“Kendi istek ve
tutkularını (hevâsını-nefsini-keyfini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı
sen mi vekil olacaksın?” (Furkân
43).
Keyfe-keder: “Çok önemsiz, üzerinde durulmasa da olur” olarak
görülen şey.
Keyfe-keder müslümanlık,
“keyfe keder getirmeyen müslümanlık”tır. Bu müslümanlık modern müslümanlıkta çok
bâriz olarak açığa çıkan ve tezâhür eden ve de gün geçtikçe yaygınlaşan bir “sözde
müslümanlık” şeklidir. Modern müslüman, “keyfine tapan kişi” hâline gelmiştir.
Öyle ki, müslümanlar da dâhil insanların tek düşüncesi, “Dünyâ’yı ıskalamamak”
olarak ifâde edebileceğimiz; “mal, makâm, mevkî, para, cinsellik, modern
dünyânın üretimleri ve ürünleri, yeme, içme, giyme, gezme, kariyer, sağlık,
rahat, keyif içinde yaşamak” olmuştur.
Modern müslümanlar, Peygamber’in
“güzel örneklik” olarak ortaya koyduğu vahiy pratikliğini es geçip “sâdece
Kur’ân” diyerek, Kur’ân’ı tam da modernizm adına ve modernite lehine
yorumlamaya başlayınca, merkeze aldığı moderniteye uygun yorumlar yapmaya,
tasavvurunu ve düşüncesini modernizm belirlemeye, sonuçta da artık her alanda
modernizme göre hareket etmeye başlamıştır. Bu, “keyfe göre Kur’ân okuma ve
yorumlama etkinliği”dir. Oysa Kur’ân’ın yorumu Kur’ân bütünlüğüne ve Sünnet
örnekliğine göre olmalıdır, moderniteye ve keyfe göre değil.
İslâm, Allah’ın indirdiği
vahiyler ve Peygamber’in bu vahiylere göre yaptığı uygulamalardır. Kıyâmete
kadar da hem Kur’ân’daki âyetler geçerlidir ve hem de Peygamber’in örnek
uygulaması (Sünnet) önemlidir. Bunlara uygun olmayan yada aykırı olan bir İslâm
düşüncesi ve eylemi olamaz. Lâkin keyfe-keder müslümanlıkta baskın felsefe,
paradigma, tasavvur, düşünce, sistem, ideolojiler, bilim, teknoloji, sanâyi,
silah, ekonomi, sosyâl hayat, hukuk, kânun ve siyâset, yâni modernite
merkezinde yapılan müslümanlık, sonuçta ortaya keyfe-keder geçersiz bir müslümanlık
türü çıkarmıştır. Müslümanların sayıca çokluklarına, imkânlarına ve güçlerine
rağmen yine de eziklikten kurtulamamalarının nedeni, Allah’ın dîni yerine
modernizm dînine intisap etmiş ve müslümanlığı keyfe-keder hâle getirmiş
oldukları içindir. Bu tür müslümanlıkla bir yere varılamayacağı çok açıktır.
Zâten Allah da, keyfe-keder hâle getirilen müslümanlığı kabûl etmemekte ve bunu
yapan müslümanları cezâlandırmaktadır.
Modern müslümanlar, bu gayr-i
İslâmî şeylere ayak uydurmak için yâni şeytan, nefis ve tâğutların yoluna uymak
için, sonuçta da keyfe-keder, sıkıntı yapmayan bir müslümanlık yaşamak için Sünnet’i
İslâm’dan kopartıp Kur’ân’ı da zorlaya-zorlaya moderniteye uygun hâle
getirmenin derdindedirler. Bunu yaparken İslâm’ı ve Kur’ân’ı “babalarının malı”
gibi kullanmakta, Kur’ân’a, söylemediği şeyleri eziyet ederek zorla
söylettirmektedirler. Böylece tam da keyiflerine göre bir müslümanlık şekli
ortaya koymaktadırlar. Keyfe-keder müslümanlık denilen şey budur.
Keyfe-keder müslümanlık
küfürdür, şirktir, adâletsizliktir, ahlâksızlıktır ve dolayısı ile de zulümdür.
Çünkü hiç-bir sorunu çözmediği gibi bir-çok yeni sorun ortaya çıkarmakta yada
ortaya çıkan sorunlara bir laf etmemektedir. Çünkü keyfe-keder müslümanlık,
takvâsı olmadığından dolayı sorumluluk almayan bir müslümanlıktır. Keyfe-keder
müslümanların müslümanlık şekli, bir-kaç rükne indirgedikleri müslümanlık şeklidir
ki, hanımların moderniteye uygun olmak şartıyla taktıkları başörtüsü, çarçabuk
kılınan huşûsuz namazlar, bir-an önce bayrama ulaşmayı bekleyerek asık yüzle tutulan
oruçlar, çoluk-çocuğu evlendirip emekli olunca “hadi biz de gidelim” diyerek
gidilen haclar, mangallık et için kesilen kurbanlar, üç kuruş denilecek
zekatlar ve yüzünden okunan mushaflar vs. ile sınırlıdır. Böylece keyfe-keder
bir müslümanlık ortaya çıkmıştır. Bunların aslında çok da bir bedeli yoktur ve zâten
moderniteye uydurulduğu için keyifli hâle getirilmiş bir müslümanlıktır bu.
Bunlara “müslüman” demek çok da doğru değildir fakat “müslümanım” dedikleri
için biz de şimdilik öyle kabûl ediyoruz. Çünkü kâlpleri ancak Allah bilir.
Oysa Kur’ân’ın bütünlüğü
ortadadır. Kur’ân’ın âyetleri Peygamberimizîn belini bükmüştür, saçlarını
ağartmıştır. Peki neden?. Ne var ki Kur’ân’da bu kadar, Peygamber’in belini
büküyor ve saçlarını ağartıyor?. Ona ağır bir yük yükleyen Kur’ân’dır. Kurân’ın
ne dediği, bütünlüğüne bakıldığında çok açıktır ve Peygamber’in bu doğrultuda ne
yaptığı da bellidir. Sonuçta Kur’ân’ın ne dediği ve Peygamberimiz’in ne
yaptığına bakıldığında, yapılmış olanların keyfe-keder müslümanlığa uygun
olmadığı hattâ tam aykırı bir mü’minlik olduğu görülür.
Peygamber’in 23 yıllık nübüvvet
sürecinde Kur’ân-merkezli olarak ortaya konulan sabır, direniş, belâ, acı,
eziyet, vazgeçme, malları ve canları Allah yolun(d)a adama vs. bunlar sâdece o
dönemi mi kapsıyor ve bunlar sâdece Peygamber ve sahabe için mi geçerlidir?. O
hâlde Kur’ân’ın âyetlerinin %90’ı nesh mi olmuştur?. Târihte mi kalmıştır?.
Peygamberimiz ve sahabe Kur’ân’ı yanlış mı anlamıştır yada anlayamamıştır da
modernizm ile birlikte mi anlaşılmaya başlanmıştır Kur’ân?. Çünkü bunları
söyleyen “câhiller” vardır.
Şirk; “Allah’ın kânunları
dururken, beşerin, keyfine ve çıkarına göre kânun yapması”dır. Her-şeyi bu kânun
ve kurallara göre belirlemesidir ki bu kânunlar vahye uygun olmayan ve aykırı
olan kânunlar ve kurallardır. Özellikle hukûkî-siyâsî alanda Allah’ı hiç hesâba
katmamak hattâ Dünyâ’dan uzaklaştırmak istiyorlar. Allah’ın kânunları yerine,
oy kullanıp seçtikleri kişilerin keyiflerine ve sınırlı bilgilerine göre
çıkardıkları kânunlara uyuyorlar. Şirk işte budur. Tevbe edilmedikçe ve tam bir
dönüşle dönülüp de tevhid yoluna girilmedikçe aslâ affedilmeyecek tek günah
olan şirk işte budur. Bu bağlamda oy kullanmak; “ben Allah’ın kânunlarını
değil, beşerin, keyfine göre çıkardığı kânunları istiyorum” demektir. Oysa
Kur’ân şöyle der:
“Bu (putlar ve
yücelttikleriniz ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre)
isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili
‘hiç-bir delil’ indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak)
hevâ(istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara
Rablerinden yol gösterici gelmiştir”
(Necm 23).
Bu bağlamda
“Kur’âncılık” denen kâfirlik de, Kur’ân’dan “keyfe göre hüküm çıkarmak”tır.
Hükümleri güyâ Kur’ân’dan çıkardıklarını zannederler ama aslında moderniteye
aykırı olmayan ve birebir uygun olan hükümler çıkardıkları için aslında “Kur’ân’ı
moderniteye uydurmak” ve “Kur’ân’ı modernitenin nesnesi yapmak”tan başkası değildir
yaptıkları.
Mü’minler aslâ “keyfime
göre düşünürüm ve keyfime göre yaşarım” diyemezler ve tam-aksine, “akîdeme ve
İslâmî ilkelerime göre yaşarım” derler. Çünkü mü’min demek, “îman etmek
ve o îmâna göre yaşamak” demektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder