13 Temmuz 2021 Salı

Kerîm Öfkelere Sâhip Olmak

 

“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhâmetlidirler” (Fetih 29).

 

Bu âyete göre İslâm ve mü’minler kendi aralarında “öfke-merkezli” ol(a)mazlar. Fakat küfre ve şirke, dolayısıyla zulme karşı içlerinde “kerîm bir öfke” taşırlar.

 

Öfke insanda bulunan bir duygudur ve yeri geldiği zaman çok gereklidir ve sonuca ulaştırabilir. Bâzı durumlarda öfke gereklidir. Hattâ mü’min kişi aynı-zamanda “kerîm bir öfke”ye sâhip olmalıdır. Zîrâ Dünyâ cennet değildir ve adâletsizliklerin sürekli kol gezdiği bir yerdir. Bu nedenle zulmün ayyuka çıktığı zamanlarda sevgi değil öfke iş yapar. Fakat öfke kişiyi yiyip bitirmemelidir. Aşırı ve zamansız öfke kişinin hem zihnini hem de eylemini yozlaştırır ve sevgiyi, merhâmeti ve sâlih ameli blôke eder. Aynı-zamanda maazallah, Allah’ı da unutturabilir:

 

“Kim, Allah’ın ona, Dünyâ’da ve âhirette kesin olarak yardım etmeyeceğini sanıyorsa, göğe bir araç uzatsın, sonra kessin de bir baksın; kurduğu düzen, onun öfkesini giderebilecek mi?” (Hacc 15).

 

İslâm tabî ki insanları iyiye, güzele ve hayırlı olan ulaştırmak için vardır. Bu ise merhâmeti, vicdânı ve sevgiyi çoğaltmakla mümkündür. Mü’minler kerîm öfkelerini bile aslında hayra ulaşmak için kullanırlar ve kullanmalıdırlar. Kur’ân mü’min kişinin târifini şöyle yapar:

 

“Onlar, bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran 134).

 

Aşırı öfkede kibrin de payı vardır, bu nedenle kontrôllü öfkedir “kerîm” olan öfke. Kerîm olmayan öfke, kâlbi karartıp mühürleyebilir.

 

Allah’ın “Cemâl” ismi olduğu gibi “Celâl” ismi de vardır. Yâni Allah sever de, kızar ve öfkelenir de: “Celâl ve ikrâm sâhibi olan Rabbinin adı ne yücedir” (Rahmân 78). Fakat Allah’ın rahmeti gazâbını geçmiştir. Bu nedenle O, Rahmân ve Rahîm’dir.

 

Tabi İslâm ve Kur’ân, sakinleştirici bir ilaç gibi kullanılamaz. Duruma göre Kur’ân, okuyucusuna “kerîm bir öfke” kazandırır. Kerîm öfkelere sâhip olmadan şirk, küfür ve zulmün olduğu bir yerde hiç-bir düzeltme yapılamaz, dolayısıyla İslâm hayâta aktarılıp egemen olamaz.

 

Bir kişinin Kur’ân’ı hakkıyla idrâk edip-edemediğinin delîli, Kur’ân’ın, okuyucusuna kazandırmış olduğu “kerim öfke”nin ve “kutsal küfr”ün (Nîsâ 60) o kişide olup-olmadığıdır. Evet; merhâmet, vicdân ve saygı-sevgi olmadan Kur’ân’ı anlamak eksik kalır fakat, kerîm öfkelere sâhip olmayınca da Kur’ân hakkıyla anlaşılamaz. Çünkü Kur’ân, zulmün ve adâletsizliğin olduğu bir dünyâya inmiştir ve bu iniş yerine göre sert ifâdelerle olmuştur.

 

Öfkeli dil, acının sesli hâlidir. Zulüm görenler, kendisine haksızlık yapılanlar ve adâletsizliğe dayanamayanlar, acılarını öfkeli bir şekilde dile getirirler. Tabi bu öfke “kerîm bir öfke”dir. 

 

Öfke genelde nefisten kaynaklansa da, “kerîm öfke”, Allah’ın vahyinin kazandırmış olduğu bir duygudur. Yanlışa, bâtıla ve cehâlete karşı duyulan bir öfkedir bu. Nefsî bir öfke değildir. Hz. Ali’nin, savaş sırasında yere yıktığı bir düşmanını tam öldüreceği sırada düşmanı Hz. Ali’nin yüzüne tükürdüğünde onu öldürmekten vazgeçmesinin nedeni, o anda nefsinin kışkırtılması ve öldürmeyi nefsi için yapacak olmasındandı. Oysa Hz. Ali onunla savaşmayı ve öldürmeyi şirke, küfre, cehâlete ve bunlardan kaynaklanan zulme karşı duyduğu “kerîm öfke” ile yapıyordu. Kerîm öfke, “Kerem Olan”dan gelen sorumluluk bilincinin bir sonucudur. Bu olay kaynaklarda şu şekilde anlatılır:

 

“Bir harpte Hz. Ali bir düşman askeri ile çarpışıyordu. Rakibi usta bir savaşçı olduğu için bir türlü mağlûp edemiyordu. Tam karşı-karşıya geldikleri bir sırada Hz. Ali: ‘Yâ Allah’ diyerek düşman askeri üzerine hücum edip yere yatırdı. Çıkıp göğsü üzerine oturduktan sonra hançerini çıkarıp öldüreceği sırada düşman, Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü. Rakibi bunu, ‘Ali öfkelensin de kendisini daha çabuk öldürsün’ diye yapmıştı. Hz. Ali hemen düşmanın üzerinden kalktı. Onun da ayağa kalkmasına müsâde etti.

 

Düşman şaşırmıştı: ‘Ey Ali, ben seni kızdırmak için yüzüne tükürdüm, sense beni tam öldüreceğin sırada serbest bıraktın. Bunun sebebi nedir’ diye sordu. Hz. Ali kâfire şu cevâbı verdi: ‘Ben bu harp meydanında Allah rızâsı için çarpışıyorum. Sen yüzüme tükürdüğün zaman içimde sana karşı şahsî bir nefret belirdi, seni öldürmüş olsa idim Allah için değil de nefsime yapılan hakâretten dolayı öldürmüş olacaktım. Bundan dolayı seni öldürmekten vazgeçtim’ dedi”.

 

Rivâyete göre düşman askeri, Hz. Ali’nin bu büyüklüğüne hayran kalarak müslüman olmak istediğini söyler. Hz. Ali kelime-i şahâdeti söyletir ve düşman askeri müslüman olur.

 

Öfke tümden kötü değildir. Öfkenin kontrôlden çıkıp hem karşıdakini hem de öfke sâhibini yiyip-bitirecek duruma gelmesidir kötü olan. O yüzden de “nefsî öfke”den değil, “kerîm öfke”den bahsediyoruz.

 

Doğruyu, hakkı ve hakîkati tatlı dilden ziyâde öfke daha iyi dile getirir. İki kere ikinin dört olduğunu sert bir şekilde söylersiniz meselâ. Hakîkat biraz da sert bir şekilde dile getirilir.

 

İnsanları harekete geçiren şey, bilgiden ve sevgiden ziyâde, öfkelerdir. Öfkenin en hayırlısı “kerîm öfke”dir.

 

Bana “niçin bu kadar öfkelisin” diyorlar. Çünkü Kur’ân’ı okuyorum ve sonra mevcut Dünyâ’ya bakıyorum. Aralarında apaçık bir zıtlık olduğunu görüyorum. Kur’ân ile modern hayâtın ve sahabe ile modern insanın kıyasını yapınca mecbûren öfkeleniyorum. Zîrâ Kur’ân, insanın Dünyâ’da Allah’ın emri ve tavsiyeleri doğrultusunda yaşamasını istiyor ve en iyisinin bu olduğunu söylüyor. Çünkü mutlak anlamda Allah’ın emrine göre işleyen kâinatta her-şey en ideâl bir şekilde hareketini sürdürüyor ve sonuçta kâinatta herhangi bir uyumsuzluk, karışıklık ve kaos olmuyor. İşte Dünyâ’da insanlar arasında da Allah’a göre (sünnetullah) hareket edilirse diyor Kur’ân, aynen göklerdeki düzen Dünyâ’da ve insanlar arasında da âhenkli olur ve insanlar küfürden, şirkten, haksızlıktan, adâletsizlikten, ahlâksızlıktan ve dolayısıyla zulümden uzak olmuş olur. Böylece hem Dünyâ’da rezillikten hem de âhirette acı azaptan emin olunmuş olur. Oysa insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, ekonomik ve hukûkî-kânûnî şeyler dışındaki her-şeyi Allah en güzel şekilde idâre etmesine rağmen, insanlar sosyâl, kültürel, ekonomik ve hukûkî-kânûnî konularda Allah’ı işe karıştırmak istemiyorlar da şeytana ve nefse göre hareket ediyorlar. Çünkü baş düşmanımız şeytan ve nefisler düzen istemiyor. Zîrâ nefisler sürekli kışkırtılmak ve azmak istiyor. Bunun için de şeytana ve tâğutlara göre, insanlar arasında adâlet, hak-hakîkat, tevhid yâni vahiy-merkezli bir hayat olmaması gerekiyor. Böylece Allah’ı, dîni, vahyi ve Peygamber’i işe karıştırmıyorlar ve Dünyâ’da sürekli bir kaos ve sürekli bir bulanıklık oluyor. Birileri bu kaos ve bulanıklıktan besleniyor ama insanların çoğu adâletsizliğe, haksızlığa ve zulme mâruz kalıyor. İşte bunu görünce öfkeye kapılıyorum. Bu öfke Kur’ân’dan kaynaklandığı için de “kerîm öfke” oluyor. İşte benim öfkeli ve bir şekilde düşünmeme, konuşmama ve yazmama neden olan şey budur. Kerîm öfkelere sâhip olmayı bu nedenle savunuyorum.

 

Yoksa Dünyâ ve insanların çoğu bu durumdayken gidip de tasavvufun; “sövene dilsiz, dövene elsiz ol” şeklindeki pasif ve sapık sözünü baş-tâcı edecek değilim. “Sövene elsiz ve dövene dilsiz olmak” sözü aslâ İslâm’ın sözü olamaz. Kur’ân’da ve Peygamber örnekliğinde (Sünnet) böyle bir şey de yoktur. İslâm’da “kısasa kısas” vardır. İsteyen ve sabredenler kısas haklarından vazgeçebilirler ama adâlet ne olursa-olsun uygulanmalıdır. Bu söz İslâm’ın değil, tahrife uğramış ve paganizm ile tahrip edilmiş olan hristiyanlığın sözüdür. “Bir yanağınıza vurulduğunda diğer yanağınızı çevirmek” kişinin belli bir süreliğine sabretme amaçlı yapabileceği ve katlanabileceği bir uygulama olabilir fakat bu kesinlikle İslâm’ın bir emri ve sürekli uygulaması değildir, olamaz. Küfrü, şirki, adâletsizliği, haksızlığı vs. kerîm öfkeler önler ancak ve tevhidin hâkim olma süreci de ancak bâtıla karşı duyulan öfke ile başlar. Zâten Allah’ın öfkelenmesi de şirke, küfre, adâletsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa, cehâlete, bâtıla ve dolayısıyla zulme olan bir öfkedir. Vahyi ve Peygamber’i göndermesinin nedeni, bunlara râzı olmamasından dolayıdır.

 

Her-şeye hemen öfkelenivermek ve olmadık şeyler yapmaktan bahsetmiyoruz. Öfkelenilmesi gereken şeylere kerîm öfkeler gösterilmesi gerektiğinden bahsediyoruz. Aksi-hâlde öfkelenilmesi gereken şeylere “kerîm öfke”yle karşı çıkmamanın ağır sonuçları olacaktır.

 

Aşırı öfke insanın aklını blôke eder ve kişiyi yanlışa düşürür, fakat aşırı sevgi de öyledir. Zâten her-şeyin aşırısı böyledir. Lâkin kerîm öfkelerdir insanı yanlışa karşı dik tutan ve yanlışı düzeltmek için harekete geçiren.

 

Modern insan çok sabırsız ve çok öfkeli. Fakat öfkesi bir yaraya merhem olmadığı gibi nice yaralar açıyor. Çünkü öfkesi “kerîm” değil. “Kerîm öfkeler”dir iyi ve doğru olan. Bu bağlamda tüm peygamberler kerîm öfkelere sâhiptir. Yoksa onlar “sinirleri alınmış ve her türlü çirkefliği hoş gören insanlar” değildir.

 

Çığırından çıkmış olan öfke hayvanlara hastır. İnsana has olanına “kerîm öfke” denir.

 

Kerîm öfkelere sâhip olmak için güçlü bir merhâmete ve vicdâna sâhip olmak gerekir. Kerîm öfke, sâdece onu hak edenlere gösterilmelidir. Bunun için de kişinin dindarlığı ve takvâsı onda bir metânet oluşturacak ve öfkesini kontrôl edebilecektir. Aksi-hâlde kontrôl edilemeyen öfke, öfke duyulmaması gerekenlerin kâlbini kıracağı gibi, öfke duyulması gerekenlere karşı da dik duruşu bozacaktır.

 

Öfke “öf” sözünden gelir. Kur’ân bize ana ve babalarımıza “öf” bile demememizi emreder. Yâni ana-babaya (şirk ve küfür hâriç) öf-ke duyamayız. Öf demeyenler, öfkelenmezler. Fakat şu da var ki, ana-babasına “öf” bile demeyenler, “kerîm öfke sâhipleri”dir. Yoksa öfkesi nefsinden kaynaklananlar her-şeye ve herkese öfkelenirler.

 

Kerîm öfkelere sâhip olmayanlar “çirkin bir öfke”ye sâhiptirler, böylece her-şeye öfkelenirler. Kerîm öfke ise sâhiplerini adâletsizliğe, merhâmetsizliğe, vicdansızlığa, şirke, küfre ve zulme karşı ayağa kaldırır. Kerîm öfke, “sabırlı öfke”dir.

 

Öfke duygumuz olmazsa insan hayatta kalamaz diyebiliriz. Ayrıca öfke bize sınırlar çizer. Bu duygumuz kontrôl edilebilir bir duygudur. İnsanın varlığına, birliğine, onuruna saldırı olduğunda kendisini savunmasıdır. Ayrıca bastırılmış öfkenin olumsuz bir-çok davranışa sebebiyet verdiği bilinen bir gerçektir.

 

Nasıl ki sevgi duygumuzu bastırdığımızda sorunlar ortaya çıkarsa, öfke duygumuzu bastırdığımızda da kişisel ve toplumsal sorunlar ortaya çıkar. Fakat “kerîm” öfkelere sâhip olmakla öfke duygumuzu en doğru şekilde yönlendirebilir ve yönetebiliriz. Çünkü kerîm öfke bir “kin” değildir. Kerîm Olan’dan alınan bu öfkenin nedeni, bâtıla karşı duyulan hasımlıktır. Bu yüzden kerîm öfkelere sâhip olan kişiler, öfke duyulan kişi, toplum yada herhangi bir şey, ortadan kalktığında yada artık öfke duymak için neden kalmadığında affedici olur:

 

“Onlar, bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran 134).

 

Evet; kerîm öfke sâhipleri Allah’ın emrine göre “bolca infâk edenler” oldukları için, affedici olmayı da bilirler.

 

Allah’ın haksızlıklara ve kötülük odaklarına karşı kullanmak için bize bahşettiği öfke duygumuzu birbirimize kullanmakla isrâf ediyoruz. İsrâf ederek tükettiğimiz öfkemiz böylelikle, kullanılması gerektiğinde tükenmiş oluyor.

 

Ey mü’minler!; merhâmet, vicdan, adâlet ve tevhidten kaynaklanan bir öfkeniz olsun, kerîm öfkelere sâhip olun. Olun ki, adâletsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa, şirke, küfre, bâtıla, cehâlete ve zulme karşı dik bir duruş gösterebilesiniz, bir ses yükseltebilesiniz. Zîrâ kerîm öfkelerin olmadığı yerde “yavşama” başlar.

 

Derin bir acı duymadan bu Dünyâ’nın hiç-bir şeyi anlaşılamaz; derin bir öfke duymadan bu Dünyâ’nın hiç-bir şeyi değiştirilemez.

 

Küresel lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik şirk ve zulüm sistemlerine karşı içlerinde bir eleştiri, îtirâz, öfke ve isyân besleyip büyütmeyen ve hak, hakîkat, adâlet ve tevhidin yegâne şartı olan bir İslâm Devleti-Medeniyeti hayâli ve hedefi olmayanlar, ya câhildir, yada…

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder