23 Haziran 2021 Çarşamba

Kur’ân’ı Zamânın Nesnesi Yapmak


“Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki, siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).

 

Bir şey bir şeye uyarsa, uyan şey uyulan şeyin nesnesi olur. Bu bağlamda din için; “zamâna uygun”, “akla uygun”, “bilime uygun” gibi söylemler yanlıştır. Bunların yerine; “akılla anlaşılabilir”, “tüm zamanlarda uygulanabilir” gibi söylemler tercih edilmelidir. Çünkü İslâm, zamân, akıl ve bilimin fevkindedir. Kezâ Kur’ân, hiç-bir târihin ve zamânın nesnesi değildir, olmaz. Nesne olanlar “müslümanlar” olabilir fakat İslâm olamaz. Zîrâ İslâm tüm zamanların öznesidir.  

 

Kur’ân hem târihseldir hem de târih-üstüdür. Tüm zamanların ve mekânların Kitab’ıdır. Kur’ân tümüyle ve bütünüyle târihsel olduğu gibi, yine bütünüyle ve tümüyle târih-üstüdür. Tüm zamanların kitabıdır. Kur’ân’ın şekillendirip hâkim olamayacağı bir zaman ve mekân yoktur, olamaz. Zîrâ Kur’ân, Allah’ın sözü ve kitabıdır. Allah’ın sözünün zamânın nesnesi olması muhâldir. Kur’ân, insanlığın henüz yaşamadığı zamanlara bile hitâp eder ve geçmiş-gelecek tüm zamanlarda uyarıcıdır. Çünkü insanların yaşayacağı hayat-şekli, Dünyâ’nın ve varlığın formatı ve çapı nedeniyle her zaman benzer şekilde olacaktır. Eşyâlar ve mekânlar değişse de, anlamlandırmalar değişmeyecektir. 1.400 yıl önceki sahih anlamlandırma kıyâmete kadar tüm zamanlarda aynı olacaktır. Zîrâ anlamlandırmayı yapan insandır ve insan “bildiğimiz insan”dır. Kur’ân’daki kıssalara baktığımızda nasıl ki hak-bâtıl çatışması tâ Hz. Âdem’den bêri aynı ve benzer ise, kıyâmete kadar da aynı ve benzer olacaktır. Kur’ân, “tüm zamanlarda muhtâç olunacak Kitap” olmaya devâm edecektir. Allah’ın sözüne muhtâç olunmayacak bir zaman olmayacaktır.  

 

Kur’ân, “beyin fırtınalarının”nın nesnesi olacak bir Kitap değildir. Bu nedenle akademik tartışmaların ve sapkınlığın nesnesi yapılamaz. Zîrâ Kur’ân; “zihinsel-entelektüel orgazm” nesnesi değildir. Modern Kur’ân çalışmaları, Kur’ân’ı “aklın ve modern zamânın nesnesi” durumuna düşürmektedir.

 

Kur’ân’ı, “hayâta hâkim kılmak hedefi ve hayâli” olmadan incelemek, Kur’ân’ı nesneleştirmektir. Kur’ân’ın tüm zamanlar için geçerli olan, kendine-has bir okuma, idrâk etme ve amel-eylem metodu vardır. Bu yüzden Kur’ân, târihselci, gelenekçi, bilimsel, modern, evrensel ve ideolojik yorumların nesnesi yapılamaz. Kur’ân, tüm zamanlarda ve her şartta mutlak anlamda uyulması gereken tek Kitap’tır. Çünkü Kur’ân, zamânın ve de mekânın nesnesi değil, öznesidir.

 

Peygamber’le yâni hayatla buluşmayan Kur’ân, kâğıt ve mürekkepten ibâret bir nesne hâline gelir. Modern Kur’ân çalışmaları bunu yapmaktadır. Modernler, Peygamber örnekliği olan Sünnet’i hesâba katmadan yaptıkları çalışmalara Kur’ân’ı; masa-başında, dört duvar arasında, bilgisayar başında, kâlplerin, zihinlerin ve ihtirasların nesnesi hâline getirmektedirler.

 

Vahiy, hayâtın içinde okunmadığı ve yaşanmadığında, bitmek bilmeyen sonsuz ve aşırı yorumların nesnesi olur. Aşırı yorum, yorumlanan şeyi pasif hâle getirip nesneleştirir. Müslümanlar hayâtı “Kur’ân-merkezli” okumuyorlar ve Kur’ân’ı da “Sünnet örnekliği”ne göre amele-eyleme dökmüyorlar. Böyle olunca da tam-tersine, Kur’ân’ı “modernite-merkezli” okuyarak modernitenin nesnesi hâline getiriyorlar. Sonunda Kur’ân, “modernitenin meşrûlaştırıcısı” hâline geliyor. Zâten modernler Kur’ân’ın ancak modern yorumunu kabûl edebiliyorlar. Bu durum Kur’ân’ı modernitenin yâni zamânın nesnesi yapıyor. Müslümanlar Kur’ân’ı zamânın öznesi kılacaklarına nesnesi yapıyorlar. Kur’ân özne yerine “nesne” olunca, müslümanlar da Kur’ân yerine modernitenin gölgesinde modernitenin ve zamânın nesnesi oluyorlar. Rezillikleri bu yüzdendir.

 

Sürekli olarak söylenen; “Kur’ân’ın dilini günümüze göre değiştirmeliyiz” sözüyle Kur’ân’ı modernitenin ve zamânın nesnesi yaptılar. Hâlbuki Kur’ân’ın dili Allah’ın sözüdür. Allah’ın sözünü modernitenin diliyle değiştirmek büyük bir hadsizliktir. Yapılması gereken şey Kur’ân’ın dilini moderniteye yâni mevcut zamâna göre değiştirmek değil, mevcut zamânı ne pahasına olursa-olsun Kur’ân’a göre değiştirmek ve uygun hâle getirmektir. Zaman, mekân ve şartlar doğal, normâl ve fıtrata aykırı bir şekilde değiştiyse, o hâlde zaman ve mekân bir sapkınlıkla değişmiş demektir. Bu durumda zamânı, mekânı ve şartları yeniden değiştirmek ve İslâm’a uygun hâle getirmek gerekir. Tüm peygamberlerin yapmak istediği gibi ve Peygamberimiz’in yaptığı gibi. Peygamberimiz, Dünyâ’yı “bambaşka bir dünyâ” ile değiştirmeyi başlatmış ve Dünyâ İslâm’a göre değişmiştir. Böylece İslâm aynen göklerde olduğu yeryüzünde de zamânın ve tüm mekânların öznesi olmuştur.  

 

Dîni “çağa uygun olarak” yorumladığınızda, artık “çağ” özne, “din” ise nesne olur. Oysa din çağa değil; çağ dîne uymalıdır. Müslümanların görevi İslâm’ı çağa değil, çağı İslâm’a göre değiştirip uygun hâle getirmektir. Zîrâ İslâm mevcut zamânın nesnesi değil, modern çağ da dâhil tüm zamanların öznesidir. Şu unutulmamalıdır ki vahiy, zamandan ve mekândan etkilenmez. Fakat zamandan ve mekândan etkilenenler müslümanlardır. Vahiy ne ise odur. Kur’ân 1.400 yıl önce ne söylemişse şimdi de aynısını söyler. Peygamber’in 1.400 yıl önce 23 yıl boyunca Resûl-Nebî olarak Kur’ân-merkezli güzel örnekliği yâni Sünnet’i tüm zamanlar için geçerlidir. Zîrâ bu örneklik Allah tarafında Ahzâb Sûresi 21. âyette kıyâmete kadar geçerli hâle getirilmiştir.

 

Dînin meşrûiyetini bilime bağlamak, “dîni bilimin nesnesi kılmak” anlamına gelir. “Kur’ân’ı bilimin ışığında okumak” sözü, Kur’ân’ı; sürekli değişen ve değişmek zorunda olan, bu yüzden bugün söylediğini yarın inkâr eden, bir-önceki teorisini, geçici yeni teorisiyle değiştirerek eski teoriyi çöpe atmak ve eski söylemlerinden vazgeçmek zorunda kalan bukalemun tabiatlı modern-bilimin nesnesi yapmaktır.  

  

İslâm tüm zamanlarda ve mekânlarda “hâkim olarak” işlevseldir. Zâten Dünyâ’nın İslâm’a göre değişimi de böyle başlar. Kur’ân’ın hükümleri tüm zamanlarda ve mekânlarda uygulanarak Dünyâ yâni zaman, mekân ve insanın değişimi şeklinde bir değişim yapacak niteliktedir. Târihselciler, meselâ bir erkeğe karşı iki kadın şâhit tutulmasının müslümanların târihinde Peygamber’den sonra hiç uygulanmadığını söylerler. Başka âyetlerden örnekler vererek hiç uygulanmayan âyetlerden bahsederler ve bunun nedenini, o âyetlerin târihselliği ile açıklamaya çalışırlar. Fakat onlar bunu lâik Türkiye’de yaşıyor olmalarından dolayı yada dayatılmış modernite ve modern Dünyâ’da yaşıyor olmaktan dolayı düşünüp söylüyorlar. Hâlbuki hakîki bir İslâm devleti olsaydı o hükümler aynen uygulanırdı. Peki siz niye bunu gündem edip de “Allah’ın hükmü uygulanmalıdır” demiyorsunuz?. Siz habire, “o âyetlerin  hükmünün kalmadığını” söyleyerek insanları zehirliyorsunuz. Böylece bir İslâm devleti ve uygulaması talebi ve hedefi olmuyor. Sisteme ve sistemi elinde tutan tâğutların korkusuyla geçen son 200 yılda, başta âlimler olmak üzere müslümanlar bunu istemediği ve talep etmediği için o hükümler uygulanmıyor. Yoksa uygularsanız uygulanmış olur. Beşerin her türlü sapık hükümleri uygulanıyor da Allah’ın hükümleri mi uygulanamayacak?. İmtihan dolayısı ile Allah bu uygulamayı insanların bilinçli bir şekilde yapmasını istiyor. Yoksa Kendine kalsa zorla da olsa uygulatır. Söz-konusu âyetler “târihte kaldığı için” değil, müslümanlar tüm zamanlarda birilerinin kuyruğuna takıldığı için uygulanmıyor. Günümüzde de alabildiğine modernleştiği için uygulanmıyor.

 

Peki zaman ve mekân değişmek zorunda mıdır?. Evet değişim illâ ki olur. Fakat bu değişimin doğala, normâle ve fıtrata aykırı olması şart değildir. Göklerde ifsâd edici bir değişim olmaz. Zîrâ gökleri istisnâsız olarak Allah yönetir. Yeryüzünü de Allah yönetse yâni yeryüzünde din tümüyle Allah’ın olsa, değişim de doğal olur ve doğal bir döngü devâm eder ve o zaman da Kur’ân hiç-bir zaman nesne olmayacağı gibi her zaman özne olmuş olur.

 

Zamânın değişmesi mekânın değişmesinin bir sonucudur. İnsan değişen ve değiştiren bir varlıktır. İnsanın değiştirdiği mekânlardır. Mekân değişince zaman değişmiş olur. Mekânlar ve zaman ancak İslâm’a uygun olarak değiştiğinde İslâm zamânın nesnesi olmaz. Aksi-hâlde şeytana, nefse, beşere ve tâğutlara göre değiştiğinde, İslâm zamânın nesnesi yapılmaya çalışılır ki modernizm denen sapkınlık böyle bir değişimin sonucudur ve hayâtiyetini de Allahsız değişimlerden alır. .

 

Biz doğal ve normâl değişime bir şey demiyoruz ve deme hakkımız da yok. Fakat sorun şu ki; son 200 yıl önce başlayan modern-beşeri değişim normâl bir değişim değildir ve değişimden çok dönüşümdür. Bu değişim ve dönüşüm doğal, normâl ve fıtrî, dolayısı ile İslâm’a uygun bir değişim değildir. Allah’ın emrettiği, arzu ettiği ve râzı olduğu bir değişim-dönüşüm değildir. Çünkü beşerî değişimler, İslâm’ı (daha doğrusu müslümanları) mevcudun nesnesi yapmaya elverişli hâle getirir. Böylece İslâm “uygulanamaz” duruma gelir. Zâten modern müslümanların İslâm’ı bilgiye, ahlâka ve sevgiye indirgemelerinin nedeni budur.

 

Allah modern dünyâdan râzı değildir. Zîrâ Kur’ân âyetleri modernizm ile uyuşmuyor ve ters düşüyor. Böylelikle uygulanamaz hâle geliyor. Üstelik Peygamber örnekliği de zamâna birebir aykırıdır. Çünkü modernizm, şeytanın, nefsin ve tâğutların ortaklaşa kurduğu ve insanlık târihinde hiç görülmeyen bir fitne şeklidir. Modern dünyânın bu hâle gelmesidir asıl sorun. Yoksa Kur’ân ve Sünnet normâl, doğal ve fıtrata uygun bir zamâna, mekâna, şartlara ve döngüye uygundur. İslâm bir “sapkınlık” değildir ki sapkın bir mekâna ve zamâna uygun olsun. Modern dünyâ sapkındır. Zîrâ “İslâm’a göre” değildir ve “beşere göre”dir. Beşere göre olunca da sâdece azınlığın işine yarar ve insanlığın büyük çoğunluğu insanlığından çıkar.

 

Şimdi; eğer bir sapkınlık, küfür, şirk ve zulüm olarak modernizm ve modern dünyâ, modern zaman ve modern mekân ortaya çıkmışsa ve hayâta hâkim ise ne olacak?. Müslümanlar olarak Kur’ân’ı mevcut durumun, mekânların ve zamânın nesnesi yapacak, onu moderne uydurmak için canını çıkarırcasına yorumlayacak ve moderne uygun hâle getirmek için kendimizi mi paralayacağız?. Bakıldığında modernleşmiş müslümanların(!) Kur’ân’ı aşırı yoruma boğarak yaptığı budur. Kur’ân modernitenin nesnesi yapılmaktadır. Böylece aslında Kur’ân üzerinden kendilerini nesneleştirmektedirler. Peygamber örnekliği ise bir “yaşanmışlık” olduğu için ve yaşanmışlık değiştirilemeyeceği için inkâr ve iptâl edilmektedir. Nesneleşen müslümanlar bunu en yüce vazîfe gibi görmekte ve bunun için çalışmaktadırlar.

 

Yenilmiş ve tüm umudunu kaybetmişler için böyle olsa da, Kur’ân’a ve Sünnet’e göre aslâ böyle bir dünyâ olamaz. Bu yüzden yapılacak şey, Dünyâ, hayât ve insan doğal, normâl ve fıtrî hâle gelene kadar, Dünyâ’nın altını üstüne getirme pahasına da olsa değiştirmek ve tam da Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun hâle getirerek İslâm’ı dolayısı ile müslümanları zamânın nesnesi olmaktan kurtarıp öznesi yapmaktır. Çünkü modernizm denen sapıklık, altını üstüne getirerek Dünyâ’yı bu hâle getirmiştir. O hâlde Dünyâ’yı yeniden, biraz da gürültü çıkararak o doğal durumuna geri çevirmemiz gerekir.

 

Peki bunu nasıl yapacağız?. Değişen aslında her zaman insandır. İnsanın değişimi mekânın dolayısı ile de zamânın değişimidir. İnsanın değişimi sistemin değişimidir. Demek ki insanı yeniden rayına oturttuğumuzda, zâten her-şey süreç içinde doğal, normâl ve fıtrî durumuna geri gelecektir. Zîrâ varlık, doğal, normâl ve fıtrî yâni Allah’ın yarattığı gibi sünnetullaha uygun hâle gelmeye meyyâldir.

 

Bir zamanlar hakîkat olarak kabûl edilen bir şey, modem müslümanların düşüncesinde hurâfeye denk düşmektedir. Çünkü insan modernizm sapıklığı lehine değişmiştir ve zamânın nesnesi hâline gelmiştir. İnsan aslında şeytan ve nefs lehine değişmiştir. Böyle bir değişim târihin tüm zamanlarında olmuştu fakat bu şiddette bir değişim hiç olmamıştı. Modern değişim ile birlikte dînin değeri düşürülmüş ve İslâm hayattan kovulmuştur. Çünkü mü’minler göstermeleri gereken yeterli direnci, sabrı ve çabayı gösterememiştir.

 

Günümüzde bir âyet Peygamber’in ve sahabenin anladığının tam zıddı olarak anlaşılıyorsa orada büyük bir sorun var demektir. Onların anlayışı modern insan tarafından hurâfe olarak görülüyor. Kendi anlayışının sapıklığına bakmadan o ilk anlayışı ve yaşayışı ilkellik olarak görüyor, hurâfe olarak görüyor ve kıyasıya eleştiriyor.

 

Moderniteye meftûn ve râm olmuş olanlar, “artık mekân ve şartlar yâni zaman değiştiği için yine İslâm’dan ilhamla kendi icmâmızı ve şeriatımızı ‘günümüze uygun şekilde’ yapmalıyız” düşüncesiyle hareket ediyorlar. İyi de siz İslâm’ı Peygamber’den ve sahabeden daha iyi mi anladınız yada Peygamber ve sahabe neyi anlamadı ki?. Onların anlamayıp sizin anladığınız şeyler varsa, o zaman siz onlardan üstün müsünüz?. Eğer üstünseniz niye üstünsünüz?. Sizi üstün kılan nedir?. Modern olduğunuz için üstün olduğunuzu mu sanıyorsunuz yoksa?. Eğer kendinizi üstün görüyorsanız onları ilkel görüyorsunuz demektir. Peki niçin onlar gibi mü’min olmuyorsunuz?. Anlamıyor musunuz ve görmüyor musunuz?. Modernizm ile birlikte büyük bir imtihan başlamıştır. Müslümanlar olarak göğün alçak ve dar olduğu bir zamanda yaşıyoruz. İmtihandayız ve “modernizm ırmağı”ndan bir avuçtan daha fazla içenler dökülüyor ve kaybediyorlar. O ırmaktan içmeyenler yada bir avuç kadar içenler İslâm’ı nesne olmaktan kurtarıp yeniden özne kılmak yolundadırlar.    

 

Şimdi siz Peygamber ve sahabe gibi, tam ve kesin bir îmanla iç-âlemimizi inşâ edip de dış-âlemde de hakkı hâkim kılmak için yola çıkmadığınızdan dolayı, Kur’ân’a târihsel, evrensel, bilimsel, eksik, yanlış ve çirkin bir-çok yaftalar yapıştırıyorsunuz ve bunları gerçek din zannediyorsunuz. Kur’ân’ı Peygamber ve sahabe örnekliğine göre yaşamadığınız için bilmiyorsunuz ve idrâk edemiyorsunuz aslında. Sapmanız bu yüzdendir. Zîrâ yaşanmayan İslâm ve hayâtın tam da ortasında okunmayan ve yaşanmayan Kur’ân insana ya bir şey söylemez, yada söyledikleri yanlış anlaşılır.

 

Kur’ân’da bâzı âyetler, o an için o âyet ile ilgili bir durum yoksa zorla uygulanacak değildir. İleride ve gerektiğinde uygulanmak üzere geçici olarak askıya alınır ve ilmin konusu olur. Fakat aslâ mevcut zaman lehine nesh edilemez ve “hükmü geçmiştir” denemez. O âyetlerin kullanılacağı benzer bir zaman yeniden ortaya çıkacaktır. Çünkü dediğimiz gibi, hayat sürekli olarak lineer çizgide ilerlemez ve bir döngü yapar. O döngü gün gelir aynı yada benzer şartları oluşturur. Meselâ bir bakmışsınız ki “atlar hazırlayın” âyeti en önemli âyet olup çıkar ve bildiğimiz ve bindiğimiz atlar en değerli varlıklar hâline gelir.Bir yazıda: “Sözgelimi, köleliğin müesses bir yapı olarak bugünkü dünyâda yeri yoktur, fazîlet noktasında insanlığın bundan kazanımı da yoktur. Ancak yarın bir gün Dünyâ değişir, ortaçağdaki kurumlar yeniden vücut bulup gelişir, o zaman kölelik ve câriyelik âyetleri de işlevsel hâle gelir” denir.

 

Kur’ân metni, verili ortam içerisinde, başka bir deyişle, kültür ve olguda şekillenmiştir. O verili ortam her zaman aynı yada benzerdir. İmtihan Kitap’tan olduğu için hesap da Kitap’tan olacaktır. Dolayısı ile Kur’ân zamânın nesnesi değil, tam-aksine, zaman İslâm’ın nesnesidir. Zîrâ Kur’ân Allah’ın sözü olduğu için belirleyicidir ve belirleyici olmaya daha lâyıktır. Zaman, isterse modernizm şeklinde olsun, Kur’ân’a karşı belirleyici olamaz. Zâten zaman denilen şey, mekânın ve buna uygun şartların sonucudur. Mevcut şartlar Kur’ân’a aykırılığı nedeniyle Allah’ın râzı olduğu şartlar değildir. O hâlde mekân, şartlar yâni zaman, Kur’ân’ı belirleyecek yetkinliğe sâhip değildir. Bu nedenle Kur’ân, normâl, doğal ve fıtrî yoldan sapmış olan mevcut modern zamâna göre belirlenemez. O hâlde değişecek bir şey varsa Kur’ân ve Kur’ân’ın anlamı değil, Kur’ân’a aykırı olan mekân, şartlar ve dolayısı ile zamandır. Zaman, mekânın değişimi ile değişir. Zamânın değişimi, mekânın değişimidir. Mekân değişince şartlar ve zaman da değişmiş olur. En hayırlı değişim, Kur’ân’a yâni Allah’a göre olan değişimdir.

 

“Vahyi en iyi idrâk etmiş olanlar ilk muhâtaplardır” diyoruz fakat şu da var ki Kur’ân hiç-bir zamânın nesnesi olmadığından dolayı, ne indiği zamânın, ne 1.400 yıllık süreçteki bir zamânın ne de modern zamanın nesnesi yapılabilecek bir Kitap değildir ve zamânın hiç-bir noktasında sâbitlenemez. Kur’ân kıyâmete kadar tüm zamanların, mekânların ve şartların Kitabı’dır. Kur’ân’ın değiştiremeyeceği hiç-bir mekân, şart ve dolayısı ile zaman yoktur. Çünkü toplumsal düzen ve hukuk alanıyla ilgili Kur’ân hükümleri kıyâmete kadar gelecek bütün insanların ihtiyaç ve sorunları hesâba katılarak düzenlenmiştir?. Zîrâ insanın hâlleri tüm zamanlarda aynı olmuştur ve aynı yada benzer olacaktır.

 

“Sâbit din dinamik şeriat” gibi sözlerle dîni çeşitli zamanların nesnesi yapmak yanlıştır. Din tüm zamanlar ve mekânlar için sâbittir ve en ideâl şekilde Peygamber ve sahabenin anladığı ve yaşadığı gibidir. Göklerdeki din ve şeriat nasıl ki sâbitse ve hiç şaşmıyorsa, yeryüzündeki din ve şeriat de sâbit olmalı ve şaşmamalıdır. Bu sâbitlik “doğal bir sâbitlik”tir. Aksi-hâlde günümüzde çok bâriz olarak görüldüğü gibi fitne ve kaos ortaya çıkar ve insanlık büyük bir fitneyle insanlığından çıkar.

 

Kur’ân’ın mânâsının ilk muhâtaplardan farklı anlaşılabileceğinin ve buna bağlı olarak şeriatın da değişebileceğinin delîli nedir?. Bu delil, modernitenin ağır kuşatmasına bağlı olarak modern müslümanların moderniteye meftûn ve râm olmalarından başka bir şey değildir. Yoksa İslâm’ın tüm Dünyâ’ya bâriz şekilde hâkim olduğu bir zamanda yada durumda bunu söyleyebilecek delikanlılar pek de ortalıkta görülmezler. Bunlar, delil olarak zamânın, mekânın ve şartların (ki hepsi de aynı şeydir) değişmesini verirler. Fakat böyle yapıldığında, zamânın öznesi olması gereken İslâm, Kur’ân ve Sünnet, zamânın yâni modernitenin nesnesi olmaktadır. Yeterli derecede moderniteye karşı dik duramayanlar, aşağılık mağlûbiyet psikolojisiyle bir sapkınlığa inanmışlar ve İslâm’ı ve Kur’ân’ı, sürekli değişen ama son 200 yıldır hızına yetişilemeyen ve bambaşka bir şekle giren Dünyâ’nın o anki telâkkisiyle mevcudun nesnesi yapmak yoluna girmişlerdir. Böylece aslında kendileri zamânın, mekânların ve şartların nesnesi olmuşlardır. İzzeti Kur’ân’dan-İslâm’dan alacaklarına, sapık moderniteden ummaktadırlar.

 

İslâm ve Kur’ân “nesne” olmadığı ve “özne” olduğu için devlet tarafından denetlenemez, tam-aksine, İslâm, devleti denetler ve düzenleyerek vahye göre nizâma sokar.

 

“Doğrudan Kur’ân’dan alıp ilhâmı, asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı” sözünde ifâdesini bulan düşünce, Kur’ân’ı zamânın öznesi değil nesnesi yapmayı çağrıştırır. Yine bu bağlamda “zamânın örfü” çok fazla öne çıkarılır ve meşrû olup-olmadığına bakmadan modern örf lehine, apaçık olan konularda da aşırı yoruma gidilerek Kur’ân yine zamâna uydurulmakta yâni zamânın nesnesi yapılmaktadır.

 

İslâm’ı zamânın nesnesi yapmanın cezâsı, müslümanların zamânın nesnesi olmalarıdır. Müslümanların nesnelikten kurtulup yeniden özne olmaları için, İslâm’ı ve Kur’ân’ı yeniden zamânın öznesi yapma yoluna girmeleri gerekir ki bunun da yolu, Kur’ân ile bir bilince ermek ve Peygamber örnekliğini şiar edinmektir.   

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder