“Sabır ve
namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır
(bir yük)dır” (Bakara 45).
Yazının başlığı tersinden okunduğunda da yine Namaz
ve Zaman olarak okunur. “Ev” bağlacı, “ve”, “veya” anlamına gelir. Farsça olan
namaz kelimesinin arapçası “salât”tır. Namaz, insanı en iyi şekilde disipline
edecek ve hayâtını düzenleyecek bir ibadettir, hayat tarzıdır. Mü’min kişi,
gününü yâni zamânını namaza göre ayarlar. Namaz sâyesinde sürekli bir iç-murâkabe
hâlindedir müslümanlar. Bu disiplini edinmiş olanlar namaz için mutlakâ bir
zaman ayırabilirler. Sanki onlara namaz için ekstra bir zaman açılmıştır.
Namazı olanların zamânı bereketleniyor demek ki.
Namaz kılmayanlar zamânı iyi kullanmayanlardır.
Düzensiz bir zaman idâreleri vardır. Aslında onlar, zamânı idâre edemezler.
Çünkü zamânı denetleyip idâre edecek bir ölçüleri yoktur. Zâten böyleleri zamânın
nasıl geçtiğini de anlayamazlar. Musalli (namaz kılanlar) olanlar ise zamânı sürekli
denetim altında tutarlar. Zamânı namaz vesilesi ile mecbûren plânlarlar çünkü. Plânlanan
zaman her zaman daha bereketlidir ve bereketlendiği için zaman o kişiye
(musalli) sanki daha fazla açılır ve genişler. Bu nedenle de namaz kılanlar
hayâtı doya-doya, hissede-hissede yaşarlar. Biraz sonra ne yapacaklarının
bilinci onlara hem bir disiplin ve düzen sağlar, hem de huzur verir. Çünkü
yapacağı bir şey vardır. İnsanlar yapacakları bir şey olmadığında buhrana varan
sıkıntılara girerler zîrâ.
Namazı zamandan kazanmak için hızlıca kılmak, ilginçtir
ki zamânı daha da kısaltır, bereketsizleştirir. Hâlbuki tâdil-i erkâna tam
uyarak sindire-sindire kılınan namaz, zamandan çalmaz, zamâna bereket katar
aksine. Namaz kılanların zamânı uzar. Namaz kılmayanlara ise bir-türlü zaman
yetmez. Zamânın hızla geçip gitmesi içlerini karartır ve onları sıkıntıya
sokar. Aslında bunda fıtrata uygun olan “ibâdet”in yerine getirilmemesinin
oluşturduğu maddî/mânevi eksikliğin payı da vardır. Namazını kılan musalli,
kıldığı her namazın sonunda bir huzûra erer. Namaz kılmak tek-başına huzur
vericidir. O huzur, zamânı/hayâtı “dibine kadar” duyumsamasına neden olur ve zamânı/hayâtı
an an yaşamasına vesile olur. Böylelikle mutluluğu artar. O hâlde namaz
kılanlar ya da zamânı namaza göre ayarlayanlar mutlu olurlar.
Modern zamanlarda insanları oyalayacak o kadar çok
şey var ki, bir-türlü namaz kılmaya fırsat bulamıyorlar. Namaza ayıracak
zamanları yok. Zamânın her ânını doldurmuş olan Şeytan ve tağutlar, insanlara
disiplin sağlayacak ve hayatlarını Allah-merkezli yaşayabilecekleri zamânı
namazdan uzaklaştıracak her şeyi yaparlar. Namaz kılmayanların (belki de bir
cezâ olarak) ufak-tefek işleri bitmez. Bu işler yüzünden namaza zaman kalmaz.
Böyle olunca da namazın meşrûluğunu/mekaniğini sorgulayıp, fayda-zarar hesâbı
yapmaya başlar ve netîcede namaza çok da gerek olmadığı sonucuna varabilirler. “Bu
zamanda, “böyle bir dünyâda namaz… olacak iş değil” diye fısıldar Şeytan onlara.
Nefsine câzip geldiği için bu fısıldamayı tam olarak kabûl etmese de Şeytana da
hak vermeye başlar.
“Gerçek şu
ki, münâfıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır.
Namaza kalktıkları zaman isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve
Allah’ı ancak çok az anarlar” (Nîsâ
142).
Tembeller ve inanç sorunları olanlar için namaza
kalmak çok zor gelir. Ha-bire namaz zamânını ertelerler. Saatlerce gereksiz bir
şey yaptığında, boşa harcadığı geçen zamânâ üzülmez ama namaz için ayıracağı
zamana tâbir-i câizse ağıt yakar.
Bir de şöyle derler: “Ben tam bir müslüman değilim
ki.. Diğer ibâdetlerimi de yapmıyorum. Yaptığım zaman tam ve eksiksiz yaparım. Şu-anda
böyle kusursuzca ibâdetlerimi yapamayacağım için Allah’a saygısızlık olmasın
diye namaz kılmıyorum”. Bu da Şeytanın bir ayartmasıdır. Zîrâ namaza başlamadıkça
hiç kimse iyi bir müslüman olamaz.
Zaman, aslî varlığı olan bir şey değildir. Maddenin
hareketinin bir sonucudur. Madde, dönünce yâni hareket edince, hareket-merkezine
kıyasla bir zaman belirleriz. Allah hareketi başlatarak zamânı başlatmıştır. Aslında
maddenin hareketinin bir sonucu olan zaman da, madde ile birlikte Allah’ın
emrine uyduğu için namaz hâlindedir. Evet; zaman namaz kılar. O hâlde bir
hareket-eylem durumu olan namaz, Allah’ın hareketine yâni ameline, kulun yine ameliyle
(namaz) karşılık vermesidir. Amele karşı bir ameldir namaz. Allah’a karşı bir
şükürdür. Bir nîmetin şükrü kendi cinsinden olur. Zamânı başlatan Allah’a,
kulun namaz ile şükretmesidir. Namaz “amelin karşılığı olan bir amel”dir.
“Asra
andolsun; Gerçekten insan ziyandadır. Ancak îman edip sâlih amellerde
bulunanlar, bir-birlerine hakkı tavsiye edenler ve bir-birlerine sabrı tavsiye edenler
başka” (Asr 1-3).
Allah Kur’ân’da neye yemin ediyorsa, o şey insanlar
tarafından çok isrâf ve istismâr ediliyor demektir. Ayrıca Allah’ın, yemin
ettiği şeyler, çok önem verdiği şeylerdir. Bu nedenle de asra-zamâna yemin
ederek der ki: İnsanlar hüsrandadır. Çünkü zamânı iyi kullanmıyorlar. Çünkü
namaz kılmıyorlar. Zaman akıp gidiyor ama gafletten ay(r)ılmıyorlar. Ancak
namaz kılanlardan oluşan; “sâlih ameller yapanlar ve bir-birlerine hakkı ve
sabrı tavsiye edenler” bundan ayrıdır. Çünkü onlar başta namaz olmak üzere zamânı
en bereketli kullanacak ibâdetlerini-amellerini yapıyorlar. Zamânı isrâf
etmiyorlar.
Peki bir insan neden namaz kılmaz?. Bu
sorunun cevâbını: “Allah dilemediği için” diye cevaplayabiliriz. Peki Allah’ın
dilemesi ne demektir?. “Allah’ın uygun görmesi” demektir. Allah bir şeyi kimler
için uygun görür/bulur?. Lâyık gördüklerine uygun görür. Yâni bir insan,
Allah lâyık görmedikçe namaz kılamaz. Namaz bir nîmettir. Allah o nîmeti
namaz kılmayan kişiye uygun görmediği için lâyık görmez. Peki o kişi ne zaman
lâyık olur o nîmete yâni namaz kılmaya?. Namaza başladığında ve namaz
kıldığında. Yâni zamânı namaza uydurduğunda. Namaz için zaman ayırdığında. Yâni
bizzat kişi dilediğinde/istediğinde/başladığında. Namaz kılmaya başladığı
zamanda. İşte o anda Allah da o kişi için namazı lâyık görür ve onun namaz kılmasını
dilemiş olur. Bu, Allah ile kulun aynı-anda/zamanda verdikleri bir “dileme”dir,
lâyık bulmadır. Yâni kul kendine namazı lâyık bulduğu anda/zamanda, Allah da
lâyık bulur. Allah lâyık bulduğu anda/zamanda kul da lâyık bulur. Namaz kılmaya
zaman ayırdığında, namaz ile zaman birleştiğinde, Allah da o kul için namaz
kılmasını diler. Allah ile yaşamak budur işte!.
Namaz bir kıyam provasıdır. Namaza kalkmak, “namazla
kalkmak”tır. Bu namaza tam zamânında kalkmak gerekir. “Namazla kalkma”nın zamânı
ise tam da bu zamandır. İşte şu-an, şimdi..
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık
2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder