracılığı ile gösteriliyor ve özendiriliyor, insanlar gördüklerine ulaşmak istiyorlar ve kıyısından-köşesinden ulaşmakla bile vazgeçilemeyecek alışkanlıklar oluşuyor. Alıştıkları şeyler nefse hitâp eden hoşlandıkları ve haz aldıkları şeyler olduğu için bu alışkanlıkları eleştirmiyor-sorgulamıyorlar ve tabî ki de bu alışkanlıklarından vazgeçmeyi düşünmüyorlar. Hâlbuki Kur’ân’da şöyle denir:

“…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).

İnsanlar pek sevdikleri, çok iyi olduğunu düşündükleri, büyük bir ilerlemenin sonucu olarak gördükleri son 250 yıldaki Dünyâ’nın genel durumunu neye göre; iyi, güzel ve hoş îlan ediyorlar?. Şimdiki zamânın önceki zamanlara göre daha iyi olduğunun delîli nedir?.

Bu sorulara aslında bir-kaç kelime ile cevap verilebilir: “Çünkü ‘hayâtı düzenleyenler’ öyle istiyor”; “çünkü biz buna alıştık/alıştırıldık, hiç-bir îtirâzımız da yok”; “çünkü başka alternatif yok” gibi. Büyük kentlere göçmenin nedeni olarak ezberlenilmiş-ezberletilmiş bir cevap: “Köyde çocuklar nasıl okuyacak?”. Acaba köylerini-kasabalarını bırakıp gelenlerin çocuklarının ne kadarı okuyup da (görece) iyi bir yere geldi?. Yine, bir-kısım kişileri şehirlere çeken etken, şehirlerde kolay ulaşılabilen günah çeşitleridir. Bu modern günahlar eskiden olmadığı yada açığa çıkıp yayılma olanağı bulamadığı için ve modern zamanlarda ayyuka çıktığından, mevcut zamanlar görece daha “iyi” olarak görülüyor. Çünkü, çeşitli çıkarlara neden olan bu günahlar insanları cezbediyor. Tüm bunlar “modernizm” bağlamında oluyor.

Modernizm, insanlığın gördüğü en büyük sapmadır. Hz. Âdem’den îtibâren 18. yüzyıla kadar böyle bir sapma yoktu. İnsanlık târihinde hiç olmadığı kadar büyük bir sapma ayyuka çıkmış durumdadır. İlâhi olanın yok sayılıp yada vicdanlara-zihinlere-kâlplere hapsedilip, aklî olanın -ki îmansız akıl “nefsî olan”dır- aşırı bir şekilde öne çıkarılması ve bu düşüncenin tüm Dünyâ’ya dayatılmasıyla sonuçlanmıştır. Tabi bir süre sonra da nefsini ilah edinmiş insanlar bu sapmayı ölümüne savunmaya başlamıştır. Bundan sonra ise ne olacağı pek belli değildir. Ya Allah rahmet edecek ve “örnek bir toplum” ile başlayan bir değişim yaşanacak ve bu değişim tüm Dünyâ’yı etkileyecek; yada Allah insanların böyle bir değişimi yapamayacaklarını, çünkü bunu istemediklerini görecek ve sünnetullaha göre verilen “süre” dolup “kritik eşik” aşılacak ve nihayetinde Allah, kurunun yanında yaşı da yakacak ve Dünyâ, sapmanın büyüklüğü oranında acı bir azâba mâruz kalacak ve belki de bu azap kıyâmetle sonuçlanacaktır.

Bu sapma doğal değildir. Dolayısı ile bu sapmayı evrimin bir sonucu olarak değerlendirmek doğru değildir. Bu sapma bir “projenin” sonucudur. Şeytanın fısıldayıp tâğutların uygulamaya koyduğu bir projedir. Evrimle olduğunu söylemek, bu sapmaya karşı bir direncin olmaması içindir. Küresel bir sapma olan modernizm, aşama-aşama meydana çıkan bir şey değildir. Bir-anda ortaya konulmuştur. İnsanlar bir-anda oluşan böyle bir değişikliğe katlanmak zorunda bırakılmıştır ve bırakılıyor. Modernizm denen bu küresel sapma, özellikle 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra hızlı bir şekilde bir dayatmayla ortaya konmuştur. 90’lardan sonra liberâl kapitâlizmin rakipsiz kalmasıyla da ayyuka çıkmıştır. Bu yüzden toplum buna şimdilik tam anlamıyla ayak uyduramamıştır çok şükür. Fakat günden-düne adapte olmaya başlamıştır. Özellikle İslâm ve doğu toplumları bu durumdan şikâyetçidir. Hele ki yaşlılar, en çok da onlar bu hızlı değişime ayak uydurmadıkları için, modern kentlerden kaçıp gitmek istemektedirler.

İster kendi isteği ile olsun, ister isteği dışında, müslümanlar böyle bir dünyâ ile karşı-karşıyadır. İçinde yaşadığımız toplum budur. 20. ve 21. yüzyılın câhiliyeti, toplumu gerek zorla ve gerekse cezbederek bu noktaya getirmiş ve Allah yolundan ve ilâhi nizâmından uzaklaştırmıştır. Bu sapma yönünde gelişen ve tekâmül eden Dünyâ’da müslümanın görevi; normâl ve doğal olarak değişip gelen şeylerle, yapay metodlarla değişip gelen şeyler arasında yâni İslâm’la ilgisi bulunmayan, câhiliyetin ortaya çıkardığı sebeplerle meydana gelenler arasında bir “ayrım” yapmaktır. Bu ayrımda müslümanın yegâne mercî Allah’ın kitabı ve şüphesiz onun yanında da Resûl’ün “güzel örnekliği” olan sünnetidir.

Modernizmin ortaya koyduğu bu ağır sapmanın bir-çok müşterisi vardır ki, bunlar seküler, lâik, demokratik ideolojilerin bağlılarıdırlar ve bu durumdan çok memnundurlar. Tek dünyâlı olan bu kesimin bu nefs-merkezli olan bu sapmaya meftûn olmalarını bir nebze anlayabiliyoruz. Fakat bizim müslümanlara ne oluyor?. Âhiretteki cenneti unutup da post-modernizmin Dünyâ’da kurduğu “cennete” onlar da mı kapıldılar?. Onlar da mı büyülendiler bu görüntülere?. Hem de âhiretteki cennete rağmen. Âhiretteki cennet yerine bu Dünyâ’daki cennet için yapılan “yarışlar” insanın başını döndürüyor, kâlbini karartıyor ve rûhunu daraltıyor, aynı-zamanda büyük umutsuzluklara dûçar ediyor. Hâlbuki Allah:

“Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip-yarışın ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21) diyerek âhiretteki cennete kilitler mü’minleri.

Fakat müslümanlar (mü’minler değil), kendilerini modern zamanların bilim ve teknoloji ile renklendirilmiş dünyâsına öyle bir kaptırmışlar ki, kendilerinden geçmişler. “İyi olmayan hiç-bir şey yok”, “ilerlemeyen hiç-bir şey yok”, “her-şey çok gelişmiş” cümleleri müslümanların da dillerine pelesenk olmuş. Nihâyetinde öyle bir duruma gelinmiş ki, sanki; “Allah bile kullarından işte tam da böyle bir Dünyâ istiyordu” denilecek. Allah sanki -hâşâ- bu modern sapmayı onaylıyor. Allah şimdi murâdına erdi mi yâni?. Allah -hâşâ- sanki kullarının elindeki akıllı telefonlarla internette fink attıklarını görünce onlardan çok hoşnut ve râzı. Mağdurlar dese ki; “ama modern sapma yüzünden bu duruma gelmenin bedelini birileri çok ağır ödedi-ödüyor”; hemen deyiverecekler ki; “kader”. -Hâşâ- sanki Allah da “Makyavelist” bir düşünceyle şöyle diyor: “Amaca-hedefe ulaşmak için yâni mevcut ve sözde gelişmiş böyle bir dünyâ kurmak için bu bedellerin ödenmesi gerekir”. Peki bu bedelleri kim ödeyecek?. Tabî ki; toplumun en garibanları, fakirleri, güçsüzleri, “yeryüzünün lânetlileri”..

Eskiye göre “şimdi”nin daha iyi olduğunun delîli nedir?. Meselâ deniyor ki; “eskiden vebâ vardı ve insanlar ölüyordu, şimdi aşılarla bu önlendi”. Bir-çok şey gibi bu da bir yanılgıdır. Dünyâ’nın modern hâlinin çok gelişmiş olduğunu söyleyenler özellikle tıp alanında büyük bir ilerlemenin olduğunu söylerler câhillikle. Aslında eskiye göre değişen pek bir şey yok. Dünyâ Sağlık Örgütü (WHO) 2015 yılında 13.000 kişinin domuz gribinden öldüğünü açıkladı. (Bunlar resmî rakamlar. Gayr-ı resmî rakamlar çok daha fazla).  Hem de bu ölümlerin 7.000’i -güyâ en gelişmiş ülke olan- ABD’de yaşandı. Daha önceki yıllarda ölü sayısı daha fazla idi. “Doğal bağışıklık” ile birlikte azaldı gripten ölüm oranı. Aslında son 100 yılda gripten ölenlerin sayısı yaklaşık olarak 150 milyon. Üstelik aşı-maşı hiç-bir fayda sağlamadı. Daha, gribin bile önlenemediği bir Dünyâ’da “eskiden vebâ vardı” demek ne derece önemlidir ki?.

“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).

Modern sapmanın ortaya koyduğu silahlara hayrân olanlar, o silahlarla nice mazlumların acı içinde öldüklerini düşünmüyorlar da diyorlar ki: “Nokta atış yapabiliyor, kıtalar-arası menzili var, tankı bile delebiliyor” vs. Parası çok olanlar savaşı kazanıyor, yoksa kahramanca savaştıklarından olanlar değil.

Modernizm “eski” olandan nefret eder ve eskiyi ilkel olarak görür. Meselâ “at”ları ele alalım.. Atlara şöyle karşıdan bakınca görülen şey; tam da insana göre, insan için yaratılmış, sırtı insanın oturmasına göre ayarlanmış, uzun koşulara-yürümelere müsâit olduğu görülür. Tam da insana uygun yaratılmıştır atlar. Üstelik masrafsızdırlar. Otla beslenirler ve dışkıları sorun teşkil etmez. İnsanla duygusal bağ kurabilirler. Üstelik kendileri artık iş yapamayacak hâle gelince yavrulayarak, yerine birden fazla atlar bırakırlar. Fakat atlardan vazgeçilip onun yerine çeşitli modern taşıtlar üretildiğine ve Allah’ın da “görece” bunu istediği söylendiğine göre; Allah artık atlardan vazgeçmiş ve onun yerine araba, gemi, uçak, tren mi yaratmıştır?. Fakat atlar da hâlen yaratılıp durduklarına göre atların yaratılmasının devâm etmesini neye yoracağız?. Bu kadar at ne olacak?. İnsanlığın vâr-olduğu tüm zamanlarda vâr-olan ve insanların en yakın arkadaşı olan atlar ne işe yarar?. Türkiye’de 150.000 tâne at olduğu söyleniyor. Dünyâ’da 350’nin üzerinde at türü vardır. Şimdi bu kadar at ne olacak?. Bütün atları yarış-atı yapacak değilsiniz ya!. Kullanılmayan atlar ve de eşekler mecbûren sucuk ve sosis oluyor. Amacına uygun olarak kullanılmayan şey, amacına aykırı bir şekilde kullanılmaya başlanır çünkü. 100 yıllık îcad ömrü olan otomobil, insanlıkla yaşıt atlara tercih ediliyor ve otomobiller için 15-20 yıllık ömürler ipotek edilebilirken ve onlar için bir-çok masraflara girilirken; bir zamanlar insanların ellerinin bir uzantısı olan ve ekmek-su istemeyen masrafsız atlardan korkuluyor. Arabalar, uçaklar, trenler, tanklar, toplar vs. hep ağır bakım masrafları ve vergileri olan araçlardır. Oysa atların ve eşeklerin hiç-bir masrafları yoktur. Kezâ develer de böyledir. Lütfi Bergen, “Atlar Boşuna Yaratılmamıştır” yazısında şunları söyler:

“Seküler zamanlar için seküler vahiy indirilmez. Vahiy indirildiğinde bir sonraki peygambere değin geçerli olan ahkâm, din belirlenir. Kur’ân hatem’ûl enbiyâ olan Hz. Peygamber’e indirildiğine göre tamamlanmış bir kitaptır. Seküler zamanları da kapsayan hükümlerle gelir. Kur’ân şimdiki döneme indirilseydi bu dönemin şartlarına göre indirilmezdi. Kur’ân milâdi 610 yılında indirilmeye başlanmıştır. Allah katında zaman bizim yaşadığımız zaman değildir. Bu nedenle Kur’ân’ı Allah’ın insanlıkla zamansız konuşması olarak görmek kaçınılmazdır. ‘Kur’ân bu-gün inseydi bu-günün şartlarına göre inerdi, zîrâ o zamanki toplumla bu zamanki toplumun kavrayış ve yaşayışı bir değil’ şeklindeki ifâde şu nedenle eksik bir çıkarıma dayanıyor: Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Roma ve Îran uygarlıkları bulunuyordu. Dolayısıyla inen vahiy o çağda yaşayan ‘ileri’ uygarlıkları da kendine muhâtap edinmişti. Hz. Peygamber’in yaşadığı zamanı ‘ilkel’ görmek Hz. Peygamber’i bedevi sayan batı tasavvurunun (oryantâlizmin) yeniden üretilmesi demektir.

Kur’ân’ın bin türlü tefsiri yapılabilir. Diğer taraftan Kur’ân’ın sentetik, toplumdan-topluma değişebilen, zamandan-zamana değişebilen bir vahiy olduğunu düşünmek Kur’ân’a müdâhale etmektir. Kur’ân kendisine şeytanların dokunamadığını beyân etmektedir. Bu nedenle o çağlar-üstüdür. Bu-gün inseydi ve tıpkı Mûsâ’ya verildiği gibi ‘levha’ olarak yeryüzüne bırakılsaydı 610 yılında indiği gibi indirilecekti. Kur’ân bu-gün inseydi ‘mercedes’ demeyecekti. Otomobilden de bahsetmeyecekti. Kur’ân’ın binek olarak hayvanlardan bahsetmesi bilinçli bir tercihtir. İnsanın ‘zamânın şartları’ diyerek ululadığı şey paganizmdir. Kur’ân’ın binek olarak at’ı (hayvanları) öne sürmesi tarım-toplumunun, insanlığın görmüş ve göreceği en üst îmar-bereket-umran seviyesi olmasındandır. Otomobil kıtlıktır. Atlar boşuna yaratılmamıştır.

İnsanın asfalt gibi bir malzeme üretmesi, atom bombasını îcâdı, betona yaslanarak ev-binâlar yapması Allah’ın murâdı değildir. Tabiatı bozmak insanın bozgunculuğuna ilişkin bir sapmadır. Bu nedenle yaşadığımız Dünyâ’nın koşullarına göre vahyin kendini ‘ayarlayacağını’ düşünmek, Allah'ın zamânın peşinde koştuğunu söylemekten farksızdır”.

Şu âyet, devri geçmiş bir âyet değildir:

“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infâk ederseniz, size eksiksiz olarak ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız” (Enfâl 60).

Çünkü o zaman şu âyette bahsedilen atlar da modern taşıtlar şeklinde yorumlanmalıdır:

“Kadınlara, oğullara, kantar-kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünyâ hayâtının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır” (Âl-i İmran 14).

Tabî ki şu-anda modern silahlara karşı kılıç-kalkanla meydana çıkacak değiliz. Biz de modern silahlar edinmeliyiz. Fakat bu durum bir sapmanın (modernizm) sonucu olarak böyledir. Yoksa modern silahlar meşrû olduğu için değil.

Modernizm insana çok ağır bir yük getirmiştir. İnsan her yönden ağır bir kuşatma altındadır. Doğumundan ölümüne kadar -aldığı her nefes de dâhil- kontrôl edilmekte yada kontrôl edilmek istenmektedir. Bu kuşatma, insanı modern sapmaya göre yönlendirmek istendiği için yapılmaktadır. Zîrâ şeytanın uşaklığını yapan tâğutlar bu sapma ve kontrôle göre üretip satmaktadırlar ve servetlerine servet katmaktadırlar. İnsan bu kuşatmayı yaramadığı gibi, bu kuşatmaya katlanamaz da. İntihar vâkâlarının artmasının bir nedeni de budur. “Çıta” çok aşırı yükseltilmiştir ve daha da yükseltmenin plânları yapılmaktadır. Oysa insan zayıf bir varlıktır ve bu nedenle Allah, insanın yükünü hafifletmek ister:

“Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) İnsan zayıf olarak yaratılmıştır” (Nîsâ 28).

İşin üzücü ve de kahredici tarafı da şudur: Bu sapmayı düzeltip tekrar yoluna koyacak olanlar ancak müslümanlar olacak olmasına rağmen, müslümanlar da bu sapmaya uymaya başlamış, modern sapmaya uymuş ve sapmayı başlatanların güdümüne girerek, sapmayı bizzat kendisini savunmaya başlamışlardır. Oysa böyle bir sapma müslüman nesillerde daha önce hiç görülmemişti. Muhammed Kutup’un dediği gibi: “(Müslümanlar) dilleriyle ‘lâilâheillallah’ diyorlar, sonra da ruhlarında hiç-bir sıkıntı duymadan Allah’tan başkasının buyruklarına uymaktan çekinmiyorlar. Bu, nâdir rastlanan yepyeni bir cehâlet türüdür”.

İnsan hayâtı değişti; yemesi-içmesi, giymesi, gezmesi, oturması-yatması-kalkması, düşüncesi, konuşması, hedefi vs tümden değişti ve başkalaştı. Artık insan, o bilindik “insan” değildir. Bu küresel ağır sapma olan modernizm, insanı insanlığından çıkardı. Onu bir robota, bir hayvana, bir asalağa çevirdi.

Modern insanın, huzûrundan başka her-şeyi var. Oysa insan, “yarı-mahrûmiyet”e uygun olarak yaratılmıştır. İnsan ancak o zaman mutlu-huzurlu olabilir. Zîrâ insan, cennete ayarlıdır. Cennet özlemiyle teselli bulur ancak. İnsanın özlemi ve hedefi kaybolunca, insan “psikolojik bir vâkâ” hâline gelmiştir.

Modernizm denen küresel sapma, “dinden yâni İslâm’dan sapma”dır. Dolayısıyla bu sapmanın İslâm’sız düzeltilebileceğini zannetmek büyük bir ahmaklıktır. O değiştirme ve düzeltme illâ ki İslâm ile olur. Çünkü İslâm’ın kökeninde “klâsiklik” vardır, doğallık vardır. Modernizmin panzehiri; klâsizimdir, doğallıktır, normâlliktir. Yâni fıtrî olandır.  

Evet; bu sapmadan kurtulmak için “fabrika ayarları”na dönmek şarttır. Fabrika ayarlarına dönmek ise, ancak Kur’ân ve Sünnet ile olur.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mart 2018


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder