Eleştiri sâdece
kişilerin direkt kendilerine yapılan değil, bir ideolojiye, düşünceye, inanca,
tavra, harekete-eyleme-davranışa da yapılan bir yargılama şeklidir. Kişi
eleştiriye ilk önce kendinden başlamalıdır. Eleştiride esâsen asıl sorun,
eleştirinin neye göre yapılacağıdır. Neye ya da kime göre eleştiri
yapılacaktır?. Birine ya da bir düşünceye göre yapılacak eleştiriyi karşıdaki
kişi kabûl etmeyebilir. Bu nedenle eleştirilen kişinin değer-yargılarına göre
yapılacak eleştiri yapıcı bir eleştiri olacaktır. Yoksa kişinin saygı duymadığı
bir merciye göre yapılacak eleştiri, eleştirilen için bir anlam taşımayacaktır.
Buna göre; eleştirilen kişi eğer inanç sâhibi biri ise, bu kişiye yapılacak
eleştiri vahiy-kitap-Kur’ân merkezli bir eleştiri olmalıdır. Kişi ancak kendi
düşüncesinden ve davranışından daha değerli gördüğü, kabûl ettiği ve üstün gördüğü
bir kişiye-kaynağa göre eleştiriyi kâle alabilir ve îtirâz etmez. Eğer
eleştirilecek kişi inançlı değilse, o zaman da doğal ve fıtrî bir eleştiri
yapılması gerekir ki kişi iknâ olabilsin. Belki kişi bilimsel bir eleştiri
isteyebilir. Yada felsefî bir eleştiri. Şarkıcı Ahmet Kaya’nın; “beni bilimle
anla, felsefe ile anla ve târihle yargıla-eleştir” dediği gibi. Kişinin
inancına yada değer verdiği şeye göre eleştiri yapmak esastır. Fakat insan için
en doğru eleştiri şekli, fıtrata hitâp eden ve fıtratla bire-bir uyumlu olan
vahiy-merkezli eleştiridir.
Fazla eleştiri
yapmak eleştirilen kişileri rahatsız eder. Çünkü kişiler
inançlarından-düşüncelerinden-tavırlarından emindirler ve bunu değiştirmek
istemezler. Zâten aşırı eleştiri, yanında haksızlığı da taşır. En iyisi,
eleştiriyi mutlakâ yapmak gerekiyorsa, yapıcı bir şekilde ve tam
yerinde-zamânında yapmaktır. Abdurrahman Dilipak:
“Eleştiri konusunda insanlar
isteksiz. Oysa bizde ‘dost acı söyler’ diye bir söz
vardır. Yapıcı bir eleştiri, sıradan bir övgüden daha değerlidir” der.
Kur’ân, zulmün
en büyük eleştirisidir. Esâsen Kur’ân baştan-sona bir eleştiri kitabıdır.
Mevcut Dünyâ’ya ve tüm zamanlardaki yanlış tutumlara ve zulümlere yapılmış en
büyük eleştiridir.
Batı’ya ve Bâtıla
meftûn olmuş çağımız müslümanı, doğrulardan rahatsız oluyor. Bu nedenle tabî ki
doğru eleştirilerden de çok rahatsız oluyor. Öyle ki, körü-körüne aşırı bağlı
olduğu yapıyı eleştirmek için “doğru” bir söz söylenince hemen yüzünün rengi
atıyor. Zâten eleştiriyi sevmeyeler, kendisine doğrular söylendiği için
eleştiriyi sevmezler. Meselâ saçları beyazlaşmaya başlamış ve bu duruma sinir
olan birine muhabbet esnâsında: “saçların iyice beyazladı” desen, karşındayken
söylemese bile ayrıldıktan sonra arkandan konuşur ve “sen kendine bak” gibi bir
şeyler söyleyebilir. Fakat onunla alâkası olmayan bir şey söylesen, hiç takmaz bile.
Zâten o eleştiri değil, iftirâ olur. Eğer o şey şaka-yollu söylenmediyse kişiye
yapılmış çirkin bir hakaret olur ki hem günah hem suç hem de ayıptır.
Modern insana: “şu
yaptığın yanlış” dediğin anda (o kişi o yaptığı şeyi doğru görüyorsa ve o şeyden
keyif alıyorsa) hemen bozuluyor. Aslında bozulmasının nedeni, eleştiren kişinin
eleştirisinin doğru olmasıdır. Aslında eleştiri, eleştirilen kişinin dikkate
alındığının ve adam yerine konulduğunun bir göstergesi de olabilir.
Mustafa İslamoğlu:
“Her eleştiriyi düşmanlık, her eleştireni düşman sanmayı hastalık” olarak görür
ve şunları söyler:
“Kul kusurludur. İnsan nisyân ile
mâlûldür. Mükemmellik iddiâsı şeytanın tuzağıdır. Sâdece haddini bilmeyen biri
mükemmellik iddiâsında bulunabilir. Çünkü îman, insanın düşünebileceği her ne
mükemmellik varsa, onların tamâmını Allah’a atfetmektir. Lehu’l-esmâu’l-husnâ’nın
anlamı budur. Yâni, “En güzel nitelikler yalnızca Allah’a âittir”. Kulun
kusursuzluk iddiâsı, kibirdir. Kibrin “gizli şirk” sayılmasının gerekçesi de
budur. Çünkü kusursuzluk Allah’a âit bir niteliktir. Bu anlama gelen bir tavır,
açıkça değilse de kapalı bir ilahlık iddiâsı anlamı taşıyacaktır.
Eleştiriye kapalı olmak,
kusursuzluk iddiasıyla eş-değerdir. Çünkü bu, “Ben hiç yanılmam ve hatâ yapmam,
dolayısıyla eleştiriye de gerek yoktur” anlamına gelir. Eleştiriye kapalı olma hastalığı, eleştirileri kabûlde
seçici olmaktan farklı bir şeydir. Bu, eleştiriyi kategorik olarak dışlamaktır.
Bunun iki türü vardır: Ya tüm eleştirileri dinler fakat hiç-birini dikkate
almaz, ya da eleştiriye kulak bile vermez. İkincisi birincisinden çok daha
beterdir. Eleştiriye kapalı insanlar, kendi-kendilerini, akletmeyen bir
yakın çevreye mahkûm ederek cezâlandırırlar. Tıpkı bir ipek böceği gibi,
kendi ördükleri kozanın kurbânı olurlar. Uyarıya en fazla ihtiyaç duydukları
zamanlarda bile kendilerini uyaracak birinden mahrumdurlar. Bu, eleştiriye
kapalı olmanın cezâsıdır. Sonuç hatâların istense de dönülemeyecek kadar
kökleşmesi hâlidir.
Usûlüne ve âdabına uygun her eleştiri,
eleştiren kimsenin eleştirilene yaptığı önemli bir katkıdır. Bundan dolayıdır
ki, bilgi ve birikim sâhibi insanlar, eleştiriyi hak etmeyeni eleştirmezler.
Çünkü herkesin eleştiriyi hak etmediğini düşünürler. Eleştirilerini ise sâdece
eleştiriyi hak edenlere yöneltirler. Onlar da bu eleştiriyi kendilerine
yapılmış büyük bir katkı ve destek olarak görürler.
Bunun zıddı her eleştiriyi düşmanlık, her
eleştireni düşman görme hastalığıdır. Böyle bir hastalık, genellikle kendine
güven yokluğundan kaynaklanır. Etrâfımıza baktığımızda eleştiriye en çok
tahammül eden insanların kendine güveni olanlar, en çok tahammülsüz olanlarınsa
kendine en az güveni olanlar olduğunu kolaylıkla anlarız. Kendine güvensizliğin
bir-çok sebebi olmakla birlikte, bunların başında çocukluk yıllarında mâruz
kalınan problemler gelir.
Savunmacı bir karaktere
sâhip olan bir çocuk, kendinden yaşça ve güççe üstün, saldırgan karakterlilerle
birlikte büyüdüğünde, bu onda kişilik bozukluğuna yol açmaktadır. Kendisine
yapılan her uyarı teşebbüsünü, çocuklukta oluşan bilinç-altı sonucu refleksif
olarak kendine bir saldırı olarak görmektedir. Daha uyarınızın ilk cümlesi dâhi tamamlanmadan karşınızda
savunma mekanizmalarını tam kapasite çalıştırmış birini bulmaktasınız. Muhâtabınız
o anda sizi dinleme konumunda değildir. Çünkü tüm alıcılarını otomatik olarak
kapatmıştır. Bilinç kapanmış, görevini bilinç-altı teslim almıştır. Sizin ne
diyeceğinizi dâhi bilmeden, bilinç-altının yönlendirdiği reflekslerle, savunma
konumuna geçmiştir”.
İki tâne cümle
kuralım:
1- “Beni hiç
kimse eleştiremez”;
2- “Ben
âlemlerin rabbi Allah’ım”.. (hâşâ)
İşte bu iki
cümle arasında atom-altı parçacık kadar bile fark yoktur. Çünkü Allah’tan gayrı
eleştirilemeyecek bir varlık yoktur. Kendini hâşâ Allah gibi mükemmel görenler
eleştiriye tahammül edemezler. Eleştirilmekten nefret edenler, övülmeyi çok
sevenlerdir. Sürekli övülme beklentisi içinde olduklarından, bir eleştiri ile
karşılaştıklarında yüzlerinin rengi atıyor ve âdeta yıkılıyorlar. Atasoy Müftüoğlu:
“Eleştirel akla sâhip olmayanlar, kendilerini
nesneleştiren, sürüleştiren süreçlere kendileri katkıda bulunuyor. Eleştirel
dikkat, eleştirel akıl olmayınca insanlar, halklar sürekli olarak
avutulabiliyor, aldatılabiliyor, yanlış ve gerçek-dışı beklentilere
sevk-edilebiliyor. Eleştirel bilinç ve eleştirel akla sâhip olmadığımız için,
müslümanlar olarak maalesef sınırsız bir edilginlik içerisinde bulunuyoruz”
der.
Aliya
İzzetbegoviç: “Ben olsam müslüman doğu’daki tüm mekteplere “eleştirel
düşünme dersleri koyardım” der.
“Eleştirme!”
demek, “sorumsuz ol’” demektir. “Eleştirme!” demek, “sana ne!” demektir ki bu
söz İslâm’da geçersiz bir sözdür/kelimedir. İnsan toplumsal bir varlıktır ve
herkes birbirinden sorumludur. Çünkü bir kişinin yaptığı şey yada söylediği bir
söz bütün Dünyâ’daki insanları ve hattâ hayvan ve bitkiyi, canlı-cansız herkesi
ve her şeyi etkileyebiliyor. Bu nedenle de herkes herkese karışabilir ve
karışma/eleştirme hakkı vardır doğal olarak.
Tasavvufta
eleştiri yapılmaz. Çünkü tasavvufta “lâ fâile illallah” düşüncesi vardır ki bu
düşünceye göre “yapan eden (hâşâ) Allah’tır”. O hâlde kim kimi eleştirecektir?.
Tasavvufta eleştiri olmamasının bir nedeni de şudur: Eleştirmek için çap ve
kapasite olması lâzımdır ki, “kafayı yemişler ordusu”ndan müteşekkil olan
tasavvuf müntesiplerinin bunu yapması beklenemez.
Tabi eleştiri adı-üstünde;
“eleştiri” olduğu için ve salt övgü ile ilgili olmadığı için tenkit tarzında
olur daha çok. Yâni karşı tarafı sıkıntıya sokar biraz. Mehmet Sait Çakar:
“Eleştiri; faydalı, yapıcı ve müspet olmalıdır" diyen
herkes ya saf ya da …tır. Eleştiri; biraz yaralayıcı, yıkıcı ve sarsıcı
olmalıdır. İsim vermelidir. Nokta atışı yapmalıdır” der.
Eleştiri bir
çeşit tevbeye dâvettir. Öz-eleştiri bir çeşit tevbedir ve öz-eleştiri
yapmayanlar, eleştiriye katlanmazlar. En iyi eleştiriyi Kur’ân ve hayat yapar. Hayat yada Kur’ân tarafından eleştiriye uğramamış
olanlar, hiç-bir eleştiriye katlanamazlar.
Eleştirelliğin “farkındalık
kazandırma özelliği” de vardır. Fakat bunu haksızlığa kaçmadan yapmak
önemlidir.
En
iyi eleştiri kişinin yapacağı öz-eleştiridir (tevbe). En büyük eleştiri ise,
kıyâmet gününde yapılacak olan eleştiridir: “Hayır, kıyâmet gününe and ederim. Ve yine hayır;
kendini kınayıp duran nefse de and ederim. (diriltilip hesâba çekileceksiniz)” (Kıyâmet 1-2).
Eleştirilmeye izin vermeyenler,
hakâret görmeye başlarlar.
5 temel
korku vardır. Bunlar: Ölüm korkusu; hastalanma korkusu; işsiz kalma korkusu; aç
kalma korkusu; eleştirilme korkusu. Modern insan bu korkular ile güdümlenmiş ve
kuşatılmış durumda. 5 temel korkudan biri olan “eleştirilme korkusu” modern
insana öğretilmiş ve öcü gibi gösterilmiş bir korkudur. Bu korku aslında doğal
bir korku değil, sûni-yapay bir korkudur. Îmâl edilmiş bir korku.
Yıkıcı
eleştiriyi tabî ki kimse sevmez. Fakat yapıcı olan eleştiriyi, sevmeyenler
olduğu gibi sevenler ve eleştirilmek istenen kişiler de vardır ki ben onlardan
biriyim. İnançlı-müslüman-mü’min biri olarak Kur’ân-merkezli iyi bir eleştiriye
çok ihtiyâcım var ve böyle bir eleştiriyi hak ettiğimi düşünüyorum. Bu tarz eleştirileri
yapacak kapasitedeki kişilerin az bulunması çok zor bir durum. Beni; laik-seküler-liberâl-kapitâlist-demokratik-bireyci-konformist-modernist-sapık-zulüm
sistemleri ya da sapık düşünce-felsefelerle eleştirmeye kalkanları kâle
almıyorum ve takmıyorum. Fakat buradan da duyuruyorum ki; “vahiy-merkezli eleştiriye
ardına kadar açığım ve böyle bir eleştiriye muhtâcım. Ey dostlar!. Beni
vahiy-Kur’ân ile yargılayın ve eleştirin!.
Günümüzde müslümanın
öncelikli eleştirisi, “modernizm eleştirisi” olmalıdır. Modernizmi eleştirmeyenler,
İslâm’ı eleştirmeye başlarlar-başlıyorlar. Fakat dediğimiz gibi; eleştiriyi de
abartmamak lâzım. Zîrâ fazla eleştiri, her tür düşünceye karşı bir bağışıklık
oluşturur ve artık o düşüncenin bir kıymeti kalmaz.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder