“Kendi
istek ve tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona
karşı sen mi vekil olacaksın?”
(Furkân 43).
Tutku: “İstenç ve yargıları aşan güçlü coşku. Ölçüyü
aşan, güçlü istek durumundaki eğilim” demektir.
Tutku, bir şeye olan arzu ve sevginin sınırı aşarak zıvanadan
çıkmış hâlidir. İnsan aslında olduğundan daha fazla değerli olmayan bir şeye,
nefsinin güdümünde ve kışkırtması altında olduğu için çok fazla değer vermeye
başlar ve böylece tutkular açığa çıkar. Tutkular şeytanın ve nefsin
güdümündedir. İnsanı bir kez ele geçirdiğinde ve tutkularına esir ettiğinde
insanın o tutkulardan kurtulması çok zor olur. Hattâ çoğunlukla insanlar
hayatları boyunca tutkularının peşinden sürüklenir giderler. Tutkularına esir
olmuş olan insanın tutkusu, istediği şeyi elde edinceye kadar sürekli artar ve
en sonunda ulaşamadığı şeye gayri meşrû yoldan da olsa erişmeye çalışır. Tutku
“şiddetli isteme hâli”dir. Öyle ki bâzen de tutkularına yenilerek insanlık-dışı
şeyler bile yapabilirler.
Tutkularını alabildiğine serbest bırakmış olanlar,
ruhlarını kara zindanlara atmış olurlar. Böylece vicdanları işlemez hâle
gelirken merhâmet ve acıma duyguları yok olur. Sonuçta tutkularını
ilahlaştırmış olanlar için en kötü, çirkin ve âdice şeyler bile normâl
görülmeye başlar. Şeytan bunun için gerekli argümanı verir durur. Artık kişi
tutkularına göre düşünür, konuşur ve hareket eder. Böyle olunca da en sapıkça
düşünce ve hareketlerini bile normâl görür ve hattâ üstünlük sebebi sayar.
Tutkularına aykırı olan hiç-bir şeyi doğru ve iyi olarak kabûl etmez. Modern
insan işte bu durumdadır ve gün geçtikçe tutkularının batağına daha fazla
batmaktadır.
Modernite,
tutkularının kontrôlüne girmiş ve tutkularına esir olmuş kişileri pek sever.
Çünkü moderniteyi ve liberâl kapitâlizmi ayakta tutan şey, tutkular ve
tutkularına kapılıp esir olmuş kişilerdir. Zîrâ tutku, “gerçekte ihtiyaç
duyulmayan şeye aşırı bağlanmak” demektir. Tutku, insanın aslında hiç de ihtiyâcı
olmayan bir şeye karşı aşırı ihtiras duymasına ve onu elde etmek için her-şeyi
yapmasına neden olur. Tutku bir “sâhip olma hastalığı”dır. Modernite ve liberâl
kapitâlizm işte bu sâhiplenme, hem de “âcilen sâhiplenme” isteği, arzusu ve tutkusundan
beslenir.
İnsanların
tutku sâhibi olması için nefislerini serbest bırakması ama rûhunu hapsetmesi
gerekir. Bunun için de dinden uzak kalması şarttır. Çünkü din, insanı
ihtiraslara karşı sürekli uyanık tutar ve korur. Kendini özgür zanneden modern
insan aslında tutkularının esiridir. “Hiç-bir şeye bağlanmam” diyen çağdaş
insan, modernitenin direktiflerini adım-adım izlerken aslında şeytanın, tâğutların
ve nefsin direktiflerini birebir dinler ve artık onu tutkuları yönlendirmeye
başlar. Böylece o da “tutku dîni”nin militan bir üyesi olur çıkar.
İslâm, nefisleri
terbiye etmek üzerinden “tutkulara sınır koyma dîni”dir. Modernite sürekli
olarak “kendini serbest bırak, özgürsün, kendini tutma, hayâllerini erteleme” derken,
İslâm ise sürekli olarak “kendini tut” der. İslâm bir “kendini tutma dîni”dir.
Namaz ile günahlardan uzak tutar, oruç ile şehvetten ve aşırılıktan uzak tutar,
hac ile bir toplum bilinci ortaya koyar ve bireysellikten ve bencillikten uzak
tutar, zekât ile kişiyi cimrilikten ve paranın esiri olmaktan uzak tutar. İslâm
insanı tutar. Modernite ise alabildiğine serbest bırakır ve tutkulara kurbân eder.
İslâm
“vazgeç” derken, modernite ise “vazgeçme” diyor; hiç-bir tutkundan vazgeçme.
“Her-şey senin için”, “sen en iyisine lâyıksın”, “git istediğini al” der. Kur’ân
ise baştan-sona insanı tutkularından, hevâ ve hevesinden uzaklaştırır yada en azından
bunları kontrôl altına almasını öğretir. Tutkuların peşinde tek bir adım
atıldığı anda diğer adımlar da arkasından gelir ve artık biraz sonra insan
tutkularının ardından koşmaya başlar. O yüzden “tutkulara yaklaşmak” bile çok
risklidir. Bunun için meşrû olan isteklerle yetinmek şarttır.
Tutkuyla elde edilen şeyler hemen elde edilmemelidir. Çünkü hemen elde edilirse
mutluluktan çok mutsuzluk verebilir, zîrâ hemen ede edilen şey özlemlerin de
hemen bitmesine neden olacağı için insanı mutsuz eder. Tutkular zamanla insanda
tüm zevkleri ve istekleri blôke eder ve artık hiç-bir şey zevk vermemeye
başlar. Böylece tutkularına kapılmış insan için cennet bile anlamsızlaşır:
“İnkâr edenler ateşe
sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün
güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve
fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).
Modernite insanları bir şeye hemen sâhip olunmaya zorlar ki zâten
moderniteyi hayatta tutan ve onu Dünyâ’ya hâkim kılan şey de budur. İnsan
ihtiyaç duyduğu yada sâhip olmak istediği şeyi hemen elde etmek ister. Bundan
dolayı da istediği şeye karşı bir tutku duyar. Hâlbuki o ihtiyaç duyduğu şey
için biraz sabretse, onu elde etmek için bir birikim yapsa ve o şeyi zamânı
gelince alsa, o şeyin hem değerini bilecek hem de o şeye karşı tutku duymamış
olacaktır. Çünkü hemen elde edince değeri de hemen azalıp bitiyor. Moda da
böyledir. Moda bir tutkudur. Her sene modanın değişmesi aslında her sene yada her
mevsim tutkuların değiştirilmesidir. Yeni çıkan bir modeli hemen almak istemek
tutkunun bir sonucudur. Tutkular nedeniyle kapitâlizm şahlanırcasına artmaktadır.
İnsanın elinde ihtiyâcını gören bir şey varken onun yenisini almak istiyor.
Çünkü ona karşı bir tutku oluşturuluyor. Çünkü modernizm bir “sınırsızlık ve
kışkırtılmışlık uygarlığıdır. Modernite bu sınırsızlık duygusunu, ürettiklerinin
içine sızdırmıştır. Üretilen şeyler ihtiyaç değil de ihtiras-merkezli olduğu
için, üretilen ürünler insanda bir tutku ortaya çıkarır. Böylece her-şey insana
tutku vermeye başlar ve onu tutuklar. Oysa ihtiraslar “ihtiyaçlar” değildir.
Meşrû ve gerçek ihtiyaç olmayan şeylere duyulan istek, tutkuyu ve şehveti
arttırır ve bu şehvet insanı tutuklar ve esir eder. Züleyhâ’nın tutkusu onu
prensesken köle yapmıştı. Bu nedenle esas mahkûm Yûsuf değil Züleyhâ’dır, esas
özgür olan ise Yûsuf’tur. Züleyhâ ve diğer kadınlar tutkularından dolayı ellerini
kestiler de farkına bile varamadılar. Çünkü tutkular insanların aklını başından
alır, doğasını bozar. Tutku ve şehvet, insanı içten-içe kemiren bir canavardır.
Târih
boyunca milyarlarca insan doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Bu insanların içinden
ancak çok azı hayâtın gerçek amacını anlamaya çalışmış ve anlamıştır. Büyük bir
kısmı ise kendilerini zamânın akışına bırakmış ve belli ihtiyaçlarını
karşılamak, nefislerinin çeşitli istek ve tutkularını kovalamak dışında bir
amaç gözetmeden ömürlerini tüketmişlerdir. Mü’minler ise tutkulardan uzak durup
meşrû olmayan şeylere kapılmaktan uzak durmuşlardır:
“(Öyle) Adamlar ki,
ne ticâret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı
kılmaktan ve zekatı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz; onlar, kâlplerin ve
gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak-bullak olacağı) günden korkarlar” (Nûr
37).
Dünyâ’da yaşanan tüm savaşlar, acılar, feryatlar, haksızlıklar, açlık,
susuzluk, evsizlik, birilerinin tutkuları nedeniyledir. Birilerinin tutkuları
ve aşırı istekleri, diğerlerinin zor ve kısıtlı bir hayat yaşamalarına neden
olmaktadır. Hak yolunda olan savaşlar işte bu zulme bir “dur” demek ve insanları
tutkularından âzâd edip ruhlarının esâretten kurtulması içindir.
İnsanların ihtiyaç duyduğu şeyler vardır. Temel ihtiyaçlar ve güzellik için
ihtiyaç duyduğu şeyler vardır. Fakat nefisler kışkırtıldığında artık her-şeye ihtiyaç
duymaya başlar. Mal ve mülk sevgisi ve hayâli ile kendinden geçer. Böylece tutkularının
esîri hâline gelir. Kur’ân bu konuda bizi çeşitli âyetleriyle uyarmaktadır:
“Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz” (Fecr 20).
“Mal, mülk ve servette çoklukla övünmek, sizi tutkuyla
oyalayıp, kendînizden geçirdi” (Tekâsür 1).
“Hayır,
zulmedenler, hiç-bir bilgiye dayanmaksızın kendi hevâ (istek ve tutku)larına
uymuşlardır. Allah’ın saptırdığını kim hidâyete erdirebilir?. Onların hiç-bir
yardımcıları yoktur” (Rûm 29).
“Bilin
ki, dünyâ hayâtı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir
süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir
çoğalma-tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin
(veyâ kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı
kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab;
Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ hayâtı, aldanış
olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).
Yaşama olan
tutkunluk arttıkça gürültü de artar. Yaşamak “gürültü çıkartmaktır” çünkü.
Tutkulu yaşamak ise büyük gürültülere neden olur.
Modern
insanın en güçlü tutkularından biri de, “bolluk içinde yaşama” isteğidir. Fakat
bunun için Dünyâ’nın yarısının darlık içinde yaşaması gerekecektir. Çünkü
ihtiraslar sonsuz ve sınırsız olsa da (ihtiyaçlar sonsuz değildir) kaynaklar
sınırlıdır. Çünkü Dünyâ sınırlıdır.
Aşk
zannedilen şey aslında tutkudur. Aşk insanın tutkularına esir olması demektir. Aşk
sevginin değil tutkunun bir sonucudur. Sevgi-merkezli değil de aşk yâni
tutku-merkezli olunca, o şeyi elde eder-etmez tutkular söner ve aşklar
bitiverir. Böylece bir zamanlar büyük tutku ve aşk duyulan sevgililer bir zaman
sonra şeytan gibi görülür ve bu sefer de ondan kurtulmak için tutku duyulmaya
başlanır. Oysa sevgi-merkezli olan birliktelikler -bedeli ödendiği için-
ömür-boyu sürer.
Şeytan
hâkimiyetini tutkular ve tutkulara kapılanlar üzerinden sürdürmektedir. Modernite
bir “tutku uygarlığı”dır. Tüm tutkular serbest bırakılmış ve ruhlar tutuklanmıştır.
Çünkü ikisinin bir-arada olması mümkün değildir.
Maddeye,
paraya, güce, şehvete olan tutku, modernite ile birlikte en zirvesine çıkmıştır.
Aztekler Cortes’e, neden İspanyolların altına böylesine tutkun olduklarını
sorduklarında Cortes şöyle cevap vermişti: “Çünkü ben ve arkadaşlarım ancak
altınla giderilebilen bir kâlp hastalığından muzdaribiz”. İşte bu durum modern
insan için de geçerlidir. Çünkü kâlpleri ancak parayla, güçle ve şehvetle
tatmin olmaktadır. Yâni tutkularının esîri olmadıkça ve tutkularının peşinde
koşmadıkça kâlpleri tatmin olmamaktadır. Mü’minlerin kâlbi ise ancak Allah’ın
zikri ile mutmain olur. Kâlbi Allah’ın zikrinden başkasıyla mutmain olmayanlar
tutku sâhibi olmazlar ve dinden koparak hevâ ve hevesinin mahkûmu olmuş modern
insanlar gibi tutkulara kapılıp gitmezler.
Tatmin
edilen tutku, insanı mutluluktan çok mutsuzluğa götürür. İnsanı mutlu edecek
şey, bâzen de istediği şeye erişememesindedir. Çünkü böylece mü’minler için
her-şeyin emirlerine verileceği yer olan cennet anlam kazanır.
Modern
telâkki, insanların arzularını ve tutkularının aşırı şekilde kışkırtınca, insan
zindân üstüne zindanların içinde kalmaktadır. Ne yazık ki modern insan bu
“şeffaf zindan”ları göremediğinden yada nefsini ve arzularını bolca tatmin
imkânı bulabildiğinden dolayı bu zindanları görmek istememektedir. Zîrâ modern
insan, zindanında mutludur(!).
Yasaların
olmasının bir nedeni de insanın bitmez-tükenmez tutkuları yâni nefsidir. İnsan
tutkularının peşinde haksızlıklar yapamasın yada yaparsa cezâlandırılsın diye
yasalar yapılır. Yasaların olmasının bir nedeni de budur. Lâkin İslâmî olmayan
yasalar zâten tutkuların kuşatmasında yapıldığından dolayı çok da işe yaramaz
ve tutkuların zulmünü engelleyemez.
Modernite
bir tutku uygarlığıdır. Tutkulu olmayınca modern dünyâda yarı-aç yaşarsınız.
Zîrâ modern sistem tutkularına kapılmış olanlara yollar açar ve imkânlar sunar.
Tutkularına yenilmeyenler ise bir tutku uygarlığı olan modernite içinde sınırlı
yaşarlar ki zâten mü’minlerin sınırlı yaşamaları gerekmesinin bir nedeni de
budur. Modernite tutkulu olmamaya ve olmayana ağır cezâlar keser. Bunun farkına
varan modern insan, tutkulara kapılmakta yarış içine girer. Artık tutkularına
en çok kapılanlar modernite içinde tutkularını en çok tatmin edebilecek
seviyeye gelirler. Lâkin âhirette de bunlar cehenneme tutku duyacaklardır:
“Onlar,
hidâyete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azâbı satın almışlardır.
Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar” (Bakara
175).
Tutku “bencil
tutku”dur. Bencillikle yan-yanadır. Bencil olmayanlar tutkulu ol(a)mazlar,
tutkulu olanlar ise aynı-zamanda bencil olurlar.
Dünyâ’nın hâl-i
pür melâli ve açlık, susuzluk, evsizlik, perişanlık ve feryât-figân, birilerinin
tutkulara kapılmasının bir sonucudur. Bu nedenle İslâm tutkuları sınırlar ve
hattâ yok eder. Onun yerine meşrû istekleri koyar.
Modern
dünyâ, tutkuyu olmazsa-olmaz bir şart olarak kabûl eder fakat tutku, insanı
Dünyâ’ya kilitler ve maddenin tutkunu yâni, kölesi ve kulu yapar.
Âhireti
hesâba katmayan “tek dünyâlı”lar, mecbûren arzularını, ihtiraslarını,
isteklerini ve tutkularını “din” yapmak zorunda kalacaklar, en uzun süre
boyunca ve en yoğun bir şekilde tutkularını tatmin edip haz içinde yaşamayı
isteyeceklerdir. Fakat mü’minler için bu tür bir yaşam, “Dünyâ’da oyun ve eğlenceye
yâni arzulara ve tutkulara kapılmak, âhirette ise sonsuz bir azâba sürüklenmek”
demektir.
Evet, mü’minler
Dünyâ’da cenneti anlamsızlaştıracak şekilde yaşa(ya)mazlar. Zîrâ cennet, tüm
nîmetlerin tutkuya kapılmadan sâhip olunacağı yerdir. Orası, tutkularına esir
olmamış mü’minlerin ebedî nîmet yurdudur.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder