“O, gökten su indirendir.
Bununla her-şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan
birbiri üstüne bindirilmiş tâneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan
da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden,
zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve
olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda
gerçekten âyetler vardır” (En-âm 99).
“Hayvanlardan yük taşıyan
ve (yünlerinden, tüylerinden) döşek yapılanları da (yaratan O’dur). Allah’ın
size rızık olarak verdiklerinden yiyin ve şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o,
sizin için apaçık bir düşmandır”
(En-âm 142).
“Ve hayvanları yarattı;
sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz” (Nâhl 5).
“Sizin için gökten su
indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda
otlatmaktasınız” (Nâhl 10).
Barut, elektrik ve motor... Dünyâ’nın ve
insanlığın doğal, normâl ve fıtrî olandan, modern olana doğru değişmesini
sağlayan üç temel etken. Diğer etkenler hep bu üç temel etkenin sonucudur.
Modernizm; normâl, doğal ve fıtrî olandan
nefret eder ve onu “modern olan” ile yâni yeni ve sûni olan ile değiştirmek
ister. Modernizm târihi, “doğal, normâl ve fıtrî olanın, sûni olanla
değiştirilmesinin târihi”dir. Aslında bu bağlamda modernizm bir sapmadır. Çünkü
doğal, normâl ve fıtrî olan “asıl olan”dır. Sûni olan ise bunların yerine
kurulmuş olan şeydir. İşte Dünyâ ve insanlık son 200 yıldır bu sapmanın etkisi
ve kuşatması altındadır.
Allah; doğal, normâl ve fıtrî olandan
yanadır. Zâten tüm kâinâtı da buna göre yaratmıştır. Zîrâ doğal, normâl ve fıtrî
olan tam da şuur-irade sâhibi olan insana göredir. Kâinât sûni ve sahte olanı
barındırmaz. O hâlde sûniliğin ideolojisi olan modernizm, Allah’a karşı bir isyân
şeklidir.
İnsanlığın ilk zamanlarında her-şey doğal,
normâl ve fıtrata uygun olarak işliyordu. Evler, araçlar, âletler, yiyecek, içecek,
giyecek vs. her-şey doğal, normâl ve fıtrata uygundu. Hattâ savaşlar bile doğal
silahlarla yapılıyordu. Doğal, normâl ve fıtrî olana göre programlanmış insan
için “doğal zorluklar”dan başka zorluklar olmuyordu. Tâ ki birileri bir-takım
varlıklarla Allah’a şirk koşana kadar.
Şirk insanlığın ilk sapmasıdır aslında.
Fakat insanlara zulüm ve adâletsizlik getirse de, modern-öncesi dönemdeki şirk
ve şirk unsurları bile doğaldı. Adamlar taştan-tahtadan-demirden-metâlden varlıkları
put yapıyorlardı. Modern zamanlarda ise; doğal, normâl ve fıtrî olana düşmanlık
yapılırken, sûni ve sanal olan şeylere tapılmaya başlandı. Bunları üretenler
“en yüce ilahlar(!)” olarak görülmeye başlandı. Eskiden şirk, bir sapma
olmasına rağmen “doğal bir şirk”ti. Tabi şirkin doğalı da sûnisi de aynı
şirktir ve tövbe edip de dönmediğinde kişiyi ebedî cehennemlik yapar.
Klâsik zamandaki devletler için en önemli
şey savaştı. İnsan sayısı ve demir mâdeni çok olanlar ve biraz da kahramanlık
gösterenler gâlip oluyorlardı. Tabi bu durum güçlü olanın zulmetmesine de neden
olabiliyordu. Fakat netîcede güçsüz olanlar birlik olup karşı tarafa gâlip
gelebiliyorlardı. Tâ ki, “barut” bulunana ve silah olarak kullanılana kadar.
Barut bulunana kadar Dünyâ sessizdi yada
doğal seslerden başka sesler yoktu. Sapma, gürültüyü de yanında getirdi. Barutu
bulanlar ve barutun silah olarak kullanılması, devletler arasındaki savaş
şeklini değiştirdi. Artık daha çok baruta sâhip olan ve demir madeninden silahlar
yapanlar, insan sayısı az olsa da gâlip gelebiliyordu. Barutun toplarda
kullanılması hem gürültüyü arttırdı hem de insan telefâtını çoğalttı. Bu durum
insanlarda bir şoka sebep oldu. Çünkü artık insanlar tek-tek ölmüyor, toplarla
50’şer 100’er kişilik gruplarla bir-anda ölebiliyordu. Güçlü ve büyük toplara
sâhip olanlar, karşıdaki orduyu bir-kaç saatte kesin yenilgiye uğratıyor ve
hattâ bire kadar da kırabiliyordu. 28 tâne kuşatmaya dayanan İstanbul’un surları,
29. kuşatmada Fatih’in “şâhi topları”na dayanamadı. Zîrâ bu toplar sur
dayanmıyordu. Barutun bulunmasıyla birlikte artık hiç kimse güvende değildi. Çin
Seddi de artık güvenliğin değil, estetiğin ve mîmârinin ve hattâ “uzaydan bile
görülebiliyormuş”un konusu oldu.
“Çinliler barutu silah olarak ilk defâ
904 yılında patlayıcı olarak kullandılar. Adını “uçan ateş” koymuşlardı.
Ardından barut bombalarını mancınıklarda da kullanmaya başladılar. Barutun
kayıtlı ilk itici güç olarak kullanılması 1132 yılında bambudan yapılmış
toplarda kullanılması denemeleridir. Metâl boruya sâhip topların kullanımı
1268-1279 târihleri arasında Moğollar ile Song Hanedanlığı arasındaki savaşta
görülür. Barutun Araplar tarafından kullanılması 13. yüzyılda gerçekleşmiştir” (Vikipedi).
Tabi toplar ve de dolayısı
ile barut, sâdece savaşlarda ve bâzı törenlerde kullanılıyordu. O yüzden Dünyâ
her dâim gürültülü değildi. Gürültü ile “sesi” de ayırmak gerekir. Doğal, normâl
ve fıtrî olanda gürültü değil “ses” olur ve bu sesler isterse yüksek sesli
yıldırımlar ve şimşeklerin sesi olsun, rahatsız edici değildir. Doğal olanda
rahatsız edicilik yoktur. Fakat iş barut ve toplarla durmadı ki; 1800’lü yıllara
gelince doğal ve normâl seslere sâhip ve fazla ses çıkarmayan doğal makinelerin
yerini, elektrikle çalışan ve motorlu makineler almaya başladı ki bunlar çok
gürültülü çalışıyordu ve çok fazla ses çıkarıyordu.
Tabi önce elektrik bulundu.
İlk zamanlarda sâdece aydınlatma gibi amaçlarla kullanıldı ama ardından ondaki
büyük güç fark edilince elektrik pratik olarak kullanılmaya başlandı.
Elektriğin gücü kullanılarak yeni makineler, âletler ve de silahlar yapılabileceği
görüldü. Elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren ilk motor bulunduktan
sonra, petrôl ürünleriyle üretilen motorlar da ondan 50 sene sonra îcâd edildi.
Motorlar geliştikçe makine ve arabalar çoğaldı. Çünkü motorlar işi
kolaylaştırarak üretimi arttırdı. Tabi gürültü de o oranda fazlalaştı. Motorlar
çoğaldıkça gürültü de arttı, gürültü arttıkça modernizm gelişti. Modernizm bir “gürültü
uygarlığı”dır. Tabi modernizm geliştikçe; doğal, normâl ve fıtrî olmadığı için
zulüm de arttı.
Motorlar, buhar
makinelerinde, gemilerde ve trenlerde de kullanılmıştır. Fakat yaygın kullanımı
1800’lü yılların ortalarında ve özellikle sonlarındadır. O hâlde Dünyâ son 200
yıldır gürültülüdür ve gürültünün şiddeti gün geçtikçe artmaktadır. Oysa Hz. Nûh’un
Gemisi çok da gürültülü değildi. Taşıt olarak kullanılan atlar, eşekler ve
develer, ses çıkarsalar da gürültü yapmıyorlardı.
Evet; gürültü, sapmanın
boyutunu gösterir. Ne kadar çok gürültü varsa o oranda sapma vardır. Çünkü
gürültü doğal, normâl ve fıtrî değildir. Doğal, normâl ve fıtrî olmayan ise
yanlıştır ve doğru olandan bir sapmadır.
Elektrik ve motor, nice
makineler, araçlar, âletler ve hızı gün geçtikçe artan arabalar ve diğer ulaşım
araçlarının ortaya çıkmasına neden oldu. Gürültü arttıkça arttı. Büyük kentler
gürültünün merkezleri hâline geldi. Öyle ki bu gürültü, insanı bunalttığından,
arada bir doğal ortamlara kaçamaklar yapılmaya başlandı ve imkânı olanlar
kendilerine, doğal ve sessiz ortamlarda yaşam alanları edindiler. Bu durum,
aslında modernizmin ve modern gürültünün insanı ne kadar rahatsız ettiğinin
delîlidir. Çünkü barut, elektrik ve motor; doğal, normâl ve fıtrî değildir. Dolayısı
ile barut bir yana, motor ve elektrik; doğal, normâl ve fıtrî olandan sapmanın
ana araçlarıdır.
Elektrik, gürültü yapan
çeşitli araçların çalışmasını sağlayan enerjidir. Fakat elektrik aynı-zamanda
doğal olan işleyişe bir darbe daha vurdu ve bir zulmü daha açığa çıkardı.
Ampulü îcâd etti ve ortalığı aydınlattı. Allah’ın sistemine çomak soktu. Ampûlü
bulanlar yanlışlıkla “cennetlik” îlan edildi. Bu îlânı yapanlar tabî ki ilk
başta ampûlden rant sağlayanlardı. Yoksa ampûl gariban için bir zulüm oldu.
Zîrâ onun çalışma saatlerini arttırdığı gibi, çalışma zamânını da olumsuz
anlamda değiştirdi. Allah’ın sistemine (sünnetullah) çomak sokulduğunda,
sünnetullah gereği mutlakâ bir bedeli olur ve bu bedel mutlakâ ödenir. Bu
bedeli en çok da garibanlar ve mâsumlar öder.
Ortalık aydınlanınca günün
tüm zamânı kullanılmaya başlandı. Artık sâdece gündüz değil, geceleri de mesâi
saatine eklendi ve geceleri de gürültü çıkarmaya başladılar. İnsanlar elektriğin
verdiği enerjiyle çalışan makinelerin efmrinde birer köle hâline geldiler ve
doğal ve normâl olmayan şekilde çalıştıkları için fıtratları bozuldu.
İşte gürültünün ve
modernizmin kısa târihi budur. Bu uygarlık doğal, normâl ve fıtrî olandan, “ağır
bir sapmayla” sapmıştır ve sapma gün geçtikçe artmaktadır. Bu sapmadan rahatsız
olmayan ve hoşlanan insanlar da sapmışlardır. Doğal olana düşman olan insanlar
türemiştir. Ottan, yeşillikten, meyve-sebzeden korkan insanlar türemiştir.
Barut, elektrik ve motor,
Dünyâ’nın, ekinin ve insanların ifsâd olmasının temel etkenleridirler. Şeytanın
uşakları olan tâğutlar, ekini ve nesli dolayısı ile tüm canlılığı ve cansızlığı
ifsâd etmişler ve etmektedirler. Bu ifsâdın temel nedenleri barut, elektrik ve
motordur. Dünyâ’yı ifsâd etmişlerdir ve hattâ artık ifsâd etmek için gözlerini
uzaya çevirmişlerdir. İfsâd bir kere başladığında yerinde durmaz çünkü.
Katlanarak devâm eder. Tâ ki bir “isyân” ile karşılaşıncaya kadar.
Barutun, elektriğin ve
motorun îcâdı, sayılamayacak kadar çok sorun ortaya çıkartmıştır ve gün
geçtikçe de bu sorunlar fazlalaşmaktadır. Post-modern zamanlarda ve ultra
teknolojik zamanlarda ise, gürültüyle de paralel şekilde, katlanarak fazlalaşan,
târihte hiç olmadığı seviyede bir zulüm, adâletsizlik ve ifsâd oluşmuştur. İnsanlık
barut, elektrik ve motor tarafından kuşatılmıştır. Bu üç etken insanların ve de
diğer canlı ve cansızların başının belâsı olmuştur.
Şimdi; şeytan diyor ki (belki
de bunu söyleyen şeytan değildir), tüm barutları imhâ et ve tüm silahları sustur.
Tüm barajları yık, tüm nükleer santralleri yak ve elektrikle çalışan tüm
her-şeyi işlevsiz bırak. Tüm motorları sustur ki hem gürültü bitsin hem de ifsâd.
Barutu, elektriği ve motoru târihten sil ki bu ağır sapma bitsin ve modernizm
târihin çöplüğüne gömülsün.
İnsanlar aynen eskisi gibi;
tarlalarını yine öküzlerle sürsünler, ekinlerini tırpanlarla biçsinler, mahsûllerini
yel ve su değirmenlerinde öğütsünler ve odun fırınlarında yapsınlar
ekmeklerini. Ulaşımlarını; at, eşek, deve ve bu hayvanların koştuğu arabalarla,
kağnılarla yapsınlar. Hem de sesli ama gürültüsüz bir şekilde. Tabi bunun için,
hayvanların yürümesini zorlaştıran asfaltın kazınıp doğal ve normâl olan
şekline yâni toprağa dönüştürülmesi gerekir. Böylece asfaltın zehirli kokusu
yerine, toprağın mis gibi kokusu koklanarak yolculuk yapılabilir. Hele bir de
yağmurdan sonraki toprak kokusunun keyfi gibisi yoktur. Yine insanlar, aydınlığı
sâdece “Allah’ın lambası” olan Güneş ile ve bir de dolunay zamanında Ay ışığıyla
görsünler. Üstelik de daha görkemli bir şekilde. Gürültüsüz bir şekilde.
İnsanlar evlerini yine taş,
tahta ve bâzı metallerden yapsınlar. Toprak, tahta ve metâl ev eşyâlarını
kullansınlar. Plâstiği hiç tanımasınlar. İnsanlar tekrar birbirlerine muhtâç
hâle gelsinler de kaynaşsınlar, yardımlaşsınlar. İmece yenide başlasın. Gürültü
bitsin ve sadece doğal sesler olsun. Geceleri “tık” bile çıkmasın. İnsanları
namaza-sahura pilli saatler değil, kurmalı saatler yada “Allah’ın çalar
saatleri” olan horozlar ve kuşlar uyandırsın. Haberleşmeler yine mektupla
yapılsın. Hasretle ve umutla mektuplar beklensin ve gözyaşları içinde okunsun.
Kadınlar kadınlığını, erkekler erkekliğini, hayvanlar da hayvanlığını bilsin.
İyilerle kötüler belli olsun, şerefsizler de ortaya çıkıversin. Kısaca her-şey
doğal, normâl ve fıtrata uygun olsun. Her-şey. Gelişme olacaksa o bile doğal ve
normâl şekilde ağır-ağır ve zarûret oldukça ortaya çıksın.
Lâmbalar ve onların
aydınlığı olmasa da olur, yüzyıllarca olmuştur da. Barut, elektrik, motor ve
bunlara bağlı hiç-bir îcâd olmasın ve kalmasın. “Dünyâ’nın Durduğu Gün”
filmindeki gibi, o “esrârengiz şey” doğal olmayan her-şeyi yok etsin.
İnsanlık yüzyıllar boyu bu
üç temel etkene bağlı îcatlar olmadan da yaşamışlardır ve bu îcatların bir-an
önce çıkması için can atmamışlardır. Doğal yaşam-şekli, modern yaşam-şeklinden
kat-kat iyi ve de üstündür. Kur’ân’dan öğrendiğimize göre, Allah modern
Dünyâ’dan râzı değildir.
Fabrikalar, elektrik ve motorun
(hattâ hammadde têmini için barutun) çok yoğun olarak kullanıldığı “gürültü
merkezleri”dir. Fabrikalar; doğallığın, normâlliğin ve fıtrî olanın yok sayıldığı
baltalandığı yerlerdir. Üstelik insanların neredeyse bedâvaya çalıştırıldıkları
ve ömürlerinin tüketildiği yerlerdir. Fabrikalar “modern fitne”nin
merkezleridir. Fabrikalar; Barut, elektrik ve motorun bir sonucudur.
Doğal, normâl ve fıtrî hayat,
modern hayattan üstündür. Birileri ultra-modern hayâtı, geleneksel-klâsik hayâta
göre bir “ilerleme” sana-dursun, gerçek şu ki, “klâsik olandan nefret eden modern
hayat, ağır bir sapıklıktan başka bir şey değildir.
Modernizm tarafından ağır
bir kuşatma ile kuşatılmış olan “modern insan” bu yazılanlara tabî ki hayret
edecek ve de karşı çıkacaktır. Çünkü modern insan tembel, korkak ve de sorumsuzdur
ve sorumsuz bir hayâtın karşılığını modernizmde bulabilmektedir. Bu nedenle de
modernizmin ortaya koyduğu her-şeyi bir “kazanım” olarak görüyor. İşte bu
zihniyettir modernizmi besleyen. Yada modernizm bu zihniyeti üretmiştir.
Gürültü, insanı rahatsız, hasta eden ve hattâ kafayı
bile yemesine neden olan bir etkendir. Doğada ve normâlde gürültü yoktur,
olmaz. Ses vardır ama gürültü yoktur. Celaleddin Vatandaş bu konuda şunları
söyler:
“İnsanların beden ve rûh sağlığını
olumsuz yönde etkileyen gürültü tamâmıyla modem zamanların sorunudur. Dünyâ
Sağlık Örgütü'nün (WHO) belirlediği standarda göre işitme kaybı oluşturabilecek
gürültünün şiddeti 85 desibeldir. Uzmanlar ise, büyük şehirlerdeki gürültü
şiddetinin 80-100 desibel arasında seyrettiğine dikkat çekerek, kent insanının
risk altında olduğunu vurgulamaktadırlar. Gürültü insan vücûdunda bir tepki
oluşturmaktadır. Vücutta adrenalin salgısı artmakta, kâlp atışları hızlanmakta,
hazım ve salgılar yavaşlamaktadır. Gürültü oluşumu sonucunda tansiyon
yüksekliği ve adale kasılmalarının da sıklaştığı ifâde edilmektedir. Gürültü
insanlarda sinirlilik ve stres gibi pek-çok psikolojik sorunları da ortaya
çıkarmaktadır. Gürültü, özellikle davranış bozuklukları, öfkelenme, sıkılma ve
genel rahatsızlık duygusu gibi psikolojik etkiler ile; iş verimini düşürme,
konsantrasyon bozukluğu ve hareketlerin engellenmesi gibi performans düşürücü
etkilerde de bulunmaktadır. İnsan sağlığını olumsuz yönde etkileyen, endüstri
alanlarındaki gürültüler de işçi sağlığını etkileyen faktörlerdendir. Gürültü
devamlılığı, işitme organındaki ciddî zedelenmeleri kronikleştirmekte ve ruhsal
dengede olumsuz durumlar meydana getirmektedir. Aşırı yoğunlaşma karşımıza
kentlerde yaşanan gürültü kirliliğini de çıkarmıştır. Gürültü kirliliği,
insanları hem fizyolojik hem de psikolojik etkileyen bir çevre sorunudur. Bütün
bu sorunlar hızlı bir şekilde “gelişmekte olan ülkelerde” görülmektedir”.
Modernizm ile birlikte
barut, elektrik ve motor üretimi ve kullanımı çok aşırı bir şekilde artmıştır.
Dolayısı ile gürültü de o oranda fazlalaşmıştır. Bu gürültü uğruna nice güzel
ve değerli sesler kısılmış ve duyulmaz olmuştur. Sonuçta Dünyâ, yaşanmaz ve
çekilmez bir yer hâline gelmiştir. Barut, elektrik ve motor; Dünyâ’yı yok oluşa
doğru büyük bir hızla sürüklemektedir. Barut, elektrik ve motordan oluşan bu
temel etkenlere bağlı sonsuz îcatların Dünyâ’da karşılığı yoktur ve Dünyâ bu
temel etkenlere bağlı üretime ve de tüketime dayanamaz. Çünkü modern insanın “ihtiyaçları”
zannettiği “ihtirasları” sınırsız olsa da, Dünyâ’nın bir sınırı vardır.
Barut, elektrik ve motor Dünyâ’yı
öldürmektedir. İnsanlık ölmektedir.
Kahrolsun barut, elektrik ve
motor. Yuh olsun bunları bir “gelişmişlik” olarak görenlere...
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder