26 Ocak 2017 Perşembe

Dinozor Yalanı


 

“Biz her-şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer 49).

 

Dinozor kelimesi TDK sözlüğünde şu anlamlardadır:

 

1-Dinozorlar takımından, ilk çağlarda yaşamış, günümüze “taşılları” (taşlaşmış kalıntıları H.G.) kalmış, boyu yirmi metreyi bulabilen, uzun kuyruklu, iri gövdeli, uzun boyunlu, küçük başlı, sağlam omurgalı ve boyundan kuyruk sonuna değin omurlu, iki art ayağı öndekilerden daha uzun, karada yaşayan sürüngenlerin ortak adı.

 

2-Gelişmelere ayak uyduramamış, çağın gerisinde kalmış veyâ mevcut durumu korumak isteyen kimse.

 

Dinozorlardan (yada dinazor) ilk-defâ 1.800’lü yılların başlarında bahsedilmiştir. Bir yayında bu, şu şekilde açıklanır:

 

Dinozorların keşfedilmesinin öyküsü 1820’lerde başlar. İngiliz bir doktor olan Gideon Mantell bir taş-ocağında bâzı sıra-dışı dişler ve kemikler bulur. Dr. Mantell, bulduğu bu hayvan kalıntılarında çok değişik özellikler olduğunu fark eder. Bütünüyle yeni bir sürüngen türü bulduğuna inanır. 1841’e dek bu değişik sürüngen türlerinden yaklaşık dokuz çeşit ortaya çıkarıldı. Bunlar arasında Megalozorus ve İguanodon olarak adlandırılan türler de vardı. Tam o sıralarda yaratılışçı ünlü bir İngiliz bilim-adamı olan Dr. Richard Owen, ‘korkunç kertenkele’ anlamına gelen ‘Dinosauria’ adını türetti. İri kemikler onun bu adı düşünmesine yol açmıştır”.

 

Dinozorların “mezozoik zaman” denilen 251-65 milyon yılları (?) arasında yaşadığı söylenir. Bir yazıda bu, şu şekilde yalanlanır:

 

“Filmler, televizyon, gazeteler ve bir-çok dergi ve ders kitaplarından hepimizin duyduğu öyküye göre, dinozorlar milyonlarca yıl önce yaşamış. Evrimcilere göre, dinozorlar yeryüzünde 140 milyon yıl boyunca ‘egemenlik’ sürdükten sonra yaklaşık 65 milyon yıl önce ortadan kayboldular. Buna karşın bilim-adamları araştırmaları sırasında yaptıkları kazılarda bu kadar eski yıllardan kaldığını gösteren hiç-bir etiket bulabilmiş değiller. Sâdece ölü dinozorları (daha doğrusu, kemiklerini) buluyorlar ve bulunan kemiklerde hangi yıldan kaldıklarını kanıtlayacak hiç-bir etiket yoktur. Milyonlarca yıl süren evrim iddiası da evrimcilerin geçmişle ilgili kurdukları uydurma bir öyküden başka bir şey değildir. Dinozorların, ileri sürüldüğü gibi ‘dinozorlar-çağı boyunca’ yaşadıklarını gösterebilen hiç-bir bilim-adamı yoktur. Açıkçası, Dünyâ’nın ve bulunan fosil tabakalarının milyonlarca yıllık olduğunu gösteren bir kanıt da bulunmamaktadır. Bilim-adamları kemikleri bulmakta ve bir-çoğunun evrimci olması nedeniyle de dinozorlarla ilgili öyküyü kendi görüşlerine uygun duruma getirmeyi denemekteler”.


 

Dinozor denilen şey, Paleontologların işgüzarlığı ve saçmalamalarından başka bir şey değildir. Yaptıkları şey, buldukları ıvır-zıvırlara isim vermek ve masa-başında onlara baka-baka bir senaryo yazmak ve masal anlatmaktır.

 

Dinozor fosili denen şeyler hayvan dişleri yada kemikleridir, yumuşak dokular değildir. Çünkü yumuşak dokuların izi kalmaz. Dolayısıyle yumuşak dokuların şekillerinin nasıllığı bilinemez. Dinozorlar kalça şekillerine göre ikiye ayrılırlar. “Kuş kalçalı dinozorlar”, “sürüngen kalçalı dinozorlar”. İsimlerini Yunanca yada Latinceden alırlar. “Korkunç kertenkele” gibi isimleri vardır. Aslında saçma-sapan ve çok zor söylenen isimleri olmasına rağmen bu isimlendirmelerin bile bir anlamı olduğunu söylerler. Hâlbuki bu isimler, bir gizem yaratmak ve sözde bilimselmiş havası vermek içindir.

 

Saçma-sapan bir mantıkla şöyle derler: “Kuşlar dinozorlardır, fakat kuş kalçalı türünden değil, sürüngen kalçalı türünden dinozorlardır”. Hattâ tavukları bile dinozor olarak kabûl ederler. Böyle olunca biz de “mangalda dinozor kebabı” yapmış oluyoruz. 

 

Kuşların dinozor olduğunu söylediklerinden olsa gerek, “kuşların ve timsahların çiftleştikleri gibi çiftleşiyorlar ve yumurtluyorlardı, hattâ kuluçkaya da yatıyorlardı” diyorlar. Bu hayvanlar öyle çok hızlı koşabilen hayvanlar da değilmiş. Meselâ T-Rex saatte 18 mil koşabiliyormuş yâni 29-30 km kadar. O hâlde bir-çok hayvanı yakalayamıyordu.

 

Dinozor-bilimcileri ve dinozor hakkında konuşanları dinlediğinizde bilimsel bir-çok şey söylediğini zannedersiniz ama söyledikleri şeyler kayda değer şeyler değildir ve sürekli olarak varsayımlardan bahsederler. Öyle tam delillerle sâhip olduklarını falan sanmayın, hep farazi konuşurlar: “Elimizde yeterli delil yok”, “olabilir”, “sanıyoruz-sanmıyoruz”, “öyle olduğunu düşünüyoruz”, “yeterli çalışma yok”, “var sayıyoruz”, “tahmin ediyoruz” vs. bitmek bilmeyen laflar.

 

Neyin kemikleri olduğu belli olmayan ufak-tefek kemik parçalarını birleştiriyorlar ve istedikleri şekle sokarak istedikleri şekilde bir yaratık ortaya çıkarıyorlar. Buldukları şeyler hep toprakla iç-içe geçmiş ufalanmış küçük kemik parçalarıdır. Zâten “çok nâdir olarak büyükçe kemikler bulabiliyoruz” diyorlar. Dinozorun anatomisini ve iskelet sistemini işte bu parçalara bakarak anlıyorlarmış. O müzelerde gördüğünüz dinozor iskeletleri var ya; işte bu küçük kemiklerin bir şekilde birleştirilmesi ve onların maketleştirilerek gösterime sunulmasından başka bir şey değildir. O gördükleriniz dinozor falan değil yâni, onların maketleri. Sözde dinozor kemiklerinin hayâli iskeletlerinin maketi. Yâni suyunun suyu.

 

Dinozor maketlerini dinozor diye yutturuyorlar insanlara. Ortalık çok profesyonelce hazırlanmış maket dinozorlarla dolu. Silikon kauçuğu ve reçinelerle istedikleri kemik şeklini yapabiliyorlar. Müzelerde dinozor diye gösterilenler aslında dinozor maketleridir ve gerçek değildirler. O maketler de binlerce sözde dinozor kemiğinin kişilerin kafalarına göre bir-araya getirerek oluşturdukları hayâli şekillerdir. Barnum Brown, Tyrannosaurus Rex (T-Rex) dinozorunu, bir-çok parçayı bir-araya getirerek yapmıştı. Kemikleri istediğiniz gibi bir-araya getirebilirseniz, hayâl ettiğiniz şekilde bir yaratık çıkar ortaya.

 

Şöyle derler: “Fosil hazırlama uzmanları, doğada parçalanmış hâlde bulunan fosil kemiklerini ve dişlerini restore eden oldukça yetenekli teknisyenlerdir. Yaptıkları iş bir-nevî sanat-eseri koruma uzmanlarının hasarlı resim ve heykelleri restore etmesine benzer”.

 

Sözde dinozor kemiklerini topraktan çıkarırken gösterilen resimler ve videolar da, aslında kendilerinin toprağa koyup “dinozor bulduk” diyerek yeniden topraktan çıkardıkları maketlerdir. Biraz dikkatli bakıldığında, buldukları şeyin, yeryüzünün hemen 5-10 cm. altında olduğunu görürsünüz. Buna rağmen çok ilginçtir ki, buldukları şeylere yıllarca hiç-bir zarar gelmemiştir. 

 

Dinozorların, mevcut kemiklerden yeniden kopyalanmasını falan da beklemeyin. Bu aslâ mümkün değildir. O kadar uzun zamanda(!) üzerlerinde DNA’dan eser kalmaz çünkü. Zâten Dünyâ’nın üzerinden o kadar uzun bir zaman da geçmemiştir.  

 

O kadar büyük cüsseli hayvanlar için; “yumurtlamayla ürüyorlardı” deniliyor. Memeli değiller yâni. Yumurtaların da belli bir büyüklüğü olduğuna göre yumurtadan çıkan dinozor yavrularının hayatta kalma şanları çok-çok azdır ve hattâ mümkün değildir. Bilinen en büyük yumurta köpekbalığı ve devekuşu yumurtasıdır ki bu yumurtalar “dinozor yumurtası” denilenlerden bile daha büyüktür ve cüsselerine de uygundur. (“Filkuşu” denilen sözde nesli tükenmiş bir hayvandan da bahsedilir fakat bu hayvan büyük ihtimâlle “deve kuşu” yada iri bir devekuşu çeşidiydi). Yâni en büyük yumurta dinozor denilen en büyük hayvana âit değildir. Peki cüssesi oranında belli bir hacimde yumurtlaması gerekmez miydi dinozorların?. Ne de olsa yumurtadan çıkacak hayvan “Dünyâ’nın en büyük hayvanı” olacak.

 

Peki neden dinozorlar için “yumurtlayarak ürüyordu” deniyor?. Dinozorlara “sürüngen” dedikleri için. Tüm sürüngenler yumurtlamayla çoğalır. Dinozorlar “balık değildir, kuş değildir, o hâlde sürüngenlerdendir” mantığı var. Peki dinozorları neden sürüngen sınıfına sokuyorlar ve yumurtlamayla çoğaldığını söylüyorlar?. Dinozorların görülen resimlerine bakıldığında onların bir sürüngen olmadığı çok net olarak görülür. Bâzıları dinozorların sürüngen olarak kabûl edilmesini istiyor. Zîrâ başka türlü “taşlar” yerine oturmuyor. Acaba dinozorlarda, -çizimlerde gördüğümüz üzere- (zâten başka şekilde görülemez) görülen şey, yâni dinozor iddiâsını ortaya atanların dinozorların hayâl ettikleri yapıları, doğurarak üremeye elverişli olmadığından olabilir mi?. Çünkü yapıları hem cinsellik yönünden, hem de emzirme yönünden uygun değildir. Böyle olunca da, belki de bu sorunu sonradan fark edenler sürüngen sınıfına sokmuşlardır dinozorları. Tabi çiftleşme durumu sorun olarak hâlen devâm eder. Dinozor diye çizimlerini gösterdikleri hayvanların mevcut yapıları, başta çiftleşme olmak üzere hiç-bir şey için uygun değildir. Dinozorların anatomik yapıları hiç-bir şey için uygun değildir. Bu nedenle böyle bir canlı, yaşamını sürdüremez.

 

25-30 ton, hattâ 80 ton ağırlığında; 15-20 metre, hattâ 90 metre uzunluğunda (Spinosaurus, Tyrannosaurus, Carnotaurus) gibi dinozorların bâzıları son derece büyükken; Compsognathus (yaklaşık 5,5 kg ve 60 cm) gibileri de son derece küçükmüş!. Bir yayında şöyle denir:

 

“Bâzıları bir tavuk kadar, bâzıları da daha küçüktü. Öte-yandan bâzı dinozorlar yaklaşık 80 ton ağırlığında ve 13 metre uzunluğunda çok büyük yapıdaydılar. Dinozorların ortalama büyüklüğü büyük olasılıkla küçük bir at kadardı. Boyu 90 metreye kadar çıktı bu dinozorların, hızları saatte bilmem kaç km. oldu ve vahşi kükremeler eklendi. Ancak bu devâsâ dinozorların varlığına ilişkin en ufak gerçek bir delil yoktur. Dinozor-bilimcilik başlı-başına fantazyadır”.

 

Dinozorların bir kısmı inanılmaz derecede ve 20 yıldan kısa bir süre içinde büyük boyutlara ulaştılar. Bunlar günde 100 ton yiyecek tüketiyorlardı. Peki, sözgelimi uzun boyunlu Sauropodlar, hem günde en az 100 ton yiyip yâni bitki örtüsünü tüketip, hem de çevrelerini kurutmamayı nasıl başarmışlardı?. Tonlarca ağırlıktaki vücutlara ve metrelerce uzunlukta boyunlara sâhip olan Sauropodlar’ı ele alalım.. Bu kadar iri bir hayvan -ki başı gözdesine göre çok küçüktür- o koca vücûda nasıl oksijen yetiştirebiliyordu?. O kadar iri bir vücûda oksijenin yetmesi mümkün değildir. Yine o kadar iri bir hayvanın hareket etmesi de zordur ve bu nedenle beslenme ve avlanma zorlukları ve imkânsızlıkları olur. Bu sorunu, dinozorların yaşadığı(!) zamanki çevre farklılığı, oksijen bolluğu ve oksijenin yapısı ile açıklamaya çalışıyorlar. Besinin ve oksijenin günümüze göre çok bol olduğunu söylüyorlar. Peki bu kadar bol oksjen miktârı başka canlılara zarar vermiyor muydu?. Bu soru(n)lara şu masallarla ve zırvalıklarla cevap vermeye çalışırlar:

 

“2.5 milyar yıl kadar önce, siyanobakterilerde oksijen üretebilen fotosentez sürecinin evrimleşmesi sonucunda atmosferdeki oksijen miktârı pratik olarak 0 düzeyinden, bir-kaç milyar yıl içerisinde %32 dolaylarına kadar ulaşmıştır (özellikle de karasal bitkilerin de, siyanobakterilerden yüz milyonlarca yıl sonra evrimleşmesi sonrasında). Görebileceğiniz gibi %32 oranı, günümüzdeki %20.9 oranından fazlasıyla yüksektir. Bu sâyede, o dönemdeki hayvanların, bitkilerin ve mantarların neredeyse hepsi, günümüzdekinden çok daha iri boyutlara sâhip olacak biçimde evrimleştiler. Günümüzde yusufçuk (Anisoptera) olarak bildiğimiz ufacık canlılara benzer bir-çok böcek bile, onlarca santimetre büyüklüğe erişebiliyordu. İşte dinozorları da devâsa boyutlara eriştirmeyi başaran temel çevresel faktör, bu yüksek oksijen oranıydı. Bugün, keşfedilen fosiller üzerinde uzun yıllar boyunca yapılan çalışmalar ve ‘çeşitli bilgisayar programları yardımıyla geliştirilen modellemeler sâyesinde’ biliyoruz ki, Sauropodlar bahsedilen tüm donanımlara sâhipti”

.

Peki bu Sauropodlar suyu nasıl içiyorlardı?. Bildiğimiz gibi zürâfalar uzun boyunları nedeniyle su içmekte çok zorlanırlar. Bu nedenle büyük bir kâlpleri vardır. O hâlde Sauropodların kâlbinin çok daha büyük olması gerekir. Fakat o zaman da fazla kan basıncından dolayı dokular ve damarlar zarar görür. Bu nedenle belki de bütün Sauropodlarlar tansiyon hastasıydı. 

 

“Yumurtlayarak çoğalıyorlardı” demeleri, o kadar iri hayvanların memeli hayvanlar gibi hâmile kaldıklarında ağırlıklarının çok daha fazla artması, çok daha fazla oksijene ve besine ihtiyaç duyacakları fakat hareket zorluğundan dolayı bunu sağlayamayacakları için yaşayamayacaklarından dolayıdır. O yüzden dağa fâre doğurturlar ve o çok iri hayvanlara ufacık yumurtalar yumurtlatırlar.

 

Hayâl kurduğunuzda tüm sorunlara çözüm buluveririsiniz. Çünkü oturduğunuz ve yattığınız yerden hayâlinizi istediğiniz gibi şekillendirebilirsiniz. Böylece o devâsa hayvanın iskeletinin tonlarca ağrılığı nasıl taşıdığına, nefes alıp-vermesinin nasıl olduğuna, üremesine, beslenmesine, çiftleşmesine vs. her türlü çözümü getirirsiniz. Tabi kitlelerin bu cevaplara inanması için ilk önce sinema, medya, yayınlar, modern-bilim ve şişirilmiş bilim-adamlarıyla iyice bir ayara getirmeniz gerekir. Sonra gerisi kolayca gelir. Ne derseniz gider. Minâreyi çalan kılıfını da hazırlar elbette. Fakat dinozorlara uygun kılıf yoktur. Sahih bir bakış-açısına sâhip olanlar kılıfın açıklarını hemen göreceklerdir.

 

Rengarenk dinozorlar çiziyorlar, peki dinozorların hangi renkte olduğunu nereden biliyorlar?. Açın bakın internete, rengârenk dinozorlar var. Dergilerde, internette ve diğer yerlerde ne kadar dinozor resmi görüyorsanız, tamâmı uydurmadır. Hayâl ürünüdür. Renkler canlıların “yumuşak dokularıyla” ilgilidir ve sözde dinozorların ve yok olup gitmiş canlıların yumuşak dokularının nasıl olduğu bilinemez. Yumuşak dokular yâni canlının şekli ve rengi değişik şekillerde olabilir. Yumuşak dokuların rengi/şekli/hatları belirlenemez, her-hangi bir şekilde ve renkte olabilir.

 

Görülen resimlerde bir uygunsuzluk daha vardır ki o da kesinlikle o dev cüssenin sâhip olduğu minicik ellerdir. Bu şekilde bir denge sağlamaları çok zor, hattâ olanaksızdır.

 

Dinozorların yaşaması için bol besine ihtiyaçları vardır ki Dünyâ’nın her yeri ormanlarla ve bitki örtüsü ile çevrili değildir. Üstelik söylendiğine göre bir zaman önce buzul-çağı da yaşanmıştır. O hâlde bu hayvanlar dev cüsselerini doyurabilecek kadar besini nereden buldu?.

 

Peki bu dinozorlar ne ile besleniyorlardı?. “Dinozorların yaşadığı zamanda boyları 30 metreyi bulan eğrelti otları vardı” diyorlar. Tabi minâreyi çalanlar kılıfını da buluyorlar.

 

Dinozorlara bakınca çok biçimsiz ve uygunsuz bir yapıya sâhip oldukları görülür. Zâten dinozor ve benzeri -sözde- varlıklar hep biçimsiz şekilde anlatılır ve gösterilir. Meselâ ejderha, neredeyse bütün kültürlerde ve anlatımlarda şekilsiz bir varlığı simgeler. Oysa Allah, evrendeki yarattığı her varlığa yapısına-hareketine uygun şekil, biçim, özellik ve yetenek vermiş; onların yaratılışını bir-takım amaç ve hikmetlere dayandırmış, boş ve yersiz hiç-bir şey yaratmamıştır. Bu konuda Allah Kur’ân’da şöyle der:

  

“…Her-şeyi yaratan ve bir ölçüye göre düzenleyen Allah’tır” (Furkân 2).

 

“...O’nun katında her-şey bir ölçü (miktar) iledir” (Ra’d 8).

 

“Biz her-şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer 49).

 

Peki nesli tükenen bir hayvan yada canlı var mıdır?. Nesli tükendiği söylenen hayvanların aslında sâdece varyasyonları tükenmiş olabilir. Zâten yeni varyasyonlar da ortaya çıkıp duruyor. Meselâ at ile eşeğin çiftleşmesinden katırlar ortaya çıkıyor fakat katırlar kendi arasında üremesini devâm ettiremiyor. Katırların soyu, insan etkisi olmadığında bir-zaman sonra tükenebilir. Zâten artık katırlara fazla ihtiyaç duyulmadığından sayıları azalmıştır. Fakat bir “tür” olarak nesli tükenen hiç-bir hayvan ve hattâ hiç-bir canlı yoktur. Neslinin tükendiğini söyledikleri şu hayvanlara bakar mısınız?: Dinozor, mamut, moa, Tazmanya kaplanı ve kurdu, Hazar kaplanı, Pers kaplanı, Anadolu aslanı-kaplanı-panteri, mersin balığı (Karadeniz’de hâlâ yaşıyor), çizgili sırtlan.. Bunlar ana türlerin çeşitleri ve varyasyonlarıdırlar ve nesillerinin tükendiği de kesin değildir. Belki azalmış olabilir. Bâzıları gözlemleyemedikleri canlıları “nesli tükenmiş” olarak kabûl ediyor. Zâten modern düşünce, kendi kontrôlünde ve gözetiminde olmayan her varlığı ve her-şeyi “yok” sayar ve öyle kabûl eder. 

 

Allah, canlı türlerini potansiyel varyasyonlarıyla birlikte yaratmıştır. İnsanlar da potansiyel varyasyon gereği çeşitli renklerdedirler. Varyasyonların (esas tür tipine göre belirli karakterlerde görülen ayrılıklar) nesli tükense de sorun teşkil etmez, zîrâ onlar doğal olarak değil de, -katırlarda olduğu gibi- ya insanın müdâhelesiyle ortaya çıktılar yada sonradan çeşitlendiler. Orijinâl varlıklar değildirler yâni.

 

Günde 20.000 çeşit canlı türünün yok olduğu gibi aptalca bir söz söyleniyor. Hâlbuki nesli tükenmiş “orijinâl” bir varlık yoktur. Her-gün yeni keşfettikleri varlıklara da, “yeni tür ortaya çıktı” diyorlar. Hâlbuki onlar ilk baştan bêri vardırlar. Amerika ilk keşfedildiğinde çıkmadı ki ortaya!.

 

Yaratılışı ve âhireti kabûl etmeyen bilim-adamları, zamânı çok-çok uzağa atarlar ve zamânı kendi kafalarına, hevâ-heveslerine ve kendilerinden istenen ve beklenen şekilde biçimlendirirler, şekillendirirler. Bu amaçla gerekirse olmayan bir şeyi bile îcâd ederler. Bunun için onlara küçük önemsiz ve belirsiz bir parça bile yeterlidir. Evrim Teorisi’nde meselâ; yaptıkları kazılarda kime âit olduğunu bilmedikleri bir “diş” bulurlar. Bu dişi incelerken çeşitli hayâller kurarlar. En yakın dostları olan şeytan da onları vesveseleriyle destekler ve böylece masal başlar… İlk önce bu dişin ... yıl önce yaşamış olan ... atamıza âit olduğunu düşünürler, sonra bu diş üzerinden sözde sâhibinin bir resmini çizerler, hem de yumuşak dokularıyla berâber, (yumuşak dokuların şekli/hatları belirlenemez, her-hangi bir şekilde olabilir). Diş’in sâhibi atamız! belirlendikten sonra sıra gelir atamızın karısına, sonra oğluna, tabi bir de kızına. Artık âile tablosu ortaya çıkmıştır. Evet-evet; sâdece bir “diş”ten yola çıkarak mutlu bir âile tablosu çizilmiştir. Bunu, o mutlu âile tablosunun reklâmını yapıp cicili-bicili sözlerle çeşitli kanalardan câhillere anlatmakla tamamlarlar. Evrim Teorisi bunun gibi masallarla doludur. Eskiden anlatılan “dev masalları” da, modern zamanlarda “dinozor masalları”na dönmüştür. Böylece arzularının salıncağında sallanıp dururlar.

 

Bir dişten bir insan çıkartabilenler, bir-kaç kemik parçasından “on numara” bir dinozor çıkarmakta hiç de zorlanmazlar. Hem de “yumuşak dokuları”yla berâber. Oysa yumuşak dokuların ne şekilde olduğu belirlenemez. O hâlde dinozorlar neden o şekilde olsun?. Yumuşak dokuların ne şekilde olduğu bilinemeyeceğinden, o şeyin boyu-posu, kilosu ve rengi tam olarak belirlenemez-bilinemez. Tahminde bulunabilir sâdece. Fakat tahminler gerçeğin yerini tutmaz.

 

Bir-çoğu, onlarca dinozor fosili olduğunu sanır, hâlbuki müzelerde sergilenen dinozor iskeletleri bir yada bir-kaç kemik üzerinden yapılan rekonstrüksiyonlardır (yeniden kurma). Dünyâ’nın hangi büyük doğa-târihi müzesine giderseniz-gidin, hemen hepsinde sizi “antika modeller” karşılayacaktır. Örneğin bir ön ayak kemiğinden; koca bir kafatası, uzun ve çivi gibi dişler, kocaman kuyruklar, boynuzlar, inanılmaz büyük arka ayaklar ve çelik sertliğinde plâka deriler ile hattâ kanatlar tahayyül edilerek canlılar üretirler müzelerde. Bir sürüngen türü olmasına rağmen çoğu rekonstrüksiyonda kasıtlı olarak gergedana, zürâfaya, kuşlara vs. çeşitli hayvanlara benzetilen rekonstrüksiyonlar mevcuttur. (domuz dişinden hesperopithecus yapmak gibi).

 

Bir yazıda, bir kemik parçasından yola çıkılarak o şeyin özelliğinin bilenemeyeceği şu şekilde anlatılır:


1.jpg Bu kemik parçasından bir dinozor üretildi.

“Özbekistan’da at büyüklüğünde bir Tyrannosaur fosili bulunduğu anlatılıyordu. Bu fosilin devâsâ boyuttaki dinozorlarla küçük dinozorlar arasındaki sözde evrimsel dönüşüme şâhitlik ettiği öne sürülüyordu. Tahminlerde öylesine ileri gidilmişti ki, canlının kilosu ve boyutları bile hesaplanmış, nasıl işittiğinden tutun, avını yakalamadaki kâbiliyeti üzerine spekülasyonlara kadar varılmıştı. Oysa ki gerçekler bunlardan çok farklıydı: Elde fosil olarak yalnızca canlının beynini muhâfaza ettiği düşünülen 7 cm. büyüklüğünde küçük bir kemik vardı. Özetle tek bir kafatası kemiği parçasından yola çıkılarak tam bir dinozor resmedildi. Binlerce parçadan oluşan dev bir yap-boz bulmacası düşünelim. Parçaları dikkatle birbirlerine uyacak şekilde yerleştirirseniz tam resme ulaşabilirsiniz. Bir iki parça kayıp ise bunların tahmin edilmesinde sakınca olmaz. Ancak elinizde yalnızca ve yalnızca tek bir parça varsa ve siz de diğer tüm parçaları bu parçadan yola çıkarak ‘tahmin’ ediyorsanız,  ortada hayret verici bir durum söz-konusudur. Yukarıda gördüğünüz tek kemik parçasından yola çıkarak tamâmen hayâl-gücünün ürünü olan bir dinozorun ağzı, burnu, elleri, kolları, ayakları, kuyruğu dâhil tüm gövdesi, boyu ve kilosu ve hattâ tüylerinin varlığı bile kurgulanmıştı. Dolayısıyla burada ‘bilimsel delillere dayalı’ bir fosil inşâsından söz edilemeyeceği açıktır, çünkü tek bir kemik parçasından yola çıkılarak çizilen iskelet tamâmen hayâl ürünüdür.

 

‘Farklı kemikleri getir senin de fosilin olsun’ mantığı evrime bir fayda sağlamaz. Konuyla ilgili makâlede iddiâ edilenin aksine, bulunan kemik, yeni bir fosil de değildir. Edinburgh Üniversitesinden Stephen Brusatte 2014 yılında Rusya’da bir müzeyi ziyâret ettiği sırada bu kemikle karşılaşmıştı. Aynı bölgede daha önce bulunmuş kemiklerden yararlanılabilir umuduyla, farklı kurumlarda dağınık hâldeki başka kemik parçaları bir-araya getirildi. Bunlar farklı zamanlarda, 1997 ile 2006 yıllarında çıkarılmış fosillerdi, yâni dağınık hâldeki 7’si omurga kemiği olmak üzere, 15 adet eksik kemik parçasıydı.

 
















Farklı canlılara âit olan çeşitli kemik parçaları bulunup bir-araya getirilerek bir dinozor oluşturuluyor.

‘Bu birbiriyle alâkasız kemik parçaları ile ne yapılabilir ki?’ demeyin. Darwinistlerin her zaman yaptıkları gibi siz de hayâl-gücünüzü yüksek tutarsanız üstteki resimdekine benzer, başından kuyruğuna kadar tüm vücûduyla bir dinozor ‘çizimi’ ortaya çıkarabilirsiniz. Yapabilirsiniz yapmasına ancak bu çizim sırasında kullanılan kemik parçalarının birbirleriyle bağlantılarının olmadığını göz-ardı etmeniz ve tabî ki oldukça fazla hayâl-gücü kullanmanız gerektiğini tekrar hatırlatalım.

 

Nitekim kemiklerin aynı bireye âit olmadığı söz-konusu makâlede de şöyle îtiraf edilmişti:

 

Kemikler, Özbekistan Bisetski formasyonunda yüzeyden izole (birbirinden ayrı) örnekler olarak toplanmış, tek-başlarına farklı bireylerden gelmişlerdir. Biz, en katı şekliyle bu örneklerin aynı canlı sınıfına (takson) âit olduğunu kabûl ediyoruz.

 

Makâledeki îtiraflar bununla da sınırlı kalmıyordu. Farklı canlılara âit bu fosillerin aralarında nasıl olup da böylesine garip bir bağlantı kurulabildiğine dâir gelebilecek îtirazlara; ‘sonraki keşifler bunun yanlışlığını gösterirse T. Euotica ismi yalnızca bir beyin kemiğine âit olur’ gibi bir anlatımla cevap veriliyordu”.

 

Şu söze bakın: “Devâsâ dinozor Arjantinazorus bir-kaç kemikten tanınıyor”.

 

Modernite, bâtıl ve gerçek-dışı şeyleri insanlara kolayca benimsetebilmek için medyayı, fakat özellikle de sinemayı çok yoğun kullanır.

 

Yine bakıldığında, dinozorların dev cüsselerine rağmen kafalarının çok küçük olduğu görülür. Zâten bu yüzden beyinlerinin de küçük olduğundan dolayı “aptal hayvanlar” olarak isimlendirilirler.

 

65 milyon yıl önce! neden sâdece dinozorlar yok oldu?. Eğer bütün bu soy tükenmeleriyle ilgili tek bir neden bulacaksak, bu karada ve denizde yaşayan hayvanların aynı zamanda birlikte ölmeleri için geçerli bir neden olmalı. Ne var ki, hem karada hem de denizde tüm yaşayanların ölmeleri için bir neden olamaz. Çünkü hem karada hem de denizde yaşayanların bir çoğu yaşamlarını bir sonraki dönemde de sürdürmüşlerdir. Bütün hayvanlar tâ o zamandan bêri yaşamını sürdürüyor da, dinozorlar niye yok olmuş gitmiş?. Kargalar, papağanlar ve diğer kuşlar hep “dinozorların torunları” olarak gösterilir. Aslında dinozorların hepsinin yok olmadığı, kurtulanlarından bâzılarının evrilerek ve de küçülerek binlerce kuş türüne dönüştüğü palavrası ortaya atılıyor. Sürekli olarak buna benzer hipotezler ve yeni teoriler ortaya atılsa da, iknâ edici bir açıklama yapılmamıştır, yapılamaz da. Çünkü “dinozor” denilen bir hayvan yeryüzünde hiç-bir zaman yaşamamıştır.























Bu resimde, bulunan iskeletin nasıl da taş-toprak hâline geldiği çok net olarak görülüyor.

Yukarıdaki resimde gördükleriniz, sözde dinozor fosilleridir. İşte bu taşlaşmış yapıları yorumlayarak 65 milyon yıl önce yaşayıp yok olduklarını söyledikleri “dinozor” diye bir hayvan türü olduğunu söylüyorlar. Bakmayın siz müzelerdeki kusursuz görünen dinozor şekillerine. Sergiledikleri şeyleri, fosilleştikleri yerden, -hem de en ince kemiğine kadar- her nasılsa taşlaşmadan, erimeden, yok olmadan bulmaları ve yerinden çıkararak birleştirip mevcut şekilde sergilemeleri imkânsızdır. Yukarıdaki resim, dinozor fosiliymiş. Kim bilir hangi canlıya âit bir fosil. Fakat fosilin ne hâle geldiğine bir bakar mısınız?. Artık ortada bir fosil de kalmamış aslında. Taşlaşmış (taş olmuş) yapılardan başka bir şey yok. O hâlde o müzelerde sergilenenler, bulundukları yerden hiç parçalanmadan ve zarar verilmeden nasıl çıkarıldı ve en ince ayrıntısına kadar eksiksiz bir şekilde birleştirildi de sergilendi?. Bunlar göz boyamadan başka bir şey değil. Bir zaman gelir, bir bilim-adamı onların gerçek fosiller olmadığını ortaya koyar. Aynen evrimcilerin îcât ettikleri uydurma ara-türlerde olduğu gibi. Sonunda da haber ve gazete manşetlerini; “meğerse dinozor diye bir varlık hiç-bir zaman yaşamamış” başlıkları süsler.

 

Sağdan-soldan topladıkları kemikleri atölyede çeşitli işlemlerden geçirdikten sonra, hayâllerinde uydurdukları şekillere sokuyorlar ve de “işte dinozor iskeleti” diye yutturuyorlar insanlara. O müzelerde sergiledikleri kemiklerden müteşekkil dinozor şekilleri var ya; işte onlar, sağdan-soldan toplanmış bildiğimiz-tanıdığımız hayvanların kemik yığınları ve eksik olan tarafları da fiberglas-plastik vs. malzemelerle tamamlanmış hilkat garîbesi tarzında üretimlerden başka hiç-bir şey değildirler. O kemik gibi görünenler kemik değildir yâni. 65 milyon boyunca kemik-memik kalmaz ortada. Fosiller kemik değildir. Bir şey fosilleşmiş ise orada kemik falan kalmamıştır. O şey artık taş-toprak hâline gelmiştir. O “dinozor fosili” dedikleri şeyler, ne olduğu yada hangi varlığa âit olduğu bilinmeyen ve de bilinemeyecek olan taşlaşmış yapılardır ve onları bir-araya getirip sergilemeyi bırakın, fosil hâlde bulundukları yerden, dağılıp toz-toprak olmadan çıkarılması bile mümkün değildir. Onlar artık fosil değildirler, “resimli taşlar”dır. Yâni ortada ne kemik var ne de kemik hâlinde fosiller. Zîrâ kemikler o kadar yıl sağlam kalamazlar. Onlar sâdece taşlaşmış fosillerdir ama o fosiller de dinozor denilen varlıklara âit değil; at, deve, zürâfa, fil, gergedan, bufalo, kanguru, komodo ejderi ve belki balina, gibi hayvanların kısa bir süre önce fosilleşmiş yapılarıdır. Zâten yeryüzünde yaşamakta olan iri cüsseli (en az bir ton ağırlığında) kara hayvanlarının sayısı dördü-beşi geçmez: Filler, gergedanlar, hipopotamlar, zürâfalar ve balinalar. Bu her zaman böyleydi. Ve bu hayvanlar belki bir zaman önce bir miktar daha iri yapılı idiler hepsi bu. Bu fosilleri “dinozor fosili” diye yutturmaya çalışıyorlar. Amaçları, hem zamânı çok geriye atarak insanları âhiret bilincinden uzaklaştırmak; hem de evrimin mutlak gereksinimi olan “eski zaman” ihtiyâcını karşılamaktır. Zamânın uzaması âhiret bilincini blôke eder ve unutturur. Bu, şeytanın bir uzaklaştırma taktiğidir. Çünkü “uzun zaman” uydurmaları insanları âhiret bilincinden uzaklaştırır.

 

En çarpıcı dinozor iskeletleri “en iyi ve en eksiksiz tamamlanmış iskeletlerdir. Bu bağlamda bir yazıda şöyle deniyordu: “Dünyâ’nın en çok tamamlanabilmiş dinozor iskeleti, Londra’daki Doğa Bilimleri Târihi Müzesi’nde (Natural History Museum) görücüye çıkıyor. 2 metre 90 santimetre uzunluğa ve 5 metre 60 santimetre genişliğe sahip Stegosaurus türü dinozorun fosilleri, 11 yıl önce ABD’nin Wyoming Eyaleti’nde bulunmuştu. Bulunan dinozor fosili Dünyâ’da el değmemiş ve ‘en çok tamamlanabilmiş’ ilk dinozor olma özelliğini taşıyor. İskoç işadamı Andrew Caregie tarafından başkent Londra’daki bilim müzesine getirilen dinozorun sergiye hazır hâle getirilmesi ise yaklaşık bir yıl sürdü”. Hem “el değmemiş” diyorlar hem de “tamamlandığı”ndan bahsediyorlar.

 

Fosil oluşumu için şöyle denir: “Fosiller on binlerce ve yüz milyonlarca yılda oluşur. Ancak fosillerin oluşması için gerekli koşullardan ötürü son derece nâdir bulunurlar. Bir hayvanın vücûdunu önce çamur veyâ kum gibi tortular kaplar ve yumuşak dokular çürüyerek geride sert dokuyu (diş ve kemikleri) bırakır. Tortu zamanla kemiği kaplayan bir kayaya dönüşerek onu yıpratır. Dahası, çevredeki yer-altı suyu ve tortudan gelen minerâller çok yavaş bir şekilde kemikteki minerâlin yerini alır (fosiller bu yüzden çeşitli renklerde oluyor: Topraktaki minerâllerin rengini alırlar). Bir fosil, ayak-izi veyâ yaprak gibi korunmuş bir şekil de olabilir”.

 

Filler, yaratılmış canlılarda büyüklüğün zirvesidir. Fillerin büyüklüğü ve ağırlığı; “bundan daha büyüğü olmaz” mesajı verip durmaktadır. Ondan büyük bir canlı, Dünyâ’ya yakışmaz ve uygun olmazdı. Zâten Dünyâ da, çok daha büyük canlıları milyonlarca yıl besleyecek imkân yoktur. Fillerden daha büyük canlıların yâni dinozorların olduğunu söylemek ve buna inanmak, Dünyâ’nın formatını ve yapısını es geçmeden mümkün değildir.

 

Dinozor iskeleti diye gösterilenler, bildiğimiz-gördüğümüz hayvanların iskeletleridir. Bir-çok hayvanın iskeletini -sözde- dinozor iskeletine benzetebilirsiniz. Deve kuşu, deve, fil, ve at iskeletlerini dinozor iskeleti sanıyorlar yada öyle gösteriyorlar. Benzetmeye kalktığınızda en basit bir hayvanın iskeletini bile “dinozor iskeleti” diye yutturabilirsiniz. Fakat modern-bilim ve teorilerle beyni sulanmamış olup aklı başında olanlar o iskeletlerin dinozorla falan alâkası olmadığını hemen anlarlar. Onlar çeşitli hayvanların iskeletleri ve kemiklerinin birleştirilmesinden oluşturulmuş şekillerdir. Bir-çok hayvanın iskeleti -aslında olmayan- dinozor iskeletine benzer. Bunun için internette hayvanların iskeletlerini incelemeniz yeterlidir. Biz aşağıda bir-kaçının örneğini veriyoruz.




 Fil İskeleti





Su Aygırı İskeleti






Deve Kuşu İskeleti









 Timsah İskeleti

























Dinozorların fosilleri de her nedense genelde batı’da yada batı zihniyetine sâhip coğrafyalarda bulunuyor. Türkiye’de ve İslâm coğrafyasında yok. “Dinozorlar 65 milyon yıl önce yok oldu. Ama Anadolu yarım-adası 30 milyon yıl önce oluşmaya başladı. 2 milyon yıl önce de bugünkü şeklini aldı. Doğal olarak Türkiye’de dinozor fosili bulamazsınız” deniyor. İslâm coğrafyasında dinozor fosilinin olmaması, müslümanların ve inançlı kesimin, “yaratılışın başlangıcının çok da fazla bir zaman önce olmadığına” inanmalarından dolayıdır. Dinozorların yaşadığı 65 milyon yıllık uzun bir geçmiş yok ki 65 milyon yıl önce yaşadığı söylenen dinozorlara inansınlar ve de bunu “kabûl ettikleri için” kendi coğrafyalarında da dinozor fosili-kemiği bulsunlar. Modern-seküler insan, ne hayâl ediyorsa, neye ihtiyâcı varsa onu arıyor ve ne hikmetse genelde de buluyor. Bulamazsa da bulduğu zırvalıkların aradıkları şeyler olduğunu söylüyorlar yada buldukları şeyleri, “aradıkları şeyler”e dönüştürüyorlar.

 




3.jpg














Dünyâ’da sözde dinozorların yaşadığı bölgelerin haritası.



Modern-bilimde bir kez bir yalan söylendiğinde arkasından o yalanı sürdürebilmek için yüzlerce yalan söylemek gerekir. İşte dinozorlar hakkında da böyle bir-çok yalan söylenmek zorunda kalınmıştır ve kalınmaktadır. “Türkiye’de niçin hiç dinozor yaşamamıştır” sorusuna yine başka bir yalan (Pangea) ile şu şekilde cevap veriliyor:

 

“Anadolu coğrafyasında dinozor fosili bulmak son derece zordur, hattâ mümkün değildir. Türkiye’de dinozorlar yaşamamıştır maalesef. Neden?, çünkü dinozorlar ikinci jeolojik zamanın (mezozoik zaman) üçüncü döneminde (kretase dönemi) ortaya çıkmış ve yine aynı dönemde yok olmuşlardır. O dönemde bizim üzerinde yaşadığımız topraklar tethys denizinin tabanında uslu-uslu takılıyordu, daha hiç ortalığa çıkıp başına aktif tektonik dertler alası yoktu. Anadolu coğrafyasında dinozor fosili bulmak mümkün değildir. Zâten şimdiye Türkiye’de bulunmuş tek dinozor fosili sayılabilecek (dinozorlar karada yaşar) Kastamonu’da bulunan fosil de karada değil suda yaşayan bir canlıya âittir”.

 

Oysa bu Pangea yâni “kıtaların kayması ve zamanla şimdiki mevcut duruma gelmesi” düşüncesi masa-başında çay-kahve içerken ortaya atılan “zan”dan başka bir şey değildir. Çünkü bu konuda söylenenlerin bir delili yoktur, olamaz ve bu teori ispatlanamaz. Yalanlarını örtmek yada sürdürebilmek için sürekli olarak uzun zamanlardan bahsetmek zorunda kalırlar. Meselâ şöyle derler: “Bundan milyonlarca yıl önce Anadolu topraklarının üzerinin bir okyanusla kaplı olduğunu biliyor muydunuz?”.

 

Dinozor iskeleti üretmek sanıldığı kadar zor bir şey değildir ve bu zâten yapılıp durmaktadır. Aşağıdaki örnekler, -sözde- gerçek(!) dinozor iskeletleri ile “yapay” dinozor iskeletleri karşılaştırmalarıdır.  














Bu, -sözde- gerçek bir donozor fosili-iskeletidir.

















Bu gördüğünüz ise, yapay bir dinozor iskeletidir ve satış fiyatı da 2.000 $’dır.

















Bu da; -sözde- gerçek bir dinozor iskeletinin 3 boyutlu üretilmiş hâlidir.

Bu iskelet hakkında şöyle deniyor: “Stegosaurus dinazor iskeleti tarandı ve belirli parçalar orjinâline zarar gelmemesi veyâ gelecekteki olası kayıplar nedeniyle koruma amaçlı 3D yazıldı”.







111.jpg


































Fiberglastan yapılma yapay bir dinozor iskeleti.


Dinozor denilen sözde varlık hiç-bir zaman yaşamamıştır. Zâten Dünyâ’da “65 milyon yıl öncesi” diye bir zaman da olmamıştır. Evrenin yaşı 13.8 milyar yıl ve Dünyâ’nın yaşı 4.5 milyar yıl değildir. O kadar uzun bir zaman yoktur. Dünyâ’da ve de kâinatta hiç-bir zaman bir ilkellik yaşanmamıştır. Her-şey Hz. Âdem ile yaşıttır ve Âdem’in yaşı da yaklaşık 10.000 yıldır.

 

Dinozorcular kendi-kendileriyle de çelişiyorlar. Dinozor kemiklerinde hemoglobin bulunduğunu söylüyorlar. Bu durum, yaşayan bu sözde canlıların bir-kaç bin yıl önce yaşadığını gösterir, çünkü hemoglobin bir-kaç bin yıldan fazla dayanamaz.

 

13.8 milyar yıllık bir evren-yaşı ve 4.5 milyar yıllık bir Dünyâ-yaşı kabûl edildiğinde, istediğiniz kurguları yapabilirsiniz. İstediğiniz hayâlleri kurabilirsiniz ve olmayacak şeyleri bile oldurabilirsiniz. Ne de olsa o kadar uzun bir zaman içinde “bir-şekilde” olur. Bunu profesyonelce çeşitli kanallarla yaydığınızda bir-çoklarını hattâ hemen-hemen Dünyâ’nın tamâmını o saçmalığa inandırabilirsiniz. Meselâ çok uzun bir zaman varsa; bir fil ile bir karıncanın ilişkisi sonucu o karıncadan bir balinayı bile doğurtabilirsiniz. Yeter ki böyle bir şeye ihtiyaç olsun. Ne de olsa yeterli! bir zaman vardır. Zaman yetmezse “0”ın yanına bir “0” daha koyuverirsiniz canım!. Ne olacak?; sıfırdan bol ne var?.

 

“O Allah ki, yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı”.. (Bakara 29).

 

Allah her-şeyi bizim emrimize verdiğine göre ve her-şeyi bizim için yarattığını düşündüğümüzde, “dinozorların bize ne yararı vardır?” diye sormak gerekir. Bize yararı olmayan bir varlık mı yaşamıştır bir zaman önce?.

 

Kur’ân ve diğer semâvi kitaplar neden dinozorlardan hiç bahsetmiyor?. Bu kadar uzun süre yaşamış bir varlıktan neden hiç bahsedilmez?. Bahsedilmemesi, böyle bir varlığın yaşamadığının kanıtlarından biridir. Çünkü kutsal kitaplarda at-deve-fil gibi büyük hayvanlardan bahsediliyor. Tevrat’ı aşırı zorlayarak alâkasız âyetleri dinozorlar olarak yorumlamak bir dinozor olduğunu zinhar göstermez. Tevrat’ta “leviathan” olarak geçen bir ifâde vardır ve bu kelime; “deniz canavarı”, “dev gemi”, “ada balığı”, “iri balina” anlamlarına gelir. Tevrat’ta Yehova’nın Rahab, Rahav veyâ Levyatan diye farklı biçimde adlandırılan bir ejderha ile savaşı yer almaktadır: Eyyüb: 26, İşaya: 50-51).

 

Dinozor iskeletleri, fiberglas-plastikten îmâlatlardır ve dinozor uydurması plastiğin îcâdından (19. yy.’ın ilk yarısı) sonra ortaya atılmıştır. Zâten bunu kedileri de îtiraf eder:

 

“Bir müzede sergilenmekte olan bir dinozor iskeleti ile karşılaşan insanlar sıkça karşılarında gördükleri şeyin gerçek mi olduğunu sorar. Müzeler gerçek fosil iskeletlerin yanı-sıra, bâzen son derece hassas şekilde doğrudan fosilden kapılanan dökümler de sergiliyor. Müzeler ziyâretçilerine mümkün olduğunca gerçek olanı göstermeye çalışsa da dinozor fosillerine ek olarak dökümleri de sergileniyor. Müzelerdeki kopya dökümler, gerçek fosil kemiklerin hassas kalıpları kullanılarak yapılıyor ve çoğu müzede görebileceğiniz en doğru ve yaygın 3 boyutlu fosil çoğaltma biçimlerinden biridir. Diğer yöntemler arasında yine çok güvenilir olan CT taraması, yüzey taraması ve fotogrametriden yapılan 3D baskılar var. Bir iskelette eksik bir kemik varsa bâzen o şekil bir heykel gibi yontulur. Doğrudan fosil kemiğinden gelmediği için o kadar doğru sayılmaz. Ancak mevcut kemiklerin incelenmesine veyâ aynı yada ilgili türlere âit diğer örneklerden alınan kemiklerin referansına ve fotoğrafına dayanır. Bâzı durumlarda bilim-adamları belirli bir türe âit bir kemiği hiç bulamaz. Tamâmen bozulmamış bir dinozor iskeleti çıkarmak çok nâdirdir. Çöpçüler, çürüyen nesneleri bozuyor ve fosilleşmeden sonra görülen erozyon kemiğin bir kısmını veyâ çoğunu yok ediyor. SUE isimli T. Rex veyâ Tiranozor son derece nâdir bir örnektir ve bilim için çok değerlidir. SUE, bir T. Rex’teki yaklaşık 380 toplam kemiğin 250’si ile bugüne kadar keşfedilen en eksiksiz Tyrannosaurus rex iskeleti. Türünün tek örneği olan bu iskelet, kemik hacmi bakımından yüzde 90 oranında eksiksizdir yâni eksik kemiklerin çoğu aslında küçük parçalardır. SUE bugün ABD'deki Field Doğal Tarih Müzesi'nde sergileniyor. Eksik parçaları tamamlanarak iskeleti tam boy monte edilmiş durumda. ABD dışında düzinelerce ülkedeki müzelerde de sergilendi. Dünyâ’nın dört bir yanındaki insanlar SUE fosilini gördükçe T. Rex gibi bir dinozorun boyutunu ve ölçeğini daha iyi anlama fırsatı buluyor”.

 

Dinozorların insanlar tarafından körü-körüne kabûl edilmesi, Tabiat Târihi Müzesi denilen yerlerde gösterilen -sözde- dinozor iskeletleri sebebiyledir. Kemik müzeleridir buralar. Kemik parçalarıyla doldurulmuş yerler. Bu kemik parçalarını istedikleri gibi, birleştirerek -sözde- bir dinozor iskeleti yapmak çok da zor değildir. Çünkü çok fazla sayıda kemik var. Londra Doğa Bilimleri Târihi Müzesi’nde 80 milyon kemik parçası olduğu söyleniyor.

 

Artık insanlar da bulduğu her kemiği dinozor iskeleti-fosili zannediyor. Bu konuda şöyle bir haber çıkmıştı:

 

“Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi, bulduğu her iskeleti ‘dinozor’ veyâ ‘canavar’ zanneden onlarca kişinin akınına uğruyor. Dinozor olduğu sanılan bir iskelet de İzmir Özdere’de bulundu. Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde çalışan Araştırma Görevlisi Dr. Serdar Mayda, DHA aracılığıyla incelediği iskeletin fotoğrafının bir kediye âit olduğunu, arka bacakları kaybolduğu için vatandaşların yanılmış olabileceğini ifâde etti.

 

Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kapısını her yıl yurdun dört bir yanından ‘dinozor’ veyâ ‘canavar’ iskeleti bulduğunu zanneden yurttaşlar çalıyor. Kurum yetkilisi akademisyenler, bir-yandan başta çocuklar olmak üzere tüm yurttaşları müzeyi gezmeye ve milyarlarca yıllık târihe yolculuk yapmaya çağırırken, diğer yandan da ‘iskeletlerin dinozor olmadığını’ anlatmaya çalışıyor. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Merkez Müdürü Prof. Dr. Tansu Kaya, her ay pek-çok yurttaşın kendilerine fosil bulduğunu söyleyerek başvurduğunu, ancak bunların büyük kısmının yakın zamanda yaşamış kedi, yaban kedisi, sansar, gelincik gibi hayvanlara âit iskeletler olduğunu belirtti. Araştırma Görevlisi Dr. Serdar Mayda da, Rize’den Doğu Anadolu’ya kadar pek-çok yerden gerek yüz-yüze, gerekse de telefon ve e-posta yoluyla bir-çok başvuru aldıklarını dile getirerek, ‘bunlar fosil değil güncel iskeletler, ama çoğu kişi dinozor olduğunda ısrâr ediyor’ diye konuştu”.

 

Müzelerdeki dinozor diye gösterilen kemiklerin gerçek dinozorlara âit olmadığı çok açıktır. İzmir’de açılan Tabiat Târihi Müzesi haberi verilirken şunlar söylenmişti:

 

“Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi, bir dinozor türü olan Treks’in iskelet örneğine kavuştu. Evet o sâdece bir örnektir ve gerçek değildir. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ve bir yılda tamamlanan Treks heykeli, törenle Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi’ndeki yerine yerleştirilerek ziyârete açıldı. Orijinâl bir örneğinin bulunduğu Frankfurt Tabiat Târihi Müzesi’nden alınan detay ölçeği ve doku çalışmaları konusunda yapılan incelemeler ve bir-çok müze ve kaynaktan elde edilen ayrıntılı bilgilerle Alsancak’taki târihi Gaz Fabrikası’nda oluşturulan atölyede yapılan bir dinozor türü olan Treks’in birebir iskelet modeli, müzedeki yerini aldı. Dinozor iskeletinin dışarıda yaptırılması durumunda 3 kat fazla masraf çıkartacağını belirten Başkan Piriştina, ‘biz bu iskeleti kendi arkadaşlarımıza yaptırdık, heykeltraş arkadaşlarımız zor çalışma koşulları altında 24 saat büyük bir özveri ile çalıştı. Yurt dışında bir dinozor iskeleti yaptırmak istedik ancak 3 trilyon lira masraf çıktı. Büyükşehir Belediyesi dinozor iskeletinin birebir benzerini kendi heykeltraşlarına yaptırdı. Türkiye’de bulunmuş tüm dinozorların kemikleri toplanarak örnek oluşturduk’ dedi. Heykeltraşlar Fulden Bak ve Bülent Bayrak tarafından çelik konstrüksiyon üzerine polyesterden yapılan Treks iskeleti 4.5 metre yüksekliğinde ve 12 metre uzunluğunda”.

 

Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan komedi. Çünkü işe Allah karıştırılmadığında geriye yalandan, bâtıldan ve zannetmeden başka bir şey kalmıyor.Dinozor diye bir şey yoktur. Darwinist’lerin zihnimiz üzerinde oynadığı oyunlardan biridir, aldatmacadır, aklımızla alay etmedir.  

 

Fiberglas-plastik malzemelerden yapılan dinozor iskeletleri parçalanıp yeniden monte edilebilmektedir. Montajları, kuruldukları ve sergilendikleri yerde sök-tak şeklinde yapılabiliyor. Peki topraktan çıkarıldıklarını söyledikleri kemikler müzelere nasıl ulaştırılıyor?. Bunlar kemik ya; kırılmasın diye daha kırılmadan önce alçıya alıyorlarmış kemikleri. Müzelere de o şekilde taşıyorlarmış. Fakat buldukları kemikler neyin kemiğidir?. Sağdan-soldan buldukları kemikleri istedikleri gibi bir-araya getirerek dinozor denilen varlığa benzeterek birleştiriyorlar. Biraz uğraşsanız bunu siz de yapabilirsiniz. Bunun için Kurban Bayramı uygun bir zaman olur.

     

Dinozorlar, Evrimcilerle Hollywood’un ortak üretimidir. Günümüzde dinozorlardan bu kadar çok bahsedilmesi, “Steven Spielberg’in Jurassic Park filmi gişe yapsın” diyedir. Bu film, dinozor inancına tüy dikmiş ve insanların dinozorlara inanmasını çok kolaylaştırmıştır.

 

En önemlisi de 65 milyın yıl önce yaşadığı söylenen dinozorlar, Evrim Teorisi’nin mutlak gereksinimi olan “zaman ihtiyâcı”nı karşılamak için uydurulmuştur. Nasıl ki milyonlarca(!) yıl önce yaşayıp ölmüş bir hayvan kemiğini ve dişini “insan” zannediyorlarsa; büyük bir hayvan fosilini de (at, deve, zürâfa, fil) dinozor zannediyorlar.

 

Gerçek şu ki, aslında dinozorlar hakkında pek de bir şey bilinmiyor. Çünkü olmayan bir şey hakkında ne kadar bilgi sâhibi olunabilir ki?.

 

Birileri TDK sözlüğündeki dinozorun ikinci anlamını, “irticâcı” dedikleri inançlılar için kullana-dursunlar, bu ancak bir esprinin konusu olabilir. Zîrâ dindarların çoğu 65 milyon yıllık bir zamânı kabûl etmiyor. Dolayısıyla aklı modernist teorilerle bulanmamış olan müslümanlar, “dinozor” diye bir varlığın yaşadığını kabûl etmezler. Bu nedenle “dinozor kafalı” tanımlamasının “inançlı” insanlar için kullanılması uygun değildir. Eskiden dinozor yoktu ama, bu zamanda “yiyip-yiyip şişen modern dinozorlar” ortalıkta cirit atmaktadır.

 

Dinozorlar hayâli mitolojik varlıklardır. Bir hayâl-gücünün ürünüdürler. Dünyâ’da hiç-bir zaman bulunmadıkları gibi, yaşadıkları söylenen “eski çağlar” diye bir çağ da hiç-bir zaman olmamıştır. Gösterimde olan dinozor şekilleri ise, ya fiberglas/plastik-merkezli üretilmiş rekonstrüksiyonlardır, yada genelde, kısa bir süre önce yaşamış olan bildiğimiz-tanıdığımız hayvanların kemikleridir.

 

Evet; dîni “zor” bulanlar, dinozoru kolay buluyorlar. Zîrâ dîne inanmak ağır bir bedel gerektirebilirken, dinozorlara inanmanın hiç-bir bedeli yoktur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2017

 

18 yorum:

  1. Resmen saçmalık yazdıkların! Yazıma bilim adamı değil, bilim 'insan'ları diyerekten başlıyorum. Dinozorları bu insanlar uydurduysa bile emin ol senin iki üç tane ayet ile bunu kendi çapındaki yorumlarınla çürütmeye çalıştığından daha gerçekçi sonuçlar ortaya çıkarmışlardır. Kendi çapında inandığın dine aykırı bulduğun için; koca araştırmaları bir kenara atıp, arkadaşlar 'darwinist şeytanlar müslümanlığı yok etmeye çalışıyor bu nedenle dinozorları uydurmuşlar' gibi bir ana fikirle, son derece bilimsel olmayan bir yazı üzerinde uğraşmıssın sana acıdım. Bak arkadaşım, tüm dünyayı baz alırsak, Türkiye o kadar küçük kalır ki...Senin evrimci şeytan bilim adamları diye bahsettiğin insanlar yıllarca kaliteli üniversitelerde eğitim almış, insanların diniyle siyasi görüşleriyle inandıklarıyla ilgilenmeyen aşmış insanlar. Şunu siz sözde müslümanların kafasına bir türlü sokamadık. KİMSENİN BİZİ UMURSADIĞI YOK. KİMSE HAYDİ TÜRKİYE DE Kİ VE ORTA DOĞUDAKİ MÜSLÜMANLAR İNANÇLARINDAN VAZGEÇSİN VE ARTIK AHİRETE İNANMASINLAR, DİYE UĞRAŞMIYOR! kimsenin umrunda bile değiliz. Hatta aksine, bizim allah inancı adı altında iç savaşlar çıkarmamız, birbirimizi yememiz kapitalist devletlerin işine geliyor bu ayrı bir konu. Dünyanın en iyi üniversitelerinde okumuş kültürlü bir bilim insanı kimsenin ahiret inancını bloke etmek için çaba harcamaz. Avrupa da bu evrim teorisine katılan insanları tanımış biri olarak, müslümanlar o insanların umurunda bile değil. Her neyse,
    1) Karbon 14 denilen bir yöntem ile bir fosilin yaşı hesaplanabilir.
    2) Bulunan fosillerin günümüz hayvanlarının önceki halleri olabileceği senin aklına geldiği gibi araştırmacı insanlarında aklına gelmiştir, ve herhangi bir benzerlik tespit edilememiştir.
    3) Dünya da belirli bölgelerde sürekli bulunan bu fosiller, 'kafatası' ile birleştirilerek bugün ki görünümünü almıştır, daha farklı da olabilir ama tahminler bu yönde. Üstelik tamamen biçimsiz değil, hatta bir timsahın büyümüş hali görünümünde. Ki zaten timsahlarla aynı aileden oldukları söylenir.
    4) Sen inanıyorsun diye herkes inanmak zorunda değildir. Sen bilimsel araştırmaları bir kenara itip, kuranda hz.adem ve eşi yasak elmayı yedi buraya indiler, dünya on bin yıl önce oluştu gibi çocukların bile inanmayacağı hurafelere inandın diye herkes bunları kabul etmek zorunda değil. Dinozorlar sana göre büyük bir hurafe ise, hz. adem masalı da bana göre büyük bir hurafedir, ve eğer bir tanrı varsa emin ol benden daha zekidir.
    5) Üzgünüm ama senin dinin ve ahiret inancın kimsenin umrunda değil. Evrimciler sen inanmaktan vazgeçtin diye şampanya açmıyorlar, bilimsel araştırmalar yapıyorlar ve teori dahi olsa bir sonuca ulaşmaya çalışıyorlar. Tekrar söylüyorum, senin iki üç katın düzeyinde kaliteli eğitim almış insanların, at gözlüklerini takmış hayatında okuduğu tek kitap kuranı kerim olan, onu da arapça haliyle okuyan insanlar işleri olmaz. Amaçları bu insanları ahiret inancından vazgeçirmek değil, araştırmalarla sonuca kendi çaplarında ulaşmaktır. Çoğu müslümanlık nedir desen bilmez bile.
    6) Bilim dogmatiktir değildir, dinozorlar bir teoridir. Bilim zaten bu ihtimali kabul eder. Evet dinozorlar kesin vardır ve konu kapanmıştır demez, şuanki bulgular bunu gösteriyor tamamen değişebilir de der.
    7) Senin kitabına inanmıyor diye, insanlara cahil demek seni çok komik duruma düşürmüş. Kuranı kerimin iç karartıcı korkutucu atmosferinden sıyrılıp, dini olmayan daha bilimsel kitaplar okumanı öneririm. Tüm günahlarını ben üstlenebilirim sen yeter ki oku!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yanıt 1

      Zaman ayırıp genişçe bir yorum yapmışsın, sağolasın...

      Yazdıklarım “resmen” saçmalık ama “gayri resmî olarak gâyet tutarlıdır. Şimdiye kadar beni tatmin edecek şekilde bu yazıdaki düşünceyi çürütecek bir eleştiri gelmedi.

      “Bilim insanları” ifâdesi, feminizmin baskısının bir sonucudur. Modern zaman ve modern insan, “bir ön-kabûl olarak” bilim-adamlarından yana olduğu için, bilim-adamlarının ortaya koydukları önermeleri çok kolay kabul edebiliyorlar. Onların teorilerden, önermelerinde yada söylediklerinden hiç şüphe duymuyorlar. Oysa gerçekte vâr olmayan şeylerin matematikte doğru gibi gösterilebilmesinin mümkün olduğunu ünlü matematikçi Sir Herbert Dingle şöyle açıklar:

      “Matematiğin lîsânı içinde biz doğrular kadar yalanlar da söyleyebiliriz. Ve matematiğin sınırları içinde bunların birini diğerinden ayırma şansı yoktur. Bu ayrımı ancak deneyle yada matematik dışında kalan bir akıl yürütme ile yapabiliriz; matematiksel çözüm ile onun fiziksel karşılığı arasındaki muhtemel ilişkiyi inceleyerek. Kısaca, matematikte soyut-teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının olmasını gerektirmez”.

      Zâten modern bilimin teorilerini kabûl etmemek saçmalık olarak görülüyor. Bunun en komik yanı ise, bu teorilerden haberi olmayan ve bilimden hiç anlamayan insanların da bilimi “yanılmaz-şaşmaz bir kuyumcu terâzisi” zannetmelerindendir. Evet; ben hayâtı din-merkezli yâni Allah-merkezli okumayı şiar edinmiş biriyim. Zîrâ en doğrusunu sâdece, her-şeyi yaratan Allah bilir.

      Dinozor konusu Evrim Teorisi’nin sözde argümanlarından biridir. “Bilimsel olmayan” demişsin ama, buradaki iddiayı çürütecek bir şey de söylememişsin. Üzülme, senin çok matah zannettiğin modern bilimin adamları da söyleyemiyorlar zâten. Sâdece insanlar söylüyor zannediyor. Onlar ancak spekülasyon yapmayı bilirler.

      Şu “biz kimiz ki, adamlar neler yapıyor” kompleksinden kurtulun artık. O bilim adamları dediklerin kişiler, kronik hastalıklara, meselâ daha romatizmaya bile çâre bulamamış kişilerdir. Onların yaptıkları şeyler şişirildiği kadar önemli değildir. Hem modern bilim, hem de bilim adamları şişirilmiş balonlardır.

      Dinle ve siyâsetle ilgilenmediklerini zannediyorsun ama, onlar bâtıl ideolojilerin ve bu ideolojilerin başındaki siyâset(çi)lerin güdümünde iş yapan ve din karşıtı ideolojiler için teori üreten kişilerdir. Din yâni İslâm, “aşılabilecek” bir şey değildir. Saba şunu söyleyeyim, onların tek derdi müslümanlar ve stratejik ülkeler bölgeler için teoriler geliştirmektir. Bu kişiler zannettiğin gibi “kutsal” kişiler falan değildirler. Ortaya koydukları teorilerin ve önermelerin çoğu zırvalıktır. İnsanların bilim adamlarını “ulaşılmaz-kutsal-üstün insanlar” zannetmelerinin içi boştur. Bilim adamlarını finanse eden ve onlara alan açan küresel güçlerin tek derdi, müslümanların gerçek îmandan uzak kalmasını sağlamak ve böylece sömürülerini daha rahat yapabilmektir.

      Şu-an Dünyâ’da çıkarılan savaşları, senin çok matah insanlar zannettiğin bilim adamlarının yaşadığı ülkelerin başında bulunan şeytanlar çıkarıyor ve dediğin gibi bu zâten onların işine geliyor. Evrimcilerin umurunda olmak önemli bir şey değil. Asıl onlar benim yada bizim umurumuzda değil. Onların yaptıklarının benim için “tuvalet kâğıdı” kadar bile değeri yoktur.

      Sil
    2. Yanıt 2

      1-Karbon 14 metodu ve diğer metodlarla yapılan zaman belirleme ölçümleri çelişkilidir. Karbon 14’ün yarılanma ömrü 5.730 yıldır. Bu durumda Karbon 14 metodu “en doğru bir şekilde” en fazla 11.460 yaşında olan bir organizmada, o da %20 hatâ payıyla ölçülebilir. Zâten en fazla da 40.000 yıllık samânı ölçebilir. Yarı-ömür belirlenerek yapılan hesaplamalar, olasılık hesaplarıdır.

      “Karbon-14’ün yarı-ömrü (herhangi bir şeyin yarısının yok olması için gereken süre) yaklaşık 5.600 yıldır. 8 yarı-ömür sonrasında geriye kalan, başlangıçtaki radyoaktif karbonun yalnızca 1/256’sı olur. Bu miktar güvenilir, bir ölçüme elvermeyecek derecede azdır, dolayısıyla radyo-karbonla târihlendirme yöntemi yalnızca kırk bin küsur yıldan yaşlı olmayan nesnelerde işe yarayabilir”.

      Hattâ Karbon 14 metoduyla yapılan ölçümlerde bâzen komik sonuçlar da çıkar. Meselâ bir tarlada bulunan bir eşyânın yaşı ölçüldüğünde 20.000 yıl ömür biçilmişti. Meğerse o eşyâ, tarlanın sâhibinin 15 yıl önce kaybettiği bir eşyâsıydı. Bu târih ölçme metodları zannettiğin gibi çok da bilimsel değildir. Masa-başında belli kriterler ortaya koyup bunları kabûl ediyorlar, sonra da “bu parça şu dönemdedir, şu özelliktedir” deyip, ortalama bir yaş biçiyorlar.

      2-Bulunan fosillerin kemikleri, -yazıda da söylediğim gibi- eksiksiz şekilde bulunamamıştır yada sergilenmemiştir. Bir kaç parça bulunuyor ve üzerine ekleme yapılıyor. Zâten milyonlarca yılda kemik-memik kalmaz. Kalanlar da bulundukları yerden sağlam bir şekilde çıkarılamaz.
      3-Modern bilimin yaptıkları zaten %90 tahmindir. Oturdukları yerden tahmin yapıyorlar.

      4-İnanç dayatması yapmadım zâten. Olmaz da. Ben bilimsel araştırmaları bir kenara atmıyorum, bunları yoğun bir şekilde tâkip ediyorum ama varılan sonuçların %90’ını kabûl etmiyorum ve doğru olmadığı düşünüyorum.

      5-Ben îmânımı Allah’tan başkasına ispatlamak zorunda değilim ve “Allah’ın umurunda” olduktan sonra gerisi önemli değil.

      Şunu söyleyeyim, bilimsel devrim denilen zamanda yâni Galile, Kepler ve Kopernik ile başlayan süreçteki buluşları yapanlar “kilise mensubu râhip ve papazlardı. Okudukları bölüm de ilâhiyattı. Demek ki meşhur üniversitelerde okumakla olmuyor. Einstein okulda başarılı bile değildi. Cins kafalar iyi üniversitelerden çıkmıyor, cins kafalar o üniversitelerde toplanıyorlar sâdece. Bilim adamlarının insan-üstü gösterilmesi şehir efsânesidir. Medyanın modern bilimi ve bilim adamlarını pohpohlamasından başka bir şey değil.

      Kendi açımdan söylüyorum, okuduğum tek kitap Kur’ân değil. Fakat ben Kur’ân-merkezli bir okuma yapıyorum. Senin kafanda modern bilim ve bilim adamları ilahlaşmış. Gerçi Dünyâ’da çoğu insan böyle. Çünkü yoğun bir pohpohlama var.

      6-Modern bilim bir dogmadır. Kendisine inanılmasını bilimi anlamayanlar için bile zorunlu kılar. İnsanların çoğu bilimden anlamaz, ama bilim, anlamasa da inanmaya ve saygı duymaya hattâ ilahlaştırmaya zorlar. Hattâ bilimin teorilerine inanmayanları -bu eleştiride senin yaptığın- gibi câhil görür.

      7-İslâm’a göre cehâlet ve câhil, bir okul bitirmemiş anlamında değildir. İslâm’a göre cehâlet, “Allah’ı hesaba katmamak” demektir. Daha düne kadar Newton’un yerçekimi teorisini dinleştirenler, son 100 yıldır ise bundan vazgeçti ve Einstein’in yerçekimini kuralını din yaptı da şimdi de ona tapıyor.

      Modern bilimin, çoğu saçma-sapan olan ve kesinlik ifâde etmeyen teorilerinin peşine hiç sorgulamadan körü-körüne düşenler de câhil, ahmak ve zavallıdır.

      Kur’ân hem iç-âlemi hem de dış-âlemi en iyi şekilde aydınlatan tek kaynaktır. Enerjisini vahiyden almayan tüm “aydınlatma cihazları” ise sönmeye mahkûmdur.
      “Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Günahla yüklenmiş birisi yükünü taşımak üzere akrabalarını bile çağırsa onun yükünden hiç-bir şey taşınmaz” (Fâtır 18).

      En doğrusunu sâdece Allah bilir.


      Sil
    3. Elinize dilinize sağlık. Güzel bilgilendirme.
      Düz dünya tüm sahte bilimin kalbine sıkılan kurşun. Tavsiye ederim.

      Sil
    4. Öncelikle; yorum gayet açıklayıcı ve mış miş lerden arındırılmış.
      İlk yorumdaki muhalif ateist vatandaş; okulda mğretilen şablon eğitimi bilim olarak kabul ve iman etmiş.

      Bilimadamı demiyor da bilim insanı demesi bilimsel oluyor.
      Adam da insan demek ve her ikisi de arabi kelam.

      Dinozordan sonra dünyanın küre oluşu yalanı var.. git ona da bak.
      Nasa isimli bilim şirketinin yalanlarına 6 yaşından beri iman ediyorsunuz.
      Bilim bir dindir!

      Sil
    5. Kuranı kerimin iç karartıcı korkutucu atmosferinden sıyrılıp, dini olmayan daha bilimsel kitaplar okumanı öneririm.
      demiş. Bunun üzerine bu adama cevap mı yazıyorsunuz.

      Sil
  2. Sen bu şekilde hayata sığ ve hoşgörüsüz bakmaya devam et. İnsanları sevme, senin gibi düşünmeyenlere 'ahlaksız dinsizler' de, yeniliklere açık olma. Aynen böyle devam et olur mu, yani Türkiye'nin yüzde 80'i gibi.... Ha görüşlerine ters düşen modern bilim kuramlarını da reddet, daha birde üstüne vazifeymiş gibi yine o bilim insanlarının teorilerini kullanarak bunların tersini kanıtlamaya çalış. Tüm bunları yaptıktan sonrada 'evet, en iyiyi ben biliyorum, bunları yaparak sevap kazandığımı biliyorum, Allah'ın sevgili kuluyum, Avrupalı bilim insanlarının ve genel olarak tüm insanların müslümanları yok etme hayallerine engel oluyorum, yaşasın vuhuuu, biraz öncede gittim sırf insanlar ateist olsun diye ortaya atılmış olan ve neredeyse tüm bilim camiasının katıldığı fakat benim katılmadığım(?) dinozor teorisini kendi çabalarımla reddettim. Bugünde, nefret ve hoşgörüsüzlük içinde, İslamı yok etmeye çalışan Avrupalı ve Amerikalılara saydırdığıma göre rahatça uyuyabilirim.''
    Ve emin ol, o kadar çok ateist tanıdım, aynı şekilde çok dindar olduğunu savunan her konuyu din ile açıklamaya çalışan insanlarda tanıdım ve sonuç ne biliyor musun? Ateistler hiç kimseyi yok etmeye çalışmıyor, hatta ilgilenmiyordu bile. Ama o dindar dediğim insanlar ellerinden gelse bizleri bir kaşık su da boğacaklardı. Al sana din ve onun öğretileri. Sen korkarak, kaçarak, sorgulamayarak, her şeyi doğru bildiğini zannederek yaşamaya devam et. Ha islama kelepçe vurmaya çalışan aydın insanlara da saydırmayı unutma :) sağlıcakla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya halen utanmadan sıkılmadan nasıl konuşabiliyorsun adam seni resmen rezil rüsva etmiş sen hâlen ateistlik propagandası yapıyorsun ulan atesit dediğin adam müslümanı cahil yobaz görür boş safsata bir ilime tapar

      Sil
    2. aynen kardeşim bu dinsiz ateistler namus şeref haysiyet nedir bilmezler anca batının öğrettiklerini kendilerine ilim sayarlar ve inanırlar çünkü beyinleri yıkanmıştır.

      Sil
  3. Cevap vermek zorunda hissetiğim tek konu ise, evrim teorisini de islamla bağdaştırıp sırf yok etmeye çalışmak için yaptıklarını düşünmen. Sizleri gerçekten anlamak çok güç.. Yahu tüm bunları araştıran insanlar merak ediyor olamazlar mı? Bende sayfalarca yazı okudum, evrim teorisini araştırdım ve bunu yaparken kafamda 'hmm islamı bu şekilde bitireceğim ahahah' gibi bir düşünce yoktu. 'MERAK ETTİM' .. O halde size göre şöyle bir sonuca ulaşabiliyoruz, bilim insanı geldi, müslümanları yok etmeliyim dedi ve evet evrim teorisini ortaya attı. Buna sadece kahkaha ile gülerim. Size acı bir gerçek söyleyeyim, tüm bunlar işin sadece alt dalları olabilir. Tüm bu bilimsel çalışmaların asıl nedenini size söyleyeyim, felsefeden de hatırlayabileceğiniz üzere 'merak' duygusu, 'geçmişe, geleceğe, insanlara, hayvanlara' olan merak duygusu. Tüm bu araştırmaların alt yapısı islamı bitirmek mi,, bu kadar sığ olamazsınız lütfen. Ki bu araştırmaların temeli, Eski Yunan Medeniyeti olarak adlandırdığımız peygamberden önceki döneme denk geliyor. Felsefenin ilk çıkış noktaları yani. Bakın, size tavsiyem seyahat etmeniz ve günah olarak görmeyerek ingilizce öğrenip gerek Avrupa ülkeleri gerek daha farklı doğu ve batı ülkelerinde insanlarla sohbet etmenizdir. Ön yargılarınız, hayata bakış açınız değişecek ve emin ol siz benim söylediklerime benden daha çok katılır hale geleceksiniz. Ben kimseye, hiçbir görüşe veya ideolojiye tapmıyorum, bilim tapılması gereken bir sistem hiçbir zaman oluşturmadı.. Evet reddetti, İncili, Kuranı diğer kutsal kitapları ve peygamberleri.. Fakat yok etmek istediği için değil, Adem Havva hikayesinden daha ileriye gidebilmek için. Ayın ortadan ikiye yarıldığına inanmadı, ya da denizin aynı şekilde.. Gerçek ve asıl ve nedeni doğru ya da yanlış insanlar bulmaya, sorgulamaya çalıştı ve bundan korkmadı. Sözlerime siz dindar insanların çok sevidiği kelime olan 'fıtrat'tan bahsederek son vermek istiyorum. Sizin şeytan olarak gördüğünüz dünya insanları sadece doğaları gereği, 'fıtratları gereği' merak etti. İçlerinde tabii ki siyasi emelleri ve çıkarları olanlar var ve olacaktır. Seyahat eder, araştırır bu insanları tanıma fırsatı bulursanız, şeytan olmadıklarını ve kafayı islamiyeti yok etmekle bozmadıklarını anlayacaksınız. Herkes doğru bildiğini yaşıyor sadece bu kadar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. benim anlamadığım konu şu .NEYİN PEŞİNDESİN-neyi kanıtlamaya ve savunmaya çalışıyorsun yani evinde hastalanıp yatağa düş bakalım o savunduğun avrupalılar 1 kuruş verirlermi sana ve yardım ederlermi umurlarındamısın ve şuan kimlerin ekmeğini yiyorsun nankör müsün ha.gidip avrupalıların içine girmiş birkaç sahte iyilik görmüş gelip burda onlarI yere göğe sığdıramıyorsun zavallı kukla .bilmezmisin ki ilim ve bilimin İSLAM için önemini.hatta peygamber efendimiz HZ MUHAMMED s.a.v İKİ GÜNÜ BİRBİRİNE DENK OLAN ZARARDADIR buyuruyor.YANİ BUGÜN DÜNDEN Bİ TIK ÖNDE OLMALI YANİ İLİM VE BİLİMİN ÖNEMİNDEN BAHSETMİŞ.sende sanki ilim ve bilimi sadece batılılar araştırıyor tarihi araştır bakalım kim kimden öğrenmiş .o sahiplerin daha dün darvini başüstünde tutuyorlardı şimdi alay konusu haline getirmişler ve onun sahtekar olduğunu anladılar ama sen daha anlamadın sana anca biz müslümanlardan yardım gelir her ne kadar ateist olsan da

      Sil
  4. Aferin sana güzel yazı. Ama kafirler içinden çıkamadıkları noktada uydurmaktan başka bir yol bulamazlar ve mecburen felsefe yapmak zorunda kalırlar. O yüzden de çelişkiler ve yanlış bilgiler her konuda bolca bulunur.
    Bizim gibi insanlar ise bir takım sırları bildiği için akıllara uygun açıklamaları tarih boyunca yaşadıkları devirde anlatmışlardır. Benim kafadaki 1000 sene önce yaşamış bir insan ile benim kafam değişmez aynı şeyleri zamana göre açıklarız. Bu yüzden de zamana göre çeviriler ehli olmayanlar tarafından tercüme edilmeye çalışıldığında Hz. Mevlâna'ya oğlancı diyecek kadar saçmalayanlar ortaya çıkmıştır.
    Her neyse, konu itibari ile Mir'at-ı Kâinat yani kâinatın yaratılışı sınıfına giren bu yazı biraz yanlış olmuş.
    Geçmişte yaşamış olan mahluklar, bugün kü mahluktan farksızdır. İnsanoğlunun fiziksel boyutları da ilk zamanlarda oldukça iri, ömürleri uzundu. Allah azze ve celle katında biz ademoğlunun bildiği 4 farklı gün vardır.
    1 gün 500bin yıldır.
    1 gün 1000 yıldır.
    1 gün 24 saattir.
    1 gün andır.
    Biz faniler dünyada 24 saat olan günü kullanıyoruz.
    İlmini alanlar aynı zaman da biz zaman ölçüsü ile ifade edilemeyen "an" olarak tabir edilen günde de yaşarlar. Misal alemi bu boyuttadır. Tayyi zaman ve mekan işleri bu boyuta aittir. Marifet sahibi bir veli aynı anda pekçok mekan ve zaman da bulunabilir.
    Hızır aleyhisselam bu boyutta yaşamaya devam eder. Şehitlerden kimileri bu boyutta pek çok hadiselere dahil olurlar. Bütün bunlar Allah'ın izni iledir.
    Kafirler, küçücük akılları ile bu sırları çözmeye kalkışıp maskara olmaktadırlar. Ancak "bilim" denen şey ile bunları ispat edemedikleri için pek çok konuyu saptırdıklarından dolayı büyük bir bilgi kirliliği ortaya çıkar. Uzaya çıktıklarını iddia etmeleride bu kabildendir. NASA web sitesindeki verileri analiz etseniz ortaya çok fazla çelişki çıktığını görürsünüz eğer rakamları, varsayımları, tespitleri doğru analiz edebilirseniz.
    Bu durum onların kıyameti sadece dünya için kopacağını sanmaları gibi bir durumdur. Dünyadan kastım yıldızlar sisteminin tamamını kapsar. Oysa bu sistem 1. kat semanın içinde bir kısımdır. Bunun gibi 7 kat sema vardır.
    Tıpkı gün kavramlarındaki boyut farkı gibi 7 kat yok olup yeni bir boyutta Mahşer kurulacak ve insanlar her günü bin gün olan o günde hesaba çekilip cennet ve cehenneme ayrılacaklardır.
    İnsanlığın atası Adem aleyisselam ve o günkülerin boyları yaklaşık 40 metre civarıydı. Allah azze ve celle mahlukatıda Ademe uygun yaratmıştır. Örneğin bir at veya deveye 40 metrelik bir insanın binebilmesi mümkün değildir. Ancak bu hayvanların uygun fiziksel yapıda olması gerekir. Aynı şekilde bitkilr ve yiyecekler de böyledir.
    Milyonlarca yıllık dedikleri iş o dönemin hayvanlarıdır. Kıyamete yaklaştıkça fiziksel boyutlar küçülmüş, ömürleri ilahi kanunlardan dolayı kısalmıştır.
    Bu yaşadığımız alem, sebepler alemidir. Burada 2*2=4'tür. Bu hiçbir şekilde değişmez. Ancak Emir aleminde 2*2=4 değildir. Tayyi zaman mefhumu bunun gibidir. Somuncu Baba'nın Ulu caminin 4 kapısında birden görülmesi bunun gibidir.
    Bu kadarcık bilgi ufkunuzu açar. Alemlerin Rabbi olan Allah celle celaluhu herşeyi yerli yerinde yaratan ve yaşatandır. Bizler ise sebepler alemini dahi idrak etmeyi beceremeyen aciz kullarız.

    YanıtlaSil
  5. Muhtesem.bir yazi ve yorum seni tebrik ederim dostum dediklerinin altina imza atarim.. dinozorlar hicbir zaman olmadilar

    YanıtlaSil
  6. emeğinize saygı duyuyorum .gerçekten yıllardır tahmin ettiğim şeyleri kağıda dökmüşsünüz de gelin bunu şu beyinsiz ateistlere anlatın .zaten dediğiniz gibi o havalı bilim adamları ve aekeologların uydurmalarından başka bişey değil.onlar uyduruyor bizdeki zekası kıt olanlar[deist budist ateist vb.] inanıyor ve bu salakların sırtından avrupalkılar para kazanıyor ve bunları yönetiyor.onlar bu hayatı seçmişler bir kere.daha da kurtulamazlar kolay kolay kuklalıktan

    YanıtlaSil
  7. Bu devirde bu cahillik. Arap tanrısına atfedilen metinde tanrı her şeyi insan için yarattım diyor ee dinozorların da insana faydası yok. O zaman dinozor olamaz hahaha �� Vay anam vay. Sen dinozoru falan boş ver. Arap tanrısı konuştuğu kişinin eşlerine siz ona karşı gelirseniz ben ve melekler ondan yana oluruz ve o sizi boşar ve biz de sizin yerinize ona bakire ve dul kadınlar veririz diyor... Sen bunlarla uğraş dayı, boş ver dinozoru. Şeytan icadı onlar şeytan ������

    YanıtlaSil
  8. Harika bir yazi.. emeginize saglik 👏👏👏

    YanıtlaSil
  9. Biraz uzun olmuş (bence sadeleştirin) ama ağzına sağlık arkadaşım. Eklemek isteyeceğim çok şey var daha buna. 1850li yıllardan önce hiç bulunmamış olması, ne hikmetse hep paleontolog ve malum bilim insanlarının bulmuş. Niye bir madenci, çiftçi, yol , tünel işçisi bulmadı bugüne kadar. Çünkü bulunan kemikler sahte bence. İdeolojik amaçla üretilmiş zamanla birçok rant içinde sürdürülmüş dünyanın en büyük yalanlarından biri bu.

    YanıtlaSil
  10. Eline emeğine sağlık. Ayakta alkışlanacak tespitler. Büyük emek olduğuna eminim ayağına tas değmesin.

    YanıtlaSil