“Hani
Lukman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; Ey oğlum!; Allah’a şirk koşma.
Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür” (Lokman 13).
Lokman’ın
oğluna verdiği öğüt, verilecek öğütlerin en iyisidir. Zâten bu öğüt en başta
Allah’ın bir öğüdü ve emridir. Lokman’ın oğlu bu öğüdü dinledi mi veyâ ne kadar
dinledi, onu bilmiyoruz. Çünkü genelde babalar ile oğullar tam olarak
anlaşamazlar ve hattâ baba ile oğul arasında genelde ayrılıklar da yaşanır.
Acaba oğullar babalarının gölgesindeyken yapmak istediklerini yapamadıklarından
mıdır bunun nedeni?. Çünkü bu sorun peygamberlerde bile gözükmektedir..
Hz. Âdem babasızdı.
Hz. Nûh, oğlunu gemiye çağırdı ama oğlu babasını dinlemedi de kendi kafasına
göre gitti ve aralarına bir dalga girdi de kıyâmete kadar ayrıldılar. Üstelik
bu ayrılık âhirette de “ebedî bir ayrılık” olarak devâm edecek gibidir.
Hz. Mûsâ’nın
babasından bahsedildiğini görmüyoruz ve o’na Firavun üvey babalık yapıyor ama
Hz. Mûsâ onunla anlaşamayınca ayrılıyorlar ve hattâ birbirlerine düşman
oluyorlar. Hz. Mûsâ geri döndüğünde de aynı düşüncede bir türlü
birleşemiyorlar. Tâ ki dağlar gibi sular Firavun’u yutmak üzereyken, geçerli
olamayacak ve kabûl edilmeyecek bir tevbe ve îman iddiâsında bulunana kadar.
Hz. Îsâ da
Hz. Âdem gibi babasız zâten. Hristiyanlar bu yüzden “onun babası Allah’tır”
diyorlar. Böylece o’nu kutsallaştırıyorlar ve kutsal hâle getirdikleri için de
o’nu yeterli derecede örnek alamıyorlar. Hristiyanlıkta bir “Sünnet”sizlik
vardır ki bu “hitân” denilen sünnetsizlikte de açığa çıkar.
Hz. Îsâ
adına uydurulan “teslis”te bile Baba, Oğul ve Kutsal Rûh üçlemesi var. Oğul’u Baba’nın
yerine koyuyorlar. Oğul’u kutsuyorlar ve Baba’yı göğe hapsederek “köklerdeki
babamız” diyorlar. Sanki, “biz Oğluna göre hareket ediyoruz, Sen göklerde kal”
dermişçesine.
Hz. İbrâhim
de ayrı düşüyor babasıyla. Babasına apaçık hakîkatleri yalın bir dille anlatsa
da babası bir türlü iknâ olmuyor ve ona düşman oluyor. Hz. İbrâhim de ayrılıyor
hem babasından hem de kavminden. Çünkü orada olmuyor. Diyânet işleri başkanı
konumundaki babasıyla birlikteyken olmayacağını anlıyor.
Hz. Dâvûd
ile Süleyman da bir hükümde ayrı düşüyorlar. Hz. Süleyman’ın hükmü daha
isâbetli oluyor.
Hz. İsmâil
ile Hz. İbrâhim’in memleketleri ayrı düşüyor ve böylece ayrılıyorlar.
Hz. Eyyûb,
hastalandığı zaman oğullarından ve tüm âilesinden bir süreliğine ayrı düşüyor.
Yine Hz. Yûsuf..
Babası var ama yanında değil. Kırk yıla yakın bir süre babasından uzak kalıyor.
Sonradan kavuşuyorlar ama bu kavuşma Hz. Yâkub’un yaşlılık zamânında oluyor.
Belki de bunun bile bir hikmeti vardır.
Ve
Peygamberimiz Hz. Muhammed. Doğuştan babasız ve yetîm. Fakat Allah onu koruyor
ve yardım ediyor. Müşrikler Peygamberimiz’i neyle suçluyorlar?. “Baba ile oğulun
arasını ayırdın” diyorlar. Çünkü baba demek ata demek. İslâm (babası peygamber
olanlar hâriç) atayı-babayı tâkip etmeye sıcak bakmıyor ya..
Hepsinin
ortak bir özelliği var; babaları yok, yada bir süreliğine yanlarında değil.
Kanımca burada bir hikmet var. Peygamberimiz’in babası vefât etmemiş olsaydı ve
nübüvvete kadar yaşamış olsaydı, acaba o’na îman eder miydi?. Amcası etmemişti.
Müşrikler bunu sorun eder de dillerine mi dolardı?. Peygamberimiz de bunun
sıkıntısını mı yaşardı?. İnsanlar ise “daha babasını iknâ edememiş ki îman etmiyor,
biz niye îman edelim” mi derlerdi acaba?.
Rivayete
göre Hz. Îsâ: “Kimse kendi memleketinde peygamber olamaz” demiştir ki mânidardır.
Peygamberlerin
dışında da babasıyla anlaşamayan ve ona düşman olanlar hattâ onu öldürenler
vardır. Mete-han, iktidâr aşkına babası Teoman’ı öldürmüştür. Mitolojide Zeus,
babası Kronos’la kapışmıştır.
Meselâ
padişahlar da öyle. Adam oğlunu boğduruyor. Yavuz Sultan Selim’in, babası 2.
Beyazid’i zehirleterek öldürdüğü söyleniyor. Hem de 2. Beyazid, iktidârı o’na
bıraktığı hâlde. Yavuz bunu acaba “sonradan bir fitne çıkar mı” düşüncesiyle mi
yaptı?. Babası iktidârı o’na bırakmasına rağmen babasına yine de güvenemiyor.
Yine, Bedir’de
de baba-oğul karşı-karşıya geliyor ve savaşıyorlar.
Peki niçin
böyle oluyor?. Baba yada oğul birbirlerine engel midir acaba?. Babayla birlikte
olmuyor mu yâni?. Yaşanan bu durum, modern zamanlarda daha fazla artmıştır. Çünkü
eskiden klâsik zamanlarda âile-yapısı ve düzeni zâten belliydi. Yapılacaklar ve
görev dağılımı belliydi. Ama modern zamanlarda hızla değişen zaman ve mekân çok
fazla problemler ortaya çıkarıyor ve ortaya bir “anlayış farkı” çıkıyor. Bu
fark, aradaki paylaşımı ve saygıyı, sonra da sevgiyi azaltıyor ve bitiriyor.
Modern zamanlardaki artış bundan kaynaklanıyor.
Fakat genel
anlamda babalar ve oğullar niçin anlaşamıyor?. Çünkü nice peygamberler,
âlimler, hükümdarlar ve halktan bir-çok baba-oğul anlaşamıyor. Herhâlde bunun
nedeni; kuşak farkı, babaların oğullarının kendisini geçmesine katlanamamaları,
oğulların babalarının kontrôlünde olmak istememeleri gibi nedenlerdir. Çünkü babalara
göre oğulları hâlâ “çocuk”tur ve genelde yanlış yoldadırlar. Oğullara göre de
babalar geri kafalıdır ve yanlış düşünüyor ve davranıyorlardır. İkisi de
birbirlerinin yerlerini almasını istemiyorlar. Bir mafya-babasının makâmını
oğluna vermesi çok zordur meselâ.
Fakat anne
için böyle değildir. Ana farklıdır. Anayla ters düşülmüyor ama babayla ters
düşülüyor. Çünkü erkeğin kendisi de baba olabilir. Babalığı kendi içinden
çıkarabilir. Ama anne öyle değildir. Kızlar da tam tersi nedenle “babacı”
oluyorlar belki de. Çünkü babalığı kendilerinden çıkaramıyorlar. Fakat anne
olabiliyorlar. Yâni baba-kız arasında çok da ters düşme olmuyor. Baba, kızını evlendirip
(aynı köyden-kasaban da olsa) başkasına verirken içi kan ağlıyor. Dışarıda
davul-zurna çalarken baba göz-yaşlarına boğuluyor. Ama oğlana üzülmüyor. O
zâten yanında ve aralarında her zaman bi-ince soğukluk var. Tabi baba “soyumu
sürdürecek” düşüncesiyle arayı iyi tutmaya çalışıyor. Oğul çeşitli nedenlerle babaya
fazla gider de yapamıyor.
Bir de
babalar mallarını-mîrâsı ölmeden vermek istemiyorlar. Hâkimiyeti devretmek
istemiyorlar. “Ölmeden vermem” diyor.
Her ne kadar
“cennet annelerin ayakları altındadır” denilse ve Peygamberimiz “kime iyilik
yapayım sorusuna üç kere “annene” dedikten sonra dördüncüsünde “babana” dese ve
babayı ikinci plâna atsa da, “öf” bile denilmeyecek olanlar, hem anneler hem de
babalardır. Bu nedenle oğulun babaya, babanın da oğula kin tutması yada
birbirlerine düşman olmaları gerekmez:
“Rabbin, O’ndan
başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şâyet
onlardan biri veyâ ikisi yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: ‘öf’ bile deme ve
onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçak-gönüllülük
kanadını ger ve de ki: Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen
de onları esirge” (İsrâ 23-24).
Fakat tabi
şirk söz-konusuysa sâdece baba değil, anne de dinlenilmeyecektir:
“Biz
insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu,
zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl
içindedir. Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır. Bununla
birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bilgin olmayan şeyi bana şirk
koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme
ve Dünyâ (hayâtın) da onlara iyilikle (ma’ruf üzere) sâhiplen (onlarla geçin)
ve bana gönülden-katıksız olarak yönelenin yoluna tâbi ol. Sonra dönüşünüz
yalnızca banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim” (Lokman 14-15).
Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır. Bu imtihan içinde “anne ve
babaya sabretmek” de vardır. Anneler ve babalar biraz daha dikkatli davransa ne
güzel olur ama yaşlılık başka bir şeydir ve oğullar-kızlar henüz
yaşlanmadıkları için onları tam olarak anlayamıyorlar. Kendileri de yaşlanmış
olanların hâlen hayatta olan anne ve babalarına karşı daha merhâmetli
olmalarının nedeni budur. Çünkü onları anlayabiliyorlar. Baba ile oğul
arasındaki sürtüşme, nefisten değilse, birbirlerine yeterli sabrı
gösterememelerindendir. Tabi sevgi ve saygılarını kaybetmemiş olanlar bundan
müstesnâdır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım
2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder