“Muhammed,
Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi
aralarında merhâmetlidirler” (Fetih 29).
Bu âyete göre
İslâm ve mü’minler kendi aralarında “öfke-merkezli” ol(a)mazlar. Fakat küfre ve
şirke, dolayısıyla zulme karşı içlerinde “kerîm bir öfke” taşırlar.
Öfke insanda
bulunan bir duygudur ve yeri geldiği zaman çok gereklidir ve sonuca
ulaştırabilir. Bâzı durumlarda öfke gereklidir. Hattâ mü’min kişi aynı-zamanda
“kerîm bir öfke”ye sâhip olmalıdır. Zîrâ Dünyâ cennet değildir ve
adâletsizliklerin sürekli kol gezdiği bir yerdir. Bu nedenle zulmün ayyuka
çıktığı zamanlarda sevgi değil öfke iş yapar. Fakat öfke kişiyi yiyip
bitirmemelidir. Aşırı ve zamansız öfke kişinin hem zihnini hem de eylemini yozlaştırır
ve sevgiyi, merhâmeti ve sâlih ameli blôke eder. Aynı-zamanda maazallah,
Allah’ı da unutturabilir:
“Kim,
Allah’ın ona, Dünyâ’da ve âhirette kesin olarak yardım etmeyeceğini sanıyorsa,
göğe bir araç uzatsın, sonra kessin de bir baksın; kurduğu düzen, onun öfkesini
giderebilecek mi?” (Hacc
15).
İslâm tabî ki
insanları iyiye, güzele ve hayırlı olan ulaştırmak için vardır. Bu ise
merhâmeti, vicdânı ve sevgiyi çoğaltmakla mümkündür. Mü’minler kerîm öfkelerini
bile aslında hayra ulaşmak için kullanırlar ve kullanmalıdırlar. Kur’ân mü’min
kişinin târifini şöyle yapar:
“Onlar,
bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki
hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran 134).
Aşırı öfkede
kibrin de payı vardır, bu nedenle kontrôllü öfkedir “kerîm” olan öfke. Kerîm
olmayan öfke, kâlbi karartıp mühürleyebilir.
Allah’ın “Cemâl”
ismi olduğu gibi “Celâl” ismi de vardır. Yâni Allah sever de, kızar ve
öfkelenir de: “Celâl ve ikrâm sâhibi
olan Rabbinin adı ne yücedir” (Rahmân 78). Fakat
Allah’ın rahmeti gazâbını geçmiştir. Bu nedenle O, Rahmân ve Rahîm’dir.
Tabi İslâm ve
Kur’ân, sakinleştirici bir ilaç gibi kullanılamaz. Duruma göre Kur’ân,
okuyucusuna “kerîm bir öfke” kazandırır. Kerîm öfkelere sâhip olmadan şirk,
küfür ve zulmün olduğu bir yerde hiç-bir düzeltme yapılamaz, dolayısıyla İslâm
hayâta aktarılıp egemen olamaz.
Bir kişinin
Kur’ân’ı hakkıyla idrâk edip-edemediğinin delîli, Kur’ân’ın, okuyucusuna
kazandırmış olduğu “kerim öfke”nin ve “kutsal küfr”ün (Nîsâ 60) o kişide
olup-olmadığıdır. Evet; merhâmet, vicdân ve saygı-sevgi olmadan Kur’ân’ı
anlamak eksik kalır fakat, kerîm öfkelere sâhip olmayınca da Kur’ân hakkıyla anlaşılamaz.
Çünkü Kur’ân, zulmün ve adâletsizliğin olduğu bir dünyâya inmiştir ve bu iniş
yerine göre sert ifâdelerle olmuştur.
Öfkeli dil,
acının sesli hâlidir. Zulüm görenler, kendisine haksızlık yapılanlar ve
adâletsizliğe dayanamayanlar, acılarını öfkeli bir şekilde dile getirirler.
Tabi bu öfke “kerîm bir öfke”dir.
Öfke genelde
nefisten kaynaklansa da, “kerîm öfke”, Allah’ın vahyinin kazandırmış olduğu bir
duygudur. Yanlışa, bâtıla ve cehâlete karşı duyulan bir öfkedir bu. Nefsî bir
öfke değildir. Hz. Ali’nin, savaş sırasında yere yıktığı bir düşmanını tam öldüreceği
sırada düşmanı Hz. Ali’nin yüzüne tükürdüğünde onu öldürmekten vazgeçmesinin
nedeni, o anda nefsinin kışkırtılması ve öldürmeyi nefsi için yapacak
olmasındandı. Oysa Hz. Ali onunla savaşmayı ve öldürmeyi şirke, küfre, cehâlete
ve bunlardan kaynaklanan zulme karşı duyduğu “kerîm öfke” ile yapıyordu. Kerîm
öfke, “Kerem Olan”dan gelen sorumluluk bilincinin bir sonucudur. Bu olay
kaynaklarda şu şekilde anlatılır:
“Bir
harpte Hz. Ali bir düşman askeri ile çarpışıyordu. Rakibi usta bir savaşçı
olduğu için bir türlü mağlûp edemiyordu. Tam karşı-karşıya geldikleri bir sırada
Hz. Ali: ‘Yâ Allah’ diyerek düşman askeri üzerine hücum edip yere yatırdı.
Çıkıp göğsü üzerine oturduktan sonra hançerini çıkarıp öldüreceği sırada düşman,
Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü. Rakibi bunu, ‘Ali öfkelensin de kendisini daha
çabuk öldürsün’ diye yapmıştı. Hz. Ali hemen düşmanın üzerinden kalktı. Onun da
ayağa kalkmasına müsâde etti.
Düşman
şaşırmıştı: ‘Ey Ali, ben seni kızdırmak için yüzüne tükürdüm, sense beni tam
öldüreceğin sırada serbest bıraktın. Bunun sebebi nedir’ diye sordu. Hz. Ali
kâfire şu cevâbı verdi: ‘Ben bu harp meydanında Allah rızâsı için çarpışıyorum.
Sen yüzüme tükürdüğün zaman içimde sana karşı şahsî bir nefret belirdi, seni
öldürmüş olsa idim Allah için değil de nefsime yapılan hakâretten dolayı
öldürmüş olacaktım. Bundan dolayı seni öldürmekten vazgeçtim’ dedi”.
Rivâyete göre
düşman askeri, Hz. Ali’nin bu büyüklüğüne hayran kalarak müslüman olmak
istediğini söyler. Hz. Ali kelime-i şahâdeti söyletir ve düşman askeri müslüman
olur.
Öfke tümden kötü
değildir. Öfkenin kontrôlden çıkıp hem karşıdakini hem de öfke sâhibini
yiyip-bitirecek duruma gelmesidir kötü olan. O yüzden de “nefsî öfke”den değil,
“kerîm öfke”den bahsediyoruz.
Doğruyu,
hakkı ve hakîkati tatlı dilden ziyâde öfke daha iyi dile getirir. İki kere
ikinin dört olduğunu sert bir şekilde söylersiniz meselâ. Hakîkat biraz da sert
bir şekilde dile getirilir.
İnsanları
harekete geçiren şey, bilgiden ve sevgiden ziyâde, öfkelerdir. Öfkenin en
hayırlısı “kerîm öfke”dir.
Bana “niçin bu
kadar öfkelisin” diyorlar. Çünkü Kur’ân’ı okuyorum ve sonra mevcut Dünyâ’ya
bakıyorum. Aralarında apaçık bir zıtlık olduğunu görüyorum. Kur’ân ile modern
hayâtın ve sahabe ile modern insanın kıyasını yapınca mecbûren öfkeleniyorum.
Zîrâ Kur’ân, insanın Dünyâ’da Allah’ın emri ve tavsiyeleri doğrultusunda yaşamasını
istiyor ve en iyisinin bu olduğunu söylüyor. Çünkü mutlak anlamda Allah’ın
emrine göre işleyen kâinatta her-şey en ideâl bir şekilde hareketini sürdürüyor
ve sonuçta kâinatta herhangi bir uyumsuzluk, karışıklık ve kaos olmuyor. İşte
Dünyâ’da insanlar arasında da Allah’a göre (sünnetullah) hareket edilirse diyor
Kur’ân, aynen göklerdeki düzen Dünyâ’da ve insanlar arasında da âhenkli olur ve
insanlar küfürden, şirkten, haksızlıktan, adâletsizlikten, ahlâksızlıktan ve
dolayısıyla zulümden uzak olmuş olur. Böylece hem Dünyâ’da rezillikten hem de âhirette
acı azaptan emin olunmuş olur. Oysa insanlar arasındaki sosyâl, kültürel,
ekonomik ve hukûkî-kânûnî şeyler dışındaki her-şeyi Allah en güzel şekilde idâre
etmesine rağmen, insanlar sosyâl, kültürel, ekonomik ve hukûkî-kânûnî konularda
Allah’ı işe karıştırmak istemiyorlar da şeytana ve nefse göre hareket ediyorlar.
Çünkü baş düşmanımız şeytan ve nefisler düzen istemiyor. Zîrâ nefisler sürekli
kışkırtılmak ve azmak istiyor. Bunun için de şeytana ve tâğutlara göre, insanlar
arasında adâlet, hak-hakîkat, tevhid yâni vahiy-merkezli bir hayat olmaması
gerekiyor. Böylece Allah’ı, dîni, vahyi ve Peygamber’i işe karıştırmıyorlar ve
Dünyâ’da sürekli bir kaos ve sürekli bir bulanıklık oluyor. Birileri bu kaos ve
bulanıklıktan besleniyor ama insanların çoğu adâletsizliğe, haksızlığa ve zulme
mâruz kalıyor. İşte bunu görünce öfkeye kapılıyorum. Bu öfke Kur’ân’dan
kaynaklandığı için de “kerîm öfke” oluyor. İşte benim öfkeli ve bir şekilde
düşünmeme, konuşmama ve yazmama neden olan şey budur. Kerîm öfkelere sâhip
olmayı bu nedenle savunuyorum.
Yoksa Dünyâ ve
insanların çoğu bu durumdayken gidip de tasavvufun; “sövene dilsiz, dövene elsiz
ol” şeklindeki pasif ve sapık sözünü baş-tâcı edecek değilim. “Sövene elsiz ve
dövene dilsiz olmak” sözü aslâ İslâm’ın sözü olamaz. Kur’ân’da ve Peygamber
örnekliğinde (Sünnet) böyle bir şey de yoktur. İslâm’da “kısasa kısas” vardır.
İsteyen ve sabredenler kısas haklarından vazgeçebilirler ama adâlet ne
olursa-olsun uygulanmalıdır. Bu söz İslâm’ın değil, tahrife uğramış ve paganizm
ile tahrip edilmiş olan hristiyanlığın sözüdür. “Bir yanağınıza vurulduğunda
diğer yanağınızı çevirmek” kişinin belli bir süreliğine sabretme amaçlı
yapabileceği ve katlanabileceği bir uygulama olabilir fakat bu kesinlikle İslâm’ın
bir emri ve sürekli uygulaması değildir, olamaz. Küfrü, şirki, adâletsizliği,
haksızlığı vs. kerîm öfkeler önler ancak ve tevhidin hâkim olma süreci de ancak
bâtıla karşı duyulan öfke ile başlar. Zâten Allah’ın öfkelenmesi de şirke,
küfre, adâletsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa, cehâlete, bâtıla ve dolayısıyla
zulme olan bir öfkedir. Vahyi ve Peygamber’i göndermesinin nedeni, bunlara râzı
olmamasından dolayıdır.
Her-şeye hemen
öfkelenivermek ve olmadık şeyler yapmaktan bahsetmiyoruz. Öfkelenilmesi gereken
şeylere kerîm öfkeler gösterilmesi gerektiğinden bahsediyoruz. Aksi-hâlde öfkelenilmesi
gereken şeylere “kerîm öfke”yle karşı çıkmamanın ağır sonuçları olacaktır.
Aşırı öfke
insanın aklını blôke eder ve kişiyi yanlışa düşürür, fakat aşırı sevgi de
öyledir. Zâten her-şeyin aşırısı böyledir. Lâkin kerîm öfkelerdir insanı
yanlışa karşı dik tutan ve yanlışı düzeltmek için harekete geçiren.
Modern insan çok
sabırsız ve çok öfkeli. Fakat öfkesi bir yaraya merhem olmadığı gibi nice
yaralar açıyor. Çünkü öfkesi “kerîm” değil. “Kerîm öfkeler”dir iyi ve doğru
olan. Bu bağlamda tüm peygamberler kerîm öfkelere sâhiptir. Yoksa onlar “sinirleri
alınmış ve her türlü çirkefliği hoş gören insanlar” değildir.
Çığırından
çıkmış olan öfke hayvanlara hastır. İnsana has olanına “kerîm öfke” denir.
Kerîm öfkelere sâhip olmak
için güçlü bir merhâmete ve vicdâna sâhip olmak gerekir. Kerîm öfke, sâdece onu
hak edenlere gösterilmelidir. Bunun için de kişinin dindarlığı ve takvâsı onda
bir metânet oluşturacak ve öfkesini kontrôl edebilecektir. Aksi-hâlde kontrôl
edilemeyen öfke, öfke duyulmaması gerekenlerin kâlbini kıracağı gibi, öfke
duyulması gerekenlere karşı da dik duruşu bozacaktır.
Öfke “öf” sözünden
gelir. Kur’ân bize ana ve babalarımıza “öf” bile demememizi emreder. Yâni
ana-babaya (şirk ve küfür hâriç) öf-ke duyamayız. Öf demeyenler, öfkelenmezler.
Fakat şu da var ki, ana-babasına “öf” bile demeyenler, “kerîm öfke sâhipleri”dir.
Yoksa öfkesi nefsinden kaynaklananlar her-şeye ve herkese öfkelenirler.
Kerîm öfkelere
sâhip olmayanlar “çirkin bir öfke”ye sâhiptirler, böylece her-şeye
öfkelenirler. Kerîm öfke ise sâhiplerini adâletsizliğe, merhâmetsizliğe,
vicdansızlığa, şirke, küfre ve zulme karşı ayağa kaldırır. Kerîm öfke, “sabırlı
öfke”dir.
Öfke duygumuz
olmazsa insan hayatta kalamaz diyebiliriz. Ayrıca öfke bize sınırlar çizer. Bu
duygumuz kontrôl edilebilir bir duygudur. İnsanın varlığına, birliğine, onuruna
saldırı olduğunda kendisini savunmasıdır. Ayrıca bastırılmış öfkenin olumsuz
bir-çok davranışa sebebiyet verdiği bilinen bir gerçektir.
Nasıl ki sevgi
duygumuzu bastırdığımızda sorunlar ortaya çıkarsa, öfke duygumuzu bastırdığımızda
da kişisel ve toplumsal sorunlar ortaya çıkar. Fakat “kerîm” öfkelere sâhip
olmakla öfke duygumuzu en doğru şekilde yönlendirebilir ve yönetebiliriz. Çünkü
kerîm öfke bir “kin” değildir. Kerîm Olan’dan alınan bu öfkenin nedeni, bâtıla
karşı duyulan hasımlıktır. Bu yüzden kerîm öfkelere sâhip olan kişiler, öfke
duyulan kişi, toplum yada herhangi bir şey, ortadan kalktığında yada artık öfke
duymak için neden kalmadığında affedici olur:
“Onlar, bollukta da,
darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan
bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran 134).
Evet; kerîm öfke
sâhipleri Allah’ın emrine göre “bolca infâk edenler” oldukları için, affedici
olmayı da bilirler.
Allah’ın haksızlıklara ve
kötülük odaklarına karşı kullanmak için bize bahşettiği öfke duygumuzu
birbirimize kullanmakla isrâf ediyoruz. İsrâf ederek tükettiğimiz öfkemiz
böylelikle, kullanılması gerektiğinde tükenmiş oluyor.
Ey mü’minler!;
merhâmet, vicdan, adâlet ve tevhidten kaynaklanan bir öfkeniz olsun, kerîm
öfkelere sâhip olun. Olun ki, adâletsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa, şirke,
küfre, bâtıla, cehâlete ve zulme karşı dik bir duruş gösterebilesiniz, bir ses
yükseltebilesiniz. Zîrâ kerîm öfkelerin olmadığı yerde “yavşama” başlar.
Derin bir
acı duymadan bu Dünyâ’nın hiç-bir şeyi anlaşılamaz; derin bir öfke duymadan bu
Dünyâ’nın hiç-bir şeyi değiştirilemez.
Küresel
lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik şirk ve zulüm sistemlerine karşı
içlerinde bir eleştiri, îtirâz, öfke ve isyân besleyip büyütmeyen ve hak,
hakîkat, adâlet ve tevhidin yegâne şartı olan bir İslâm Devleti-Medeniyeti
hayâli ve hedefi olmayanlar, ya câhildir, yada…
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder