“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih
amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç
ve iktidâr sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidâr sâhibi’
kılacak, kendileri için seçip-beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar,
yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan
sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).
Nûr Sûresi 55. âyet, “iktidârı hedefleyen bir lîderlik”ten bahseder ki,
bahsedilen lîderlik apaçıktır ki “devletin lîderliği” demektir. İslâm’da devlet
ve iktidar hedefi, en nihayet “Dünyâ İslam Devleti-İktidârı” şeklindedir. Çünkü
âyette “yeryüzünde” ifâdesi vardır.
İslâmî bir
devlet kurma hayâlinin ve imkânının ütopya olarak görülmesine neden olan şey,
seküler kuşatmanın iliklerimize kadar işlemiş olmasıdır. Oysa tüm peygamberler
Allah'ın dînini yeryüzüne hâkim kılmak için gönderilmiştir ve Kur’ân da zâten
bize bu emri verir:
“Allah,
dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya
ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) ‘Allah’ın dînini hayâta
egemen kılın (ekîmûd dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini
sizin için bir ‘hayat düsturu’ olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu
düstur Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve
kendisine yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).
Dînin hedefi, kişinin
iç ve dış-âlemini inşâ etmesidir. Yoksa birilerinin zannettiği gibi İslâm sâdece
iç-âlemlerin inşâsı ve neşesi için değildir. İç-âlemlerin inşâsından sonra sıra
dış-âlemin inşâsına da gelir ki bu inşâ nihâyetinde ancak bir İslâm Devleti
içinde olabilir. Kur'ân, iç-âlemlerden sonra dış-âlemde de dînin hâkim kılınmasını
emreder. Bu ise ancak liyâkatini ispatlamış ve hakkıyla Allah’a kulluk yapan
İslâm toplumunun kuracağı bir devlet içindeyken olabilir ancak. Bu devlet de,
Kur’ân’ı merkeze almış ve Sünnet örnekliğini de göz-önüne alan bir devlettir.
“Hani, Mûsâ
kavmine (şöyle) demişti: Ey kavmim, Allah’ın üzerinizdeki nîmetini anın;
içinizden peygamberler çıkardı, sizi yöneticiler kıldı ve âlemlerden hiç
kimseye vermediğini size verdi” (Mâide 20). Âyette, “meliklik”ten
bahsedilir ki, bu meliklik “bir devletin melikliği”dir. Zâten Hz. Dâvud ve
Süleyman da, bir İslâm Devleti’nin hükümdarları ve peygamberleri yâni
melikleriydiler. Bu meliklik, apaçık bir İslâm Devleti ve iktidârıdır. Üstelik
lâik olmayan bir devlet-şeklidir bu. Zîrâ İslâm’da lâiklik ve demokrasi gibi
sapkınlıklara aslâ yer yoktur.
“Onlar ki,
yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidâr sâhibi kılarsak, dosdoğru namazı
kılarlar, zekatı verirler, mârufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün
işlerin sonu Allah’a âittir” (Hac 41). Âyette
bahsedilen “imkân”, “iktidar”dır ki bu iktidar elbette “bir devletin iktidârı”,
İslâm Devleti’nin iktidârıdır.
“Allah’ın o
(fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve
Resûl’e) yakın akrabâlığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir.
Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir
devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden
sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı
(ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr 7). “Devlet” kelimesi ise,
Haşr 7’de “dûleten” olarak geçer ki, servetin ortaya çıkardığı, “devlet
ayarında bir güç” anlamındadır. Yâni “devlet gücüne erişen bir güç” olmamalıdır
servetin, sermâyenin ve sermâyedarın gücü. Şu-anda da bâzı kişiler servet
ellerinde birikince, bir-çok devletin toplam sermâye gücüne erişmiş ve “devlet-üstü
bir güç” olmuşlar, “devlet içinde devlet” hâline gelmişlerdir.
Dûleten
kelimesi, “gücü elinde tutmak” anlamında “devlet” demektir. Yoksa zâten devlet
soyut bir şeydir. Eğer, “İslâm’da günümüzdeki gibi seküler bir devlet yoktur”
deniliyorsa eyvallah. O ayrı bir konu. Fakat “İslâm’da devlet yoktur ve İslâm
Devleti bir ütopyadır” denildiğinde, “orada durun bakalım” dememiz gerekir.
Zîrâ güzel örnekliğimiz Peygamberimiz’i, Kur’ân inşâ etmiştir ve böyle
olduğundan dolayı her düşüncesini ve amelini Kur’ân’a göre yapmaktadır. Öyle
ya; Peygamberimiz Kur’ân’a aykırı yada Kur’ân’ın onaylamayacağı bir şeyi
yapacak değildir. Peygamberimiz’in Medîne’de bir İslâm Toplumu ve bir İslâm Devleti
kurduğu kesin olduğuna göre, “İslâm’a bu yönden bakıldığında da İslâm Devleti
vardır” sonucuna ulaşılır. Çünkü Hz. Muhammed bir İslâm toplumu ve bir İslâm
Devleti kurmuştur ve Allah “Ben izin vermeden niçin devlet kurdun” dememiştir.
Vahiylerini de bu İslâm Devleti üzerinden indirmiştir.
Devlet kelimesi
Tevbe 86’da “tavli”, Nur 22’de “ye’teli”, Haşr
7’de “dûleten” olarak geçiyor ve “servet” anlamı veriliyor. Fakat “mal,
birilerinde servete dönüşmesin” anlamı biraz sorunlu ve eksik oluyor. Çünkü mal
anlamına gelen “mülk”, melikle (müluk) aynı anlamdadır. “Mekkennâ lehu fîl ard”
cümlesi, “imkân vermek” anlamındadır ki, bunun “devlet imkânı” olduğu apaçıktır.
Dolayısıyla mal-mülk-servet-melik aynı anlama geliyor. Bu nedenle “dûleten”
kelimesi “devlet” anlamındadır ve devlet anlamında da kullanılabilir. Zâten
mîrâsa konan kişiler için de, “devlete kondu” denir. Bir de “müdâvele” kelimesi
vardır ki, “elden-ele geçen iktidâr gücü” anlamındadır. Bu iktidâr, “devlet
iktidârı”dır tabî ki. Mehmet Akif
Çeç, İslâm’da-Kur’ân’da devletten söz edildiğini ve onun belli şartlar
dâhilinde kurulabileceğinden bahsederken şunları söyler:
“Aynı
kökten (d-v-l) ‘devlet’ kavramının da türetildiği ‘müdâvele’ sözcüğü ile ‘el değiştirdiği’ ifâde edilen zaferin (dolayısıyla devletin ve medeniyetin)
mü’minlerin eline geçebilmesinin hangi şartlara bağlı olduğunu Kur’ân’da
farklı sûrelerde geçen bâzı âyetleri tâkip ederek de çıkarabilmek mümkündür.
Aynı-zamanda
Allah’ın târihe müdâhalesi olarak da
okunabilecek bu âyetler, Allah’ın mü’minlere belli
şartları yerine getirmeleri koşuluyla mutlak zafer vaâd ettiğinin apaçık
delilleri ve göstergeleri gibidir: ‘Eğer siz
Allah’a yardım ederseniz (Allah’ın dîni için
çalışır, cehd ederseniz), Allah da size yardım eder’ (Muhammed: 7). ‘Allah
size yardım ederse, artık size gâlip gelecek hiç kimse yoktur’ (Âl-i İmran: 160). ‘Allah’ın
yardımı ve zafer/fetih geldiğinde insanların fevc-fevc (kitleler
hâlinde) Allah’ın dînine girdiğini görürüsün”
(Nasr: 1). Bu âyetlerden târihin mü’minlerin lehine tedâvül etmesinin ve mü’minlerin Allah’ın yardımına mazhar olup zafere
ulaşmasının şartının ‘Allah’ın dîni için
çalışmak’ olduğu çıkarımını elde etmek
mümkündür”.
Şu âyetler de,
müslümanların yeryüzünde iktidar olmasından bahseden âyetlerdir: A’raf 56, 74,
85, 129; Enfâl 67; Yûnus 14; Kehf 84; Hac 41; Nur 55; Kasas 5; Fâtır 39; Sâd
26, Mü’min 29; Mâide 54-56; Tevbe 14.
Modern Kur’ân
çalışmalarında şöyle bir sorun var: İnsanlar istiyorlar ki, Kur’ân onlara birer
ansiklopedi gibi her-şeyi alfabetik sıraya göre söylesin. Hâlbuki bu, Kur’ân’ın
üslûbuna aykırıdır. Çünkü Kur’ân bir “hayat kitabı”dır ve vahiy, hayâttan kopuk
olarak inmez. Kur’ân’ın apaçık şeyleri ayrıca açıklamasına da gerek yoktur.
Kur’ân’ın 2X2’nin 4 ettiğini söylemesine
gerek yoktur. Bu zâten mâlûmdur.
Kur’ân’da ille
de “devlet kurun” gibi bir emir aramak doğru değildir. Bunu söylemesi abes
olurdu. Çünkü “İslâm, iç-âlemlerin inşâsından sonra dış-âlemin inşâsı ve hayâtın
her alanına hâkim olmak için gönderilmiş-indirilmiş bir din”dir. İslâm’ı bâtıl
dinlerden ayıran temel özelliklerden biri de budur. Zâten Peygamberimiz apaçık
bir devlet kurmuştur. Bu devletin yasasını Kur’ân’a göre yapmıştır. Vahye
aykırı bir yasa yoktu kurduğu devlette. Kur’ân’ın emrettiği gibi yapmıştır yasaları
ve bu devletin lîderi-emiri olmuştur. Zâten devlet-gücü olmadıkça, hayâtı
boyunca düzenlediği 70’e yakın savaş, sefer, gazve ve seriyyeleri yapamazdı.
Çevre ülkelerin lîderlerine gönderdiği dâvet mektuplarını da “devlet başkanı”
sıfatıyla göndermişti.
Sünnet’te yâni
“vahiy-merkezli mü’minlik örneğinde” Peygamber’in bir devlet başkanı olduğu
apaçıktır. Zâten Peygamberimiz’in hicret-öncesinde de bir devlet kurma hedefi
vardır ve Habeşistan Hicreti, Taif yolculuğu ve panayır zamanlarında gelenlere
yapılan “apaçık dâvet ve teklifler” bunun delîlidir. En sonunda Medîne’liler
bunu kabûl etmişlerdir. İslâm Devletini Medîne’de kurmak nasip olmuştur. Çünkü
şirkin, küfrün ve dolayısıyla zulmün hâkim olduğu bir yerde İslâm’ın hakkıyla
yaşanabilmesi mümkün değildir. Bunu idrâk eden Peygamberimiz, hicret edecek ve
bir siyâsi yapı kuracak bir yurdu daha Mekke’deyken düşünüyordu ki bunu
düşünmesine neden olan şey elbetteki Kur’ân’ın direktifleri ve hükümleriydi.
Kur’ân’ın hakkıyla yaşanabilmesi ve hayâta hâkim kılınabilmesi için Kur’ân’ın
anayasa olduğu bir devletin kurulması o zaman elzemdi ve bu her zaman da
elzemdir. Zîrâ İslâm, bir devlet-medeniyet projesidir.
Bir de şu var
ki; Kur’ân’da defaatle “hükmün sâdece Allah’a âit olduğu” ve Peygamber’e de
“Allah’ın hükümleri ile hüküm verilmesi” emredilir. Bu hükümler tabî ki hayâtın
her alanıyla ilgili olan hükümlerdir. O hâlde bu hükümler hangi sıfatla ve
hangi gücün içindeyken verilecektir?. Savaş, devletler-arası yazışmalar,
“sâdece devletin hâlledebileceği” sosyâl-toplumsal sorunlar hangi güçle
giderilecektir?. Şu âyetin emri hangi güçle uygulanacaktır?:
“Fitne kalmayıncaya ve dînin hepsi
Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz
Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39).
Yoksa onlar câhiliyye (İslâm-dışı)
yönetim mi istiyorlar?. İyi anlayan bir topluma göre hükmü bakımından Allah’tan
daha iyi kim vardır?”
(Mâide 50).
Bahsettiğimiz
devlet, seküler bir devlet değildir ve İslâm Devleti’dir tabî ki. Biz, o “ideâl
devlet”in örnekliğinden mahrûm olduğumuz için boşuna “İslâm’da devlet var mı
yok mu” tartışması yapıyoruz. İslâm Devleti, “ümmeti toplayan bir devlet” olmak
zorundadır. Yoksa İslâm Devleti bir ulus-devlet şekli değildir. İslâm’da devlet
amaç değil araçtır ve ümmeti ve İslâm medeniyetini, adâleti, huzûru ve güvenliği
meydana getirmek için şarttır. Fakat, Peygamber’in vârisleri olan âlimlerden
oluşan bir kurulun seçtiği ve başında bir imamın bulunduğu İslâm Devleti
olmadan ümmeti toplamak nasıl ve hangi sıfatla olacaktır?. Yâni ümmet nasıl
toplanacak ve hangi otorite altında birleşecektir?. Devlet denilen şey sonuçta,
başında bir lîderin bulunduğu, devlet görevlilerinden oluşan bir yönetim ve
işleyiştir. İşte bu işleyiş sâdece İslâm Devleti’nde Allah’a göre yâni Kur’ân’a
göre olur. Kâinatta her-şey Allah’a göre işliyorken, yeryüzünde insanların
arasındaki iş ve işleyiş Allah’â göre olmasın mı?. Peki bu işleyişi sağlayacak,
denetleyecek ve kontrôl edecek olan güç ne olacaktır?. Bunu kim hangi sıfatla
ve güçle sağlayabilecektir?. Bu güç ve otorite, elbette İslâm Devleti içinde olacaktır.
O hâlde İslâm Devleti’ni ütopya olarak görmek de neyin-nesidir?.
Şu-anda
müslümanların ümmeti birleştirememelerinin ve hakkı-hakîkati gerçekleştirememelerinin
nedeni, ideâl bir devletin yâni İslâm Devleti’nin bulunmayışıdır. İslâm Devleti,
ümmete alternatif değil, onun bir ön-şartıdır. İslâm Medeniyeti’ni başlatmak
için gerekli aşamalardan biri de devlettir. Mü’minler topluluğu-devlet-ümmet-medeniyet
süreci böyle işler. “İslâm’da devlet yoktur” ve “İslâm Devleti bir ütopyadır” demek,
“Peygamber devlet kurmamıştır” ve “Peygamber ve sahabenin kurum olarak bir
yapılanması yoktu” demektir böyle bir şeyi söylemek târihi yok saymak anlamına
gelir. Modern müslümanlıkta Peygamber -sözde- Kur’ân lehine ötelenince böyle
sapkın bir düşünce ortaya çıkmıştır. Peygamber’in yaptıkları ve kurduğu devlet,
“Peygamber’i ötelemek” bağlamında görmezden gelinmekte ve “Kur’ân’da İslâm
Devleti yoktur” denmektedir.
Aslında
sorun (ki bence bu bir hastalık hâline gelmiştir), Peygamberimiz zamânında
devletin hayâtın tam da ortasında apaçık bir şekilde tezâhür etmesine bakmadan,
“devlet” şeklinde yazılan devleti Kur’ân’da aramaya kalkmaktır. “Kur’ân’da
yoksa o şey yoktur” düşüncesi çok yanlıştır. Devlet kelimesi ve yapısı
verdiğimiz âyetlerde de apaçık şekilde görüldükten başka; devlet denilen şey
teorik değil pratik bir şeydir ve İslâm ‘da pratiklik Kur’ân ile değil Sünnet
ile yâni Allah’ın Ahzâb Sûresi 21. âyette “güzel örneklik” dediği
Peygamberimiz’in vahiy-merkezli pratikliğinde ortaya çıkar. İslâm’da devletin
olup-olmadığı, “güzel örneklik” üzerinden anlaşılabilir. Zîrâ mü’minler için,
bilgi ve bilincin temel kaynağı Kur’ân-ı Kerîm iken, amel ve eylemin kaynağı ve
örnekliği ise Sünnet’tedir.
Kur’ân devlet
istiyor mu sorusunun cevâbı ise şu âyetlerdir:
“Bir vakit Mûsâ, halkına: ‘Ey halkım!’
demişti, Allah’ın size bahşettiği nîmetleri hatırlayın ki O, aranızdan
peygamberler çıkarmış, sizi Melikler kılmış ve Dünyâ’da başka hiç kimseye
göstermediği lütfunu size göstermişti” (Mâide 20). Allah bu âyette melikliği yâni devlet lîderliğini “en
büyük nîmet” olarak söylüyor.
“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih
amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç
ve iktidâr sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidâr sâhibi’
kılacak, kendileri için seçip-beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar,
yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan
sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55). Bu âyette de Allah, İslâm Devleti kurmanın aşamalarından
ve şartlarından bahsediyor.
“Andolsun, biz Zikir’den sonra Zebur’da
da: ‘Şüphesiz Arz’a sâlih kullarım vâris olacaktır’ diye yazdık” (Enbiyâ 105). Bu âyette Allah, İslâm
Devleti’ni kuracak olanların sâlih kullar olacağını söylüyor. Zâten bir üstteki
âyette de İslâmî iktidârın şartının “sâlih amel”den geçtiğini söylemişti.
“Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere
lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak istiyoruz” (Kasas 5). Güçten düşürülenler,
İslâm-merkezli oldukları için seküler toplum tarafından dışlanan kişilerdir.
Çünkü İslâm-merkezli olanların kuracağı toplum ve devlet, elbette İslâm toplumu
ve İslâm Devleti olacaktır.
“Onlar o mü’minlerdir ki, eğer
kendilerine yer-yüzünde bir iktidar mevkî verirsek namazı dosdoğru kılarlar,
zekâtı verirler; iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar” (Hac 41). İslâm Devleti’nde iktidârın
nasıl bir tavır izleyeceği ve hakkı hâkim kılmak için neler yapması gerektiği
söyleniyor.
“O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve
size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti.
Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O,
bağışlayandır, esirgeyendir” (En-âm 165). Allah, aynen göklerde olduğu gibi yeryüzünde de
Allah’ın sözünün-dîninin hâkim olması için, insanı halife seçtiğini söylüyor.
Halife-insan bu hâkimiyeti, elbette bir İslâm Devleti iktidârı ve gücüyle
yapacaktır.
“İslâm’ın devleti talebi
yoktur” diyenler, aslında bir İslâm Devleti’nin olmasından ürkenler ve
korkanlardır. Çünkü cihangir bir İslâm devleti olduğunda, Allah’a, Peygamber’e,
Kur’ân’a ve İslâm’a aslâ hakâret ettirmez, iftirâ attırmaz ve yan baktırmaz.
Buna zinhar müsâde etmez. Yine de bunları yapanların kulaklarını iyice bir
çeker, olmadı sopayı basar. İşte bunun korkusundan dolayı tasavvufçular,
târihselciler, modernistler, Kur’âncılar, meâlciler ve tüm İslâm, Kur’ân ve
Peygamber düşmanları, İslâm’ın bir devlet talebinin olmadığını zırıldar
dururlar.
İslâm’ın
fıtratında ve doğasında Dünyâ’ya her alanda hâkim olmak vardır. Çünkü İslâm, hayâtın her
alanında hükümrân olmak, iktidâr ve muktedîr olmak
ister. Zîrâ İslâm sâdece “din” değil, aynı-zamanda devlettir de. Çünkü
İslâm bir hayat-dînidir ve siyâsettir de. Bu siyâset elbette bir devlet ile
yapılacaktır.
İslâm Devleti
kurmak bir ütopya değildir ve zâten ütopyalarda bahsedilen devletlerin
kurulması pek mümkün değildir. Zîrâ gerçekçi değildirler. Çünkü Dünyâ’da ve
insan yapısında bir karşılığı yoktur. İnsan nefsi hesâba katılmadan kurulması
plânlanan devletler gerçekten de bir ütopyadır ve bir hayâldir. Zâten örneği de
yoktur. Fakat İslâm Devleti gerçekçidir ve güzel bir örneği vardır. Hz.
Osman’ın hilâfetinin ikinci yarısından sonra 1.400 yıldır bir İslâm Devleti’nin
kurulamamış olması, İslâm Devleti’nin hiç-bir zaman kurulamayacağı anlamına
gelmez ve İslâm Devleti düşüncesinin bir ütopya olduğunu zinhar göstermez.
Zâten zaman-zaman bir İslâm Devleti düşüncesi ve çabası içinde olanlar olmuştur
ve bunun hayâlini kuranlar her dâim vardır. Çünkü böyle bir hayâli olmayanlar
ve bir İslâm Devleti fikrini gönüllerinde taşımayanlar zamanla yozlaşırlar ve
başkalaşırlar ki bunun örneklerini günümüzde çokça görmekteyiz. İslâm Devleti
ülküsüyle yola çıkanlar, verdikleri tâvizlerin ve kaypaklıkların sonucunda
lâik-seküler-muhâfazakâr demokraside karar kılmışlardır ve Allah’ı hesâba
katmayan yönetim-şekillerini övmektedirler. Zîrâ İslâm Devleti fikrine hakkıyla
sâhip çıkmamışlar, bu yola adanmamışlar ve sonuçta şeytanın ve nefislerini ayartmasıyla
birlikte İslâm Devleti kurmayı bir ütopya olarak görmeye başlamışlardır. Allah
da onları; İslâm Devleti yerine Allah’sız bir devlet şeklini övmekle,
desteklemekle ve bu tür devletin lîderlerine duâ etmekle cezâlandırmıştır.
İslâm Devletinin
ön-şartı, hakkıyla kulluk yapan bir İslâm Toplumu’nun bulunmasıdır. Böyle bir
İslâm Toplumu’nun ortaya çıkması bir İslam Devleti’nin de kurulmasına neden
olacak ve sonuçta Dünyâ bambaşka bir yer hâline gelecektir.
“İslâm’ın devlet talebi var mıdır” ve “Kur’ân devlet
kurmaktan bahseder mi” sorusunun cevâbı; “İslâm’da-Kur’ân’da devlet kurmak
düşüncesi ve örnekliği kesinlikle vardır, hem de İslâm’ın talep ettiği,
emrettiği ve örneklendirdiği devlet en nihâyetinde din-u devlet olarak “Dünyâ
İslâm Devleti” şeklindedir. Buna rağmen İslâm Devleti kurmayı bir ütopya olarak
görenler, bir ütopya içinde sapkınca yaşamaya mahkûm olurlar-olmaktadırlar.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder