“İnkâr
edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda
bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla
yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız)
ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile
cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf
20).
Müslümanlar da
dâhil insanlar, Dünyâ’da bulunmanın yegâne amacının, “Dünyâ’dan olabildiğince
zevk almak” ve “Dünyâ’nın tadının çıkarmak” olduğunu zannediyor. Zevk içinde
olan bir yaşam için ellerinden ne gelirse (meşrû yada gayr-ı meşrû) yapmayı
göze alabiliyorlar. Öyle ki, bunun için birilerinin hayatını karartanlar bile
var. Bunu sâdece zevk ve haz içinde yaşamak için yapıyorlar. Allah’ı, âhireti,
dîni, mânâyı vs. hesâba katmayan birinin yapacağı başka bir şer yoktur zâten.
Bu kişi Dünyâ’da zevkin ve hazzın her türlüsünü en uzun süre boyunca ve en
ileri uçta yaşamak ister. Sürekli relaks, sürekli keyif, sürekli rahatlık
şeklinde bir hayat yaşamak düşüncesi vardır âhireti hesâba katmayanlarda. Fakat
ne yazık ki artık modernite ile birlikte bu istek (yada hastalık) tüm insanlara
bulaştı. Artık âhiret inancı olduğunu söyleyen müslümanlar da dâhil herkes
böyle bir hayat yaşamak için can atıyor. Üstelik böyle bir hayâtı yaşarken bir
sınır ve engel de görmek istemiyorlar. Çünkü modern hayat; zorlukları, ölümü,
âhireti, dîni, kitabı, peygamberi ve Allah’ı unutturuyor. Böyle olunca Allah da
onlara kendini unutturuyor ve modern insana “Dünyâ’da haz ve zevk içinde yaşamak”
düşüncesi ve isteğinden başka bir şey kalmıyor. Zîrâ sürekli ve kesintisiz
olarak, nefsi kışkırtıp azdıracak üretimler ortaya çıkarılıyor. Modern insan
bunları tüketmeye yetişemiyor ki, şöyle bir kafasını kaldırıp da gökyüzüne
baksın ve sonra da: “Bu gökleri kim yarattı, ben niye varım, ne olacağım” gibi sorular
sorsun. Yâni sürekli ve kesintisiz haz ve zevk içinde olmak insana insanlığını
unutturuyor, hayvâniyetini hatırlatıyor. Modern hayat yada şeytan, insana insan
olduğunu düşünme ve hatırlama fırsatını vermiyor. Sonunda da nefsi kışkırtılıp
yoldan çıkmış olanlar insanlıktan da çıkmış oluyorlar.
Lâkin şöyle bir
sorun var.. Bu Dünyâ’nın formatı herkesin bu şekilde yaşamasına hem uygun
değil, hem de kaynaklar bu tür bir yaşam için yeterli değil. Yâni herkesin bu
şekilde yaşayabilmesinin Dünyâ’da bir karşılığı yok. Böyle olunca da böyle bir
hayâtı yaşamak bir yarışa dönüyor. Herkes birbiriyle böyle bir hayâtı kazanmak
için kıyasıya yarışıyor. Fakat bu yarış hem âdil bir yarış değil, hem de kuralları
çok acımasız ve merhâmetsiz. Böyle olunca insanlar merhâmetsiz, vicdansız ve
acımasız olup çıkıyor. Sonuçta da bir “çark” ortaya çıkıyor ve birileri ve
bunların soyları sürekli olarak o özlenen(!) hayatı yaşıyorlar ve diğer
çoğunluk ise onlara kölelik yapıyor ve onların bu hayâtı en keyifli bir şekilde
sürdürmeleri için çalışıyorlar. Buradaki sorun, zevk ve sefâ içinde bir yaşama
ulaşamamak değil, bu tür hayâtı yaşayan mutlu azınlığın, mevcut hayât-şeklini
sürdürebilmeleri için çoğunluğu tahakküm ve baskı altına almasıdır. İşin
kötüsü, çoğunluk artık bundan memnun ve bir rahatsızlık duymamaya başladı.
Çünkü birileri perişanlık içinde yaşarken, az sayıdaki mutlu(!) azınlığın
uçlarda yaşaması normâl görülmeye başlandı ve zâten meşrûlaştırıldı da. Artık insanlara
“örnek kişiler” olan peygamberler değil de, zevk ve sefâ içinde yaşayanlar
örnek gösteriliyor ve herkes onlar gibi olmak için amansız bir yarışa giriyor.
Aslında bu bir sürüklenmedir. Zîrâ liberâl-kapitâlizm işte bu yarış sâyesinde
hayâtiyetini sürdürüyor. Maddeye olan tapınma kapitâlizme ha-bire kan
pompalıyor. Tabi aslında asıl iktidârı şeytan sürüyor. Çünkü insan hakkında “onların
çoğunu saptıracağım” sözü yerini bulmuş oluyor.
Bu dünyâ,
müslüman için bir “imtihan dünyâsı”dır, “zevk ve sefâ sürme yeri” değil.
Mü’minler için zevk ve sefâ sürmek cennette olacak inşaallah. İmtihanın olduğu
yerde bir disiplin vardır, bir gerginlik ve zorluk. Hattâ vazgeçmek vardır.
Zîrâ imtihan insanın sınırsız serbest davranmasına izin vermez. Çünkü
imtihandadır ve bir yanlış yapmaması yada yaparsa hemen tevbe etmesi gerekir.
Üstelik bu imtihan hayat-boyu devâm eder. Sonunda da imtihanın sonucuna göre,
âhirette ya cennet nîmetleriyle yada cehennem ateşiyle karşılaşır. O hâlde
inanan bir insan nasıl “imtihan yokmuş” gibi davranacak ve Dünyâ’da tatmadık
zevk ve sürmedik sefâ bırakmamak için kendini yırtarcasına koşturacak?.
Aslında Dünyâ’da “sınırsızca” yaşamanın
bir karşılığı yoktur. Sürekli eğlence ve haz içinde, sürekli relâks hâlinde
yaşamanın Dünyâ’da karşılığı yoktur. Zîrâ bu, cennete özel bir yaşama-şeklidir.
Dünyâ’nın formatı ise sınırsızca haz ve zevk içinde yaşamaya elverişli ve
yeterli değildir. Zâten bakıldığında, Dünyâ’nın yarısı zevk ve sefâ içinde
yaşadığı için Dünyâ’nın diğer yarısı sefâlet içinde kalmaktadır. Dünyâ’nın ve
insanın formatı aslında şeytanın-nefsin emrettiği gibi yaşamaya müsâit
değildir. Çünkü insan çok kırılgan bir varlıktır. Sürekli olarak ölüm,
hastalık, işsizlik, eleştirilmek, aç kalmak, işsiz kalma korkuları -ki bunlar
temel korkulardır- içinde yaşar ve bunlar sürekli olarak “Dünyâ’nın fâni
olduğu” mesajını verir durur. İnsan sevdiklerini kaybedebilir, bir şeye morâli
bozulabilir, işler yolunda gitmez vs. Bu nedenle de kesintisiz cennet-vâri bir
Dünyâ-yaşamının olması imkânsızdır.
Dünyâ’da iki tür
insan vardır: 1-Orta-hâlli ve onurlu bir hayat yaşamak isteyenler. 2-Refah ve
zevk içinde yaşamak isteyenler. İşte modernite yoğunlaştıkça ikinci şıkkı
seçenler çoğalıyor ve bu kişiler “Dünyâ’da tüm hazları zevkleri tatmak benim
hakkım” diyor. Hazcılar gibi, gerçek olan tek şeyin haz ve zevk olduğunu
zannediyor. Aslında orta-yollu yaşamak isteyen ama Dünyâ’da hiç-bir zorluk, hiç-bir
sıkıntı ve morâl bozukluğu yaşamak istemeyenler de haz ve zevk içinde yaşamak
istiyorlar demektir. Bunu sâdece daha düşük seviyede yaşamaya râzı oluyorlar,
farkları bu. Fakat dediğimiz gibi, bu tür bir yaşamın Dünyâ’da bir karşılığı yoktur,
zîrâ Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır.
Kur’ân, âhiret hayâtı ve nîmetleri, Dünyâ hayâtı ve nîmetlerine oranla daha üstün olmasına rağmen Dünyâ’ya yönelen insanı ve âcil zevkleri tercih etme eğilimini (arzulara uyma)
eleştirir:
“Hayır siz, dünyâ-hayâtını seçip üstün tutuyorsunuz.
Âhiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir” (A’lâ 16-17).
“Hayır; siz çarçabuk
geçmekte olanı (Dünyâ’yı) seviyorsunuz. Ve ahireti
terk-edip bırakıyorsunuz” (Kıyâmet 20-21).
İnsanlar Dünyâ’yı
ıskalamaktan ve haz ve zevklerden mahrum kalmaktan öyle çok korkuyorlar ki, onu
en üst perdeden yada üst kademede yaşayamadıkları zaman ızdırap çekiyorlar. Her
gün kalktıklarında, “acaba bugün nasıl haz ve zevkler yaşasam-yaşarım” diye
düşünüyorlar. Çünkü bugün yeterince haz ve zevk almadan geçerse o günün onlar
için büyük bir kayıp olacaktır. Modern insan sürekli olarak bedenine yatırım
yapıyor. Tabi böyle olunca rûhu kararıyor ve köreliyor.
İslâm insanlara
zevkten tamâmen kaçınılmasını emretmez, fakat ölçülü olmayı emreder:
“Ey
Âdemoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve isrâf
etmeyin. Çünkü O, isrâf edenleri sevmez” (Â’raf 31).
“Onlar,
harcadıkları zaman, ne isrâf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi
arasında orta bir yoldur”
(Furkân 67).
Bu nedenle Allah
nasıl ki ömrün haz ve zevk içinde geçirilerek, dinden, îmandan ve âhiretten
bi-haber yaşamayı “hayvanlık” olarak görüyor ve yasaklıyorsa, tam tersi
davranıp da her-şeyden uzaklaşarak hayâtını aşırı dînî yükümlülüklerle geçirip
kendine-nefsine zulmedilmesini de yasaklar. Ebü’d-Derdâ
önceleri ticâretle meşgûlken, İslâmiyet’i kabûl ettikten sonra ticâretle ibâdeti
bir-arada yürütemeyeceğini anlayınca ticâreti bırakıp ibâdete yönelir. Bu
konuda şöyle bir rivâyet vardır:
“Ebu’d-Derdâ,
İslâm’la şereflendikten sonra Allah’a ibâdet dışında hiç-bir şeyle meşgûl
olmamaya karar vermişti. Ticâreti bırakmış, hattâ âilesini dâhi ihmâl etmeye
başlamıştı. Onun bu durumuna şâhit olan Selmân, kardeşi Ebu’d-Derdâ’yı şu
sözlerle uyardı: ‘Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde
hakkı vardır. Âilenin senin üzerinde hakkı vardır. Şu-hâlde her hak-sâhibine
hakkını ver!’. Ebu’d-Derdâ, Selmân’ın bu sözlerini Peygamber Efendimize aktarınca
Allah Resûlü, ‘Selmân doğru söylemiş’ buyurdu (Buhârî, Savm, 51)”.
Evet; İslâm,
biraz da, Dünyâ’nın ıskalanmasını emreder. Bunu, vazgeçme şeklinde, çeşitli
eğlencelerden, hırstan, yeme-içmeden (oruç), uykudan (namaz-duâ-teheccüd),
paradan-kazançtan verme (infâk) şeklinde yapar. Bu, bir çeşit “Dünyâ’yı
ıskalamak” anlamına gelir. Fakat Dünyâ’yı ıskalamak birilerinin önerdiği ve
birilerinin de yaptığı gibi yaparak uzlete çekilmek yâni Dünyâ’yı hepten
ıskalayarak yâni terk ederek, elini-ayağını ondan tümüyle kesmek demek değildir
ve zâten Allah bunu yasakladığı gibi
(Kasas 77), Peygamberimiz de böyle yapanlara kızmış ve biraz da sert bir
şekilde onları uyarmıştır:
“Enes ibn-i
Mâlik şöyle dedi: Peygamber (aleyhissalâtü vesselam) efendimizin nâfile
ibâdetlerini öğrenmek üzere, üç kişilik bir grup, Peygamberimiz’in hanımlarının
evlerine geldiler. Kendilerine Peygamberimiz’in ibâdetleri bildirilince, onlar
bunu azımsadılar ve; ‘Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz?. Onun geçmişteki ve
gelecekteki günahları bağışlanmıştır’ dediler. İçlerinden biri: ‘Ben ömrümün
sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım’ dedi. Bir diğeri: ‘Ben de
hayâtım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim’ dedi.
Üçüncü kişi de: ‘Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, aslâ
evlenmeyeceğim’ diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onlarla
karşılaştı ve kendilerine şunları söyledi: ‘Biraz önce şöyle-şöyle diyen sizler
misiniz?’ buyurdu. Onlar: ‘Evet ey Allah’ın elçisi’ dediler. Resûlullah: ‘Sizi
uyarıyorum!; Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve
O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bâzen oruç tutar, bâzen tutmam. Geceleri
hem namaz kılar, hem de uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim Sünnet’imden
yüz çevirirse, o kimse benden değildir, benim Sünnet’imden yüz çeviren kimse
benden değildir’ buyurdu” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5).
“Allah nîmetini kullarının üzerinde görmek
ister” sözü edilip duruyor. “Tabî ki; Allah nîmetini kullarının üzerinde görmek
ister. Fakat nîmetini “sâdece bâzı kullarının üzerinde” değil, “tüm kullarının
üzerinde” görmek ister. Allah’ın nîmeti tüm kullarının üzerinde benzer şekilde
görünür hâle gelince, birilerine kıyasla mal toplama yarışı da olmayacaktır.
Yarış sâdece takvâda yapılmaya başlayacaktır ki bu yarış ne güzel bir yarıştır.
Mal-mülk hırsı
kişiyi mâneviyattan koparır. Zamanla o kişi Allah’ı da unutmaya başlar.
Peygamberimiz: “Bir koyun sürüsü üzerine salıverilen iki aç kurdun o sürüye
zarârı, kişinin mal ve makam hırsının dînine verdiği zarardan daha fazla
değildir” demiştir.
İnanan insanlar
Dünyâ’da nefislerinin istediği gibi bir hayat yaşayamazlar. Çünkü bu hayâtı
yaşaması için gerekli olan parasını istediği gibi kullanamazlar. Zîrâ mülk
Allah’ındır ve insan servetin sâhibi değil, emânetçisidir. Bu nedenle parasını
istediği gibi kullanamaz. O yüzden de nefsinin istediği gibi bir hayâtı
yaşaması söz-konusu olmaz. Müşrikler peygamberlere en çok bu nedenle karşı
çıkmışlar ve şöyle demişlerdir:
“Dediler ki: Ey Şuayb, atalarımızın taptığı
şeyleri bırakmamızı yada mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan
vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?. Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu,
aklı başında (reşid bir adam)sın” (Hûd 87).
Allah nasıl ki
vahyin tek bir insan üzerinden diğer insanlara yayılmasını istiyorlarsa, mülkün
de bâzı insanlar üzerinden infâk ve zekât ile yayılmasını ister. İşte bu
nedenle de imtihanın gereği olarak bâzı insanların rızkını genişletir ve
bâzılarınınkini de kısar:
“Allah
dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünyâ hayâtına
sevindiler. Oysaki dünyâ hayâtı, âhirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici)
bir meta’dan başkası değildir” (Ra’d 26)
Sâdece Dünyâ’ya
kilitlenenlerin âhiretten nasibi yoktur:
“…İnsanlardan
öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da ver’ der; (böylelerinin) âhirette
nasibi yoktur” (Bakara
200).
Modern Dünyâ’da
“her-şeyi yapcan, tüm zevkleri tatcan âbi” sözü tavan yapıyor. Modern insan
hiç-bir şeyden eksik kalmak istemiyor. Sâdece vahyi göz-ardı ediyor ve
ıskalıyor. Hiç-bir şeyi göz-ardı etmek istemezken, Kur’ân’ı ve Sünnet’i rahatça
göz-ardı edebiliyor ve bunlardan vazgeçebiliyor. Biliyor yada hissediyor ki,
vahyi göz-ardı etmediğinde, Dünyâ’yı göz-ardı etmesi yâni ıskalaması
gerekecektir. Bu nedenle de vahye hiç yanaşmıyor. Böyle olunca da Dünyâ’ya daha
fazla sarılıyor ve hiç-bir şeyi ıskalamak istemiyor. Hattâ “Dünyâ’yı ıskalamak”
gibi bir düşünce bile ürkütüyor onu. Hâlbuki Dünyâ, geçici olan bir yerdir ve
ebedî huzûr diyârı ise âhiret yurdudur. O hâlde Dünyâ’nın bâzı şeylerini
ıskalamaktan daha kötü olan şey, vahyin bir sûresini ve âyetini ıskalamaktır.
Dünyâ’da bâzı yerleri görmemeniz yada Dünyâ’nın nîmetlerinden bâzılarını
tatmamış olmanız size bir şey kaybettirmez ve zâten Dünyâ’nın her-şeyinden kam
almaya da ömrünüz yetmez, fakat Kur’ân’ın bir âyetini bile ıskalamanız size
bir-çok şey kaybettirir ve belki de sizi “ebedî mutluluk diyarı” olan cennetten
mahrûm eder.
Mü’minler,
Dünyâ’da, “cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar. Biz Dünyâ’ya
cennetteymiş gibi yaşamaya değil, “ebedî cennet hayâtında yaşamayı kazanmak
için” geldik. Öyleyse ey mümin kişi!; Sen hem Allah’a ve Peygamber’e râm
olmayı; hem de bu Dünyâ’da “gönlünce”
yaşayabilmeyi mi arzu ediyorsun?”. Vazgeç bundan:
“Bilin ki,
dünyâ hayâtı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs,
kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir
çoğalma-tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin
(veyâ kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki
sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir
azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ hayâtı,
aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).
Siyon
Protokôlleri’nin 7. maddesinde de şöyle denir: “Kalabalıkların gözünü avama
(sıradan halka) mahsus eğlencelere, oyunlara, ölçüsüz spor mücâdelelerine
bağlamalı”.
İncil’de, “Kötü Zengin Kıssası” denilen
şöyle bir kıssa anlatılır:
“Zengin bir adam vardı.
Mor, ince keten giysiler giyer, bolluk içinde her gün eğlenirdi.
Her tarafı yara içinde
olan Lazar adında yoksul bir adam bu zenginin kapısının önüne bırakılırdı;
zenginin sofrasından düşen kırıntılarla karnını doyurmaya can atardı. Bir
yandan da köpekler gelip onun yaralarını yalardı.
Bir gün yoksul adam öldü,
melekler onu alıp İbrâhim’in yanına götürdüler. Sonra zengin adam da öldü ve
gömüldü.
Ölüler diyârında ıstırap
çeken zengin adam başını kaldırıp uzakta İbrâhim’i ve onun yanında Lazar’ı
gördü.
‘Ey babamız İbrâhim, acı
bana!’ diye seslendi. ‘Lazar’ı gönder de parmağının ucunu suya batırıp dilimi
serinletsin. Bu alevlerin içinde azap çekiyorum’.
İbrâhim, ‘Oğlum’ dedi,
‘yaşamın boyunca senin iyilik payını, Lazar’ın da kötülük payını aldığını
unutma. Şimdiyse o burada teselli ediliyor, sen de azap çekiyorsun’.
Üstelik, aramıza öyle bir
uçurum kondu ki, ne buradan size gelmek isteyenler gelebilir, ne de oradan
kimse bize gelebilir”. (Luka 16: 19-26).
İncil’de yine şöyle denir:
“Ama vay hâlinize, ey
zenginler!, çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz.
Vay hâlinize, şimdi karnı
tok olan sizler!, çünkü açlık çekeceksiniz. Vay hâlinize, ey şimdi gülenler!,
çünkü yas tutup ağlayacaksınız. (Luka 6: 24-25).
İmtihan,
Dünyâ’da haz, zevk ve sefâ hâlinde yaşamayı engeller, fakat insanda bu arzu
dinmez. Oysa imtihana göre Dünyâ’da zevk de olacaktır, zorluk ve acı da. Çünkü
imtihan sâdece zevk içindeyken olmaz:
“(Ey
mü’minler!); Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler
size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Yoksulluk ve sıkıntı onlara
öylesine dokundu ve onlar öyle sarsıldılar ki Peygamber ve onunla berâber îman
edenler, nihâyet ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman
(onlara): ‘Şüphesiz Allah’ın yardımı yakın’ (denildi)” (Bakara 214).
“(Tek başına yâni âhireti hesâba katmayan) bu dünyâ hayâtı,
yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten
âhiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi” (Ankebût 64).
Evet; ölçülü yaşamamız gereken bu imtihan dünyâsında tüm hazları
ve zevkleri tatmak ve tüketmek için heyecan ve hırsla ile koşturanlar sonunda tüm
zevklerini tüketmiş olacaklar ve âhirette onlara ancak cehennem ateşi
kalacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder