6 Ekim 2021 Çarşamba

Modern-Aklı ve Modern-Bilimi Putlaştırmak

 

“Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir yada aklını kullanır mı sayıyorsun?. Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar” (Furkân 44).

 

“Göklerin ve yerin gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).

 

İslâm’da aklı kullanmak ve de göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünmek, dolayısı ile bilim yapmak vardır ve bunlar emredilmiştir. Göklerin, yerin, hayvanların, bitkilerin, dağların, denizlerin vs. yaratılışını gözlemlemek ve bunlar hakkında düşünmek Allah’ın emridir. Zîrâ İslâm, “Allahsız akla” ve “Allahsız bilime” karşı Allah’ı merkeze alan aklı ve bilimi de ortaya koymak ve hâkim kılmak ister. Böylece İslâm-aklı ve İslâm-bilimi ortaya çıkar. Bunları yapmaktan kaçınmak ise Allah’ın zinhar istemediği şeylerdir. Öyle ki, aklı kullanmamanın “pisliğe bulanmak”la sonuçlanacağı söylenirken; gökler ve yer üzerinde gözlem yapmanın ve üzerinde düşünmenin “insan ve mü’min olma”nın gereği olduğu ifâde edilir:

 

“… O, akıl erdir(e)meyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar” (Yûnus 100).

 

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ard-arda gelişinde temiz akıl-sâhipleri için gerçekten âyetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azâbından koru” (Âl-i İmran 190-191).

 

İslâm’da bahsedilen akıl tabî ki de “vahyin inşâ etmiş olduğu akıl”dır ve bilim de böyle bir akla, vahye, doğala, normâle ve fıtrata uygun ve aykırı olmayan bilimdir. İslâm’ı merkeze almış olan aklın ve bilimin ortaya koyduğu hiç-bir şey insanlara, hayvanlara, doğaya ve tüm varlığa hiç-bir zarar vermez. Böylece insanoğlu yeryüzünü tam da Allah’ın emrettiği gibi inşâ etmiş olur ve hem Dünyâ’da huzûr ve güvenlik içinde yaşar hem de âhirette bunun mükâfâtını görür. Zîrâ gerçek mâbud Allah olduğu için, akıl ve bilim ile şirk koşulamaz ve akıl ve bilim putlaştırılmaz. Böylece zulümden emin olunur. Çünkü şirk en büyük zulümdür.

 

Lâkin insanlar târih boyunca aklı ve bilimi Allah-merkezli kullanmaktan kaçınmışlardır. Zîrâ bu şekilde kullanılan akıl ve yapılan bilim hem şeytana ve nefse haz vermez, hem de bunlara oyun kuracakları alan açılmamış olunur. Böylece tâğutlar İslâm’ı merkeze alan akıl ve bilim ile inşâ edilmiş olan Dünyâ’da ayrıcalıklı bir çıkar elde edemezler ve “herkes gibi yaşamak” zorunda kalırlar. Buna hem insan düşmanı şeytan ve haz-merkezli nefs, hem de çıkarından başka bir şey düşün(e)meyen tâğutlar zinhar katlanamaz. Bu nedenle de aklı, vahiy-merkezli olmaktan çıkararak insan ve madde-merkezli -ki aslında şeytan ve nefs-merkezli- kullanılmasına çalışırlar. Akıl, Allah’ı merkeze almaktan çıkınca ve şeytan ile nefsin kontrôlüne ve yönlendirmesine girince, bilim de sonunda yolundan sapmış olan akla uyarak, tâğutların çıkarını koruyan ve çoğaltan bir araç hâline gelir. Aklı kullanmayı ve bilim yapmayı Allah-merkezli olmaktan çıkarınca, merkeze yeni bir şey almak şart olur ve Allah’ı hesap-dışı tutmayı varlık nedeni sayan modernizm, “yenilik” ve sûnî bir heyecan üreterek aklı ve bilimi modernleştirir.

 

Evet; aklı ve bilimi Allah-merkezli kullanmaktan vazgeçince akıl ve bilim mecbûren modern-merkezli olur yada modern-merkezli olunca Allah-merkezli olmaktan vazgeçilir. Artık merkeze, dinden kopmuş olan insan ve Allah’tan-vahiyden kopmuş olan akıl ve bilim konur. Fakat aslında merkeze nihâyetinde şeytan, nefs ve tâğutlar alınmış olur ve zulüm başlar. Zîrâ insan her zaman ilk önce kendi çıkarını düşünür ve çıkarının da sonu hiç-bir zaman gelmez. O artık hep kendi lehine çalışmaya başlar ve sonunda mîzan kayar ve Dünyâ’nın dengesi bozulur. Böylece büyük bir fitne ve ağır bir ifsâd başlar. O hâlde “târih, İslâm-merkezli olmakla, modern-merkezli olmanın savaşımıdır” desek yerinde olur..

 

Allah’tan, din’den ve vahiyden uzaklaşıp kopan akıl ve bilim, artık Allah’a, dîn’e ve vahye tam aykırı olarak işletilmeye ve yapılmaya başlanır. Böylece akıl ve bilim, “modern-akıl ve modern-bilim” olarak tezâhür eder. Akıl ve bilim modernleşince ve merkeze alınınca, zamanla aşırı önemsenmeye ve putlaşmaya başlar. Çünkü akıl ve bilim modern insan tarafından “nihâi dayanak” olarak görülmeye başlar ve bunlardan daha yüce bir referans noktası göremez, kabûl edemez ve önemsemez. Çünkü bir şey modernleşince ve akıl şeytanın, nefsin ve tâğutların kontrôlüne girince ve de putlaşınca, Allah, âhiret, din, vahiy, kitap, peygamber vs. tüm gayb inkâr edilmiş olur. Zîrâ modernizm ve gayb bir-arada bulunamaz. Modernizm gaybı yâni hakîkati inkâr etmek ve elinden geldiğince ezmek ister. Çünkü hayâtiyetini bundan alır.

 

Modern-akıl ve modern-bilim, merkeze maddeyi alır ve maddî olmayan yâni ölçülemeyen (gaybın ölçüsü kâlptir) her-şeyi inkâr eder. Böyle olunca da gaybın konusu olanlar inkâr edilmeye başlanır. En Yüce Güç ve yüce değerler göz-ardı edilip inkâr edilince, onların yerini modernleşmiş ve modernleştiği için mecbûren sapmış olan akıl ve bilim alır. Böylece modern-akıl ve modern-bilim putlaşmış olur. Öyle ki insanlar modern-akla ve modern-bilime ve de bunları ellerinde tutanların ağızlarına bakarak düşünmeye, konuşmaya ve edip-eylemeye başlarlar. Fakat Allah’tan kopmuş ve maddeyi ilahlaştırmış olan modern-akıl ve modern-bilim eksiklik ve yanlışlıktan kurtulamayacağı için hiç-bir zaman hakka ve hakîkate ulaşamaz. Bu yüzden de öngörüleri ve ürettikleri veriler sürekli olarak eksik ve yanlış çıkar, zarar verir. Bu eksiklik ve yanlışlık nedeniyle insanlar sürekli zarar görür yada yarardan çok zarar görür. İnsanların gördüğü bu zararlara rağmen birileri de sürekli kârlı çıkar tabi. Bu-arada şeytan da sevincinden göbek atar. Lâkin insanlar Allah’ın denetiminden uzak kalmak ve nefislerinin ve hazların doğrultusunda yaşamak uğruna bu duruma katlanırlar da modern-aklı ve modern-bilimi kutsallaştırmaya ve tapmaya devâm ederler.

 

İşin en kötü yanı ise, bu putlaştırmayı, sürekli olarak Allah’tan, Din’den ve Kitap’tan bahsedenler, Kur’ân okuyanlar ve merkeze İslâm’ı aldığını söyleyenler de yapmaya  başladı. Öyle ki modern-akla ve modern-bilime uymadığında ve âyetleri modern-akla ve modern-bilime uydur(a)madıklarında âyetler onları iknâ ve mutmain etmiyor. Böyle olunca da başlıyorlar âyetleri modern-akla ve modern-bilime uydurana kadar zorlamaya ve hattâ âyetlere işkence etmeye. Modern-akla ve modern-bilime uydurana kadar rahat edemiyorlar. Lâkin Kur’ân bunu yapanları şiddetle uyarır ve şöyle der:

 

“Size ne oluyor?. Nasıl hüküm veriyorsunuz?. Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki ‘siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak’ diye” (Kalem 36-39).

 

Modernleşmiş müslümanlardan başka; Dünyâ’nın hâl-i pür melâlinin farkında olanlar da modern-akla ve modern-bilime çok güvenerek o merkezde düşünce üretmeye başladılar. Modern-akla ve modern-bilime aykırı düşmekten utanıyorlar ve çok korkuyorlar. Fakat bu-arada Kur’ân’a aykırı düşebiliyorlar. Artık bilinçli olan müslimler de modern-aklı ve modern-bilimi merkeze alarak konuşmaya başladılar ve o merkezde hareket ediyorlar. Modern-aklın ve modern-bilimin ağır kuşatması ve etkisi nedeniyle modern-aklın ve modern-bilimin ortaya koyduklarını vahiy-merkezli olarak eleştirmeyi düşünmüyorlar. Çünkü modern-akla ve modern-bilime çok gereksiz ve aşırı bir güven var. Zîrâ hiç şüphelenmiyorlar bile. Modernleşmiş ve artık gevşeyip çözülmüş olan müslümanlar (müslim ve mü’minler değil) modern-aklı ve modern-bilimi putlaştırmış durumdadırlar ve düşüncelerini, sözlerini ve hareketlerini modern-akıl ve modern-bilim belirlemektedir. Bakmayın siz onların Kur’ân Kur’ân dediklerine; Kur’ân ile modern-akıl ve modern-bilim karşı-karşıya geldiğinde ve bir çelişki olduğunda modern-aklı ve modern-bilimi seçiyorlar ve Kur’ân’ı onlara uydurmaya çalışıyorlar. Çünkü Kur’ân’dan çok modern-akla ve modern-bilime güvenmektedirler ve onlara bağlıdırlar. Modern-akla ve modern-bilime uymayan hiç-bir âyeti kabûl etmezler. Fakat dikkat edilirse bu, “modern-bilimin ve modern-aklın şaşmaz-yanılmaz bir hakîkat, Kur’ân’ın ise, sürekli yorumlanması ve moderne uydurulması gereken bir Kitap olarak görülmesi” demektir.

 

Temel ilkelerde îtinâ göstermeye çalışan ve “müslimler” diyebileceğimiz bilinçli kesim ise, moderniteye sâdece yargı, yasama ve yürütme konusunda eleştiri ve îtirâz ediyorlar fakat sosyâl hayat, ekonomi ve bilim noktasında yâni modernizm düşüncesi, para ve modern-akıl ve modern-bilim konusunda yeterli eleştirileri ve îtirazları yok hattâ bâzıları tamâmen modern-akla ve modern-bilime teslim olmaya başlamış durumdadır. Oysa İslâm, hayatın tüm alanlarını eleştirir ve vahiy-merkezli olarak inşâ etmek ve hayâtın her alanına hâkim olmak ister. Buna sosyâl, kültürel, ekonomik, siyâsal, hukûkî ve akıl-düşünce-bilim alanları da dâhildir. Bunu elbette bâtılı yıkıp hakkı ve hakîkati yâni tevhidi hâkim kılarak yapar. Zîrâ Allah ile bağlantılı ve Allah-merkezli olmayan tüm alanlar eksik kalır ve bu nedenle de tümden yada büyük oranda yanlış sonuçlara neden olur. Böylece ortalık hak ve hakîkatten mahrum kalır. Hak ve hakîkatten mahrum kalınca da adâlet ve eşitlik bozulur. Çünkü Allah’tan, din’den, vahiyden ve de peygamber’den uzak olunca şirkin, küfrün ve dolayısı ile zulmün açığa çıkması kaçınılmaz olur. Modern olunca yâni Allahsız olunca zulüm kaçınılmazdır.

 

Allahsız-lâik-demokratik-seküler sistemin ortaya koyacağı siyâsetin, kânunların ve yürütmelerin tüm insanlık için bir hayır ve iyilik açığa çıkaramayacağını, hakkı ve hakîkati ortaya koyamayacağını (haklı ve doğru olarak) düşünenler, bilenler ve söyleyenler; sıra yine aynı Allahsız-dinsiz-seküler-lâik-demokratik-modern sistemin ve düşüncenin ortaya koyduğu modern-aklın ve modern-bilimin verilerine gelince ondan şüphelenmiyorlar, modern-bilimi sorgulamıyorlar ve erleştirmiyorlar. Allah’ı hesâba katmayan ve hattâ inkâr eden modern-bilimin doğruyu, iyiyi, hakkı ve hakîkati ortaya koyamayacağından hiç bahsetmiyorlar. Çünkü modern-akıl ve modern-bilimden neredeyse hiç şüphelenmiyorlar ve sorgulamıyorlar. Sorgulayıp şüphelenmedikleri için de modern-bilimin verileri, ön-görüleri ve teorileri için bir ön-kabûl var. İşte o ön-kabûl, kişilerin modern-bilime aykırı olan yada modern-bilimden farklı olan düşünceleri ve teorileri abüsrd görmelerine ve kabûl etmemelerine neden oluyor.  

 

Modernizm, klâsik olandan, eski olandan nefret eder ve zâten hayâtiyetini de bundan alır. Klâsik ve eski olandan nefret ettiği için bunları yok etmeye çalışır. Bu yok etme sürecinde sürekli olarak yeniyi ortaya koymaya çalışır. Ortaya koyduğu yenilikler tabi ki de Allah’tan-vahiyden kopuk modern-akıl ve modern-bilim ile ortaya koydukları beşerî yeniliklerdir.

 

Modern-akıl ve modern-bilim birbirlerinin neden-sonucudur, birbirlerinin dayanaklarıdır. Akıl modernleşmeden modern-bilim ortaya çıkmaz, modern-bilim olmadan da modern-akıl bir varlık gösteremez ve ilahlaştırılamaz. İkisinin birlikteliğinde hem modern-akıl hem de modern-bilim putlaştırılır ve din hâline gelir. İnsanlar da artık modern-akla ve modern-bilime tapmaya başlarlar. Bu tapınış; tasavvurda, düşüncede, konuşmada, yazmada ve amel-eylemde merkeze modern-Allahsız aklı ve modern-Allahsız bilimi almakla yapılır. Merkeze aldığınız şey sizin dîninizdir, putunuzdur, ilahınızdır

 

“Aklın yolu birdir” diyorlar fakat aklın yolu bir değildir. Allah-merkezli akıl ile şeytan, nefs ve beşer-merkezli aklın yolu aynı ve bir değildir, olamaz. Kendisini neyin inşâ ettiğine göre aklın yolu değişir. Kimi akıl hak ve hakîkate uyarak Allah yolunda giderken, kimi akıl ise şeytan ve nefs yolunda gider. İki akıl tipi aslâ aynı değildir ve yolları da bir değildir. Hak yolda giden akıl ile bâtıl yolda sürüklenen akıl aynı yolda buluşamazlar.

 

Evet; son 250 yıldır bâriz bir şekilde modern-Allahsız akıl ve modern-Allahsız bilim merkeze alınmıştır yâni akıl ve bilim Allahsızlaştırılmıştır. Modern-akıl ve modern-bilim günümüzde çok aşırı ve hak etmediği oranda büyütülmekte, ilahlaştırılmakta ve putlaştırılmaktadır ve de şeksiz-şüphesiz, sorgusuz-suâlsiz sımsıkı ve güçlü bir bağlılıkla modern-akla ve modern-bilime bağlanılıp tapılmaktadır. İşin acı tarafı, gün geçtikçe “müslüman” olanların tamâmen, “müslim-mü’min” olanların ise kısmen modern-akla ve modern-bilime bağlanıyor olmalarıdır ki zamanla bu bağlılık artmakta ve kuvvetlenmektedir. Modern-akla ve modern-bilime hiç-bir eleştiri, îtirâz ve isyân sesi yükselmemekte ve hattâ artık tek bir laf bile edilmemektedir. Oysa modern-akıl ve modern-bilimin ortaya koydukları şeyler, insanları gün geçtikçe madden ve mânen çürütmekte ve çökertmektedir.

 

“Ey îman edenler!; eğer bir fâsık, size bir haber getirirse onu etraflıca araştırın. Yoksa cehâlet sonucu bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişmân olursunuz” (Hucurât 6).

 

Fâsık, “Allah’a itaat etmekten büyük ölçüde çıkıp dînin sınırlarını aşan günahkâr. Hak yolundan hâriç olan. Allah’ın emirlerine karşı zıt hareket eden kimse” demektir. Modern-akıl ve modern-bilim Allah’a aykırı hareket ettiğinden dolayı fâsıktır. Vahiy-merkezli akıl ve vahiy-merkezli doğal bilim fâsıklaşınca yâni Allahsızlaşınca, modern-akıl ve modern-bilim açığa çıkar ve fâsık bir şey iş-başına geçince de ekini ve nesli ifsâd eder; aynen günümüzde olduğu gibi. O hâlde modern-akla ve modern-bilime karşı şüpheci ve eleştirel olmak ve de modern-aklın ve modern-bilimin ürettiklerini vahiy süzgecinden geçirmek şarttır. Zâten bu Allah’ın bir emridir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2021

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder