3 Aralık 2015 Perşembe

Eleştiri Üzerine


Eleştiri sâdece kişilerin direkt kendilerine yapılan değil, bir ideolojiye, düşünceye, inanca, tavra, harekete-eyleme-davranışa da yapılan bir yargılama şeklidir. Kişi eleştiriye ilk önce kendinden başlamalıdır. Eleştiride esâsen asıl sorun, eleştirinin neye göre yapılacağıdır. Neye ya da kime göre eleştiri yapılacaktır?. Birine ya da bir düşünceye göre yapılacak eleştiriyi karşıdaki kişi kabûl etmeyebilir. Bu nedenle eleştirilen kişinin değer-yargılarına göre yapılacak eleştiri yapıcı bir eleştiri olacaktır. Yoksa kişinin saygı duymadığı bir merciye göre yapılacak eleştiri, eleştirilen için bir anlam taşımayacaktır. Buna göre; eleştirilen kişi eğer inanç sâhibi biri ise, bu kişiye yapılacak eleştiri vahiy-kitap-Kur’ân merkezli bir eleştiri olmalıdır. Kişi ancak kendi düşüncesinden ve davranışından daha değerli gördüğü, kabûl ettiği ve üstün gördüğü bir kişiye-kaynağa göre eleştiriyi kâle alabilir ve îtirâz etmez. Eğer eleştirilecek kişi inançlı değilse, o zaman da doğal ve fıtrî bir eleştiri yapılması gerekir ki kişi iknâ olabilsin. Belki kişi bilimsel bir eleştiri isteyebilir. Yada felsefî bir eleştiri. Şarkıcı Ahmet Kaya’nın; “beni bilimle anla, felsefe ile anla ve târihle yargıla-eleştir” dediği gibi. Kişinin inancına yada değer verdiği şeye göre eleştiri yapmak esastır. Fakat insan için en doğru eleştiri şekli, fıtrata hitâp eden ve fıtratla bire-bir uyumlu olan vahiy-merkezli eleştiridir.  

Fazla eleştiri yapmak eleştirilen kişileri rahatsız eder. Çünkü kişiler inançlarından-düşüncelerinden-tavırlarından emindirler ve bunu değiştirmek istemezler. Zâten aşırı eleştiri, yanında haksızlığı da taşır. En iyisi, eleştiriyi mutlakâ yapmak gerekiyorsa, yapıcı bir şekilde ve tam yerinde-zamânında yapmaktır. Abdurrahman Dilipak:

 Eleştiri konusunda insanlar isteksiz. Oysa bizde ‘dost acı söyler’ diye bir söz vardır. Yapıcı bir eleştiri, sıradan bir övgüden daha değerlidir” der.

Kur’ân, zulmün en büyük eleştirisidir. Esâsen Kur’ân baştan-sona bir eleştiri kitabıdır. Mevcut Dünyâ’ya ve tüm zamanlardaki yanlış tutumlara ve zulümlere yapılmış en büyük eleştiridir.

Batı’ya ve Bâtıla meftûn olmuş çağımız müslümanı, doğrulardan rahatsız oluyor. Bu nedenle tabî ki doğru eleştirilerden de çok rahatsız oluyor. Öyle ki, körü-körüne aşırı bağlı olduğu yapıyı eleştirmek için “doğru” bir söz söylenince hemen yüzünün rengi atıyor. Zâten eleştiriyi sevmeyeler, kendisine doğrular söylendiği için eleştiriyi sevmezler. Meselâ saçları beyazlaşmaya başlamış ve bu duruma sinir olan birine muhabbet esnâsında: “saçların iyice beyazladı” desen, karşındayken söylemese bile ayrıldıktan sonra arkandan konuşur ve “sen kendine bak” gibi bir şeyler söyleyebilir. Fakat onunla alâkası olmayan bir şey söylesen, hiç takmaz bile. Zâten o eleştiri değil, iftirâ olur. Eğer o şey şaka-yollu söylenmediyse kişiye yapılmış çirkin bir hakaret olur ki hem günah hem suç hem de ayıptır.

Modern insana: “şu yaptığın yanlış” dediğin anda (o kişi o yaptığı şeyi doğru görüyorsa ve o şeyden keyif alıyorsa) hemen bozuluyor. Aslında bozulmasının nedeni, eleştiren kişinin eleştirisinin doğru olmasıdır. Aslında eleştiri, eleştirilen kişinin dikkate alındığının ve adam yerine konulduğunun bir göstergesi de olabilir.

Mustafa İslamoğlu: “Her eleştiriyi düşmanlık, her eleştireni düşman sanmayı hastalık” olarak görür ve şunları söyler:

“Kul kusurludur. İnsan nisyân ile mâlûldür. Mükemmellik iddiâsı şeytanın tuzağıdır. Sâdece haddini bilmeyen biri mükemmellik iddiâsında bulunabilir. Çünkü îman, insanın düşünebileceği her ne mükemmellik varsa, onların tamâmını Allah’a atfetmektir. Lehu’l-esmâu’l-husnâ’nın anlamı budur. Yâni, “En güzel nitelikler yalnızca Allah’a âittir”. Kulun kusursuzluk iddiâsı, kibirdir. Kibrin “gizli şirk” sayılmasının gerekçesi de budur. Çünkü kusursuzluk Allah’a âit bir niteliktir. Bu anlama gelen bir tavır, açıkça değilse de kapalı bir ilahlık iddiâsı anlamı taşıyacaktır.

Eleştiriye kapalı olmak, kusursuzluk iddiasıyla eş-değerdir. Çünkü bu, “Ben hiç yanılmam ve hatâ yapmam, dolayısıyla eleştiriye de gerek yoktur” anlamına gelir. Eleştiriye kapalı olma hastalığı, eleştirileri kabûlde seçici olmaktan farklı bir şeydir. Bu, eleştiriyi kategorik olarak dışlamaktır. Bunun iki türü vardır: Ya tüm eleştirileri dinler fakat hiç-birini dikkate almaz, ya da eleştiriye kulak bile vermez. İkincisi birincisinden çok daha beterdir. Eleştiriye kapalı insanlar, kendi-kendilerini, akletmeyen bir yakın çevreye mahkûm ederek cezâlandırırlar. Tıpkı bir ipek böceği gibi, kendi ördükleri kozanın kurbânı olurlar. Uyarıya en fazla ihtiyaç duydukları zamanlarda bile kendilerini uyaracak birinden mahrumdurlar. Bu, eleştiriye kapalı olmanın cezâsıdır. Sonuç hatâların istense de dönülemeyecek kadar kökleşmesi hâlidir.

Usûlüne ve âdabına uygun her eleştiri, eleştiren kimsenin eleştirilene yaptığı önemli bir katkıdır. Bundan dolayıdır ki, bilgi ve birikim sâhibi insanlar, eleştiriyi hak etmeyeni eleştirmezler. Çünkü herkesin eleştiriyi hak etmediğini düşünürler. Eleştirilerini ise sâdece eleştiriyi hak edenlere yöneltirler. Onlar da bu eleştiriyi kendilerine yapılmış büyük bir katkı ve destek olarak görürler.

Bunun zıddı her eleştiriyi düşmanlık, her eleştireni düşman görme hastalığıdır. Böyle bir hastalık, genellikle kendine güven yokluğundan kaynaklanır. Etrâfımıza baktığımızda eleştiriye en çok tahammül eden insanların kendine güveni olanlar, en çok tahammülsüz olanlarınsa kendine en az güveni olanlar olduğunu kolaylıkla anlarız. Kendine güvensizliğin bir-çok sebebi olmakla birlikte, bunların başında çocukluk yıllarında mâruz kalınan problemler gelir.

Savunmacı bir karaktere sâhip olan bir çocuk, kendinden yaşça ve güççe üstün, saldırgan karakterlilerle birlikte büyüdüğünde, bu onda kişilik bozukluğuna yol açmaktadır. Kendisine yapılan her uyarı teşebbüsünü, çocuklukta oluşan bilinç-altı sonucu refleksif olarak kendine bir saldırı olarak görmektedir. Daha uyarınızın ilk cümlesi dâhi tamamlanmadan karşınızda savunma mekanizmalarını tam kapasite çalıştırmış birini bulmaktasınız. Muhâtabınız o anda sizi dinleme konumunda değildir. Çünkü tüm alıcılarını otomatik olarak kapatmıştır. Bilinç kapanmış, görevini bilinç-altı teslim almıştır. Sizin ne diyeceğinizi dâhi bilmeden, bilinç-altının yönlendirdiği reflekslerle, savunma konumuna geçmiştir”.

İki tâne cümle kuralım:

1- “Beni hiç kimse eleştiremez”;
2- “Ben âlemlerin rabbi Allah’ım”.. (hâşâ)

İşte bu iki cümle arasında atom-altı parçacık kadar bile fark yoktur. Çünkü Allah’tan gayrı eleştirilemeyecek bir varlık yoktur. Kendini hâşâ Allah gibi mükemmel görenler eleştiriye tahammül edemezler. Eleştirilmekten nefret edenler, övülmeyi çok sevenlerdir. Sürekli övülme beklentisi içinde olduklarından, bir eleştiri ile karşılaştıklarında yüzlerinin rengi atıyor ve âdeta yıkılıyorlar. Atasoy Müftüoğlu:

“Eleştirel akla sâhip olmayanlar, kendilerini nesneleştiren, sürüleştiren süreçlere kendileri katkıda bulunuyor. Eleştirel dikkat, eleştirel akıl olmayınca insanlar, halklar sürekli olarak avutulabiliyor, aldatılabiliyor, yanlış ve gerçek-dışı beklentilere sevk-edilebiliyor. Eleştirel bilinç ve eleştirel akla sâhip olmadığımız için, müslümanlar olarak maalesef sınırsız bir edilginlik içerisinde bulunuyoruz” der.

 Aliya İzzetbegoviç: “Ben olsam müslüman doğudaki tüm mekteplere eleştirel düşünme dersleri koyardım” der.

“Eleştirme!” demek, “sorumsuz ol’” demektir. “Eleştirme!” demek, “sana ne!” demektir ki bu söz İslâm’da geçersiz bir sözdür/kelimedir. İnsan toplumsal bir varlıktır ve herkes birbirinden sorumludur. Çünkü bir kişinin yaptığı şey yada söylediği bir söz bütün Dünyâ’daki insanları ve hattâ hayvan ve bitkiyi, canlı-cansız herkesi ve her şeyi etkileyebiliyor. Bu nedenle de herkes herkese karışabilir ve karışma/eleştirme hakkı vardır doğal olarak.

Tasavvufta eleştiri yapılmaz. Çünkü tasavvufta “lâ fâile illallah” düşüncesi vardır ki bu düşünceye göre “yapan eden (hâşâ) Allah’tır”. O hâlde kim kimi eleştirecektir?. Tasavvufta eleştiri olmamasının bir nedeni de şudur: Eleştirmek için çap ve kapasite olması lâzımdır ki, “kafayı yemişler ordusu”ndan müteşekkil olan tasavvuf müntesiplerinin bunu yapması beklenemez.

Tabi eleştiri adı-üstünde; “eleştiri” olduğu için ve salt övgü ile ilgili olmadığı için tenkit tarzında olur daha çok. Yâni karşı tarafı sıkıntıya sokar biraz. Mehmet Sait Çakar:

“Eleştiri; faydalı, yapıcı ve müspet olmalıdır" diyen herkes ya saf ya da …tır. Eleştiri; biraz yaralayıcı, yıkıcı ve sarsıcı olmalıdır. İsim vermelidir. Nokta atışı yapmalıdır” der.

Eleştiri bir çeşit tevbeye dâvettir. Öz-eleştiri bir çeşit tevbedir ve öz-eleştiri yapmayanlar, eleştiriye katlanmazlar. En iyi eleştiriyi Kur’ân ve hayat yapar. Hayat yada Kur’ân tarafından eleştiriye uğramamış olanlar, hiç-bir eleştiriye katlanamazlar.

Eleştirelliğin “farkındalık kazandırma özelliği” de vardır. Fakat bunu haksızlığa kaçmadan yapmak önemlidir.

En iyi eleştiri kişinin yapacağı öz-eleştiridir (tevbe). En büyük eleştiri ise, kıyâmet gününde yapılacak olan eleştiridir: Hayır, kıyâmet gününe and ederim. Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim. (diriltilip hesâba çekileceksiniz)” (Kıyâmet 1-2).

Eleştirilmeye izin vermeyenler, hakâret görmeye başlarlar.

5 temel korku vardır. Bunlar: Ölüm korkusu; hastalanma korkusu; işsiz kalma korkusu; aç kalma korkusu; eleştirilme korkusu. Modern insan bu korkular ile güdümlenmiş ve kuşatılmış durumda. 5 temel korkudan biri olan “eleştirilme korkusu” modern insana öğretilmiş ve öcü gibi gösterilmiş bir korkudur. Bu korku aslında doğal bir korku değil, sûni-yapay bir korkudur. Îmâl edilmiş bir korku.

Yıkıcı eleştiriyi tabî ki kimse sevmez. Fakat yapıcı olan eleştiriyi, sevmeyenler olduğu gibi sevenler ve eleştirilmek istenen kişiler de vardır ki ben onlardan biriyim. İnançlı-müslüman-mü’min biri olarak Kur’ân-merkezli iyi bir eleştiriye çok ihtiyâcım var ve böyle bir eleştiriyi hak ettiğimi düşünüyorum. Bu tarz eleştirileri yapacak kapasitedeki kişilerin az bulunması çok zor bir durum. Beni; laik-seküler-liberâl-kapitâlist-demokratik-bireyci-konformist-modernist-sapık-zulüm sistemleri ya da sapık düşünce-felsefelerle eleştirmeye kalkanları kâle almıyorum ve takmıyorum. Fakat buradan da duyuruyorum ki; “vahiy-merkezli eleştiriye ardına kadar açığım ve böyle bir eleştiriye muhtâcım. Ey dostlar!. Beni vahiy-Kur’ân ile yargılayın ve eleştirin!.

Günümüzde müslümanın öncelikli eleştirisi, “modernizm eleştirisi” olmalıdır. Modernizmi eleştirmeyenler, İslâm’ı eleştirmeye başlarlar-başlıyorlar. Fakat dediğimiz gibi; eleştiriyi de abartmamak lâzım. Zîrâ fazla eleştiri, her tür düşünceye karşı bir bağışıklık oluşturur ve artık o düşüncenin bir kıymeti kalmaz.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Aralık 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder