İçinizde evli
olmayanları, kölelerinizden ve câriyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer
fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniş (nîmet
sâhibi)dir, bilendir” (Nûr
32).
Düğün, Uygurcada:
Tügün-Tüg=Bağlamak. In=Düğme. “Düğme bağlamak” yada “düğüm atmak” anlamındadır.
Düğün, nikâhı insanlara
duyurmak ve onları da nikâha şâhit olmaları için dâvet etmek, yapılan dâvetin
sonucunda insanların bir-araya gelmesiyle yapılan kutlama ve etkinliklerdir.
Peki etkinlik modern hayatta nasıldır ve İslâm’da nasıl olmalıdır?.
Düğünlerde çalgı
ve müzik olabilir mi?. Olursa ne kadar olur?. Kur’ân bundan bahsetmiyor ve işi “meşrû
örf”e bırakıyor gibidir. Hadislerde düğünü “def” ile bildirmekten bahsedilir:
“Haram olan
nikâhla helâl olan nikâh arasındaki ayırıcı özellik, def çalmak ve
evliliği/nikâhı duyurmaktır” (Tirmizî, Nikâh, 6; İbn Mâce, Nikâh, 20; Nesâî,
Nikâh, 72).
“Nikâhı gizli
değil, îlân ederek yapın. Kalabalık yerler olan mescitler gibi yerlerde
kalabalıklarla yapın. Nikâh yapıldığı belli olması için de def çalın” (Tirmizî,
Nikâh, 6).
Tabi bu, modern
düğünlerde olduğu gibi kadın-erkek karışık şekilde ve çalgı-çengiyle düğün yapmak
şeklinde değildir. Kanımca kadın-erkek ayrı bir yerlerde olarak, belli oranda
müzik ve oynama olabilir. Ne de olsa neşeli ve hayırlı bir iş yapılmaktadır.
Aşırı gidilmemek şartıyla müzik ve oynama meşrû bir şeydir.
Evlilikte yaş, erkeğin ve kadının, bulûğa
erdikten sonra, fizîken, aklen ve rûhen evliliğe hazır olması ile belirlenir.
Bunun zamânı kişiden-kişiye değişebilir. Eğer her-şey uygun ve müsâit ise
modernitenin belirlediği yaş kriteri beklenmek zorunda değildir. Modernite Yunan uygarlığına dayanır. Modern çağda
medenî(!) kânunlar, kökenini Yunanda bulur. Evlilik kuralları bile Yunandan
alınmıştır. Aristoteles’e göre evlilik için en uygun yaş, kızlar için yaklaşık
18, erkekler için 30 dolaylarıdır. Modernite de bunu kabûl etmiştir. 18
yaşından önce evlilik yasak olduğu gibi, konjonktür gereğince bir erkeğin 30
yaşından önce evlenebilmesi pek mümkün değildir.
Bilindiği gibi modern
düğünler; kadın-erkek karışık şekilde, yüksek sesli müzik eşliğinde, sanki piyango
çıkmış gibi kendinden geçercesine oynamalarla, üstelik açık-saçık diyebileceğimiz
derecede kıyâfetlerle, şatafatlı ve pahalı düğün salonunda toplanarak
yapılıyor. Modern düğünler israfla başlıyor ve israfla bitiyor. İlk başta
yüksek ücretlere mâl olan gösterişli salonlar tutuluyor. Düğün sırasında ortaya
çıkan müzik sesi, yanındaki kişiyle bile konuşup anlaşamayacak derecede yüksek
oluyor. İnsanlar en şatafatlı ve gösterişli elbiselerini giyinip geliyorlar
buralara ki aslında bu kıyâfetler genelde tesettüre uygun değildir ve
aykırıdır.
İlginçtir, kentlerde-köylerde
normâl günde giyimine-kuşamına dikkat eden kadınlar-kızlar, düğüne gittiğinde
açılıp-saçılmaya başlıyorlar. Bir deniz, bir spor ve bir de düğün,
kadınların-kızların rahatça açılıp-saçılmasına neden oluyor. İnsanlar spor
yaparken, denizde ve düğünde açılıp-saçılmayı meşrû görüyorlar. Çünkü “iyi de
bunlar her zaman olmuyor ki” deniyor. Her zaman olmayınca “uygunsuz”, “ayıp”,
“günah” ve “haram” olmuş olmuyor sanki.
Düğünlerde
ortaya bir-çok başka günah da çıkıyor. İlk başta modern düğünler israf ile
başlıyor. Çok ağır masraflar yapılabiliyor. Köy yerlerinde bile inekler
kesiliyor, altınlar dirseklere kadar takılıyor, çeşit-çeşit yemekler dökülüyor,
çalgıcılar tutuluyor, silahlar patlatılıyor. Köyde pahalı salonlar tutularak
masraf yapılamadığından dolayı bir nebze daha az israf oluyor. Fakat köylerde
de düğünler üç gün sürüyor. Tabi meşrû âdetlere sözümüz yok. Kentlerde yapılan
düğünlerde ise, eğer “nikah salonuyla” iş bitmiyorsa, israf denecek ölçüde
aşırı masraflara kaçılıyor.
Yine düğünler içkili
de olabiliyor. Dansözler ortaya çıkıp oynuyor. İçkinin vermiş olduğu
sarhoşluktan dolayı kavgalar çıkıyor. Bu-arada namazlara ara verilmiş oluyor.
Yine yoğun bir şekilde göz zinâsı işleniyor. Kur’ân bu konularda kesin yasak getiriyor
ve şöyle diyor:
“Gerçekten
şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı
anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide 91).
“Zinâya
yaklaşmayın, gerçekten o, ‘çirkin bir hayâsızlık’ ve kötü bir yoldur” (İsrâ 32).
Zinâ “göz
zinâsı”yla başlar. Bu nedenle görülecek yerler kapanmalı ve gözler yere
indirilmelidir:
“Mü’min
kadınlara söyle: ‘Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını
korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç.
Baş-örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini,
kendi kocalarından yada babalarından yada oğullarından yada kocalarının
oğullarından yada kendi kardeşlerinden yada kardeşlerinin oğullarından yada kız
kardeşlerinin oğullarından yada kendi kadınlarından yada sağ ellerinin altında
bulunanlardan yada kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız)
hizmetçilerden yada kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan
başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.
Hep birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki felah bulursunuz” (Nûr 31-32).
Düğünden önce;
söz, nişan, kına gecesi, bekârlığa vedâ partisi, söz elbisesi, nişanlık, dâmatlık,
gelinlik vs. bir-çok masraf yapılıyor. Düğünden sonra da balayı, tâtiller vs.
Zâten evi hazırlamak için aşırı masraflar yapılmıştır. Ev için alınan ve hiç
gereği olmayan şeyleri saymıyoruz bile. Havalı yerlerde yüksek ücretlerle
çekilen ve albüm yapılan resimler cabası. Yâni kapitâlizm sürekli olarak yeni
bir şey çıkarıyor.
İşin en gıcık
olduğum yanı da, bâzılarının bağıra-bağıra îlân ederek yaptıkları takı töreni. Bağıra-bağıra,
amcasından!, yengesinden!, dayısından! vs. şeklinde takılan takılar.
Bağırılmasa bile kamera herkesin ne taktığını an-an kayıt altına alıyor. Belki
o anda yakın akrabâdan birinin durumu müsâit olmayabilir ve bu nedenle de
altın-gümüş takamıyor olabilir. Takılanları kişi-kişi yazıyorlar, o ne taktı,
bu ne taktı diye. Bir de takılan takıyı “borç”
olarak düşünmeleri ve bu sefer onun düğünü olduğunda da “o bize şunu takmıştı,
mecbur biz de ondan takacağız” muhabbetleri. Zâten düğün-sâhibinin elinde liste
var. Takılacak altın ve paraların miktârı neredeyse belli. İyi de kardeşim,
karşılığını bekliyorsan takı takma o zaman. Takı işi bir yardımlaşma olmalıdır ve
karşılık beklenmemelidir. Adamın durumu müsâitse zâten takacağını takar.
Geç evlilik
yapan çok yakın bir akrabam, kısa bir zaman önce anneme şöyle demişti: “Biz
size toplamda üç tâne çeyrek taktık, siz ise şimdiye kadar bir tâne taktınız. Ben
şimdi evleniyorum, iki tâne çeyrek altın borcunuz var” demişti. 1997 yılında
taktığı çeyrek altını kayıt altına almış meğerse. Bu kişi diğer kuzenine ise; “biz
size altın bilezik taktık, şimdiye kadar evlenmedim diye yanına kâr mı kalacak
mı zannettin, bileğim 21 numara, bileziği bekliyorum, takacaksınız” demişti de
emr-i vâki yapmıştı. İyi de belki o kişinin durumu şu-an için o bileziği almaya
ve takmaya müsâit değil. Ne yapacaksınız şimdi, eve icrâ mı göndereceksiniz takıyı
takmazsa?. 25 sene önce takıyı takarken “aynısını geri takacasın” diye senet mi
imzalamıştınız?.
Bahsettiğim
akrabâm, ben evlenirken bana 1997 yılında taktığı çeyrek altının aynısını şimdi
yâni 2020 yılında istiyor. İyi ama 1997 yılında çeyrek altın 2.250 TL idi ve
asgarî ücret 48.000 TL idi. Yâni asgarî ücretle 21 tâne çeyrek altın
alınabiliyordu. O zamanlar çeyrek altın para bile değildi. Herkes kolayca
takabiliyordu. Oysa şimdi (2020 Ağustos) çeyrek altın 750 TL ve asgarî ücret ise
2.300 TL. Yâni asgarî ücretle 3 tâne bile çeyrek altın alınamıyor. Çeyrek
altının değeri çok fazla artmış. Zâten bu nedenle kimse altın takamıyor yada
çeyreğin de çeyreğini takıyor. Şimdi iki tâne çeyrek altın borcumuz varsa,
asgarî ücretin yarısından fazlasını yâni maaşın yarısından fazlasını senin için
mi harcamamız mı gerekecek?. Bunu normâl mi görüyorsunuz yâni? Peki asgarî
ücretle geçinen bir kişi iki tâne çeyreği takınca yâni maaşının yarısından
fazlasını takıya verdiğinde ay sonunu nasıl getirecek?. Bu nasıl bir düşünce ve
âdet!.
Benim
hayâlimdeki düğüne göre bir düğün şu şekilde olmalıdır.. Birbirlerini beğenip
uygun gören taraflar anlaştıktan sonra kız isteme olmalı, kız verildikten bir-kaç
gün sonra taraflar kendi aralarında sembôlik bir yüzükle söz yapılmalı ve kısa
süre sonra da yine âileler arasında ve yakın akrabânın katılımıyla bir nişan
yapılmalıdır. Nişanda öyle çok masrafa da gerek yoktur. Takı olarak bir nişan
yüzüğü bunun için yeterlidir. Nişanlıların sürekli buluşup da gezmesi uygun değildir.
Yanlarında bir yakınları olduğunda gezme olabilir. İslâm devletinde
yaşamadığımız için nişanlılıkta dînî nikâh yapılması kanımca uygun değildir. Çünkü
bir anlamı olmaz. Zâten nişanlılık süresi de fazla uzatılmamalıdır. Düğün
târihi belli olduktan sonra uygun bir ev ve eşyâ alınıp ev hazırlanmalı,
gelinin mehri erkek tarafından sözleşildiği miktarda verilmeli, elbiseler, kıyâfetler
ve gerekli şeyler alınmalıdır. Nikâhtan bir gün önce kadınlar kendi aralarında
geleneksel olarak kınalarını yakıp abartmadan müzik ve oynamalar yapabilirler.
Tabi bunu erkelerin de ayrı bir yerde yapmalarında bir sakınca yoktur.
Akrabaların ve yakınların şâhitliğinde nikâh salonunda yapılan resmî nikâhtan
sonra bir salonda toplanılıp yemek ve ikramlar yapılmalıdır. Yakınların
şâhitliğinde bilen birinin yapacağı dînî nikâh ile birlikte nikâh tamamlanmış
olur. Yâni düğün için toplanmak “nikahın ve evliliğin şâhitliği” içindir. Herkes
bilmelidir ki düğünlerine geldikleri kişiler artık evlidir. Bu nedenle tebrikler
ve kutlamalar yapılmalı fakat takı töreni yapılmayıp ve takı takılmayıp düğün
bitmelidir. Hattâ dâvetiye yada duyuruya “takı merâsimi yapılmayacak ve takı
takılmayacaktır” diye yazılmalıdır. Çünkü ister-istemez takı takan, kendi
çocuğu yada yakını evlendiğinde, takı taktığı kimseden aynısını yada benzer bir
takıyı beklemekte, kişinin durumu müsâit olmadığından dolayı takı takamayınca
da yüzler asılmakta ve dedikodu ve gıybet gırla gitmektedir. Belki sâdece çok yakın
akrabalar ve gelin ile damâdın samîmi tanıdıkları, çok değerli olmayan takılar
takmaları yada evlerinde eksik eşyâ hediyesi olarak yardımcı olmaları uygun
olur.
Bu-arada şunu da
söyleyelim ki, müslümanlar
çalgılı-çengili düğünlere “dîne uygun değil” diye gitmiyorlar. Bu elbette doğru
bir tutumdur fakat mü’minlik açısından yeterli değildir. Düğünü nikâh
salonlarında yapmak da İslâm açısından çok uygun değildir. Meselâ İslâm’a
aykırı söylem ve uygulamaların yapıldığı, seküler-lâik-demokratik idârenin
kontrôlündeki, yönetimindeki ve yönlendirmesindeki câmilere (protesto
edildiğinden dolayı) gitmek nasıl ki doğru ve uygun değilse; yine, aynı
mercîlerin yönettiği ve idâre ettiği, üstelik İslâmî uygulamaya birebir aykırı
olan (düğün salonuna alternatif olarak) resmî nikâh salonlarına gitmek de uygun
değildir. Çünkü lâik devletin idâresindeki câmilere gitmek nasıl ki “lâik
sistemi desteklemek” anlamına geliyorsa, aynı-şekilde; lâik idâre tarafından
gayr-i İslâmî bir nikâhın yapıldığı nikâh salonlarına gitmek de “lâik sistemi
desteklemek” anlamına gelir. Bu nedenle gelin-damat ve iki şâhit, müftülerin
kıyacağı resmî nikâhlarını daha önceden yaptırıp, târif ettiğimiz tarzda bir
düğün yapmaları uygundur.
Düğünde gelinin
ille de beyaz gelinlik giymesi ve damâdın kravat-papyon ve takım elbise giymesi
zarûri değildir. İsteyen giyebilir fakat bunlar isrâfa kaçacak kadar
olmamalıdır. İnsanlar sizin evlendiğinizi bilmeli ve görmelidirler ama bunu insanların
gözlerine sokarcasına sözle, sesle ve görüntüyle vurgulamak doğru değildir. Yapılan
düğünün ve nikâhın fotoğraflarını internette ve sosyâl medyada paylaşmanın
anlamı ve gereği yoktur. Yine yapılan düğünler insanları rahatsız edecek
etkinlikte olmamalıdır. Adamlar gecenin 2’sinde gelenekleri icâbınca
davul-zurna çalıyorlar ve insanları uykularından uyarıyorlar. Bebekler bağıra-bağıra
uyanıyor. Bunlar boş şeylerdir.
Düğünden hâtıra
kalsın diye abartmadan fotoğraf ve video çekimi yapılabilir. Fakat bunu hem internet
ve sosyâl medyada paylaşmak doğru değildir, hem de lüks ve pahalı fotoğraf
çekimlerine gerek yoktur.
İslâmî anlayışta
gelin ve gelin tarafı, dâmat ve dâmat tarafı aşırı masrafa girmeden ve isrâfa
kaçmadan bu işi yapmalı ve bitirmelidirler. Tabî ki yapılması gerekenler
yapılacak ve masraf edilmesi gerekiyorsa edilecektir. İsraftan fazlaca
bahsetmemiz cimrilikten değil, düğünlerin bir israf etkinliği hâline
gelmesinden ve bunu eleştirdiğimizden dolayıdır. Dünyâ’da açlıktan-susuzluktan
ölen insanların olduğu düşünüldüğünde düğünleri abartmak hem dîne uygun
değildir hem de insanlık olarak doğru bir davranış olmaz. Düğünlerde yapılan
israf haddi çok fazla aşmıştır.
Modern insan üç
şeye çok önem vermektedir. Doğuma, evlenmeye-düğüne ve ölüme. Bunlardan başka zamanda
insanlar ne yapıyor ne ediyor kimsenin umurunda bile değildir. Fakat insanlar, doğum,
ölüm ve düğüne gitmeyi olmazsa-olmaz olarak kabûl ediyor ve iki eli kanda da
olsa mutlakâ gidiyor. Gitmediğinde ve gidemediğinde büyük bir günah işlediğini ve
ayıp ettiğini düşünüyor.
Modern gençlik,
evlenmek konusunda kılı kırk yarıyor. İstekleri ve düğün için hayâlleri bir
türlü bitmiyor. Düğünden sonra da hiç-bir şey “istediği gibi olmamış” oluyor. Bir
türlü tatmin olmuyor. Çünkü israfta tatmin olmaz. İsraf bir tatminsizlik
hastalığıdır.
Modern gençlik
evliliğe gereğinden çok fazla değer katıyor ve bu nedenle de hayâlindeki gibi
olmayacak olunca evlenmeyi geciktiriyor yada iptâl ediyor. Çünkü masallardaki
gibi güzel-yakışıklı bir kız-erkek ve düğün-evlilik düşlüyorlar. Oysa evlilik
çok doğal bir şeydir. Bâzı masraflar ve sorumluluklar vardır tabi ama evlilik
ve evlenmek çok da zor bir şey değildir. Bir keresinde bir arkadaşım, Afrika’lı
bir gence, “sizin oralarda evlilik nasıl oluyor, evlenmek zor mu?” dediğinde, Afrika’lı
genç şöyle demiş; “evlenmeyi istediğinde bu isteğini sabahleyin gidip âilenin
büyüğüne söylüyorsun. Âilenin büyüğü hemen bir-kaç yere haber salıyor ve bir
kız bulunuyor ve kız-erkek görüşüyor. Birbirlerini beğendiklerinde ve evlenmeyi
kabûl ettiklerinde, hemen kız isteniyor ve mehir kesiliyor. Akşama doğru gelin çadırı
kuruluyor ve dâvetlilere yemek veriliyor. Nikâh kıyılıp gelin ve damat çadırlarına
giriyor ve evlenmiş oluyorlar” demiş. Yâni sabah bekâr olanlar akşam olunca
evlenmiş olabiliyor.
Modern insanlar -ki buna müslümanlar da dâhildir-,
evlenme söz-konusu olduğunda evleneceği kişinin dînini-îmânını-amelini değil de
burcunu soruyor. “Hangi burçtansınız” diye soruyorlar. Ne fark eder ki!. Ne
önemi var?. Burçları ölçü alıyorlar. Eş adayının öncelikle burcunu sormakta,
burçların uyum ve uyumsuzluğuna göre karar vermektedirler. Eş adayındaki dînî
düşünceye değil de, burcunun uygun olup-olmadığına bakarak karar verme yoluna
giriyorlar. Yine, damâdın evinin, arabasının ve iyi bir gelire sâhip işinin
olup-olmadığına bakıyorlar. İyi de genç yaşta biri bunları ne zaman yapmış
olsun ki!. Önemli olan, erkeğin evini geçindirmek için kararlı olmasıdır.
Allah’ın ve dînin kurallarına göre değil de, burçların uyumu ve belediye
başkanının verdiği onayı ve de malın-mülkün çokluğunu baz alarak evlenenler,
içeriksizlikten ve bereketsizlikten dolayı kısa zamanda soluğu mahkemelerde
alıyorlar ve boşanıyorlar.
Modern kentlerde
yapılan modern evlilikler ise, aman aman!. Evlenmek ha!.. Sorumluluğu sevmeyen
gençler evlenmeyi hem erteliyorlar hem de onu gözlerinde çok büyütüyorlar. Kusursuz
ve eksiksiz “masal gibi” bir düğün ve evlilik istiyorlar. Zorunlu eğitimden
dolayı bir mesleği olmayan vasıfsız gençler, yeterli gelire sâhip olmadığından
dolayı evlenmek onlar için hayâl oluyor. İsrâf ile yapılan evlilikler, isrâf
ile başladığından dolayı bir bereketsizlik oluyor ve her-şey zirvede yaşanıp da
gerçek hayatta zorluklarla karşılaşılınca ve evliliğin heyecânı da gidince yâni
aşk bitince tartışmalar-kavgalar başlıyor ve en küçük bir sorunda eşler soluğu
mahkemede alıyorlar ve boşanıyorlar. Şatafatla yapılan evlilikler, “basit boşanmalar”la
sonuçlanıyor.
Açıkçası bu bahsettiğimiz
yada benzer düğün-tarzı dışındaki düğünlerin meşrûiyeti çok tartışılır. Hattâ kanımca bu tarzın dışındaki düğünler birer “âyin” olarak icrâ edilmektedir. Öyle ki her-şey inceden-inceye düşünülmüştür ve
sanki hayattaki en önemli ve olmazsa-olmaz bir şey gibi
görülmektedir ve uygulanmaktadır. Olmazsa-olmaz
olan şey ancak âyin ve ibâdet olabilir.
Coşarak, cezbeye gelerek ve kendinden geçerek yapılan hakâretler ancak ibâdetlerde-ayinlerde olur.
İslâm bir “denge
dîni”dir. Mü’minler yapılması gereken her-şeyi yapar ama abartmaz ve aslâ isrâfa
kaç(a)maz. Önemli olan insanca ve İslâm’ca yaşayacak eşlerin isrâfa kaçmadan
evliliklerini-düğünlerini yapmalı ve insanca-müslümanca yaşamalıdırlar. Başından
sonuna kadar süreç bu şekilde işlemelidir.
Eskiden “nikâhta
kerâmet var” derlerdi. Şimdi ise nikâhta isrâf vardır. İslâm’da düğün bir
gösteriş değil, “hayırlı bir iş”tir. İsrâf ile değil, “denge” ile başlar ve
dengeli bir şekilde ölünceye kadar devâm eder Allah’ın izniyle.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder