“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını
bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost
edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey
(de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayâtın da kat-kat,
ölümün de kat-kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı
bulamazdın” (İsrâ 73-75).
Modern insan ve
artık müslümanlar da, “Dünyâ’da rahat etme”ye kilitlendi. Bunun için de en kısa
yol modernizme uymak ve modernizmi “kazanım” olarak görmektir. İyi de Dünyâ bir
“imtihan dünyâsı” değil miydi?. İmtihanın olduğu yerde rahatlığa kilitlenmek ve
-güyâ- bunu sağlayan modernizmi benimsemek doğru mudur?.
İnsanların-müslümanların büyük çoğunluğu artık şunu deme noktasına geldi:
“Artık Dünyâ bildiğimiz mevcut durumda. Bu dünyâyı sorgusuz-suâlsiz ve
seve-isteye kabûl edelim ve modern dünyâyı ‘kazanımımız’ olarak görelim.
İslâm’ı da mevcut modern Dünyâ’ya göre yorumlayalım ve yaşayalım. Modern dünyâya
karşı çıkmanın bir anlamı yok”. Modern müslümanlar zannediyor ki, Allah da, aynen
bu mevcut Dünyâ’yı murâd ediyordu ve her yönüyle aynen böyle bir Dünyâ inşâ
etmelerini istiyordu insanlardan. Şimdi böyle bir Dünyâ oluştuğuna göre, Allah
bu durumdan çok memnun ve râzıdır(!). Böyle zannedince modern insan da “o hâlde
biz de modern Dünyâ’yı benimsemeli ve modernizmi kazanım olarak görmeliyiz”
düşüncesiyle amel etmektedir.
Tabi bu düşünce
benimsenince, modern düşünce ve ideolojiler de “kazanım” olarak görülmek
zorunda kalıyor ve modernizm kazanım olarak görülünce ve beşerî ideolojileri de
“kazanım” olarak görmekte ve onlara uyum sağlamakta bir sorun görülmüyor.
Müslümanlar(!), bir zamanlar “küfür, şirk ve zulüm” olarak gördükleri
“lâik-seküler-modern-demokratik” sistemleri artık “kazanım” olarak görmekte ve
şöyle demektedirler: “Zaman bizi buraya getirdi, mevcut durumu kazanımımız
olarak görelim ve yorumlayıp dinleştirelim ve o şekilde kabûl edelim”. Böyle
diyenler modern bir iktidâr düşlemekte ve beklemekte; kimisi de bu bağlamda
İslâm’ı, “eylemi olmayan, moderne uygun ve akıl-merkezli” olarak düşünmeyi önerdi-öneriyor.
Yâni artık müslümanlar, gelinen noktayı bir “kazanım” olarak görmeye
başlamışlardır. Böylece “târihin sonu” tezleri haklılık kazanır gibi görünmektedir.
Modernizm
“insanlığın bir düşüşü”dür. Modern zamanlar, insanın “ikinci düşüşü”nü
gerçekleştirdi. İnsanın ilk düşüşü “cennetten düşüş”tü. İkinci düşüşü ise “moderniteyi
içselleştirmesi” ile oldu-olmaktadır. Modern insan modern dünyâyı cennet
zannedince, cennetten vazgeçti ve böylece “cennetten düşmüş” oldu. Aslında
cennetten kovulmaktadır.
Günümüzde artık
insanlar kısa-vâdeli (dünyevî) kazanımlar ve hazlar peşindeler ve uzun-vâdeli
(cennet) kazanımlara yâni takvâya yönelmemektedirler. Atasoy Müftüoğlu: “Kısa-vâdeli,
pragmatik kazanımların mücâdelesi, uzun vâdeli, ilkesel, yapısal/hayâtî mücâdelelerin
yerine geçiyor” der.
Modernizm
tarafından ağır bir kuşatma ile kuşatılmış olan “modern insan” tembel, korkak
ve de sorumsuzdur ve sorumsuz bir hayâtın karşılığını modernizmde
bulabilmektedir. Bu nedenle de modernizmin ortaya koyduğu her-şeyi bir
“kazanım” olarak görüyor. İşte bu zihniyettir modernizmi besleyen. Yada
modernizm bu zihniyeti üretmiştir.
Lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-feminist-muhâfazakâr-demokratik
moderniteyi ve reel-politiği din edinmiş ve bunlara meftûn ve râm olmuş
olanlar, İslâm-merkezli olmaya dirâyetleri yetmediği, bunu kâlplerinde bile
yaşatmak istemedikleri için ve vicdanları onları rahatsız ettiğinden dolayı
artık beşerî-şeytânî-tâğûtî-nefsî ideolojilerin-sistemlerin bir kazanım olarak
kabûl edilmesini ve böylece adı İslâm ama işlevi “modernizm” olan bir düşünceye
girilmesini ve bu düşlünce üzere gidilmesini arzu etmektedirler.
Bu müslümanlar
câhillikten yada isteksizlikten dolayı modernizme yeterli oranda eleştiri ve
îtirâz getir(e)mezler. Modern olana hiç-bir îtirazları yoktur. Çünkü
moderniteyi “kazanım” olarak görmektedirler. Modern dünyâda yaşadıkları için
çıban-başı olan moderniteyi, olması gerektiği gibi eleştiremezler.
Moderniteyi kazanım
olarak görmek, moderniteyle uzlaşanların ve İslâmî dâvâsı olmayanların söylemleridir.
Oysa mü’minler moderniteye aşırı bir şekilde mâruz kalsalar da onunla zinhar
uzlaşamazlar. Zîrâ modernite; Allah’ı, âhireti, vayhi ve peygamberliği hesâba
katmaz ve bunları kâlplere, vicdanlara, zihinlere ve dört duvar arasına
hapseder. Modernite, vahyi, resmî ve kamusal alanda bir düşünce amel-eylem
olarak aslâ benimseyemez ve kabûl edemez. Çünkü hayâtiyeti ve devâmı için bu
zorunludur. Aslında modernite dînin kâlplerde bile kalmasına râzı değildir,
çünkü dîni her zaman bir “risk” olarak görür fakat mecbûren buna katlanmak
zorunda kalır.
Kur’ân,
modernite tarafından engellenip sınırlandırılabilecek bir Kitap değildir.
Kur’ân moderniteyi de kat-kat aşan bir Kitap’tır. O hâlde mü’minlerin
moderniteyi bir kazanım olarak görmeleri doğru olmaz. Mü’minlerin kazanımları
Kur’ân ve onun ideâl örnekliğini yapmış olan Peygamberimiz’in güzel örnekliği
olan Sünnet’idir.
Modernizm dînin
zıddıdır. Hakka ve hakîkate aykırı davranarak konumlandırır kendini. Bir yazıda
modernizm hakkında şunlar söylenir:
“Modernite
temel referanslarını kutsalın reddine, aklın üstünlüğüne, eşyâ bilgisine ve
aydınlanma ideolojisine dayandırır. Modernite insanlık târihinde önemli bir yol
ayırımı, büyük bir kırılmadır. Modernite ile akıl gelmiş, mantık gitmiş;
bilgiye erişilmiş, ancak hikmet kaybedilmiş; zenginlik artmış, ancak huzûr
yitirilmiş; aydınlanma gelmiş, ancak yeryüzünün dört bir yanı karanlığa
gömülmüştür. Bu karanlık dönemi, S. H. Nasr, insanlık târihinde ‘bir yol
kazâsı’, Faucault, ‘insanın ölümü’, Mehmet Akif, ‘tek dişi kalmış canavar’,
Sezai Karakoç, ‘vâroluş bunalımı’ olarak nitelendirmektedir.
Modernite
yada modern zamanlarda insan, pozitif çizgiden negatif çizgiye, ilimden cehâlete,
bekâ arzusundan fenâ arzusuna, izzetten zillete dûçâr olmuştur. Deyim
yerindeyse, rûhuna ‘yabancı bir el’ değmiştir. Bu ‘yabancı el’, onu, özüne yabancılaştırmış,
yüklendiği emâneti unutturmuş ve derin çıkmazlara sürüklemiştir. Bu derin
çıkmaz madde çağında insanın eşyâ ile ilişkisini ters-yüz etmiş, insanı bozmuş,
özüne yabancılaştırmış ve kendisiyle kavgalı hâle getirmiştir. Peyami Safa: ‘Ey
insan!, târihinin hiç-bir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve
düşman olmadın. Laboratuarlarında aradığın, incelediğin, oyduğun, sırrını
deştiğin her-şey arasında yalnız rûhun yok!’ der.
İnsan
modernite ile ilk defâ küresel ölçekte kutsala sırtını dönmüş, Allah ile olan
bağını koparmış, kaderini seküler aklın rehberliğine terk etmiş, madde plânında
ölçebileceği her-şeyi kutsarken, mânâ plânında ölçemeyeceği her-şeyi de yok
saymıştır. Hayâtın öznesi olmak için yaratılan insan, eşyânın hâkimiyetine
girdiği günden bêri içi boş bir hayâta tâlip olmuş, boş hayâtın boşluklarını
ise hazza ve tene yatırım yaparak kapatmaya çalışmıştır”.
Modernite, “modern
fitne”dir. Bir fitne ile ortaya çıkmış ve Dünyâ’yı fitneye boğup ifsâd
etmiştir. İnsanlar çoğu bu modern fitne nedeniyle madden ve mânen perişân
hâldedir. Durum buyken bu modern fitneyi “kazanım” olarak görmek de ayrı bir
fitnedir.
Moderniteyi “kazanım”
olarak görmek, İslâm’ı yâni fıtratı “kaybediş” olarak görmek demektir. Çünkü
modernite insanlara hayırlı hemen hiç-bir şey getirmemiştir. Zîrâ modernizmde
rûh yoktur. Modernite tam-aksine her türlü adâletsizliği, onursuzluğu,
merhâmetsizliği, vicdansızlığı, şirki, küfrü ve ahlâksızlığı getirmiş ve ortaya
koymuştur. Üstelik bu pislikleri tüm Dünyâ’ya dayatmaktadır. Bu durumda
müslümanlar olarak moderniteyi nasıl olur da “kazanım” olarak görebiliriz ve
moderniteye “mal bulmuş mağribi gibi” dört elle sarılarak onu savunabiliriz?.
Karanlık
orta-çağ, karanlık modern çağ kadar “karanlık” değildir. O hâlde moderniteyi “kazanım”
olarak görmek, “karanlığı kazanım olarak görmek” anlamına gelir. Çünkü karanlık
sâdece dışta değil içte de olur ki dıştaki karanlıkların nedeni aslında “içteki
karanlıklar”dır. İç karanlık olunca dış da karanlık olur. İçten aydınlanmayan
ise dışını aydınlatamaz. İsterse Dünyâ’nın her taraf ıldır-ışık olsun fark-etmez.
Bizim
kazanımımız Allah’ın göndermiş olduğu Kur’ân ve Peygamber yâni Sünnet’tir. Biz
Kur’ân ve Sünnet’e uyduğumuz takdirde Dünyâ’da mü’mince yaşamayı kazandığımız
gibi, âhirette de ebedî nîmet diyârı olan cenneti de kazanırız. Mü’minlerin en
büyük kazanımı “cennet”tir vesselam.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder