“Hani Rabbin meleklere
demişti: ‘Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer
yaratacağım (innî hâlikun beşeren)” (Hicr 28).
“Kendi istek ve
tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi
vekil olacaksın?” (Furkân 43).
“Sana rûhtan sorarlar; de
ki: ‘Rûh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir” (İsrâ 85).
Beşer: “İnsan derisinin dış
yüzü”. Beden, insanın beşer tarafıdır. Beşer denilen şey, insanın vücûdu,
bedenidir. “Canlılık” denilen şeydir.
Nefs-Nefis: “Can, kişi, öz
varlık, bir şeyin zâtı olan, kendisi” gibi anlamlar verilir nefs kelimesine. Fakat
bizce nefse; “bedeni maddî anlamda yönlendiren, arzu duyuran, Dünyâ’ya
bağlayan, çıkarı ve bencilliği ortaya çıkaran, şehveti sağlayan şey” anlamı
vermek daha doğru gözüküyor.
Rûh: “Öz, hülâsa, en mühim
nokta. His. Kur’ân. Cebrâil. İnsanın
vücûdunda bulunan, maddesel olmayan varlık, ölümsüz sayılan töz, ilke”.
İnsan beden
ve rûh olarak iki yapı ve cevherden değil, “beden, nefs ve rûh” olarak üç yapı
ve cevherden oluşmaktadır. Rûh, beden ve nefsten apayrı ve “maddî olmayan” bir
cevherdir. Nefs maddîdir fakat rûh maddî
değildir. Nefs güdülerle, rûh bilinç-şuur ile çalışır ki bilincin maddeden
kaynaklanmadığı çok açıktır. Zâten şu-ana kadar yapılan onca araştırmaya rağmen
bilinç-şuur, beynin yada vücûdun belli bir yerinde bulunamamıştır. Nefs ise, “şeytanın vesveselerini üflediği, arzulara ve
şehvete sâhip olan bedenin bir yönüdür” diyebiliriz.
Nefs
denilen şey “psikoloji” denilen şeydir. Psikoloji rûh ile değil, nefs ile ilgilidir
ve psikolojinin bozulması rûh ile değil, nefs ile ilgilidir. Bu bağlamda “rûh
hastalığı” diye bir şey olmaz. Zîrâ rûh hastalanmaz. Hastalanan yâni bozulan
şey, insanın nefsidir. Nefs aşırı serbest bırakıldığında yada aşırı
kısıtlandığında yâni ona zulmedildiğinde bozulmaya ve hastalanmaya başlar.
Psikolojinin bozulması, nefse ifrat yada tefrit ile yapılan zulmün bir
sonucudur.
Nefs insanın ne bedeni ne de
rûhu değil, psikolojisidir. Psikoloji ile rûh aynı şey değildir. Biz “nefs” deyince
insanın psikolojini söylüyoruz. Çoğunlukla bozulan ama bâzen de düzelen şey
insanın rûhu değil, psikolojisi yâni nefsidir. Nefsin yâni psikolojinin
bozulması, hem doğadan ve doğaldan uzak kalmasıyla hem de ruhtan koptukça, rûhu
besleyen vahyin rûhundan ve nûrundan uzak kaldıkça ortaya çıkmaya başlar. Bu
bağlamda son 200 yıldır ortaya çıkmış bulunan Allah’sız-dinsiz sistem ve ideolojiler
bütünü olan modernizm içinde ve onun ortaya çıkardığı modern dünyâda yaşayan modern
insanın bu kadar yoğun şekilde bunalımda olmasına şaşmamak gerekir. Zîrâ
modernitenin yakın-uzak vâdede insana vereceği şey, buhranlardan ve bunalımlardan
başkası değildir. Modern insanın “ruhsal” denilen hastalıklarla muzdarip olmasının
nedeni, doğal, normâl ve fıtrî olmayan yâni dinsiz-Allah’sız bir dünyâda
yaşıyor olmaktan başkası değildir. Çünkü hem kapitâlizm, hem komünizm-sosyâlizm
hem de diğer beşerî-sapkın ideoloji, sistem ve düşünceler içinde yaşayan
insanların mutlakâ nefisleri hastalanacak ve dolayısı ile de psikolojileri
bozulacaktır. İnsanların nefisleri ya aşırı serbest bırakılınca yada aşırı
kısıtlanınca, dolayısı ile nefislere zulmedilince hastalanır ve bozulur. Modern
insanın nefisleri bu yüzden hastalanır yâni psikolojileri bu nedenle bozulur.
Nefs hastalanınca yâni
psikoloji bozulunca bedene de etki eder ve bedende de bir-çok sorunların ortaya
çıkmasına neden olur. Zîrâ beden ile nefs “beşer” olmakta birleşmekte ve beşerî
yönden etkilenmektedir. Zâten psikolojinin “physique”si, “fizik” demektir;
“bünye, vücut, vücut yapısı, fizîki yapı, beden” demektir. Tabi rûh da bedenin
içinde yada birlikte olduğundan dolayı nefs kışkırtıldıkça yada ezik
bırakıldıkça rûh da ezik kalmakta ve etkisini kaybetmektedir. Fakat bu, “rûhun
hastalanması değil”, “etki etmesine izin vermemek ve onu kısıtlamak” demektir
sâdece. Yoksa rûh serbest kaldığında ve vahiy denilen nûr ve rûh ile
desteklendiğinde peygamberlere ve sâlihlere yaptığı etkinin aynısını tüm
insanlara yapacaktır.
Psikolojik hastalıklar rûh
ile değil, nefs ile ilgilidir. İnsan; beden, psike (psykhe) ve rûhtan oluşur.
Rûh hasta olmaz. Hasta olan psike’dir ki, psike “nefs”tir. Tüm psikolojik
hastalıklar nefs ile ilgilidir. Nefsini gerektiğinde sınırlandırmayan yada belli
ölçüde serbest bırakmayanların nefisleri hastalanır yâni psikolojileri bozulur.
“Psikolojik hastalık” denilen nefsin bozulması, ona zulmedilmesinden dolayıdır.
90’lı yıllardan sonra kapitâlist-liberâl özgürlük düşünce ve sistemleriyle aşırı
oranda serbest kalan ve çok aşırı şekilde kışkırtılan nefs, dengesini
kaybederek artık tatmin olamayacak hâle gelmiştir ve bunun sonucunda da
karamsarlığa, buhrâna ve sıkıntılara gark olarak hastalanmakta ve bu da “psikolojik
sorun” olarak gözükmektedir. Nefs kışkırtılmaya bir kere başladığında yerinde
durmaz ve sürekli ve artarak kışkırtılmaya sürekli ve kesintisiz bir şekilde
devâm etmek ister. Fakat Dünyâ sınırlıdır, beden sınırlıdır ve bu yüzden de
nefsin kışkırtılmasının yada kısıtlanmasının bir sınırı vardır. Bu sınır bir
yerden sonra ister-istemez ortaya çıktığında nefs bunu kabûl edemediği için
hastalanmaya ve psikolojiler de bozulmaya başlar. Beden de bundan etkilenir ve
bedende de çeşitli şikâyetler ortaya çıkmaya başlar. Zîrâ nefs ile beden
arasında sıkı bir ilişki vardır.
Ruh hasta olmaz, bozulmaz ve
kötüleşmez, fakat “rûhun kullanılmama durumu” olabilir. Bozulan şey beden de
değildir, beden dolaylı yoldan bozulur. Bozulan şey nefstir yâni bilimin “psikoloji”
dediği şeydir. “Gerçekten
Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir
toplulukta olanı değiştirip-bozmaz” (R’ad
11) der Kur’ân. Nefsiniz değiştirmedikçe ve dönüşmedikçe ne birey ne
de toplum düzelmez. Değişmesi gereken ilk başta nefstir, çünkü bozukluk
ondadır.
Nefs şerre meyillidir.
Nefsin şerre meyilli olması, akıl ve rûh gibi “yaratılıştan gelen bir şey” olmasını
gerektirir. Kanımca nefs maddenin işleyişinin, yeme-içme-giyinme, görme,
düşünme vs. yapmaların sonucunda ortaya çıkan bir arzu, istek ve alışkanlık durumudur.
Nefsin isteği hayra yönelik ise nefs kışkırtılmamış, şerre yönelik ise
kışkırtılmış demektir. Dizginlenmeyen ve kışkırtılan nefste şerre yöneliş olur.
Şer, nefsi daha da kışkırtır ve bozar. Bu, psikolojinin bozulması demektir.
Modern insanın, rûhun gerçek
anlamda gücünden ve etkisinden faydalanmadığı görülür. Zîrâ rûh-merkezli olmanın
bir bedeli vardır. En baştaki bedel, fazla serbest kalmış ve kışkırtılmış olan
nefsin, dolayısıyla bedenin sınırlandırılması ve bir dengeye getirilmesidir. Bu
sınırlandırma kişinin sâdece kendisinin değil, yakınlarının da hayat-şekillerinin
değişimini gerektirdiğinden dolayı kişinin bunu göze alması çok zor olur ve
genelde göze alıp da yaşam-tarzını değiştirmez. Yaşam-tarzını değiştirmek istememesinden
dolayı mevcut hayâtına devâm etmesi ve rûh-nefs çatışması yaşaması nedeniyle nefsin
hastalanıp bozulması kaçınılmaz oluyor. Böylece hem psikolojinin hem de dolaylı
yönden bedenin bozulması sorunu ortaya çıkıyor. Tabi sonuçta ruhlar da hasta
olan bedene ve nefse yeterince hitâp edememekte, sönük kalmakta ve etki gösterememektedir.
Nefsi bozulan ve psikolojik
hasta olanlara -âcizâne- baktığımda, bu kişilerin “kötü insanlar” olmadıkları,
fakat belki de âileden kaynaklı olarak zayıf bir psikolojiye yatkın oldukları, üstelik
sorunlar karşısında dik bir duruş (dirâyet) gösteremeyen kişiler olduğunu görüyorum.
Genellemek istemem ama, özellikle göçmen ve göçmen kökenli olanlarda da bunu
görüyorum. “Çünkü onlar kısa süreler içinde; İslâm, komünizm ve kapitâlizm
süreçleri yaşamışlar ve nefisleri renkten-renge girerek afallamış ve
hastalanmış, sonuçta da bozuk bir psikolojiye sâhip olmuşlardır” diye
düşünüyorum. Yâni nefisleri müslümanlıkla birlikte uzun süre bir düzen
içindeyken, bir-anda kapitâlizm ile aşırı kışkırtılmaya yada komünizm ile aşırı
kısıtlanmaya uğramış olduğundan dolayı hastalanmıştır. Bu etki azalsa da hâlen
sürmekte ve psikolojik sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu kişilerin maddî durumları
da orta seviyededir. Vicdanları (temiz olduğundan dolayı) nefis-merkezli bir
hayâta îtirâz etmekte ve ruhlarına sürekli olarak baskı yapmaktadır. Fakat
yaşadıkları, bildikleri, inandıkları ve alışkın oldukları hayat ile rûhun
yönelttiği hedef çatışmaktadır. Kötü insanların ise vicdanları ruhlarına baskı
yapmıyor ki onları rahatsız etsin. Onlar zâten nefse kesmişlerdir ve sâfi nefs
olmuşlardır. Çünkü psik’in yâni nefsin tüm isteklerini ve arzularını yeterince ve
fazlasıyla beslemektedirler. Vicdanları köreldiği için artık nefs-rûh-beden
arasında bir çatışma yaşamamaktadırlar. Oysa iyi, temiz, dürüst insanların
vicdanları-ruhları onlara sürekli baskı yapmakta, nefs-merkezlilikten,
rûh-merkezliliğe kayması için sürekli olarak nefse rahatsızlık vermektedir. Buna
rağmen rûh lehine yaşam-tarzlarında değişiklik yapmayanlarda vicdan-nefis-rûh
çatışması sürekli olduğundan dolayı bir buhrân ortaya çıkmakta, buhran
büyüdükçe nefsi hasta etmekte ve psikolojiyi bozmaktadır. En doğrusunu tabî ki
de sâdece Allâh bilir. Ben âcizâne böyle olduğunu düşünüyorum.
İnsanın rûhu vardır, fakat bozulan şey rûh değildir.
Bedensel bir bozulmadır psikolojik bozulma. Zîrâ rûh bozulmaz. İnsanlar rûhlarını
beslemedikleri, ruhlarına yönelik şeyler yapmadıkları yâni ruhtan uzak
kaldıkları zaman nefisleri hasta olur ve psikolojik işlevleri bozulur. Zîrâ
rûh-beden-nefs dengesi bozulmuş olur. Bu bozulma bedende korku, kaygı, endişe
gibi sıkıntılar meydana getirerek bedene de zarar verir. Sürekli endişe ve
sıkıntı hâlinde olan bedende de çeşitli sorunlar ve hastalıklar çıkmaya başlar.
Davranış bozuklukları ortaya çıkar. Zîrâ rûh o anda sönük kaldığında nefse ve
bedene etki edememektedir. Çünkü vahiyle desteklenmemekte ve beslenmemektedir.
Böylece denge korunamamaktadır.
Rûh-bilimi mümkün bir şey değildir. Çünkü “rûh
hakkında bize az bir bilgi verilmiştir” (İsrâ 85). Rûh Rabbin emrindendir. Onun
ne olduğunu sâdece Allah bilir. Zâten sorun rûhta değil, nefiste ve dolayısı
ile psikolojidedir. Psikoloji denen şey nefstir. Beden, hayâtiyetini ancak nefsin
ölçülü arzuları ve istekleriyle dengeli bir şekilde sürdürebilir. Bu denge ise
ancak rûhun kontrôlünde korunabilir. Rûh-merkezli olunduğunda denge bozulmaz.
Fakat rûh ötelenince nefs yükselir ve nefs-merkezlilik ortaya çıkar. Nefs aşırı
arzular ve isteklerle ölçüyü aşınca denge bozulur ve nefs hastalanmaya başlar.
Nefsin hastalanması “psikolojinin bozulması” demektir.
Psikolojik tedâvi rûhu
tedâvi etmez, zâten rûh bildiğimiz anlamda hastalanmaz. Maddî olan ilaçların
maddî olmayan rûha bir etkisi olmaz. Bedene ve nefse yâni psikolojiye etkisi
olabilir ama o da tam bir etki olmaz ve sürekli ilaç kullanımı gerekir. Zîrâ
rûh-beden dengesi bozulduğunda psikolojinin düzelmesi mümkün değildir. Rûhun
gıdâsı müzik değil, vahiydir. Zîrâ vahiy de rûhtur. Bâzı melodiler ise “nefsin
gıdâsı” olabilir. Müzik belki rûhun dolaylı ve sınırlı bir gıdâsı olabilir.
Müzik bedeni-nefsi-psikolojiyi rahatlatınca ve nefse ara verildiğinde rûhun
açığa çıkmasıyla rûh gıdâlanmış olabilir. Rûh maddî olmadığı için maddî
ilaçlarla tedâvi edilemez. Psikolojik ilaçlarla, insanın zihin karışıklığı ve
beyin buhranı tedâvi edilmeye çalışılır. Bu ise, nefsin yâni psikolojinin
tedâvi edilmesi demektir. Lâkin nefsin yâni psikolojinin tedâvisi, aslında ve
gerçek anlamda, onun mahrûm olduğu şey ile olabilir ki o da rûhtur. Rûh yâni
vahiy ile iç-âlem ve sonra da dış-âlem inşâ edildiğinde yada bu çaba içerisinde
olunduğunda, rûh doygunluğa ulaşacak, böylece nefse ve psikolojiye “huzûr”
olarak etki edecektir. Böylece nefs-psikoloji düzeldiği gibi beden de rahat bir
nefes alacaktır. Yâni nefsin denge hâline gelmesiyle nefs ve dolayısı ile
psikoloji düzelmiş olacaktır. Zîrâ beden-nefs-rûh dengesi oluşmuş olacaktır. Böylece
beden de sağlıklı olacaktır. Tabi bedenin sağlıklı olabilmesi için yediklerinin
ve içtiklerinin de sağlıklı olması gerekir.
Psikoloji rûh ile değil beden
ile ilgilidir. Bu yüzden de psikolojinin bozulması “nefsin bozulması” demektir.
Nefsin bozulması ise, insanların düşündüğü, hayâl ettiği, beklediği ve umduğu
şeyleri, -sünnetullah ve imtihan gereğince- istediği ve umduğu gibi karşısında göremeyince,
yâni Dünyâ’da sanki cennetteymiş gibi sorunsuz bir şekilde yaşayamayınca,
nefsinin bunu bir türlü kabûl edememesi ve bunun sonucunda da psikolojisinin yâni
nefsinin bozulması durumudur. Peki nefs bunu niçin kabûl edemez?. Çünkü nefs
serbest olmak ister, yapacağını serbestçe işlemek ister, sürekli olarak
kışkırtılmak ve daha çok yapmak ister. Bu nedenle de insanlar hep nefislerini
beslemişler ve nefsin isteğine göre bir hayat düşlemişlerdir tüm târih boyunca.
Psikolojinin bozulması işte bu düşün gerçekleşememesinin sonucunda nefsin zayıflamasına,
zayıflaması ise çökmesine neden olmaktadır. Bu duruma gelinmesinin nedeni,
kişinin aşkın bir hakîkate dayanmak yerine nefs-merkezli olarak düşünmesi ve
edip-eylemesidir. Nefsin zayıf olması, kişinin âhiret-merkezli değil de Dünyâ
ve nefs-merkezli yaşamak istemesinden ve yaşamsından dolayıdır. Bu şekilde
yaşamak düşünüldüğünün aksine, nefsi yâni psikolojiyi zayıflatır ve çökertir.
Peki depresyon ile hüzün
arasında nasıl bir fark vardır?. Bu ikisi nasıl ayrılır?. Yoğun hüzün depresyon
mudur?. Çünkü psikologlar-psikiyatristler yoğun hüzne “ağır depresyon” teşhisi
koyabiliyorlar ve ilaç başlıyorlar. Fakat bu hiç-bir işe yaramıyor. Çünkü
psikolojik bozukluk yada depresyon nefs ve beden ile ilgiliyken, hüzün rûh ile
ilgilidir. Hüzünlü olmak kötü bir şey değildir. Depresyonda “umutsuzluğun
baskın olduğu bir mutsuzluk”, hüzünde ise “çâresizliğin baskın olduğu bir
mutsuzluk” vardır. Tabi hüznün bir mutsuzluk olup-olmadığı da tartışılır. Depresyondaki
kişi sabredemez ve en sonunda intihar eder yada etmek ister. Hüzünlü olan ise,
umûdu dâim olduğu için “bu da geçer be!” diyebilir ve sabreder. Çâresizlik “ölüme
çâre yok” gibidir. Fakat umutsuzluk, hiç-bir umudun ve beklentinin olmaması
durumudur. Hüzün içten-içe güzel bile olabilir fakat depresyonun güzel bir
tarafı yoktur. Çünkü kâlpler ve ruhlar bir umut olduğu için Allah’ı zikretmekle
tatmin bulup ferahlayabilir.
Rûhun maddî olmadığının
delillerinden biri de, Kur’ân’ın vahye rûh demesidir:
“Böylece sana emrimizden
bir rûh vahyettik. Sen, kitap nedir, îman nedir bilmiyordun...” (Şûrâ 52).
Nefs, rûh ve bedenle
irtibatlı olmasına rağmen ne rûh ne de bedendir. Nefs, maddenin bir özelliğidir
ama maddenin kendisi değildir. Madde ile kâimdir ve madde ölünce ve yok olunca
o da yok olur gider. Nefs rûh değildir. Rûh madde ile alâkası olmayan ama
neliğini bilemeyeceğimiz bilinç kaynağıdır. Bu nedenle hastalanan şey, rûh
değil, bedene bağlı ve bedenin bir özeliği olan nefstir.
Hayvanlarda rûh yoktur ve
sâdece beden ve nefs vardır. Nefs güdü üretir ve bedeni güdülere göre
yönlendirir. Rûh ise nefse etki edebilen bir şeydir. Eğer rûh yine bir rûh olan
vahiyle beslenmezse, beden ve nefs ruhsuz kalır ve hayvanca davranır. Ruhtan
mahrûm olan nefs ve beden sâdece bedene yönelik şeyler yaparlar. Fakat rûh
vahiy ile beslendikçe ve güçlendikçe nefse ve dolayısı ile bedene de etki
etmeye başlar. Zîrâ Allah, rûhu, nefsi ve dolayısıyla bedeni kendine has
etkisiyle düzene soksun diye üflemiştir.
Bedeni canlı ve diri tutan
şey rûh değil nefstir, rûh, kâlbi canlı tutar. Bu nedenle rûh çıkınca insan
ölmez, tam-tersine, insan ölünce rûh çıkar gider. Kanımca nefsin merkezi beyin,
rûhun merkezi kâlptir; akleden kâlp. Aklın özel ve orijinâl bir varlığı yoktur.
Rûh akletme yeteneğine sâhiptir. Vahiyle beslenmeyen rûh kâlbe etki etmeyeceği
yada çok da etki etmeyeceği için akletme gerçekleşmez. Akletme olmadığında ise
ancak beyni merkez olarak kullanan nefsin zekâsını kullanması durumu yaşanır.
Lâkin rûhun etkisinden uzak kalan zekâ dünyevî ve beşerî şeylere yönelik
çalışır. Böylece dünyevileşme ve beşerîleşme başlar. Sonuçta da -aynen
günümüzde olduğu gibi- ruhsuz bir dünya ve insanlık ortaya çıkar.
Vahiy yâni Kur’ân ile desteklenen
rûh, nefisleri terbiye edip de kontrôl ettiğinde nefs (psikoloji) ve beden de
vahiy-merkezli olmuş olur ve tam bir denge kurulur. Bu dengeyi kuran kişilerin
psikolojileri çok iyi ve sağlam olur. Aksi-hâlde çatışma, bozulma ve hastalanma
kaçınılmazdır. Nefislerin hastalanması, psikolojilerin bozulması demektir.
Böylece bedenler de etkilenir ve ruhlar da silik-sönük kalır. Bu durumdaki insan
bunalımlar-buhranlar ve “sanki göğe çıkıyormuş gibi” sıkıntılar içinde kalır. Üstelik
nefisleri yâni psikolojileri hastalanıp bozulanların sayısı her geçen gün
artar.
Psikolojilerin düzelmesi yâni
nefislerin hastalığının tedâvisi için tıbbî ilaçlarlar hiç-bir zaman yetmez ve
sorunlar, sâdece tıbbî ilaçlar ile kesin şekilde giderilemez. Mutlakâ rûhun da
katkısı olmalıdır. Rûhun katkısı da vahyin katkısıyla desteklenmelidir. “Kur’ân’ın
kâlplere şifâ olması” bu demektir. Bu katkı sâdece ilmî olarak değil, amelî olarak
da olduğunda ve yanlış yaşam-şekli vahye göre değiştiğinde ancak, nefisler şifâ
bulur ve psikolojiler düzelir. Aksi-hâlde modern insana ne psikolojik ilaçlar ne
de absürd terapiler yeter. Vahiy-merkezli değişim yaşanmadığında, kişi hayâtına
intiharla son vermediyse, buhranlar, bunalımlar, endişeler ve korkular içinde
yaşamak zorunda kalır. Böyle kişilerin hayatları kaygılar içinde sürer ve pişmanlıklar
içinde son bulur.
Beden-nefs-rûh dengesi,
insanı bu dünyâda iyilik ve güzellik içinde yaşatacağı gibi, âhirette de sâlihlerin
arasına katar. Çalışanlar işte bunun için çalışmalıdır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder