Atalar
Dîni
Atalar dîni
aslen tanrı-tanımaz bir din değildir. Allah’ı bilip ona inanırlar ve en yüce
kudretin O olduğuna îtirâz etmezler. Atalar dîni, “Allah’a ya da iyiye ulaşmak
için ataların yolundan gitmeyi doğru olarak görmek” demektir. Atalarının taptığı
gibi tapmak, onların yaşadığı gibi yaşamak/davranmak genel görüşleridir.
Ataların durumu bir tecrübeyi de yansıttığı ve ataların hayâtı geçmiş bir konu
olduğu için değerlendirme kolay yapılabilmekte ve ataların yaptıkları iyilik ve
kötülüklerin sonuçları günlük hayâta bakınca bile kolayca görülebilen bir durum
mevcuttur atalar dîninde.
Atalara uymanın-tapmanın
ardındaki neden; “ataların tutum ve davranışlarında bir hikmet gizlidir, çünkü
onlar topluluğun bekâsını sağlayacak bilgileri ellerinde tutmaktadırlar”
düşüncesidir.
Atalar dîni
mensupları sâdece müşriklerden oluşmaz. Gizli müşriklerden de oluşur (gizli
şirk). Somut putlara tapmadan da atalar dîni takip edilebilir ve insanlık
târihinin her döneminde ve şu-anda da atalar dîni mevcuttur ve hattâ halkın
geneli bu dindendir.
Atalar dîninin
gerçekten de bâzı pozitif yönleri vardır. Bir kere çok büyük bir tecrübeye
sâhiptir. Bu tecrübenin değerlendirmesi ile hayâta yön verilebilir. Fakat
atalar dîni nefsi kontrol altına almada başarılı olamaz. Çünkü insan genelde
nefsine göre davranır ve atalar da nefsine göre davranmıştır. Bunu gören ataların
izleyicileri de nefs sâhibi oldukları için ve nefse hoş gelen şeyi “iyi”
görmeleri sebebiyle ataların bu yanlış tutumlarını kolayca kendi hayatlarına
aktarabilirler. Günlük işlerde ataların yaptıkları şeylerde bâzı güzellikler
vardır. Meselâ şimdiki zamâna göre de yeme-içme-giyinme-yaşama alanları gibi
konularda, atalarının yaşayışlarının bizimkilerden daha iyi ve doğal olduğunu
gözlemleyebiliyoruz. Netîcede onlar bizden daha sağlıklı yaşamışlar, daha
düzgün hayatları olmuştur. Genel davranışları, saygıları ve ahlâkları da çok
açıktır ki bizden daha üstündür. Hattâ anlayış ve olayları değerlendirme
bakımından da bir-çok konuda üstünlükleri vardır. Ata-sözlerini hayranlıkla
dinler/okur ve söyleriz.
Aslında
yasaklanan şey “ataları izlemek” değil, “ataları körü-körüne izlemek”tir. Çünkü
atalar körü-körüne izlendiğinde insan olmanın ayırıcı vasfı olan akıl bloke
oluyor ve ataların yaptıkları dinleştiriliyor. Kur’ân da zâten ataları izlemeyi
değil, onları körü-körüne izlemeyi, onlar gibi şirk içinde yaşamayı yasaklıyor
ve kınıyor: “Onlara: "Allah'ın
indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde
bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve
hidâyete ermiyor idilerse?” (Mâide 104). Ataları körü-körüne izlemek, aklı,
düşünceyi ve davranışı yozlaştırıyor, donuklaştırıyor, durağanlaştırıyor ve onların
yanlışını sürdürüyor. İyi yönlerini izlemekte tabî ki sorun yok ama, iyi
yönleri var diye kötü yönlerini izlemeyi sürdürmek de doğru değildir.
Atalar dîni,
eğer vahiy/Kur’ân olmasaydı izlenebilecek ve kabûl edilebilecek bir din
olabilirdi. Fakat vahyin olması, Kur’ân’ın inmiş olması, atalar dînini şirk hâline
getiriyor ve şiddetle yasaklanıyor.
Atalar dîni
modern anlamda da geçerliliğini sürdürüyor. “Biz babamızdan böyle gördük”
derken, görülen şeyler sağduyuya aykırı değilse sorun yok, fakat Allah herkese
akıl verdiği için kişinin ciddî konularda aklını kullanarak ve vahyi izleyerek
atalarının yolunu bırakmasını ya da onlardan daha iyi yorumlamalar
yapabilmesini ister. Modern atalar dîni modern ideolojilerdir de. İdeolojileri körü-körüne
tâkip etmek, ataları tâkip etmek anlamına da gelebilir. Hiç sorgulamadan
ana-babadan gördüğü gibi mevcut ideolojileri tâkip etmek, atalar dîninin modern
çeşididir. Allah, ataları tâkip etmeyi tüm zamanlar için eleştirmiş ve yasaklamıştır.
Dinde evrensel değerleri gözeten örfün yeri de vardır. Bu nedenle de ataların
yaptığı şeyleri sorgulayarak iyi yönlerini kullanmalı, kötü yönlerini ise eleştirmeli,
yasaklamalı ve hattâ yok etmelidir.
Animizm
Çok acâyibimize
gittiğini her zaman konuştuğumuz animizm dîni de modern çağlarda devâm ediyor
aslında. Canlıcılık da denen animizmde rüyâlarla iş yapmak, her varlığın bir
rûhu olduğunu söylemek gibi düşüncelere sâhip bir ruhçuluktur/gizemciliktir
animizm. Meselâ mutfaktaki bir tencereye bile ruh/akıl yükler ve onlara
bir-nevi taparlar. Onları kutsallaştırırlar. Tencerenin herhangi bir hareketine
ve çıkardığı seslere bile anlamlar yükleyerek bildiğimiz yemek pişirdiğimiz
tencereyi kutsallaştırırlar.
Peki günümüzde
de benzer şeyler yapılmıyor mu? Tabî ki de yapılıyor. Modern bir hâle bürünmüş
bu tapınma şeklinde, rüyâlara çeşitli olur-olmadık yorumlar yaparak ve anlamlar
yükleyerek hareket edenler, ruh ile ilgili çeşitli inançları olanlar, rûhun gezdiğini
söyleyenler, rûhun hayattan-hayata geçeceğine inananlar vs. modern
animistlerdir. Her şeyde mânâyı/kutsalı (Allah’ı) gören animizm, modern çağda
tasavvuf/bâtınilik adı altında yaşıyor.
Modern
zamanlarda en çok yapılan animist tapınmalar ise modern teknolojik cihazlara
karşı yapılanlardır. Yeni çıkan cihazlar karşısında âdeta büyülenmiş bir hâlde,
o cihazlara aslında onlarda olmayan özellikler yüklemek, onlara anlamlar
vermek, onları âdeta taparcasına sevmek ve sâhip olmak gibi davranışlar, modern
animist tapınış şekilleridir. Günümüzde aynen animizde olduğu ve animistleri
kıskandıracak ölçüde dindar bir animist gibi “eşyâya akıl yüklemek” zirve
yapmış durumdadır. Meselâ cep telefonlarına “akıllı” demek, onlarda akıl vehmetmek
en başta gelenidir. Hâlbuki cep telefonu insanların ona yükledikleri kadar iş
yapabilen şuursuz parçalardan yapılmış yine şuursuz cihazlardır ve yaptıkları
şeyleri de kesinlikle şuurlu bir şekilde yapmazlar/yapamazlar. Meselâ en
akıllısının, üstüne sıçsan bile bir şey diyemez. Aynı şey bilgisayarlar ve
diğer elektronik cihazlar, motorlu taşıtlar, kıyâfetler, evler ve diğer eşyâlar
için de geçerlidir. Modern eşyalar üzerinden animizm diriltilmiştir.
“Fakat bu cihazları kullanarak
yararlı işler de yapabiliyoruz ve bu sâyede meselâ Allah’ı daha iyi
bilebiliyoruz, dolayısı ile O’na daha yakın oluyoruz” diyenler şu âyeti
akıllarında tutmalıdırlar: “Haberin
olsun; hâlis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler
edinenler (şöyle derler:) “Biz,
bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz”. (Hayâtımızı
şekillendiriyoruz). Elbette Allah, kendi
aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten
Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidâyete erdirmez” (Zümer 3). Allah bu
cihazları kullanmayı değil, insanların o cihazların hakîkati gösterdiğini,
onları aşırı ölçüde sevip onsuz yapamayacak duruma gelmelerini eleştiriyor ve
bunu istemiyor. O ruhsuz cihazların hayatlarına yön vermesini istemiyor. Çünkü
Allah’tan başka neye olursa-olsun sıkı bağlılık gösterenler, en sonunda o
bağlandıkları şeyleri ilahlaştırırlar. Aşırı bağlılığı neye gösterirseniz onun
kulu olursunuz. Artık (şimdilerde olduğu gibi) onsuz yapamazlar. Ahlâklarını,
fikirlerini, düşüncelerini ve nihâyet ibâdetlerini (eylemlerini) o eşyalara
göre belirlerler ve şekillendirirler. En sonunda da o şey din olup çıkar. Aynen
animizmde olduğu gibi.
Saadettin Merdin:
“Animizm’i; kısaca “ruhlara tapma inancı”
diye niteleyebiliriz. Tevhid dîni olan İslâm’ı en çok bu rûha tapma inancı
bozmuştur. Bu-gün uluların, erenlerin ruhlarından medet ve bereket dilemek
şeklinde Animizm tekrar hortlamıştır. Evliyâyı aşırı yüceltmenin nedeni de
budur. Meselâ bu animistlere göre; Abdulkadir Geylânî’nin rûhu aynı-anda
binlerce müridinin yardımına koşabilmektedir(!). Bırakın câhil halk tabakasını,
apaçık şirk ve küfür olan bu inanca inanan pek-çok âlim bile vardır. Hattâ ömrü
boyunca onun ruhâniyetinden yardım istediğini ve yardım da gördüğünü Sâid Nursi
iftiharla söyleyebilmiştir.
“Peygamberimizin
ruhâniyeti Çanakkale savaşlarında en önde savaşmıştır” derler. Anlaşılan
Türkler eski dinleri Animizm’in tesirinden hâlâ kurtulamamışlar.
Din denilince Türklerin aklına cin, sihir,
büyü, nazar, muska gibi şeyler gelir. Hâlâ halk İslâm’ında cinler, periler çok
önemli bir yer işgâl eder. “Ecdâdın ruhları” fikri hâlâ çok canlıdır! Bu
Animizm’den geçmiş olan “ataların ruhlarıyla temâsa geçme” inancı en çok şeyh,
veli kabûl edilen kimselerin yatırlarını, mezarlarını, onlardan yardım görme
ümidiyle ziyâret etmede görülür. Türklerin hâlâ büyük çoğunluğunun
Kur’ân’dan haberi yoktur. Onun anlamını merâk etmezler, daha çok ölülerine
okurlar. Onu, sihirli güçleri olan kutsal bir kitap olarak görürler.
Câhiliye Araplarının inançları; totemizm,
animizm merhâlelerinden geçerek putperestliğe dönüşmüştür. Animizm safhasındaki
Araplar, kâinatın ruhlarla dolu olduğuna ve bütün doğal hâdiselerin bu ruhların
eseri olduğuna inanıyorlardı. Eşyâya can veren ve onlarda bir-takım
değişikliklere sebep olan ruhlara hürmet ve itaat etmeye başladılar. Bir-takım
âyinlerle ruhlara ibâdet etmeye başladılar. Totemciliğin yerini daha sonra “ruhçuluk”
aldı. Onlar ölen bir adamın rûhunun cesedini terk ederek kabirden çıktığına
inanıyorlardı. Bu ruhların bir kısmı ervah-ı latîfe, diğerleri ervah-ı hâbise
idi. Çöller, vâdiler bu ruhlarla dolu idi. Bu ruhlara Allah’ın ulûhiyetinden
hisse verirlerdi. Câhiliye müşrikleri
arasında çok yaygın olan kehânet/kâhinlik işi, işte bu ruhlarla irtibat kurma
üzerinedir. Şâirler şiirlerini bu ruhların ilhâmıyla yazarlardı. İlham perileri
bu ruhlardı. Peygamberimizi bu yüzden şâirlikle itham ettiler. Mekke müşriklerinde,
mâbetler sâdece tapınma yeri değil, aynı-zamanda ruhânî varlıklarla temâsa
geçme, gaybten haber alma yeridir. Bizim klâsik eserlerde çok sık geçen
“hatiften (Sesi işitilen fakat kendisi görülmeyen) gelen sesleri” kâhin ve
falcılar duyuyorlar ve bunları müşriklere aktarıyorlardı.
Ayrıca Arapların taştan bir fetişleri
vardı. Fetiş bizâtihi mâbud değildi, daha çok bu taptıkları ruhların
makarr’ı/içine yerleştiği, bulunduğu yerdi. Bu fetiş/sanem sihirli bir mâhiyete
sâhipti. Sefere çıkan, seferden dönen kimse, ilk iş olarak bunu meshediyordu.
Daha sonraları bunlar yontularak insan şekline sokulacaktır. Özetle; câhiliyye
arapları bu heykelleri makarr edinmiş, ruhlardan istiâne’de bulunuyor,
isteklerini, en yüce İlaha iletmesi için onlara arzediyorlardı.
Fethullah Gülen; “Benim Küçük Dünyâm” adlı
kitabında şöyle der; “Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kurtuldukları
vakit âdetâ bir melek hâline gelirler ve her zaman kendileriyle aynı düşünceyi
paylaşanları desteklerler”. Pek Muhterem Hoca Efendimiz, gittim, gördüm, test
ettim, onaylıyorum edâsıyla konuşsa da, resmen sunuhat nev’inden konuşuyor”
der.
“Allah’tan başkasına yalvarıp duâ edenden
daha sapık kim vardır? Yalvardıkları o kimseler kıyâmet gününe kadar onlara
cevap veremez ve onların duâlarından/çağırmalarından habersizdirler” (Ahkâf 5).
Evet artık
animist dinlere gerek yok ve onların ritüellerine şaşmak asıl şaşılması gereken
bir şeydir. Çünkü âlâsı şimdi yapılıyor. Klâsik animistler, günümüzde olduğu
kadar anlam, akıl, ruh, yükleyip eşyâyı bu derece ilahlaştırmamışlardı. Vahiy-merkezli
olmayan hayatlarda eski dinler çığırından çıkacak şekilde yeniden üretilip
diriltildiği gibi, Şeytan’ın bile aklına gelmeyeceği derecede yeni tapınış
şekilleri ortaya çıkacaktır.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder