“Allah, tevbelerinizi kabûl etmek ister;
şehvetleri ardınca gidenler, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler” (Nîsâ 27).
İnsanlık târih
boyunca çeşitli sapmalar göstermiştir ve her sapma mutlakâ zulme ve şirke yol
açtığından, Allah insanları bu sapmalardan kurtarmak için peygamberler ve
onlarla birlikte de vahiyler-kitaplar göndermiştir. Sapmalar “insanların ortaya
çıkardıkları” şeyler olduğu ve insanlar o sapma üzre hareket ettikleri için,
toplumlar genelde o sapmalardan vazgeçmemişler ve nihâyetinde de helâka
uğramışlardır:
Andolsun, sizden önceki nesilleri, resûlleri kendilerine
apaçık deliller getirdiği hâlde, zulmettikleri ve îman etmeyecek oldukları için
yıkıma uğrattık. İşte biz, suçlu-günahkâr olan bir topluluğu böyle
cezâlandırırız” (Yûnus 13).
Sapmanın nedeni,
insanın “nefsine göre yaşama isteği”dir. Öyle ki; nefsin arzu ettiği gibi
yaşayanlar, “inandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız”
sözüne göre; yaşadıkları gibi inanmaya ve hattâ yaşadıkları hayat şeklinin en
doğrusu olduğunu söylemeye başlarlar ve bunu ölümüne savunmaya kadar götürürler.
Artık nefislerinin hoşuna giden ve arzularının istediği gibi yaşamak en ideâl
bir yaşam şekli zannedilmeye başlanır. Oysa Kur’ân buna şiddetle îtirâz eder:
“Size ne oluyor?. Nasıl hüküm
veriyorsunuz?. Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?.
İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için
üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki “siz ne hüküm
verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak” diye” (Kalem 36-39).
İnsanlık târihinde,
sapmalardan kaynaklanan bir zulmün ve şirkin, güzellikle, sessiz-sedâsız,
gürültüsüz-patırtısız bertarâf edilip düzeldiğinin bir örneği yoktur. Belki bu
sâdece Hz. Yûnus’un ikinci görev yeri olan kavminin durumu bundan istisnâ
tutulabilir. Çünkü sapmalar zâten insanların, Allah’ı unuttukları yada hesâba
katmadıkları için ortaya koydukları sapıklıklardır ve bu nedenle ondan
vazgeçmek kolay olmamaktadır.
Modern ve post-modern
zamanlarda bir-şey için insanların ölçü aracı; o şeyden “hoşlanılması”, o şeyin
“haz vermesi”, o şeyin “herkesçe kabûl edilip onaylanması”, “o şeye bir îtirâzın
olmaması” gibi nedenlerdir. Peki insanların, “doğal olan”ı varken, “sûni ve
zararlı olan”ı seçmesinin nedeni nedir?. Meselâ çocuklar kahvaltıda; doğal ve
el/ev yapımı bal, pekmez, reçel, peynir, zeytin vs. varken neden bunları
yemezler de, ekmeklerine; ne olduğu belirsiz, fabrikasyon bir üretim olan “krem
çikolata” sürüp onları yerler ve ana-babalar buna pek de ses çıkarmazlar?.
Yine, neden insanlar rahat ve hareket etmeye, oturup-kalkmaya çok daha uygun
olan kıyâfetleri giymezler de, her yerlerinden sıkıştıran dar ve kısa
kıyâfetleri giyerler?. İki-üç inek alıp baksa çok daha rahat, özgür ve doğal
yaşayacağı köyünde kalmaz da, asgari ücretle, bir çeşit “kölelik yapmak”
(çalışmak) için, gürültülü, kalabalık, sıkışık, ruhsuz şehirlere gelmek için
can atar?. Bu soruları modern zamanların îcatları sayısınca çoğaltabiliriz. Tüm
bu modern ürünler ve yaşam-tarzları insanlara medya aracılığı ile gösteriliyor
ve özendiriliyor, insanlar gördüklerine ulaşmak istiyorlar ve
kıyısından-köşesinden ulaşmakla bile vazgeçilemeyecek alışkanlıklar oluşuyor.
Alıştıkları şeyler nefse hitâp eden hoşlandıkları ve haz aldıkları şeyler
olduğu için bu alışkanlıkları eleştirmiyor-sorgulamıyorlar ve tabî ki de bu
alışkanlıklarından vazgeçmeyi düşünmüyorlar. Hâlbuki Kur’ân’da şöyle denir:
“…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey,
sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir.
Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).
İnsanlar pek
sevdikleri, çok iyi olduğunu düşündükleri, büyük bir ilerlemenin sonucu olarak
gördükleri son 250 yıldaki Dünyâ’nın genel durumunu neye göre; iyi, güzel ve
hoş îlan ediyorlar?. Şimdiki zamânın önceki zamanlara göre daha iyi olduğunun
delîli nedir?.
Bu sorulara
aslında bir-kaç kelime ile cevap verilebilir: “Çünkü ‘hayâtı düzenleyenler’
öyle istiyor”; “çünkü biz buna alıştık/alıştırıldık, hiç-bir îtirâzımız da
yok”; “çünkü başka alternatif yok” gibi. Büyük kentlere göçmenin nedeni olarak
ezberlenilmiş-ezberletilmiş bir cevap: “Köyde çocuklar nasıl okuyacak?”. Acaba
köylerini-kasabalarını bırakıp gelenlerin çocuklarının ne kadarı okuyup da
(görece) iyi bir yere geldi?. Yine, bir-kısım kişileri şehirlere çeken etken,
şehirlerde kolay ulaşılabilen günah çeşitleridir. Bu modern günahlar eskiden
olmadığı yada açığa çıkıp yayılma olanağı bulamadığı için ve modern zamanlarda
ayyuka çıktığından, mevcut zamanlar görece daha “iyi” olarak görülüyor. Çünkü,
çeşitli çıkarlara neden olan bu günahlar insanları cezbediyor. Tüm bunlar
“modernizm” bağlamında oluyor.
Modernizm, insanlığın
gördüğü en büyük sapmadır. Hz. Âdem’den îtibâren 18. yüzyıla kadar böyle bir
sapma yoktu. İnsanlık târihinde hiç olmadığı kadar büyük bir sapma ayyuka
çıkmış durumdadır. İlâhi olanın yok sayılıp yada vicdanlara-zihinlere-kâlplere
hapsedilip, aklî olanın -ki îmansız akıl “nefsî olan”dır- aşırı bir şekilde öne
çıkarılması ve bu düşüncenin tüm Dünyâ’ya dayatılmasıyla sonuçlanmıştır. Tabi
bir süre sonra da nefsini ilah edinmiş insanlar bu sapmayı ölümüne savunmaya
başlamıştır. Bundan sonra ise ne olacağı pek belli değildir. Ya Allah rahmet
edecek ve “örnek bir toplum” ile başlayan bir değişim yaşanacak ve bu değişim
tüm Dünyâ’yı etkileyecek; yada Allah insanların böyle bir değişimi yapamayacaklarını,
çünkü bunu istemediklerini görecek ve sünnetullaha göre verilen “süre” dolup “kritik
eşik” aşılacak ve nihayetinde Allah, kurunun yanında yaşı da yakacak ve Dünyâ,
sapmanın büyüklüğü oranında acı bir azâba mâruz kalacak ve belki de bu azap
kıyâmetle sonuçlanacaktır.
Bu sapma doğal
değildir. Dolayısı ile bu sapmayı evrimin bir sonucu olarak değerlendirmek
doğru değildir. Bu sapma bir “projenin” sonucudur. Şeytanın fısıldayıp tâğutların
uygulamaya koyduğu bir projedir. Evrimle olduğunu söylemek, bu sapmaya karşı bir
direncin olmaması içindir. Küresel bir sapma olan modernizm, aşama-aşama
meydana çıkan bir şey değildir. Bir-anda ortaya konulmuştur. İnsanlar bir-anda
oluşan böyle bir değişikliğe katlanmak zorunda bırakılmıştır ve bırakılıyor.
Modernizm denen bu küresel sapma, özellikle 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra hızlı
bir şekilde bir dayatmayla ortaya konmuştur. 90’lardan sonra liberâl
kapitâlizmin rakipsiz kalmasıyla da ayyuka çıkmıştır. Bu yüzden toplum buna
şimdilik tam anlamıyla ayak uyduramamıştır çok şükür. Fakat günden-düne adapte
olmaya başlamıştır. Özellikle İslâm ve doğu toplumları bu durumdan
şikâyetçidir. Hele ki yaşlılar, en çok da onlar bu hızlı değişime ayak
uydurmadıkları için, modern kentlerden kaçıp gitmek istemektedirler.
İster kendi
isteği ile olsun, ister isteği dışında, müslümanlar böyle bir dünyâ ile
karşı-karşıyadır. İçinde yaşadığımız toplum budur. 20. ve 21. yüzyılın câhiliyeti,
toplumu gerek zorla ve gerekse cezbederek bu noktaya getirmiş ve Allah yolundan
ve ilâhi nizâmından uzaklaştırmıştır. Bu sapma yönünde gelişen ve tekâmül eden
Dünyâ’da müslümanın görevi; normâl ve doğal olarak değişip gelen şeylerle,
yapay metodlarla değişip gelen şeyler arasında yâni İslâm’la ilgisi bulunmayan,
câhiliyetin ortaya çıkardığı sebeplerle meydana gelenler arasında bir “ayrım”
yapmaktır. Bu ayrımda müslümanın yegâne mercî Allah’ın kitabı ve şüphesiz onun
yanında da Resûl’ün “güzel örnekliği” olan sünnetidir.
Modernizmin ortaya
koyduğu bu ağır sapmanın bir-çok müşterisi vardır ki, bunlar seküler, lâik,
demokratik ideolojilerin bağlılarıdırlar ve bu durumdan çok memnundurlar. Tek
dünyâlı olan bu kesimin bu nefs-merkezli olan bu sapmaya meftûn olmalarını bir
nebze anlayabiliyoruz. Fakat bizim müslümanlara ne oluyor?. Âhiretteki cenneti
unutup da post-modernizmin Dünyâ’da kurduğu “cennete” onlar da mı kapıldılar?.
Onlar da mı büyülendiler bu görüntülere?. Hem de âhiretteki cennete rağmen.
Âhiretteki cennet yerine bu Dünyâ’daki cennet için yapılan “yarışlar” insanın
başını döndürüyor, kâlbini karartıyor ve rûhunu daraltıyor, aynı-zamanda büyük
umutsuzluklara dûçar ediyor. Hâlbuki Allah:
“Rabbinizden olan bir mağfirete ve
cennete (kavuşmak için) çaba gösterip-yarışın ki (o cennet) genişliği gök ile
yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler için
hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah
büyük fazl sâhibidir”
(Hadîd 21) diyerek âhiretteki cennete kilitler mü’minleri.
Fakat
müslümanlar (mü’minler değil), kendilerini modern zamanların bilim ve teknoloji
ile renklendirilmiş dünyâsına öyle bir kaptırmışlar ki, kendilerinden
geçmişler. “İyi olmayan hiç-bir şey yok”, “ilerlemeyen hiç-bir şey yok”,
“her-şey çok gelişmiş” cümleleri müslümanların da dillerine pelesenk olmuş.
Nihâyetinde öyle bir duruma gelinmiş ki, sanki; “Allah bile kullarından işte
tam da böyle bir Dünyâ istiyordu” denilecek. Allah sanki -hâşâ- bu
modern sapmayı onaylıyor. Allah şimdi murâdına erdi mi yâni?. Allah -hâşâ-
sanki kullarının elindeki akıllı telefonlarla internette fink attıklarını
görünce onlardan çok hoşnut ve râzı. Mağdurlar dese ki; “ama modern sapma
yüzünden bu duruma gelmenin bedelini birileri çok ağır ödedi-ödüyor”; hemen
deyiverecekler ki; “kader”. -Hâşâ- sanki Allah da “Makyavelist” bir düşünceyle
şöyle diyor: “Amaca-hedefe ulaşmak için yâni mevcut ve sözde gelişmiş böyle bir
dünyâ kurmak için bu bedellerin ödenmesi gerekir”. Peki bu bedelleri kim
ödeyecek?. Tabî ki; toplumun en garibanları, fakirleri, güçsüzleri, “yeryüzünün
lânetlileri”..
Eskiye göre
“şimdi”nin daha iyi olduğunun delîli nedir?. Meselâ deniyor ki; “eskiden vebâ
vardı ve insanlar ölüyordu, şimdi aşılarla bu önlendi”. Bir-çok şey gibi bu da
bir yanılgıdır. Dünyâ’nın modern hâlinin çok gelişmiş olduğunu söyleyenler
özellikle tıp alanında büyük bir ilerlemenin olduğunu söylerler câhillikle.
Aslında eskiye göre değişen pek bir şey yok. Dünyâ
Sağlık Örgütü (WHO) 2015 yılında 13.000 kişinin domuz gribinden öldüğünü
açıkladı. (Bunlar resmî rakamlar. Gayr-ı resmî rakamlar çok daha fazla). Hem de bu ölümlerin 7.000’i -güyâ en gelişmiş
ülke olan- ABD’de yaşandı. Daha önceki yıllarda ölü sayısı daha fazla idi.
“Doğal bağışıklık” ile birlikte azaldı gripten ölüm oranı. Aslında son 100 yılda
gripten ölenlerin sayısı yaklaşık olarak 150 milyon. Üstelik aşı-maşı hiç-bir
fayda sağlamadı. Daha, gribin bile önlenemediği bir Dünyâ’da “eskiden vebâ
vardı” demek ne derece önemlidir ki?.
“İnsanların kendi ellerinin kazandığı
dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye
(Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).
Modern sapmanın
ortaya koyduğu silahlara hayrân olanlar, o silahlarla nice mazlumların acı
içinde öldüklerini düşünmüyorlar da diyorlar ki: “Nokta atış yapabiliyor,
kıtalar-arası menzili var, tankı bile delebiliyor” vs. Parası çok olanlar savaşı
kazanıyor, yoksa kahramanca savaştıklarından olanlar değil.
Modernizm “eski”
olandan nefret eder ve eskiyi ilkel olarak görür. Meselâ “at”ları ele alalım..
Atlara şöyle karşıdan bakınca görülen şey; tam da insana göre, insan için
yaratılmış, sırtı insanın oturmasına göre ayarlanmış, uzun koşulara-yürümelere
müsâit olduğu görülür. Tam da insana uygun yaratılmıştır atlar. Üstelik masrafsızdırlar.
Otla beslenirler ve dışkıları sorun teşkil etmez. İnsanla duygusal bağ
kurabilirler. Üstelik kendileri artık iş yapamayacak hâle gelince yavrulayarak,
yerine birden fazla atlar bırakırlar. Fakat atlardan vazgeçilip onun yerine
çeşitli modern taşıtlar üretildiğine ve Allah’ın da “görece” bunu istediği
söylendiğine göre; Allah artık atlardan vazgeçmiş ve onun yerine araba, gemi,
uçak, tren mi yaratmıştır?. Fakat atlar da hâlen yaratılıp durduklarına göre
atların yaratılmasının devâm etmesini neye yoracağız?. Bu kadar at ne olacak?.
İnsanlığın vâr-olduğu tüm zamanlarda vâr-olan ve insanların en yakın arkadaşı
olan atlar ne işe yarar?. Türkiye’de 150.000 tâne at olduğu söyleniyor.
Dünyâ’da 350’nin üzerinde at türü vardır. Şimdi bu kadar at ne olacak?. Bütün
atları yarış-atı yapacak değilsiniz ya!. Kullanılmayan atlar ve de eşekler
mecbûren sucuk ve sosis oluyor. Amacına uygun olarak kullanılmayan şey,
amacına aykırı bir şekilde kullanılmaya başlanır çünkü. 100 yıllık îcad ömrü
olan otomobil, insanlıkla yaşıt atlara tercih ediliyor ve otomobiller için
15-20 yıllık ömürler ipotek edilebilirken ve onlar için bir-çok masraflara
girilirken; bir zamanlar insanların ellerinin bir uzantısı olan ve ekmek-su
istemeyen masrafsız atlardan korkuluyor. Arabalar, uçaklar, trenler, tanklar,
toplar vs. hep ağır bakım masrafları ve vergileri olan araçlardır. Oysa atların
ve eşeklerin hiç-bir masrafları yoktur. Kezâ develer de böyledir. Lütfi Bergen,
“Atlar Boşuna Yaratılmamıştır” yazısında şunları söyler:
“Seküler zamanlar için seküler vahiy
indirilmez. Vahiy indirildiğinde bir sonraki peygambere değin geçerli olan
ahkâm, din belirlenir. Kur’ân hatem’ûl enbiyâ olan Hz. Peygamber’e
indirildiğine göre tamamlanmış bir kitaptır. Seküler zamanları da kapsayan
hükümlerle gelir. Kur’ân şimdiki döneme indirilseydi bu dönemin şartlarına
göre indirilmezdi. Kur’ân milâdi 610 yılında indirilmeye başlanmıştır.
Allah katında zaman bizim yaşadığımız zaman değildir. Bu nedenle Kur’ân’ı
Allah’ın insanlıkla zamansız konuşması olarak görmek kaçınılmazdır. ‘Kur’ân
bu-gün inseydi bu-günün şartlarına göre inerdi, zîrâ o zamanki toplumla bu
zamanki toplumun kavrayış ve yaşayışı bir değil’ şeklindeki ifâde şu nedenle
eksik bir çıkarıma dayanıyor: Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Roma ve Îran uygarlıkları
bulunuyordu. Dolayısıyla inen vahiy o çağda yaşayan ‘ileri’ uygarlıkları da
kendine muhâtap edinmişti. Hz. Peygamber’in yaşadığı zamanı ‘ilkel’ görmek
Hz. Peygamber’i bedevi sayan batı tasavvurunun (oryantâlizmin) yeniden
üretilmesi demektir.
Kur’ân’ın bin türlü tefsiri yapılabilir.
Diğer taraftan Kur’ân’ın sentetik, toplumdan-topluma değişebilen,
zamandan-zamana değişebilen bir vahiy olduğunu düşünmek Kur’ân’a müdâhale
etmektir. Kur’ân kendisine şeytanların dokunamadığını beyân etmektedir. Bu
nedenle o çağlar-üstüdür. Bu-gün inseydi ve tıpkı Mûsâ’ya verildiği gibi
‘levha’ olarak yeryüzüne bırakılsaydı 610 yılında indiği gibi indirilecekti.
Kur’ân bu-gün inseydi ‘mercedes’ demeyecekti. Otomobilden de bahsetmeyecekti. Kur’ân’ın
binek olarak hayvanlardan bahsetmesi bilinçli bir tercihtir. İnsanın ‘zamânın
şartları’ diyerek ululadığı şey paganizmdir. Kur’ân’ın binek olarak at’ı
(hayvanları) öne sürmesi tarım-toplumunun, insanlığın görmüş ve göreceği en üst
îmar-bereket-umran seviyesi olmasındandır. Otomobil kıtlıktır. Atlar boşuna
yaratılmamıştır.
İnsanın asfalt gibi bir
malzeme üretmesi, atom bombasını îcâdı, betona yaslanarak ev-binâlar yapması
Allah’ın murâdı değildir. Tabiatı bozmak insanın
bozgunculuğuna ilişkin bir sapmadır. Bu nedenle yaşadığımız Dünyâ’nın
koşullarına göre vahyin kendini ‘ayarlayacağını’ düşünmek, Allah'ın zamânın
peşinde koştuğunu söylemekten farksızdır”.
Şu âyet, devri
geçmiş bir âyet değildir:
“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar
kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin
düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer
(düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infâk ederseniz, size
eksiksiz olarak ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız” (Enfâl 60).
Çünkü o zaman şu
âyette bahsedilen atlar da modern taşıtlar şeklinde yorumlanmalıdır:
“Kadınlara, oğullara, kantar-kantar
yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan
tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünyâ hayâtının
metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır” (Âl-i İmran 14).
Tabî ki şu-anda
modern silahlara karşı kılıç-kalkanla meydana çıkacak değiliz. Biz de modern
silahlar edinmeliyiz. Fakat bu durum bir sapmanın (modernizm) sonucu olarak böyledir.
Yoksa modern silahlar meşrû olduğu için değil.
Modernizm insana
çok ağır bir yük getirmiştir. İnsan her yönden ağır bir kuşatma altındadır.
Doğumundan ölümüne kadar -aldığı her nefes de dâhil- kontrôl edilmekte yada
kontrôl edilmek istenmektedir. Bu kuşatma, insanı modern sapmaya göre
yönlendirmek istendiği için yapılmaktadır. Zîrâ şeytanın uşaklığını yapan
tâğutlar bu sapma ve kontrôle göre üretip satmaktadırlar ve servetlerine servet
katmaktadırlar. İnsan bu kuşatmayı yaramadığı gibi, bu kuşatmaya katlanamaz da.
İntihar vâkâlarının artmasının bir nedeni de budur. “Çıta” çok aşırı yükseltilmiştir
ve daha da yükseltmenin plânları yapılmaktadır. Oysa insan zayıf bir varlıktır
ve bu nedenle Allah, insanın yükünü hafifletmek ister:
“Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek
ister: (Çünkü) İnsan zayıf olarak yaratılmıştır” (Nîsâ 28).
İşin üzücü ve de
kahredici tarafı da şudur: Bu sapmayı düzeltip tekrar yoluna koyacak olanlar
ancak müslümanlar olacak olmasına rağmen, müslümanlar da bu sapmaya uymaya başlamış,
modern sapmaya uymuş ve sapmayı başlatanların güdümüne girerek, sapmayı bizzat
kendisini savunmaya başlamışlardır. Oysa böyle bir sapma müslüman nesillerde daha
önce hiç görülmemişti. Muhammed Kutup’un dediği gibi: “(Müslümanlar) dilleriyle
‘lâilâheillallah’ diyorlar, sonra da ruhlarında hiç-bir sıkıntı duymadan Allah’tan
başkasının buyruklarına uymaktan çekinmiyorlar. Bu, nâdir rastlanan yepyeni bir
cehâlet türüdür”.
İnsan hayâtı
değişti; yemesi-içmesi, giymesi, gezmesi, oturması-yatması-kalkması, düşüncesi,
konuşması, hedefi vs tümden değişti ve başkalaştı. Artık insan, o bilindik
“insan” değildir. Bu küresel ağır sapma olan modernizm, insanı insanlığından
çıkardı. Onu bir robota, bir hayvana, bir asalağa çevirdi.
Modern insanın,
huzûrundan başka her-şeyi var. Oysa insan, “yarı-mahrûmiyet”e uygun olarak
yaratılmıştır. İnsan ancak o zaman mutlu-huzurlu olabilir. Zîrâ insan, cennete
ayarlıdır. Cennet özlemiyle teselli bulur ancak. İnsanın özlemi ve hedefi
kaybolunca, insan “psikolojik bir vâkâ” hâline gelmiştir.
Modernizm denen
küresel sapma, “dinden yâni İslâm’dan sapma”dır. Dolayısıyla bu sapmanın İslâm’sız
düzeltilebileceğini zannetmek büyük bir ahmaklıktır. O değiştirme ve düzeltme illâ
ki İslâm ile olur. Çünkü İslâm’ın kökeninde “klâsiklik” vardır, doğallık vardır.
Modernizmin panzehiri; klâsizimdir, doğallıktır, normâlliktir. Yâni fıtrî
olandır.
Evet;
bu sapmadan kurtulmak için “fabrika ayarları”na dönmek şarttır. Fabrika
ayarlarına dönmek ise, ancak Kur’ân ve Sünnet ile olur.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Mart 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder