“Şüphesiz biz insanı,
karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten
ve gören (biri) kıldık” (İnsân 2).
“(Kârûn) Böylelikle
kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte
olanlar: ‘Ah keşke, Kârun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten
o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler” (Kasas 79).
Modernizm bir “görüntü uygarlığı”dır.
Her-şeyi görmek ve herkese görünmek ister. Görmek ve görünmek isteği ve arzusu insanlık
târihi boyunca hep olmuştur fakat görmenin ve görünmenin bir tutku ve “hayâtın
en yüce amacı” hâline gelmesi modernizm ile birlikte başlamıştır. Görmeyi ve
görünmeyi ilahlaştıran teknoloji ile birlikte ise artık insan, görmeyi ve görünmeyi
putlaştırmıştır ve ona huşû ile tapmaktadır; görmeye ve görünmeye tapmaktadır.
Modern insan her-şeyi görmek
ve herkese görünmek istiyor. İletişim teknolojisi insana bu imkânı sunuyor ve
artık bir “tık” ile her-şeyi görebilmek ve herkes tarafından görünebilmek mümkün
hâle gelmiştir. Böyle olunca da görmek ve görünmek tutkusu modern insana en
olmadık şeyleri bile yaptırabilmekte, her türlü ayıbı işletebilmekte, en ağır haramı,
günahı ve yasak olanı yaptırabilmektedir.
“İnsanın gözünü ancak bir
parça toprak doyurur” sözü ne kadar da doğrudur. Çünkü görmek ve de görünmekte
bir sınır yoktur ve insanın “tamam bu kadar yeter” diyerek iknâ ve tatmin
olabileceği bir görme-görünme sınır yoktur, kalmamıştır.
Modern insanın görmek ve
görünmekle bir türlü tatmin olamamasının nedeni, modern dünyâda görülenlerin
doğal, normâl ve gerçek olmamasından dolayıdır. Her-şeyde bir sûnîlik,
sanallık, maske ve modernizmin ona giydirdiği bir örtü vardır. Hormonlu
gıdâların insanı gerçek anlamda doyurmaması gibi, gördükleri de insanı gerçek
anlamda tatmin etmemektedir. Artık ne modern dünyâ göründüğü gibidir ne de
modern insan göründüğü gibi. Hiç-bir şey göründüğü gibi değildir ve gördüğünüz
hiç-bir şey de gördüğünüz gibi değildir. Her-şey özüne göre çok başkalaşmış ve
değişmiştir. Orijinâl ve doğal olarak kalanlar bile modern yorumlara tâbi
tutularak görüldüğü gibi algılanmamaktadır. Modern insan doğal, normâl ve
orijinâl bir şey görmek istemeyecek hâle gelmiştir.
Özellikle modern kadın,
görmeye ve görünmeye tutkuncasına bağlıdır. Şeytan ve tâğutlar el-birlik edip
moderniteyi kadınlar üzerinden kurdukları ve yine kadınlar üzerinden
sürdürdükleri için, kadının görmesi ve görünmesinin önü alabildiğine
açılmıştır. Zîrâ modernite hayâtiyetini kadının görmesine ve görünmesine
borçludur. Öyle ki, kadının görmesi ve görünmesi doğal hâline çekilip bir
miktar sınırlandırılsa bile modernizm çöker. Modernizm, “kadının dışarıda yâni
görünürde olmasıyla” hayat bulur. Zâten İslâm’da kadın için tesettür ve
ev-merkezli olma emrinin verilmesi bu nedenledir. Çünkü kadınlar kendilerinde
bulunan güzellik ve çekicilikten ve bu güzellik ve çekiciliği gösterme
arzusundan dolayı açılıp-saçılmaya ve “göstermeye” daha meyyâldirler. Bunu
önlemek ve dengelemek isteyen Allah onlara tesettürü emreder. Kadının görme ve görünme tutkusunu iyi bilen
modernite ise, tüm oyunlarını kadın üzerine ve kadın üzerinden kurar. Kadının
görülmesini önlediğinizde yada sınırlandırdığınızda modernizm çöker. Kadın
“görünür” oldukça İslâm “görünmez” olur. İslâm görünmez oldukça da her türlü absürdlükler
aşırı görünmeye ve görülmeye başlar. İslâm medeniyetinde kadın çok da fazla
görünmez. Kadının; başörtüsü-cilbab, bahçe ve ev olarak üç farklı tesettürü
vardır. İslâm medeniyetinde kadın bu üç tesettürün ardındadır.
Modern insan göze tapan bir
varlık hâline gelmiştir. Bu tapınış görerek ve görünerek yapılır. Tabi bu aşırı
görme arzusu gözleri bozarken, görünme arzusu ise gönülleri bozmaktadır. Zâten
aşırı olan ne varsa mutlakâ bir yerleri bozar-bozuyor.
Modern dünyâda görüntünün
iktidârı vardır. Üstelik kurulan iktidar gerçek görüntüler üzerinden değil,
kurgu görüntüler üzerinde olmaktadır. Sanal, sûnî ve kurgusal olanın gerçek ve
hakîki olana galebe çalması anlaşılır gibi değildir. Bu durum olsa-olsa bir
travmanın ve sersemliğin sonucudur. Belki de bu bir cezâdır. Öyle ya, günahın
cezâsı kendi türünden olur.
Modern insanı en çok
etkileyen şey görmenin ve görünmenin sanal şeklidir. Sanaldan görünce ve
görününce bir sınırsızlık oluyor. İstediği kadar bakıyor, görüyor ve
görünebiliyor. Ekran aracılığı ile bakılan şeyler en ince ayrıntılarına kadar
görülüyor ve gösterilebiliyor. Hâlbuki görünenler gerçek değildir. Hattâ gerçek
olanın ta kendisi bile değil, benzeridir. Çünkü sanal âlemde maskesiz bir şey
ve maskesiz kimse yoktur. Çeşitli maskeler, filtreler ve modern örtüler
kullanılmakta ve sanal ortamda görünenler kendileri olmaktan çıkmaktadırlar. O
sanal ortamda gördüğünüz kişiler var ya; onları gerçek olarak yüz-yüze görseniz
şaşırırsınız. Çünkü hiç de göründükleri gibi değildirler. Hattâ çok iyi tanıdıklarınız
bile göründükleri gibi değildirler yada oldukları gibi görünmemektedirler. En
yakınlarınız, âilenizden birileri bile sizin her-gün bildiğiniz-gördüğünüz kişilerden
çok farklı görünürler de onları tanıyamazsınız. Yâ bırakın başkasını; ekrandan
görünen kendi resminiz bile kendiniz gibi değildir. Kendinizi bile
tanıyamazsınız sanal ortamda. Zâten resmin-fotoğrafın özünde vardır bu. Doğal
ve çıplak gözle göründüğü gibi göstermez nesneleri ve kişileri. Fakat bu durum modern
insan için hiç de sorun değildir ve hattâ bu durumdan memnun olmaktadır. Çünkü
modern insan ideâlleştirilmiş olanı sevmekte ve mükemmelleştirilmiş olana
hayranlık duymaktadır. Sanal, sahte, sûnî ve gerçek-dışı olanı daha çok görmek
istemektedir.
Sosyâl medya denilen ama
aslında a-sosyâl alanlar olan siteler, insanların aşırı ve çok fazla görmeleri,
görünmeleri ve göstermeleri için hazırlanmış olan alanlardır. Bu alanlar modern
insanın her-şeylerini gösterdikleri yerlerdir. Sanki sosyâl medyada gösterince
ve görünce görülen ve gösterilen her-şey meşrû ve normâl oluyormuş gibi
davranıyorlar. Fakat tabi bu durumun Dünyâ’da bir cezâsı vardır. O da,
saçma-sapan şeyler yapmak, paylaşımlarda bulunmak ve sapıp gitmektir. Bakın
modern gençliğe; sosyâl medya olmasa bir hiçe döneceklerdir. Çünkü tüm
varlıklarını sosyâl medya denilen şeytan-işi pislik olan yerlerde heder
etmektedirler. Bu alanlarda iyi ve güzel şeyler de olmaktadır tabi. Fakat iyi
ve güzel şeylerin yapılması için bu alanlar şart değildir. Zarârı faydasından
çok olan bu yerlere aslında hiç gerek yoktur. Sosyâl medya kötü bir
alışkanlıktır. Üstelik târihte hiç olmadığı kadar, küresel ve kitlesel olarak
insanlar sanal-sosyâl medya nedeniyle zehirlenmekte, yozlaşmakta ve netîcede cehenneme
doğru sürüklenmektedir.
60 yaşındayken 18-20
yaşındaymış gibi görünen kişiler vardır. Tabi çeşitli rötuşlarla ve makyajla.
Fakat dikkatli bakıldığında ve biraz düşünüldüğünde bu davranışın ne kadar da
absürd olduğu hattâ bir sapkınlık olduğu çok bellidir. Modern insan bir görme
ve görünme sarhoşluğu yaşamaktadır. Yeter ki görünsün de isterse en rezil, ayıp
ve günah hâlde görünsün fark-etmez. Ekranda görünmek bir tutku hâline
gelmiştir. Ekranda görünmek ânında artı bir değer katmaktadır Dünyâ’da kişiye. Yavuz
Bahadıroğlu: “Görücüye çıkmaya utanan ninelerin torunları, eşlerini ekranlarda
arıyor. ‘BBG Evleri’, ‘Gardrop Savaşları’ ve ‘Moda Yarışları’ âile
mahremiyetini zir-u zeber ediyor” der.
Görünmenin bir ucu da
“göstermek”tir. Göstermeye bir kere başlanıldığında sonu gelmez. Zamanla kırmızı
çizgi kaybolur ve görülmedik yer kalmaz. Fakat sürekli ve çok aşırı görülen
şeylerin etkisi ve değeri de kısa-zamanda azalıp kaybolur. Sonunda da
gösterecek yeri kalmayanlar bunalıma girmeye başlarlar. Bir-süreliğine çok
fazla görünenlerin bir zaman sonra görünemediklerinde bunalıma düştükleri çok
görülmüştür. Görünmek bağımlılık yapar. Bu bağımlılık tatmin edilemediğinde de
bunalım başlar. Zîrâ ancak göstermeyle ve görünmeyle tatmin buluyorlardı ve
prim yapıyorlardı. Tabi aynı şeyi hep aynı-şekilde görmek de bıktırıcıdır ve
sürekli olarak bir-ilerisini ve daha fazlasını görmek hastalığı başlar. Bu durum
özellikle çıplaklık, erotizm ve pornoda böyledir. Gördükçe görmenin, baktıkça
bakmanın sonu gelmez ve sonunda insan görmenin ve görünmenin esîri olur. Üstelik
ayıp, çirkin, pis, günah ve haram olanı çok fazla görmek, bunları görüp duran kişinin
gözünde zamanla normâlleşmeye ve meşrûlaşmaya başlar. Çünkü insan, “sürekli
olarak gördüğünü, söylediğini ve yaptığını” meşrû görmeye başlar. Eleştiri ve
îtirazda bulunmayanlar ve de isyân etmeyenler, bir-zaman sonra her-şeyi hoş
görmeye başlarlar. Bir şeye olan körü-körüne ve aşırı bağlılık, o yapının
günahlarını-kötülüklerini görmeyi blôke eder.
Eski Yunanlılarda fizîkî güzellik, ahlâkî güzelliğinin
de bir simgesiydi, çünkü her iki güzellik de tanrılardan gelen bir güzelliğe bağlanıyordu,
olmak ve gözükmek aynı şeydi. Şimdi de, birileri ne kadar çok görüyor ve
görünüyorsa o kadar bilgili ve o kadar “etik insan” olarak görülüyor. Medyada
vs. çok göründüğü için, aslında yüzüne bile bakılmayacak kadar itici olanlar
bile “güzel” olarak kabûl edilebiliyorlar.
İnsan gören ve görünebilen
bir varlıktır ve elbette görecek ve görünecektir. Fakat bu insanoğlu görmeye,
görünmeye ve göstermeye ne kadar da meraklıymış, hayret doğrusu. Minâre gibi,
sürekli görünmek istiyor. Önemli olan, insanın ne için, hangi telakkiyle ve ne
kadar göreceği ve görüneceğidir. Görmenin ve görünmenin mutlakâ bir sınırı
olmalıdır. Zîrâ şeytan, nefs, tâğut ve madde-merkezli görme ve görünme tutkusu
insanları mahvediyor. O-hâlde görmeye, görünmeye ve göstermeye mutlakâ bir
sınır konulmalıdır.
İnsana yakışan ve onu Dünyâ’da
huzûr içinde yaşatacak ve âhirette ebedî cennet nîmetlerine ulaştıracak olan
görme ve görünme şekli İslâm-merkezli görünmedir. İslâm’ın izin verdiği kadar
görmek ve görünmektir bu. Allah’ın “bak ve gör” dediğini görmek yeterlidir.
İslâm’ın samîmi bir mü’mini
olanlar, görmeye ve görünmeye mutlakâ bir sınır koyarlar. Göründükleri gibi
olanlardır. Görme ve görünme ancak İslam-merkezli olursa meşrû olur ve zâten
gerçek görme ve görünme budur.
Her-şey göz ile ve o
ilk-bakış ile başladı. Bir kez bakınca ardından diğer bakışlar geldi. Oysa
Peygamberimiz, refleks ile olan ilk bakıştan sonraki ikinci bakışı yasaklamıştı
ve kötülemişti. Meşrû olmayan tüm görünmeler ve göstermeler yasaktır İslâm’da.
Gönül-gözü körelenler
çoğalınca, kafa gözleriyle görmek isteyenler kat-kat çoğalmıştır. Çünkü
gönüller köreldikçe gözler açılır ve her-şeyi görmek ister. Fakat Dünyâ’da
her-şeyi sınırsızca görme isteği, kişinin âhirette cehennemi de tüm
ayrıntılarıyla görmesine sebep olur. İşte o zaman “bakışlarınızı yere indirin”
âyeti en geniş anlamıyla tezâhür eder ve akılları başa getirir. Çünkü insan acı
azâbı görmedikçe aklı başına gelmez. Lâkin son pişmanlığın da faydası
yoktur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder