“Allah, mü’min erkeklere
ve mü’min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler
ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızâsı (rıdvan) ise hepsinden büyüktür. İşte büyük
kurtuluş da budur” (Tevbe 72).
Rıdvan:
“Memnunluk, râzılık, hoşnutluk” anlamındadır.
Vâr
olmamızın nedeni olan “imtihan”, en-nihâyetinde Allah’ı râzı etme çabasıdır.
Tabi bu, ancak îman edenler ve sâlih amel işleyenler için anlamlıdır.
Allah’ı
râzı etmenin dolayısı ile cenneti kazanmanın asgârî şartları ve kısa-yolları vardır.
Bunlar Kur’ân’da şu şekilde gösterilir:
“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar
ise; elbette onları sâlihlerin arasına katacağız” (Ankebût 9).
“Şüphesiz, îman edenler(le)
yahudiler, hristiyanlar ve sâbiiler(den kim) Allah’a ve âhiret gününe îman eder
ve sâlih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır.
Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır” (Bakara 62).
“Îman edip sâlih
amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır” (Bakara 82).
Lâkin cennetler de derece-derecedir.
En yüksek cennetlere ulaşmak ve kavuşmak için yâni Allah’ın rızâsını tam kazanmak
için bâzen malları ve canları bile ortaya koyarak kişinin kendini Allah yoluna adaması,
tüm yaşamı boyunca Allah yolunda olması ve sonunda da Allah yolunda ölmesi
gerekir ki peygamber örnekliklerinde görülen budur:
“Gerçek şu ki, îman
edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler
ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin
velîsi olanlar bunlardır… Allah, yaptıklarınızı görendir” (Enfâl 72).
“Andolsun!; mallarınızla ve canlarınızla imtihan
edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta
olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve
sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir” (Âl-i İmran 186).
“De ki: Şüphesiz benim
namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm (yâni tüm hayâtım) âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır” (En-âm 162).
Bu imtihan
dünyâsında insanın yapabileceği en iyi şey, Allah’ın rızâsını-hoşnutluğunu
kazanabilmektir. Ödüllerin en âlâsı olan cennetler bile, Allah’ın rızâsının bir
sonucudur: “Rabbinizden olan
mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o,
muttakiler için hazırlanmıştır”
(Âl-i İmran 133). İslâm’da yarış, sâdece takvâ konusundadır; “takvâ yarışı”. Bu
âyetteki cennet için yapılacak olan yarış da elbette takvâ üzere olan,
dolayısıyla Allah’ı râzı edecek şekilde yaşanan bir hayat ile olacaktır. İşte
bu râzılığın sonu da cennet olur.
Şeytanı “şeytan” yapan şey,
Allah’a inandığı hâlde O’nun hükümlerine-emirlerine râzı olmaması idi. Târih
boyunca insanlar Allah’a inansa da, O’nun emir ve hükümlerine râzı
ol(a)mamaktadırlar. Zîrâ îmânın ispâtı ve bedeli yâni Allah’ı râzı etmek,
kuru-kuruya “îman ettim” demekte değil, Allah’ın emirlerine-nehiylerine uyma
noktasında açığa çıkmakta ve gözükmektedir. Yoksa sırf “inandım” demekle
olmuyor: “İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’
diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).
İşte bu nedenle Allah’ın rızâsı, bir sınanmanın ve imtihanı kazanmanın
netîcesinde olmaktadır.
Son 200 yıllık târih, “Allah
rızâsının en az gözetildiği” zaman-dilimidir. Yaşadığımız çağda Allah rızâsı
yerine, “gücün rızâsı” gözetiliyor. Modern insan “En Güçlü” olanın değil de,
“görece güçlü” olanların rızâsını kazanmak için kendilerini paralıyorlar. Tüm
hedefleri -başta şeytan olmak üzere- nefsi ve tâğutları râzı etmektir. Oysa bütün
hedefler, “Allah’ı râzı etme hedefi”ne göre “tâli hedefler”dir. Allah
rızâsından başka hiç-bir şey “kesin amaç” ve “nihâi hedef” olamaz.
Modern insanlar gibi modern müslümanlar
da, “Allah’ı râzı etme”yi bırakıp, “şeytanın gönlünü yapma”nın peşine düştüler.
Şu kesin ki, Allah rızâsı için yapılmayan işler mutlakâ şeytanın, nefsin ve
tâğutların rızâsı için yapılır ve yapılmaya başlanır. Fakat Allah rızâsı için
yapılmayan işlerin Dünyâ’da görece bâzı yararları olsa da, âhirette kişiye hiç-bir
faydası olmaz. Allah rızâsı için yapılan en küçük bir amel-eylem; Allah
rızâsının dışında bir hedef ve amaç için yapılan tüm eylemlerden üstündür.
Modern hayat-tarzı ve
yaşayış biçimi, Allah’ın rızâsını kazanmayı büyük oranda blôke ediyor. Modern
kentlerde Allah rızâsı için bir şeyler yapmak hem absürd görülüyor hem de boşa
yapılan bir şey olarak kabûl ediliyor. Ne yazık ki artık modern müslümanlar da “Allah
rızâsı için bir şey yapma”yı, “bedâva ve boş iş” olarak görüyor.
Allah rızâsını kazanmanın
bâzı bedelleri vardır. Meselâ malının en asgarî şekilde 1/40’ını infâk etmek
şarttır. Fakat Allah rızâsını bayraklaştırmak yerine matematiği dinleştirmiş
olan modern insana göre bu yanlış ve zararlı bir hesaptır. Zîrâ 40’tan 1
çıkınca geriye 39 kalır, yâni bir zarar vardır. İşte îmânı ve Allah’ın rızâsını
işe karıştırmayınca ortaya çıkan hesap böyle oluyor. Oysa îmâna ve Allah
rızâsına dönük olan hesâbına göre 40’tan 1 çıkınca geriye 700 kalır:
“Mallarını Allah yolunda
infâk edenlerin örneği, yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan
bir tek tânenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat-kat arttırır. Allah
(ihsânı) bol olandır, bilendir” (Bakara
261).
Bir şeyin “İslâmî” olması
için, o şeyin “Allah rızâsı amacıyla” yapılması gerekir. Fakat modern
müslümanlar, “dikey İslâm”dan vazgeçip, “yatay İslâm”a râzı” olmuşlar ve Allah
rızâsını gözetmekten vazgeçmişlerdir. Lâkin şu da var ki, Allah’ın rızâsından
gayrı vazgeçilemeyecek şeyler, mü’minlik önündeki engellerdir.
Allah rızâsını gözetmekten
vazgeçmiş yada en azından artık Allah rızâsını merkeze almayan modern müslümanlar
zannediyorlar ki, Allah da, aynen bu mevcut Dünyâ’yı hayâl ediyordu ve insanlardan
her yönüyle aynen böyle bir Dünyâ inşâ etmelerini istiyordu. Şimdi böyle bir
Dünyâ bulunduğuna göre Allah çok memnun ve râzı mıdır mevcut durumdan. Allah,
“rızâ”yı unutmuş olan modern dünyâdan râzı mıdır?. Elbette hayır!; râzı
olmadığı bir dünyâdan niçin memnun olsun ki?.
Allah’ı râzı etmenin en kolay
yolu, insanlardan “Allah râzı olsun” duâsını almaktır ki bu da en çok, insanlara
yapılan maddî-mânevî yardımların sonucunda olur. Zâten maddî ve mânevî yardım
isteyenler bu nedenle “Allah rızâsı için” sözünü kullanırlar. Çünkü Allah’ın
rızâsı her-şeyden üstündür:
“Kadınlara, oğullara,
kantar-kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve
ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar,
dünyâ-hayâtının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır. De ki: Size
bundan daha hayırlısını bildireyim mi?. Korkup sakınanlar için Rablerinin
katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz
eşler ve Allah’ın rızâsı vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir” (Âl-i İmran 14-15).
“Ki o, malını vererek
temizlenip-arınır. O’nun yanında hiç kimsenin, karşılığı verilecek bir nîmeti
(borcu) yoktur. Ancak yüce Rabbinin rızâsını aramak için (verir). Muhakkak kendisi
de ileride râzı olacaktır” (Leyl
18-21).
“Ona duydukları sevgiye
rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz size, ancak Allah’ın
yüzü (rızâsı) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir
teşekkür” (İnsân 8-9).
“Allah’ın rızâsına uyan
kişi, Allah’tan bir gazâba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi
midir?. Ne kötü barınaktır o” (Âl-i
İmran 162).
Dünyâ’yı İslâmî yönde
değiştirmek çok zor bir şeydir. Fakat bunun bir kısa-yolu da vardır: “Allah’ı
râzı ederek O’nun yardımını celb-etmek”. Çünkü ancak O’nun yardımı ile
başarabilirsiniz bu işi. O yardım ederse mutlakâ olur, aksi-hâlde aslâ!. Bu
yüzden Allah’ı râzı etmek, gâlibiyetin başlangıcı ve göstergesidir. Allah’ı râzı
edenler mutlakâ kazanırlar.
Bir çoğunluk yönetimi olan demokrasi, rızâya
dayalı değildir. Seçim ve rızâ kelimeleri yan-yana kullanılamaz. Zîrâ seçmenin %49’u
sonuçtan râzı değildir. O-hâlde demokrasilerde herkesin râzı olması
imkânsızdır. Bu yüzden demokrasilerde oy-birliğine değil, oy-çokluğuna göre
hareket edilir. Müslümanların demokrasiye râzı edilmesi; “ölümü gösterip
sıtmaya râzı etme”nin diğer adıdır.
Bilim para için, ilim rızâ
için yapılır, birincisinde bir zaman sonra para bilimin önüne geçer. Artık
parayı kim daha çok verirse onu rızâsına göre bilim yapılır. Oysa genel anlamda
ilim, Allah rızâsı için olmalıdır. Allah rızâsı için olunca, hakka ve hakîkate
uygun olmaması düşünülemez. O yüzden Allah rızâsını kazanmak yolunda bâtıl bir
şey yapılamaz. “Allah rızâsı için hadis uydurdum” diyenler olmuştur. Fakat bu,
hem Peygamber’e yalan isnât etmek, hem de Allah’ı yalana ortak etmek anlamında
çifte günahtır.
Gayri İslâmî siyâset ve
siyâsetçiler; küresel sermâyedarları, tâğutları, nefislerini ve dolayısı ile
“şeytanı râzı etmek” ile görevlidirler. Tüm çabaları bunun içindir. Allah
rızâsı için bir şey yaptıklarını göremezsiniz. Hâlbuki Allah rızâsı için bir
şey yapmak, mutlakâ “halkın yarârına olacak bir şeyler yapmak” demektir.
Ticârette alanın ve satanın
râzı olması, o şeyden Allah’ın da râzı olduğu anlamına gelmez. Önemli olan,
satıcının ve alıcının birbirlerinin mallarını haksızlıkla yememesidir. Meselâ
satıcı, alıcıyı râzı ederek ona fâhiş fiyatla bir şey satsa, Allah o satıştan
râzı olmaz. Önemli olan Allah’ın rızâsıdır. Alıcının rızâsı sonra gelir. Allah’ın
râzı olmadığı hiç-bir şey rızâya müstahak değildir. İnsanın râzı olması,
Allah’ın râzı olmasıyla örtüşmek zorundadır. Allah’ın senden râzı olması için,
senin tüm işlerde Allah’a göre hareket etmen yâni O’ndan râzı olman gerekir. Allah’ın
senden râzı olmasının ön şartı, senin Allah’tan râzı olmandır. Allah’tan râzı
olmak, O’nun indirdiği vahye göre yaşamakla olur. Allah’tan râzı olmayı da yine
Allah’tan dilemek gerekir; “Allah’ım beni Sen’den râzı kıl” diye duâ etmek
gerekir.
Tesettür, “Allah rızâsı için
giyinmek” iken, çıplaklık, “insanların ilgisi için soyunmak”tır. Yâni tesettür
“Allah’ı râzı etmek için giyinmek” iken, çıplaklık, “insanları râzı etmek için
soyunmak”tır.
İslâm’da esas olan Allah’ın
rızâsını kazanmak, Allah’ın rızâsına kavuşmaktır. Tasavvufta olduğu gibi, amaç
“Allah’ın rızâsını kazanmak” yerine “Allah’a ulaşmak” değildir. İslâm’ın emri
ve mü’minin amacı “Allah’ı bulmak” değil, “Allah’ın rızâsını kazanmak”tır.
Mutluluk
bir amaç-hedef değil, bir sonuçtur. Amaç ve hedef, Allah’ın rızâsını
kazanmaktır. Allah’ın rızâsını kazananlar Dünyâ’da olmasa da âhirette-cennette mutlu
olurlar.
Allah rızâsı kaybolmaz ve
fânî olmaz. Her-şeyden geriye bir-tek Allah rızâsı kalır.
O-hâlde ey mü’minler!; Allah
rızâsı için, Allah’ın rızâsını kazanmaya bakın. Çünkü Allah râzı olursa, ne
olursa-olsun kazançlı olmuş olursunuz. “Allah râzı olsun da, ne olursa-olsun”
sözü şiarımız olmalıdır. Öyleyse şu âyeti baş-tâcı etmek şarttır:
“Ey mutmain (tatmin
bulmuş) nefis!; dön Rabbine, O’ndan râzı
olarak ve rızâsını kazanmış bulunarak” (İrci’î, ilâ rabbiki râdiyeten mardiye)
(Fecr 27-28).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder