“Biz her-şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer 49).
Dinozor kelimesi TDK
sözlüğünde şu anlamlardadır:
1-Dinozorlar takımından, ilk
çağlarda yaşamış, günümüze “taşılları” (taşlaşmış kalıntıları H.G.) kalmış,
boyu yirmi metreyi bulabilen, uzun kuyruklu, iri gövdeli, uzun boyunlu, küçük
başlı, sağlam omurgalı ve boyundan kuyruk sonuna değin omurlu, iki art ayağı
öndekilerden daha uzun, karada yaşayan sürüngenlerin ortak adı.
2-Gelişmelere ayak uyduramamış,
çağın gerisinde kalmış veyâ mevcut durumu korumak isteyen kimse.
Dinozorlardan (yada dinazor)
ilk-defâ 1.800’lü yılların başlarında bahsedilmiştir. Bir yayında bu, şu
şekilde açıklanır:
“Dinozorların
keşfedilmesinin öyküsü 1820’lerde başlar. İngiliz bir doktor olan Gideon
Mantell bir taş-ocağında bâzı sıra-dışı dişler ve kemikler bulur. Dr. Mantell,
bulduğu bu hayvan kalıntılarında çok değişik özellikler olduğunu fark eder.
Bütünüyle yeni bir sürüngen türü bulduğuna inanır. 1841’e dek bu değişik
sürüngen türlerinden yaklaşık dokuz çeşit ortaya çıkarıldı. Bunlar arasında
Megalozorus ve İguanodon olarak adlandırılan türler de vardı. Tam o sıralarda
yaratılışçı ünlü bir İngiliz bilim-adamı
olan Dr. Richard Owen, ‘korkunç kertenkele’ anlamına gelen ‘Dinosauria’ adını
türetti. İri kemikler onun bu adı düşünmesine yol açmıştır”.
Dinozorların “mezozoik zaman”
denilen 251-65 milyon yılları (?) arasında yaşadığı söylenir. Bir yazıda bu, şu
şekilde yalanlanır:
“Filmler, televizyon, gazeteler ve bir-çok dergi ve ders kitaplarından hepimizin duyduğu öyküye göre, dinozorlar milyonlarca yıl önce yaşamış. Evrimcilere göre, dinozorlar yeryüzünde 140 milyon yıl boyunca ‘egemenlik’ sürdükten sonra yaklaşık 65 milyon yıl önce ortadan kayboldular. Buna karşın bilim-adamları araştırmaları sırasında yaptıkları kazılarda bu kadar eski yıllardan kaldığını gösteren hiç-bir etiket bulabilmiş değiller. Sâdece ölü dinozorları (daha doğrusu, kemiklerini) buluyorlar ve bulunan kemiklerde hangi yıldan kaldıklarını kanıtlayacak hiç-bir etiket yoktur. Milyonlarca yıl süren evrim iddiası da evrimcilerin geçmişle ilgili kurdukları uydurma bir öyküden başka bir şey değildir. Dinozorların, ileri sürüldüğü gibi ‘dinozorlar-çağı boyunca’ yaşadıklarını gösterebilen hiç-bir bilim-adamı yoktur. Açıkçası, Dünyâ’nın ve bulunan fosil tabakalarının milyonlarca yıllık olduğunu gösteren bir kanıt da bulunmamaktadır. Bilim-adamları kemikleri bulmakta ve bir-çoğunun evrimci olması nedeniyle de dinozorlarla ilgili öyküyü kendi görüşlerine uygun duruma getirmeyi denemekteler”.
Dinozor denilen şey,
Paleontologların işgüzarlığı ve saçmalamalarından başka bir şey değildir.
Yaptıkları şey, buldukları ıvır-zıvırlara isim vermek ve masa-başında onlara
baka-baka bir senaryo yazmak ve masal anlatmaktır.
Dinozor fosili denen şeyler
hayvan dişleri yada kemikleridir, yumuşak dokular değildir. Çünkü yumuşak
dokuların izi kalmaz. Dolayısıyle yumuşak dokuların şekillerinin nasıllığı
bilinemez. Dinozorlar kalça şekillerine göre ikiye ayrılırlar. “Kuş kalçalı
dinozorlar”, “sürüngen kalçalı dinozorlar”. İsimlerini Yunanca yada Latinceden
alırlar. “Korkunç kertenkele” gibi isimleri vardır. Aslında saçma-sapan ve çok
zor söylenen isimleri olmasına rağmen bu isimlendirmelerin bile bir anlamı
olduğunu söylerler. Hâlbuki bu isimler, bir gizem yaratmak ve sözde bilimselmiş
havası vermek içindir.
Saçma-sapan bir mantıkla
şöyle derler: “Kuşlar dinozorlardır, fakat kuş kalçalı türünden değil, sürüngen
kalçalı türünden dinozorlardır”. Hattâ tavukları bile dinozor olarak kabûl
ederler. Böyle olunca biz de “mangalda dinozor kebabı” yapmış oluyoruz.
Kuşların dinozor olduğunu
söylediklerinden olsa gerek, “kuşların ve timsahların çiftleştikleri gibi
çiftleşiyorlar ve yumurtluyorlardı, hattâ kuluçkaya da yatıyorlardı” diyorlar.
Bu hayvanlar öyle çok hızlı koşabilen hayvanlar da değilmiş. Meselâ T-Rex
saatte 18 mil koşabiliyormuş yâni 29-30 km kadar. O hâlde bir-çok hayvanı
yakalayamıyordu.
Dinozor-bilimcileri ve dinozor
hakkında konuşanları dinlediğinizde bilimsel bir-çok şey söylediğini zannedersiniz
ama söyledikleri şeyler kayda değer şeyler değildir ve sürekli olarak varsayımlardan
bahsederler. Öyle tam delillerle sâhip olduklarını falan sanmayın, hep farazi
konuşurlar: “Elimizde yeterli delil yok”, “olabilir”, “sanıyoruz-sanmıyoruz”,
“öyle olduğunu düşünüyoruz”, “yeterli çalışma yok”, “var sayıyoruz”, “tahmin
ediyoruz” vs. bitmek bilmeyen laflar.
Neyin kemikleri olduğu belli
olmayan ufak-tefek kemik parçalarını birleştiriyorlar ve istedikleri şekle
sokarak istedikleri şekilde bir yaratık ortaya çıkarıyorlar. Buldukları şeyler
hep toprakla iç-içe geçmiş ufalanmış küçük kemik parçalarıdır. Zâten “çok nâdir
olarak büyükçe kemikler bulabiliyoruz” diyorlar. Dinozorun anatomisini ve
iskelet sistemini işte bu parçalara bakarak anlıyorlarmış. O müzelerde
gördüğünüz dinozor iskeletleri var ya; işte bu küçük kemiklerin bir şekilde
birleştirilmesi ve onların maketleştirilerek gösterime sunulmasından başka bir
şey değildir. O gördükleriniz dinozor falan değil yâni, onların maketleri.
Sözde dinozor kemiklerinin hayâli iskeletlerinin maketi. Yâni suyunun suyu.
Dinozor maketlerini dinozor diye
yutturuyorlar insanlara. Ortalık çok profesyonelce hazırlanmış maket dinozorlarla
dolu. Silikon kauçuğu ve reçinelerle istedikleri kemik şeklini yapabiliyorlar.
Müzelerde dinozor diye gösterilenler aslında dinozor maketleridir ve gerçek değildirler.
O maketler de binlerce sözde dinozor kemiğinin kişilerin kafalarına göre
bir-araya getirerek oluşturdukları hayâli şekillerdir. Barnum Brown,
Tyrannosaurus Rex (T-Rex) dinozorunu, bir-çok parçayı bir-araya getirerek
yapmıştı. Kemikleri istediğiniz gibi bir-araya getirebilirseniz, hayâl ettiğiniz
şekilde bir yaratık çıkar ortaya.
Şöyle derler: “Fosil
hazırlama uzmanları, doğada parçalanmış hâlde bulunan fosil kemiklerini ve
dişlerini restore eden oldukça yetenekli teknisyenlerdir. Yaptıkları iş
bir-nevî sanat-eseri koruma uzmanlarının hasarlı resim ve heykelleri restore
etmesine benzer”.
Sözde dinozor kemiklerini
topraktan çıkarırken gösterilen resimler ve videolar da, aslında kendilerinin
toprağa koyup “dinozor bulduk” diyerek yeniden topraktan çıkardıkları maketlerdir.
Biraz dikkatli bakıldığında, buldukları şeyin, yeryüzünün hemen 5-10 cm.
altında olduğunu görürsünüz. Buna rağmen çok
ilginçtir ki, buldukları şeylere yıllarca hiç-bir zarar gelmemiştir.
Dinozorların, mevcut
kemiklerden yeniden kopyalanmasını falan da beklemeyin. Bu aslâ mümkün değildir.
O kadar uzun zamanda(!) üzerlerinde DNA’dan eser kalmaz çünkü. Zâten Dünyâ’nın
üzerinden o kadar uzun bir zaman da geçmemiştir.
O kadar büyük cüsseli
hayvanlar için; “yumurtlamayla ürüyorlardı” deniliyor. Memeli değiller yâni.
Yumurtaların da belli bir büyüklüğü olduğuna göre yumurtadan çıkan dinozor
yavrularının hayatta kalma şanları çok-çok azdır ve hattâ mümkün değildir.
Bilinen en büyük yumurta köpekbalığı ve devekuşu yumurtasıdır ki bu yumurtalar
“dinozor yumurtası” denilenlerden bile daha büyüktür ve cüsselerine de
uygundur. (“Filkuşu” denilen sözde nesli tükenmiş bir hayvandan da bahsedilir
fakat bu hayvan büyük ihtimâlle “deve kuşu” yada iri bir devekuşu çeşidiydi).
Yâni en büyük yumurta dinozor denilen en büyük hayvana âit değildir. Peki
cüssesi oranında belli bir hacimde yumurtlaması gerekmez miydi dinozorların?.
Ne de olsa yumurtadan çıkacak hayvan “Dünyâ’nın en büyük hayvanı” olacak.
Peki neden dinozorlar için
“yumurtlayarak ürüyordu” deniyor?. Dinozorlara “sürüngen” dedikleri için. Tüm
sürüngenler yumurtlamayla çoğalır. Dinozorlar “balık değildir, kuş değildir, o
hâlde sürüngenlerdendir” mantığı var. Peki dinozorları neden sürüngen sınıfına
sokuyorlar ve yumurtlamayla çoğaldığını söylüyorlar?. Dinozorların görülen
resimlerine bakıldığında onların bir sürüngen olmadığı çok net olarak görülür.
Bâzıları dinozorların sürüngen olarak kabûl edilmesini istiyor. Zîrâ başka
türlü “taşlar” yerine oturmuyor. Acaba dinozorlarda, -çizimlerde gördüğümüz
üzere- (zâten başka şekilde görülemez) görülen şey, yâni dinozor iddiâsını
ortaya atanların dinozorların hayâl ettikleri yapıları, doğurarak üremeye
elverişli olmadığından olabilir mi?. Çünkü yapıları hem cinsellik yönünden, hem
de emzirme yönünden uygun değildir. Böyle olunca da, belki de bu sorunu
sonradan fark edenler sürüngen sınıfına sokmuşlardır dinozorları. Tabi çiftleşme
durumu sorun olarak hâlen devâm eder. Dinozor diye çizimlerini gösterdikleri
hayvanların mevcut yapıları, başta çiftleşme olmak üzere hiç-bir şey için uygun
değildir. Dinozorların anatomik yapıları hiç-bir şey için uygun değildir. Bu
nedenle böyle bir canlı, yaşamını sürdüremez.
25-30 ton, hattâ 80 ton
ağırlığında; 15-
“Bâzıları bir tavuk kadar, bâzıları da daha küçüktü.
Öte-yandan bâzı dinozorlar yaklaşık 80 ton ağırlığında ve
Dinozorların bir kısmı inanılmaz derecede ve 20 yıldan kısa bir süre
içinde büyük boyutlara ulaştılar. Bunlar günde 100 ton yiyecek tüketiyorlardı. Peki,
sözgelimi uzun boyunlu Sauropodlar, hem günde en az 100 ton yiyip yâni bitki
örtüsünü tüketip, hem de çevrelerini kurutmamayı nasıl başarmışlardı?. Tonlarca
ağırlıktaki vücutlara ve metrelerce uzunlukta boyunlara sâhip olan
Sauropodlar’ı ele alalım.. Bu kadar iri bir hayvan -ki başı gözdesine göre çok
küçüktür- o koca vücûda nasıl oksijen yetiştirebiliyordu?. O kadar iri bir
vücûda oksijenin yetmesi mümkün değildir. Yine o kadar iri bir hayvanın hareket
etmesi de zordur ve bu nedenle beslenme ve avlanma zorlukları ve imkânsızlıkları
olur. Bu sorunu, dinozorların yaşadığı(!) zamanki çevre farklılığı, oksijen bolluğu
ve oksijenin yapısı ile açıklamaya çalışıyorlar. Besinin ve oksijenin günümüze
göre çok bol olduğunu söylüyorlar. Peki bu kadar bol oksjen miktârı başka
canlılara zarar vermiyor muydu?. Bu soru(n)lara şu masallarla ve zırvalıklarla
cevap vermeye çalışırlar:
“2.5 milyar
yıl kadar önce, siyanobakterilerde oksijen üretebilen fotosentez sürecinin
evrimleşmesi sonucunda atmosferdeki oksijen miktârı pratik olarak 0 düzeyinden,
bir-kaç milyar yıl içerisinde %32 dolaylarına kadar ulaşmıştır (özellikle de
karasal bitkilerin de, siyanobakterilerden yüz milyonlarca yıl sonra
evrimleşmesi sonrasında). Görebileceğiniz gibi %32 oranı, günümüzdeki %20.9
oranından fazlasıyla yüksektir. Bu sâyede, o dönemdeki hayvanların, bitkilerin
ve mantarların neredeyse hepsi, günümüzdekinden çok daha iri boyutlara sâhip
olacak biçimde evrimleştiler. Günümüzde yusufçuk (Anisoptera) olarak bildiğimiz ufacık canlılara
benzer bir-çok böcek bile, onlarca santimetre büyüklüğe erişebiliyordu. İşte
dinozorları da devâsa boyutlara eriştirmeyi başaran temel çevresel faktör, bu
yüksek oksijen oranıydı. Bugün, keşfedilen fosiller üzerinde uzun yıllar boyunca
yapılan çalışmalar ve ‘çeşitli bilgisayar programları yardımıyla geliştirilen
modellemeler sâyesinde’ biliyoruz ki, Sauropodlar bahsedilen tüm donanımlara
sâhipti”
.
Peki bu Sauropodlar suyu
nasıl içiyorlardı?. Bildiğimiz gibi zürâfalar uzun boyunları nedeniyle su
içmekte çok zorlanırlar. Bu nedenle büyük bir kâlpleri vardır. O hâlde
Sauropodların kâlbinin çok daha büyük olması gerekir. Fakat o zaman da fazla
kan basıncından dolayı dokular ve damarlar zarar görür. Bu nedenle belki de
bütün Sauropodlarlar tansiyon hastasıydı.
“Yumurtlayarak çoğalıyorlardı”
demeleri, o kadar iri hayvanların memeli hayvanlar gibi hâmile kaldıklarında
ağırlıklarının çok daha fazla artması, çok daha fazla oksijene ve besine
ihtiyaç duyacakları fakat hareket zorluğundan dolayı bunu sağlayamayacakları
için yaşayamayacaklarından dolayıdır. O yüzden dağa fâre doğurturlar ve o çok iri
hayvanlara ufacık yumurtalar yumurtlatırlar.
Hayâl kurduğunuzda tüm
sorunlara çözüm buluveririsiniz. Çünkü oturduğunuz ve yattığınız yerden hayâlinizi
istediğiniz gibi şekillendirebilirsiniz. Böylece o devâsa hayvanın iskeletinin
tonlarca ağrılığı nasıl taşıdığına, nefes alıp-vermesinin nasıl olduğuna,
üremesine, beslenmesine, çiftleşmesine vs. her türlü çözümü getirirsiniz. Tabi
kitlelerin bu cevaplara inanması için ilk önce sinema, medya, yayınlar,
modern-bilim ve şişirilmiş bilim-adamlarıyla iyice bir ayara getirmeniz
gerekir. Sonra gerisi kolayca gelir. Ne derseniz gider. Minâreyi çalan kılıfını
da hazırlar elbette. Fakat dinozorlara uygun kılıf yoktur. Sahih bir
bakış-açısına sâhip olanlar kılıfın açıklarını hemen göreceklerdir.
Rengarenk dinozorlar
çiziyorlar, peki dinozorların hangi renkte olduğunu nereden biliyorlar?. Açın
bakın internete, rengârenk dinozorlar var. Dergilerde, internette ve diğer
yerlerde ne kadar dinozor resmi görüyorsanız, tamâmı uydurmadır. Hayâl
ürünüdür. Renkler canlıların “yumuşak dokularıyla” ilgilidir ve sözde
dinozorların ve yok olup gitmiş canlıların yumuşak dokularının nasıl olduğu
bilinemez. Yumuşak dokular yâni canlının şekli ve rengi değişik şekillerde
olabilir. Yumuşak dokuların rengi/şekli/hatları belirlenemez, her-hangi bir
şekilde ve renkte olabilir.
Görülen resimlerde bir
uygunsuzluk daha vardır ki o da kesinlikle o dev cüssenin sâhip olduğu minicik ellerdir.
Bu şekilde bir denge sağlamaları çok zor, hattâ olanaksızdır.
Dinozorların yaşaması için
bol besine ihtiyaçları vardır ki Dünyâ’nın her yeri ormanlarla ve bitki örtüsü
ile çevrili değildir. Üstelik söylendiğine göre bir zaman önce buzul-çağı da yaşanmıştır.
O hâlde bu hayvanlar dev cüsselerini doyurabilecek kadar besini nereden buldu?.
Peki bu dinozorlar ne ile
besleniyorlardı?. “Dinozorların yaşadığı zamanda boyları 30 metreyi bulan
eğrelti otları vardı” diyorlar. Tabi minâreyi çalanlar kılıfını da buluyorlar.
Dinozorlara bakınca çok biçimsiz ve uygunsuz bir yapıya sâhip oldukları görülür. Zâten dinozor ve benzeri -sözde- varlıklar hep biçimsiz şekilde anlatılır ve gösterilir. Meselâ ejderha, neredeyse bütün kültürlerde ve anlatımlarda şekilsiz bir varlığı simgeler. Oysa Allah, evrendeki yarattığı her varlığa yapısına-hareketine uygun şekil, biçim, özellik ve yetenek vermiş; onların yaratılışını bir-takım amaç ve hikmetlere dayandırmış, boş ve yersiz hiç-bir şey yaratmamıştır. Bu konuda Allah Kur’ân’da şöyle der:
“…Her-şeyi yaratan ve bir ölçüye göre düzenleyen
Allah’tır” (Furkân 2).
“...O’nun katında her-şey bir ölçü (miktar) iledir” (Ra’d 8).
“Biz her-şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer 49).
Peki nesli tükenen bir hayvan
yada canlı var mıdır?. Nesli tükendiği söylenen hayvanların aslında sâdece
varyasyonları tükenmiş olabilir. Zâten yeni varyasyonlar da ortaya çıkıp duruyor.
Meselâ at ile eşeğin çiftleşmesinden katırlar ortaya çıkıyor fakat katırlar
kendi arasında üremesini devâm ettiremiyor. Katırların soyu, insan etkisi
olmadığında bir-zaman sonra tükenebilir. Zâten artık katırlara fazla ihtiyaç
duyulmadığından sayıları azalmıştır. Fakat bir “tür” olarak nesli tükenen
hiç-bir hayvan ve hattâ hiç-bir canlı yoktur. Neslinin tükendiğini söyledikleri
şu hayvanlara bakar mısınız?: Dinozor, mamut, moa, Tazmanya kaplanı ve kurdu, Hazar
kaplanı, Pers kaplanı, Anadolu aslanı-kaplanı-panteri, mersin balığı (Karadeniz’de
hâlâ yaşıyor), çizgili sırtlan.. Bunlar ana türlerin çeşitleri ve varyasyonlarıdırlar
ve nesillerinin tükendiği de kesin değildir. Belki azalmış olabilir. Bâzıları
gözlemleyemedikleri canlıları “nesli tükenmiş” olarak kabûl ediyor. Zâten
modern düşünce, kendi kontrôlünde ve gözetiminde olmayan her varlığı ve
her-şeyi “yok” sayar ve öyle kabûl eder.
Allah, canlı türlerini
potansiyel varyasyonlarıyla birlikte yaratmıştır. İnsanlar da potansiyel
varyasyon gereği çeşitli renklerdedirler. Varyasyonların (esas tür tipine göre belirli karakterlerde görülen
ayrılıklar) nesli tükense de sorun teşkil etmez, zîrâ onlar doğal olarak
değil de, -katırlarda olduğu gibi- ya insanın müdâhelesiyle ortaya çıktılar
yada sonradan çeşitlendiler. Orijinâl varlıklar değildirler yâni.
Günde 20.000 çeşit canlı
türünün yok olduğu gibi aptalca bir söz söyleniyor. Hâlbuki nesli tükenmiş
“orijinâl” bir varlık yoktur. Her-gün yeni keşfettikleri varlıklara da, “yeni
tür ortaya çıktı” diyorlar. Hâlbuki onlar ilk baştan bêri vardırlar. Amerika
ilk keşfedildiğinde çıkmadı ki ortaya!.
Yaratılışı ve âhireti kabûl
etmeyen bilim-adamları, zamânı çok-çok uzağa atarlar ve zamânı kendi
kafalarına, hevâ-heveslerine ve kendilerinden istenen ve beklenen şekilde
biçimlendirirler, şekillendirirler. Bu amaçla gerekirse olmayan bir şeyi bile
îcâd ederler. Bunun için onlara küçük önemsiz ve belirsiz bir parça bile
yeterlidir. Evrim Teorisi’nde meselâ; yaptıkları kazılarda kime âit olduğunu
bilmedikleri bir “diş” bulurlar. Bu dişi incelerken çeşitli hayâller kurarlar.
En yakın dostları olan şeytan da onları vesveseleriyle destekler ve böylece
masal başlar… İlk önce bu dişin ... yıl önce yaşamış olan ... atamıza âit
olduğunu düşünürler, sonra bu diş üzerinden sözde sâhibinin bir resmini
çizerler, hem de yumuşak dokularıyla berâber, (yumuşak dokuların şekli/hatları
belirlenemez, her-hangi bir şekilde olabilir). Diş’in sâhibi atamız!
belirlendikten sonra sıra gelir atamızın karısına, sonra oğluna, tabi bir de
kızına. Artık âile tablosu ortaya çıkmıştır. Evet-evet; sâdece bir “diş”ten
yola çıkarak mutlu bir âile tablosu çizilmiştir. Bunu, o mutlu âile tablosunun
reklâmını yapıp cicili-bicili sözlerle çeşitli kanalardan câhillere anlatmakla
tamamlarlar. Evrim Teorisi bunun gibi masallarla doludur. Eskiden anlatılan
“dev masalları” da, modern zamanlarda “dinozor masalları”na dönmüştür. Böylece
arzularının salıncağında sallanıp dururlar.
Bir dişten bir insan
çıkartabilenler, bir-kaç kemik parçasından “on numara” bir dinozor çıkarmakta
hiç de zorlanmazlar. Hem de “yumuşak dokuları”yla berâber. Oysa yumuşak
dokuların ne şekilde olduğu belirlenemez. O hâlde dinozorlar neden o şekilde
olsun?. Yumuşak dokuların ne şekilde olduğu bilinemeyeceğinden, o şeyin
boyu-posu, kilosu ve rengi tam olarak belirlenemez-bilinemez. Tahminde
bulunabilir sâdece. Fakat tahminler gerçeğin yerini tutmaz.
Bir-çoğu, onlarca dinozor fosili olduğunu sanır,
hâlbuki müzelerde sergilenen dinozor iskeletleri bir yada bir-kaç kemik
üzerinden yapılan rekonstrüksiyonlardır (yeniden kurma). Dünyâ’nın hangi büyük
doğa-târihi müzesine giderseniz-gidin, hemen hepsinde sizi “antika modeller”
karşılayacaktır. Örneğin bir ön ayak kemiğinden; koca bir kafatası, uzun ve
çivi gibi dişler, kocaman kuyruklar, boynuzlar, inanılmaz büyük arka ayaklar ve
çelik sertliğinde plâka deriler ile hattâ kanatlar tahayyül edilerek canlılar
üretirler müzelerde. Bir sürüngen türü olmasına rağmen çoğu rekonstrüksiyonda
kasıtlı olarak gergedana, zürâfaya, kuşlara vs. çeşitli hayvanlara benzetilen
rekonstrüksiyonlar mevcuttur. (domuz dişinden hesperopithecus yapmak gibi).
Bir yazıda, bir kemik parçasından
yola çıkılarak o şeyin özelliğinin bilenemeyeceği şu şekilde anlatılır:

“Özbekistan’da at büyüklüğünde bir Tyrannosaur fosili
bulunduğu anlatılıyordu. Bu fosilin devâsâ boyuttaki dinozorlarla küçük
dinozorlar arasındaki sözde evrimsel dönüşüme şâhitlik ettiği öne sürülüyordu.
Tahminlerde öylesine ileri gidilmişti ki, canlının kilosu ve boyutları bile
hesaplanmış, nasıl işittiğinden tutun, avını yakalamadaki kâbiliyeti üzerine
spekülasyonlara kadar varılmıştı. Oysa ki gerçekler bunlardan çok farklıydı: Elde
fosil olarak yalnızca canlının beynini muhâfaza ettiği düşünülen
‘Farklı
kemikleri getir senin de fosilin olsun’ mantığı evrime bir fayda sağlamaz. Konuyla ilgili makâlede iddiâ edilenin aksine, bulunan kemik, yeni bir
fosil de değildir. Edinburgh Üniversitesinden Stephen Brusatte 2014 yılında
Rusya’da bir müzeyi ziyâret ettiği sırada bu kemikle karşılaşmıştı. Aynı
bölgede daha önce bulunmuş kemiklerden yararlanılabilir umuduyla, farklı
kurumlarda dağınık hâldeki başka kemik parçaları bir-araya getirildi. Bunlar
farklı zamanlarda, 1997 ile 2006 yıllarında çıkarılmış fosillerdi, yâni dağınık
hâldeki 7’si omurga kemiği olmak üzere, 15 adet eksik kemik parçasıydı.
‘Bu birbiriyle alâkasız
kemik parçaları ile ne yapılabilir ki?’ demeyin. Darwinistlerin
her zaman yaptıkları gibi siz de hayâl-gücünüzü yüksek tutarsanız üstteki
resimdekine benzer, başından kuyruğuna kadar tüm vücûduyla bir dinozor ‘çizimi’
ortaya çıkarabilirsiniz. Yapabilirsiniz yapmasına ancak bu çizim
sırasında kullanılan kemik parçalarının birbirleriyle bağlantılarının
olmadığını göz-ardı etmeniz ve tabî ki oldukça fazla hayâl-gücü kullanmanız
gerektiğini tekrar hatırlatalım.
Nitekim kemiklerin aynı bireye âit
olmadığı söz-konusu makâlede de şöyle îtiraf edilmişti:
Kemikler,
Özbekistan Bisetski formasyonunda yüzeyden izole (birbirinden ayrı) örnekler
olarak toplanmış, tek-başlarına farklı bireylerden gelmişlerdir. Biz, en
katı şekliyle bu örneklerin aynı canlı sınıfına (takson) âit olduğunu kabûl
ediyoruz.
Makâledeki îtiraflar bununla da sınırlı kalmıyordu.
Farklı canlılara âit bu fosillerin aralarında nasıl olup da böylesine garip bir
bağlantı kurulabildiğine dâir gelebilecek îtirazlara; ‘sonraki keşifler bunun yanlışlığını gösterirse T. Euotica ismi yalnızca bir
beyin kemiğine âit olur’ gibi bir anlatımla cevap veriliyordu”.
Şu söze bakın: “Devâsâ
dinozor Arjantinazorus bir-kaç kemikten tanınıyor”.
Modernite, bâtıl ve
gerçek-dışı şeyleri insanlara kolayca benimsetebilmek için medyayı, fakat özellikle
de sinemayı çok yoğun kullanır.
Yine bakıldığında, dinozorların
dev cüsselerine rağmen kafalarının çok küçük olduğu görülür. Zâten bu yüzden
beyinlerinin de küçük olduğundan dolayı “aptal hayvanlar” olarak
isimlendirilirler.
65 milyon yıl önce! neden sâdece dinozorlar yok oldu?. Eğer bütün bu soy tükenmeleriyle ilgili tek bir neden bulacaksak, bu karada ve denizde yaşayan hayvanların aynı zamanda birlikte ölmeleri için geçerli bir neden olmalı. Ne var ki, hem karada hem de denizde tüm yaşayanların ölmeleri için bir neden olamaz. Çünkü hem karada hem de denizde yaşayanların bir çoğu yaşamlarını bir sonraki dönemde de sürdürmüşlerdir. Bütün hayvanlar tâ o zamandan bêri yaşamını sürdürüyor da, dinozorlar niye yok olmuş gitmiş?. Kargalar, papağanlar ve diğer kuşlar hep “dinozorların torunları” olarak gösterilir. Aslında dinozorların hepsinin yok olmadığı, kurtulanlarından bâzılarının evrilerek ve de küçülerek binlerce kuş türüne dönüştüğü palavrası ortaya atılıyor. Sürekli olarak buna benzer hipotezler ve yeni teoriler ortaya atılsa da, iknâ edici bir açıklama yapılmamıştır, yapılamaz da. Çünkü “dinozor” denilen bir hayvan yeryüzünde hiç-bir zaman yaşamamıştır.
Bu resimde, bulunan iskeletin nasıl da taş-toprak hâline geldiği çok net olarak görülüyor.
Yukarıdaki resimde
gördükleriniz, sözde dinozor fosilleridir. İşte bu taşlaşmış yapıları
yorumlayarak 65 milyon yıl önce yaşayıp yok olduklarını söyledikleri “dinozor”
diye bir hayvan türü olduğunu söylüyorlar. Bakmayın siz müzelerdeki kusursuz
görünen dinozor şekillerine. Sergiledikleri şeyleri, fosilleştikleri yerden,
-hem de en ince kemiğine kadar- her nasılsa taşlaşmadan, erimeden, yok olmadan
bulmaları ve yerinden çıkararak birleştirip mevcut şekilde sergilemeleri
imkânsızdır. Yukarıdaki resim, dinozor fosiliymiş. Kim bilir hangi canlıya âit
bir fosil. Fakat fosilin ne hâle geldiğine bir bakar mısınız?. Artık ortada bir
fosil de kalmamış aslında. Taşlaşmış (taş olmuş) yapılardan başka bir şey yok.
O hâlde o müzelerde sergilenenler, bulundukları yerden hiç parçalanmadan ve
zarar verilmeden nasıl çıkarıldı ve en ince ayrıntısına kadar eksiksiz bir
şekilde birleştirildi de sergilendi?. Bunlar göz boyamadan başka bir şey değil.
Bir zaman gelir, bir bilim-adamı onların gerçek fosiller olmadığını ortaya
koyar. Aynen evrimcilerin îcât ettikleri uydurma ara-türlerde olduğu gibi.
Sonunda da haber ve gazete manşetlerini; “meğerse dinozor diye bir varlık
hiç-bir zaman yaşamamış” başlıkları süsler.
Sağdan-soldan topladıkları kemikleri atölyede çeşitli
işlemlerden geçirdikten sonra, hayâllerinde uydurdukları şekillere sokuyorlar
ve de “işte dinozor iskeleti” diye yutturuyorlar insanlara. O müzelerde
sergiledikleri kemiklerden müteşekkil dinozor şekilleri var ya; işte onlar,
sağdan-soldan toplanmış bildiğimiz-tanıdığımız hayvanların kemik yığınları ve
eksik olan tarafları da fiberglas-plastik vs. malzemelerle tamamlanmış hilkat
garîbesi tarzında üretimlerden başka hiç-bir şey değildirler. O kemik gibi
görünenler kemik değildir yâni. 65 milyon boyunca kemik-memik kalmaz ortada. Fosiller
kemik değildir. Bir şey fosilleşmiş ise orada kemik falan kalmamıştır. O şey
artık taş-toprak hâline gelmiştir. O “dinozor fosili” dedikleri şeyler, ne
olduğu yada hangi varlığa âit olduğu bilinmeyen ve de bilinemeyecek olan taşlaşmış
yapılardır ve onları bir-araya getirip sergilemeyi bırakın, fosil hâlde
bulundukları yerden, dağılıp toz-toprak olmadan çıkarılması bile mümkün
değildir. Onlar artık fosil değildirler, “resimli taşlar”dır. Yâni ortada ne
kemik var ne de kemik hâlinde fosiller. Zîrâ kemikler o kadar yıl sağlam kalamazlar.
Onlar sâdece taşlaşmış fosillerdir ama o fosiller de dinozor denilen varlıklara
âit değil; at, deve, zürâfa, fil, gergedan, bufalo, kanguru, komodo ejderi ve
belki balina, gibi hayvanların kısa bir süre önce fosilleşmiş yapılarıdır. Zâten
yeryüzünde yaşamakta olan iri cüsseli (en az bir ton ağırlığında) kara hayvanlarının
sayısı dördü-beşi geçmez: Filler, gergedanlar, hipopotamlar, zürâfalar ve
balinalar. Bu her zaman böyleydi. Ve bu hayvanlar belki bir zaman önce bir
miktar daha iri yapılı idiler hepsi bu. Bu fosilleri “dinozor fosili” diye
yutturmaya çalışıyorlar. Amaçları, hem zamânı çok geriye atarak insanları
âhiret bilincinden uzaklaştırmak; hem de evrimin mutlak gereksinimi olan “eski
zaman” ihtiyâcını karşılamaktır. Zamânın uzaması âhiret bilincini blôke eder ve
unutturur. Bu, şeytanın bir uzaklaştırma taktiğidir. Çünkü “uzun zaman”
uydurmaları insanları âhiret bilincinden uzaklaştırır.
En çarpıcı
dinozor iskeletleri “en iyi ve en eksiksiz tamamlanmış iskeletlerdir. Bu
bağlamda bir yazıda şöyle deniyordu: “Dünyâ’nın en çok tamamlanabilmiş dinozor
iskeleti, Londra’daki Doğa Bilimleri Târihi Müzesi’nde (Natural History Museum)
görücüye çıkıyor. 2 metre 90 santimetre uzunluğa ve 5 metre 60 santimetre
genişliğe sahip Stegosaurus türü dinozorun fosilleri, 11 yıl önce ABD’nin
Wyoming Eyaleti’nde bulunmuştu. Bulunan dinozor fosili Dünyâ’da el değmemiş ve ‘en
çok tamamlanabilmiş’ ilk dinozor olma özelliğini taşıyor. İskoç işadamı Andrew
Caregie tarafından başkent Londra’daki bilim müzesine getirilen dinozorun
sergiye hazır hâle getirilmesi ise yaklaşık bir yıl sürdü”. Hem “el değmemiş” diyorlar
hem de “tamamlandığı”ndan bahsediyorlar.
Fosil
oluşumu için şöyle denir: “Fosiller on binlerce ve yüz milyonlarca yılda
oluşur. Ancak fosillerin oluşması için gerekli koşullardan ötürü son derece nâdir
bulunurlar. Bir hayvanın vücûdunu önce çamur veyâ kum gibi tortular kaplar ve
yumuşak dokular çürüyerek geride sert dokuyu (diş ve kemikleri) bırakır. Tortu
zamanla kemiği kaplayan bir kayaya dönüşerek onu yıpratır. Dahası, çevredeki
yer-altı suyu ve tortudan gelen minerâller çok yavaş bir şekilde kemikteki
minerâlin yerini alır (fosiller bu yüzden çeşitli renklerde oluyor: Topraktaki
minerâllerin rengini alırlar). Bir fosil, ayak-izi veyâ yaprak gibi korunmuş
bir şekil de olabilir”.
Filler, yaratılmış
canlılarda büyüklüğün zirvesidir. Fillerin büyüklüğü ve ağırlığı; “bundan daha
büyüğü olmaz” mesajı verip durmaktadır. Ondan büyük bir canlı, Dünyâ’ya
yakışmaz ve uygun olmazdı. Zâten Dünyâ da, çok daha büyük canlıları milyonlarca
yıl besleyecek imkân yoktur. Fillerden daha büyük canlıların yâni dinozorların
olduğunu söylemek ve buna inanmak, Dünyâ’nın formatını ve yapısını es geçmeden
mümkün değildir.
Dinozor
iskeleti diye gösterilenler, bildiğimiz-gördüğümüz hayvanların iskeletleridir.
Bir-çok hayvanın iskeletini -sözde- dinozor iskeletine benzetebilirsiniz. Deve
kuşu, deve, fil, ve at iskeletlerini dinozor iskeleti sanıyorlar yada öyle
gösteriyorlar. Benzetmeye kalktığınızda en basit bir hayvanın iskeletini bile “dinozor
iskeleti” diye yutturabilirsiniz. Fakat modern-bilim ve teorilerle beyni
sulanmamış olup aklı başında olanlar o iskeletlerin dinozorla falan alâkası
olmadığını hemen anlarlar. Onlar çeşitli hayvanların iskeletleri ve
kemiklerinin birleştirilmesinden oluşturulmuş şekillerdir. Bir-çok hayvanın
iskeleti -aslında olmayan- dinozor iskeletine benzer. Bunun için internette
hayvanların iskeletlerini incelemeniz yeterlidir. Biz aşağıda bir-kaçının
örneğini veriyoruz.
Su Aygırı İskeleti
Deve Kuşu İskeleti
Dinozorların fosilleri de
her nedense genelde batı’da yada batı zihniyetine sâhip coğrafyalarda
bulunuyor. Türkiye’de ve İslâm coğrafyasında yok. “Dinozorlar 65 milyon yıl
önce yok oldu. Ama Anadolu yarım-adası 30 milyon yıl önce oluşmaya başladı. 2
milyon yıl önce de bugünkü şeklini aldı. Doğal olarak Türkiye’de dinozor fosili
bulamazsınız” deniyor. İslâm coğrafyasında dinozor fosilinin olmaması,
müslümanların ve inançlı kesimin, “yaratılışın başlangıcının çok da fazla bir
zaman önce olmadığına” inanmalarından dolayıdır. Dinozorların yaşadığı 65
milyon yıllık uzun bir geçmiş yok ki 65 milyon yıl önce yaşadığı söylenen
dinozorlara inansınlar ve de bunu “kabûl ettikleri için” kendi coğrafyalarında
da dinozor fosili-kemiği bulsunlar. Modern-seküler insan, ne hayâl
ediyorsa, neye ihtiyâcı varsa onu arıyor ve ne hikmetse genelde de buluyor.
Bulamazsa da bulduğu zırvalıkların aradıkları şeyler olduğunu söylüyorlar yada
buldukları şeyleri, “aradıkları şeyler”e dönüştürüyorlar.

Dünyâ’da sözde dinozorların yaşadığı bölgelerin haritası.
Modern-bilimde
bir kez bir yalan söylendiğinde arkasından o yalanı sürdürebilmek için yüzlerce
yalan söylemek gerekir. İşte dinozorlar hakkında da böyle bir-çok yalan söylenmek
zorunda kalınmıştır ve kalınmaktadır. “Türkiye’de niçin hiç dinozor yaşamamıştır”
sorusuna yine başka bir yalan (Pangea) ile şu şekilde cevap veriliyor:
“Anadolu coğrafyasında dinozor fosili bulmak son derece zordur, hattâ
mümkün değildir. Türkiye’de dinozorlar yaşamamıştır maalesef. Neden?, çünkü
dinozorlar ikinci jeolojik zamanın (mezozoik zaman) üçüncü döneminde (kretase
dönemi) ortaya çıkmış ve yine aynı dönemde yok olmuşlardır. O dönemde bizim
üzerinde yaşadığımız topraklar tethys denizinin tabanında uslu-uslu
takılıyordu, daha hiç ortalığa çıkıp başına aktif tektonik dertler alası yoktu.
Anadolu coğrafyasında dinozor fosili bulmak mümkün değildir. Zâten şimdiye
Türkiye’de bulunmuş tek dinozor fosili sayılabilecek (dinozorlar karada yaşar) Kastamonu’da
bulunan fosil de karada değil suda yaşayan bir canlıya âittir”.
Oysa bu Pangea
yâni “kıtaların kayması ve zamanla şimdiki mevcut duruma gelmesi” düşüncesi
masa-başında çay-kahve içerken ortaya atılan “zan”dan başka bir şey değildir.
Çünkü bu konuda söylenenlerin bir delili yoktur, olamaz ve bu teori
ispatlanamaz. Yalanlarını örtmek yada sürdürebilmek için sürekli olarak uzun zamanlardan
bahsetmek zorunda kalırlar. Meselâ şöyle derler: “Bundan milyonlarca yıl önce
Anadolu topraklarının üzerinin bir okyanusla kaplı olduğunu biliyor muydunuz?”.
Dinozor iskeleti üretmek
sanıldığı kadar zor bir şey değildir ve bu zâten yapılıp durmaktadır. Aşağıdaki
örnekler, -sözde- gerçek(!) dinozor iskeletleri ile “yapay” dinozor iskeletleri
karşılaştırmalarıdır.
Bu
iskelet hakkında şöyle deniyor: “Stegosaurus dinazor iskeleti tarandı ve
belirli parçalar orjinâline zarar gelmemesi veyâ gelecekteki olası kayıplar
nedeniyle koruma amaçlı 3D yazıldı”.

Dinozor denilen sözde varlık
hiç-bir zaman yaşamamıştır. Zâten Dünyâ’da “65 milyon yıl öncesi” diye bir
zaman da olmamıştır. Evrenin yaşı 13.8 milyar yıl ve Dünyâ’nın yaşı 4.5 milyar
yıl değildir. O kadar uzun bir zaman yoktur. Dünyâ’da ve de kâinatta hiç-bir
zaman bir ilkellik yaşanmamıştır. Her-şey Hz. Âdem ile yaşıttır ve Âdem’in yaşı
da yaklaşık 10.000 yıldır.
Dinozorcular kendi-kendileriyle
de çelişiyorlar. Dinozor kemiklerinde hemoglobin bulunduğunu söylüyorlar. Bu
durum, yaşayan bu sözde canlıların bir-kaç bin yıl önce yaşadığını gösterir,
çünkü hemoglobin bir-kaç bin yıldan fazla dayanamaz.
13.8 milyar yıllık bir
evren-yaşı ve 4.5 milyar yıllık bir Dünyâ-yaşı kabûl edildiğinde, istediğiniz kurguları
yapabilirsiniz. İstediğiniz hayâlleri kurabilirsiniz ve olmayacak şeyleri bile
oldurabilirsiniz. Ne de olsa o kadar uzun bir zaman içinde “bir-şekilde” olur.
Bunu profesyonelce çeşitli kanallarla yaydığınızda bir-çoklarını hattâ
hemen-hemen Dünyâ’nın tamâmını o saçmalığa inandırabilirsiniz. Meselâ çok uzun
bir zaman varsa; bir fil ile bir karıncanın ilişkisi sonucu o karıncadan bir
balinayı bile doğurtabilirsiniz. Yeter ki böyle bir şeye ihtiyaç olsun. Ne de
olsa yeterli! bir zaman vardır. Zaman yetmezse “0”ın yanına bir “
“O Allah ki, yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için
yarattı”.. (Bakara 29).
Allah her-şeyi bizim emrimize
verdiğine göre ve her-şeyi bizim için yarattığını düşündüğümüzde, “dinozorların
bize ne yararı vardır?” diye sormak gerekir. Bize yararı olmayan bir varlık mı
yaşamıştır bir zaman önce?.
Kur’ân
ve diğer semâvi kitaplar neden dinozorlardan hiç bahsetmiyor?. Bu kadar uzun
süre yaşamış bir varlıktan neden hiç bahsedilmez?. Bahsedilmemesi, böyle bir
varlığın yaşamadığının kanıtlarından biridir. Çünkü kutsal kitaplarda
at-deve-fil gibi büyük hayvanlardan bahsediliyor. Tevrat’ı aşırı zorlayarak alâkasız
âyetleri dinozorlar olarak yorumlamak bir dinozor olduğunu zinhar göstermez. Tevrat’ta “leviathan” olarak geçen bir ifâde
vardır ve bu kelime; “deniz canavarı”, “dev gemi”, “ada balığı”, “iri balina”
anlamlarına gelir. Tevrat’ta Yehova’nın Rahab, Rahav veyâ Levyatan diye farklı
biçimde adlandırılan bir ejderha ile savaşı yer almaktadır: Eyyüb: 26, İşaya:
50-51).
Dinozor
iskeletleri, fiberglas-plastikten îmâlatlardır ve dinozor uydurması plastiğin
îcâdından (19. yy.’ın ilk yarısı) sonra ortaya atılmıştır. Zâten bunu kedileri
de îtiraf eder:
“Bir müzede
sergilenmekte olan bir dinozor iskeleti ile karşılaşan insanlar sıkça
karşılarında gördükleri şeyin gerçek mi olduğunu sorar. Müzeler gerçek fosil
iskeletlerin yanı-sıra, bâzen son derece hassas şekilde doğrudan fosilden
kapılanan dökümler de sergiliyor. Müzeler ziyâretçilerine mümkün olduğunca
gerçek olanı göstermeye çalışsa da dinozor fosillerine ek olarak dökümleri de
sergileniyor. Müzelerdeki kopya dökümler, gerçek fosil kemiklerin hassas
kalıpları kullanılarak yapılıyor ve çoğu müzede görebileceğiniz en doğru ve
yaygın 3 boyutlu fosil çoğaltma biçimlerinden biridir. Diğer yöntemler arasında
yine çok güvenilir olan CT taraması, yüzey taraması ve fotogrametriden yapılan
3D baskılar var. Bir iskelette eksik bir kemik varsa bâzen o şekil bir
heykel gibi yontulur. Doğrudan fosil kemiğinden gelmediği için o kadar doğru
sayılmaz. Ancak mevcut kemiklerin incelenmesine veyâ aynı yada ilgili türlere
âit diğer örneklerden alınan kemiklerin referansına ve fotoğrafına dayanır.
Bâzı durumlarda bilim-adamları belirli bir türe âit bir kemiği hiç bulamaz.
Tamâmen bozulmamış bir dinozor iskeleti çıkarmak çok nâdirdir. Çöpçüler,
çürüyen nesneleri bozuyor ve fosilleşmeden sonra görülen erozyon kemiğin bir
kısmını veyâ çoğunu yok ediyor. SUE isimli T. Rex veyâ Tiranozor son derece
nâdir bir örnektir ve bilim için çok değerlidir. SUE, bir T. Rex’teki yaklaşık
380 toplam kemiğin 250’si ile bugüne kadar keşfedilen en eksiksiz Tyrannosaurus
rex iskeleti. Türünün tek örneği olan bu iskelet, kemik hacmi bakımından
yüzde 90 oranında eksiksizdir yâni eksik kemiklerin çoğu aslında küçük
parçalardır. SUE bugün ABD'deki Field Doğal Tarih Müzesi'nde sergileniyor.
Eksik parçaları tamamlanarak iskeleti tam boy monte edilmiş durumda. ABD
dışında düzinelerce ülkedeki müzelerde de sergilendi. Dünyâ’nın dört bir
yanındaki insanlar SUE fosilini gördükçe T. Rex gibi bir dinozorun boyutunu ve
ölçeğini daha iyi anlama fırsatı buluyor”.
Dinozorların
insanlar tarafından körü-körüne kabûl edilmesi, Tabiat Târihi Müzesi denilen
yerlerde gösterilen -sözde- dinozor iskeletleri sebebiyledir. Kemik müzeleridir
buralar. Kemik parçalarıyla doldurulmuş yerler. Bu kemik parçalarını istedikleri
gibi, birleştirerek -sözde- bir dinozor iskeleti yapmak çok da zor değildir.
Çünkü çok fazla sayıda kemik var. Londra Doğa Bilimleri Târihi Müzesi’nde 80
milyon kemik parçası olduğu söyleniyor.
Artık insanlar
da bulduğu her kemiği dinozor iskeleti-fosili zannediyor. Bu konuda şöyle bir
haber çıkmıştı:
“Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi, bulduğu her iskeleti ‘dinozor’
veyâ ‘canavar’ zanneden onlarca kişinin akınına uğruyor. Dinozor olduğu sanılan
bir iskelet de İzmir Özdere’de bulundu. Ege Üniversitesi Tabiat Târihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde çalışan Araştırma Görevlisi Dr. Serdar Mayda,
DHA aracılığıyla incelediği iskeletin fotoğrafının bir kediye âit olduğunu,
arka bacakları kaybolduğu için vatandaşların yanılmış olabileceğini ifâde etti.
Ege
Üniversitesi Tabiat Târihi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kapısını her yıl
yurdun dört bir yanından ‘dinozor’ veyâ ‘canavar’ iskeleti bulduğunu zanneden
yurttaşlar çalıyor. Kurum yetkilisi akademisyenler, bir-yandan başta çocuklar olmak
üzere tüm yurttaşları müzeyi gezmeye ve milyarlarca yıllık târihe yolculuk
yapmaya çağırırken, diğer yandan da ‘iskeletlerin dinozor olmadığını’ anlatmaya
çalışıyor. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Merkez Müdürü Prof. Dr. Tansu
Kaya, her ay pek-çok yurttaşın kendilerine fosil bulduğunu söyleyerek
başvurduğunu, ancak bunların büyük kısmının yakın zamanda yaşamış kedi, yaban
kedisi, sansar, gelincik gibi hayvanlara âit iskeletler olduğunu belirtti.
Araştırma Görevlisi Dr. Serdar Mayda da, Rize’den Doğu Anadolu’ya kadar pek-çok
yerden gerek yüz-yüze, gerekse de telefon ve e-posta yoluyla bir-çok başvuru
aldıklarını dile getirerek, ‘bunlar fosil değil güncel iskeletler, ama çoğu
kişi dinozor olduğunda ısrâr ediyor’ diye konuştu”.
Müzelerdeki
dinozor diye gösterilen kemiklerin gerçek dinozorlara âit olmadığı çok açıktır.
İzmir’de açılan Tabiat Târihi Müzesi haberi verilirken şunlar söylenmişti:
“Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi, bir dinozor türü olan Treks’in
iskelet örneğine kavuştu. Evet o sâdece bir örnektir ve gerçek değildir. İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ve bir yılda tamamlanan Treks
heykeli, törenle Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi’ndeki yerine
yerleştirilerek ziyârete açıldı. Orijinâl bir örneğinin bulunduğu Frankfurt
Tabiat Târihi Müzesi’nden alınan detay ölçeği ve doku çalışmaları konusunda
yapılan incelemeler ve bir-çok müze ve kaynaktan elde edilen ayrıntılı
bilgilerle Alsancak’taki târihi Gaz Fabrikası’nda oluşturulan atölyede yapılan
bir dinozor türü olan Treks’in birebir iskelet modeli, müzedeki yerini aldı.
Dinozor iskeletinin dışarıda yaptırılması durumunda 3 kat fazla masraf
çıkartacağını belirten Başkan Piriştina, ‘biz bu iskeleti kendi arkadaşlarımıza
yaptırdık, heykeltraş arkadaşlarımız zor çalışma koşulları altında 24 saat
büyük bir özveri ile çalıştı. Yurt dışında bir dinozor iskeleti yaptırmak
istedik ancak 3 trilyon lira masraf çıktı. Büyükşehir Belediyesi dinozor
iskeletinin birebir benzerini kendi heykeltraşlarına yaptırdı. Türkiye’de
bulunmuş tüm dinozorların kemikleri toplanarak örnek oluşturduk’ dedi.
Heykeltraşlar Fulden Bak ve Bülent Bayrak tarafından çelik konstrüksiyon
üzerine polyesterden yapılan Treks iskeleti 4.5 metre yüksekliğinde ve 12 metre
uzunluğunda”.
Nerden baksan tutarsızlık
nerden baksan komedi. Çünkü işe Allah karıştırılmadığında geriye yalandan, bâtıldan
ve zannetmeden başka bir şey kalmıyor.Dinozor diye bir şey yoktur. Darwinist’lerin
zihnimiz üzerinde oynadığı oyunlardan biridir, aldatmacadır, aklımızla alay
etmedir.
Fiberglas-plastik
malzemelerden yapılan dinozor iskeletleri parçalanıp yeniden monte
edilebilmektedir. Montajları, kuruldukları ve sergilendikleri yerde sök-tak
şeklinde yapılabiliyor. Peki topraktan çıkarıldıklarını söyledikleri kemikler
müzelere nasıl ulaştırılıyor?. Bunlar kemik ya; kırılmasın diye daha kırılmadan
önce alçıya alıyorlarmış kemikleri. Müzelere de o şekilde taşıyorlarmış. Fakat
buldukları kemikler neyin kemiğidir?. Sağdan-soldan buldukları kemikleri
istedikleri gibi bir-araya getirerek dinozor denilen varlığa benzeterek
birleştiriyorlar. Biraz uğraşsanız bunu siz de yapabilirsiniz. Bunun için
Kurban Bayramı uygun bir zaman olur.
Dinozorlar, Evrimcilerle Hollywood’un
ortak üretimidir. Günümüzde dinozorlardan bu kadar çok bahsedilmesi, “Steven Spielberg’in
Jurassic Park filmi gişe yapsın” diyedir. Bu film, dinozor inancına tüy dikmiş
ve insanların dinozorlara inanmasını çok kolaylaştırmıştır.
En önemlisi de 65 milyın yıl
önce yaşadığı söylenen dinozorlar, Evrim Teorisi’nin mutlak gereksinimi olan “zaman
ihtiyâcı”nı karşılamak için uydurulmuştur. Nasıl ki milyonlarca(!) yıl önce yaşayıp
ölmüş bir hayvan kemiğini ve dişini “insan” zannediyorlarsa; büyük bir hayvan
fosilini de (at, deve, zürâfa, fil) dinozor zannediyorlar.
Gerçek şu ki, aslında dinozorlar hakkında pek de bir
şey bilinmiyor. Çünkü olmayan bir şey hakkında ne kadar bilgi sâhibi olunabilir
ki?.
Birileri TDK sözlüğündeki
dinozorun ikinci anlamını, “irticâcı” dedikleri inançlılar için
kullana-dursunlar, bu ancak bir esprinin konusu olabilir. Zîrâ dindarların çoğu
65 milyon yıllık bir zamânı kabûl etmiyor. Dolayısıyla aklı modernist
teorilerle bulanmamış olan müslümanlar, “dinozor” diye bir varlığın yaşadığını
kabûl etmezler. Bu nedenle “dinozor kafalı” tanımlamasının “inançlı” insanlar
için kullanılması uygun değildir. Eskiden dinozor yoktu ama, bu zamanda
“yiyip-yiyip şişen modern dinozorlar” ortalıkta cirit atmaktadır.
Dinozorlar hayâli mitolojik
varlıklardır. Bir hayâl-gücünün ürünüdürler. Dünyâ’da hiç-bir zaman
bulunmadıkları gibi, yaşadıkları söylenen “eski çağlar” diye bir çağ da hiç-bir
zaman olmamıştır. Gösterimde olan dinozor şekilleri ise, ya
fiberglas/plastik-merkezli üretilmiş rekonstrüksiyonlardır, yada genelde, kısa
bir süre önce yaşamış olan bildiğimiz-tanıdığımız hayvanların kemikleridir.
Evet; dîni “zor” bulanlar,
dinozoru kolay buluyorlar. Zîrâ dîne inanmak ağır bir bedel gerektirebilirken,
dinozorlara inanmanın hiç-bir bedeli yoktur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2017
Resmen saçmalık yazdıkların! Yazıma bilim adamı değil, bilim 'insan'ları diyerekten başlıyorum. Dinozorları bu insanlar uydurduysa bile emin ol senin iki üç tane ayet ile bunu kendi çapındaki yorumlarınla çürütmeye çalıştığından daha gerçekçi sonuçlar ortaya çıkarmışlardır. Kendi çapında inandığın dine aykırı bulduğun için; koca araştırmaları bir kenara atıp, arkadaşlar 'darwinist şeytanlar müslümanlığı yok etmeye çalışıyor bu nedenle dinozorları uydurmuşlar' gibi bir ana fikirle, son derece bilimsel olmayan bir yazı üzerinde uğraşmıssın sana acıdım. Bak arkadaşım, tüm dünyayı baz alırsak, Türkiye o kadar küçük kalır ki...Senin evrimci şeytan bilim adamları diye bahsettiğin insanlar yıllarca kaliteli üniversitelerde eğitim almış, insanların diniyle siyasi görüşleriyle inandıklarıyla ilgilenmeyen aşmış insanlar. Şunu siz sözde müslümanların kafasına bir türlü sokamadık. KİMSENİN BİZİ UMURSADIĞI YOK. KİMSE HAYDİ TÜRKİYE DE Kİ VE ORTA DOĞUDAKİ MÜSLÜMANLAR İNANÇLARINDAN VAZGEÇSİN VE ARTIK AHİRETE İNANMASINLAR, DİYE UĞRAŞMIYOR! kimsenin umrunda bile değiliz. Hatta aksine, bizim allah inancı adı altında iç savaşlar çıkarmamız, birbirimizi yememiz kapitalist devletlerin işine geliyor bu ayrı bir konu. Dünyanın en iyi üniversitelerinde okumuş kültürlü bir bilim insanı kimsenin ahiret inancını bloke etmek için çaba harcamaz. Avrupa da bu evrim teorisine katılan insanları tanımış biri olarak, müslümanlar o insanların umurunda bile değil. Her neyse,
YanıtlaSil1) Karbon 14 denilen bir yöntem ile bir fosilin yaşı hesaplanabilir.
2) Bulunan fosillerin günümüz hayvanlarının önceki halleri olabileceği senin aklına geldiği gibi araştırmacı insanlarında aklına gelmiştir, ve herhangi bir benzerlik tespit edilememiştir.
3) Dünya da belirli bölgelerde sürekli bulunan bu fosiller, 'kafatası' ile birleştirilerek bugün ki görünümünü almıştır, daha farklı da olabilir ama tahminler bu yönde. Üstelik tamamen biçimsiz değil, hatta bir timsahın büyümüş hali görünümünde. Ki zaten timsahlarla aynı aileden oldukları söylenir.
4) Sen inanıyorsun diye herkes inanmak zorunda değildir. Sen bilimsel araştırmaları bir kenara itip, kuranda hz.adem ve eşi yasak elmayı yedi buraya indiler, dünya on bin yıl önce oluştu gibi çocukların bile inanmayacağı hurafelere inandın diye herkes bunları kabul etmek zorunda değil. Dinozorlar sana göre büyük bir hurafe ise, hz. adem masalı da bana göre büyük bir hurafedir, ve eğer bir tanrı varsa emin ol benden daha zekidir.
5) Üzgünüm ama senin dinin ve ahiret inancın kimsenin umrunda değil. Evrimciler sen inanmaktan vazgeçtin diye şampanya açmıyorlar, bilimsel araştırmalar yapıyorlar ve teori dahi olsa bir sonuca ulaşmaya çalışıyorlar. Tekrar söylüyorum, senin iki üç katın düzeyinde kaliteli eğitim almış insanların, at gözlüklerini takmış hayatında okuduğu tek kitap kuranı kerim olan, onu da arapça haliyle okuyan insanlar işleri olmaz. Amaçları bu insanları ahiret inancından vazgeçirmek değil, araştırmalarla sonuca kendi çaplarında ulaşmaktır. Çoğu müslümanlık nedir desen bilmez bile.
6) Bilim dogmatiktir değildir, dinozorlar bir teoridir. Bilim zaten bu ihtimali kabul eder. Evet dinozorlar kesin vardır ve konu kapanmıştır demez, şuanki bulgular bunu gösteriyor tamamen değişebilir de der.
7) Senin kitabına inanmıyor diye, insanlara cahil demek seni çok komik duruma düşürmüş. Kuranı kerimin iç karartıcı korkutucu atmosferinden sıyrılıp, dini olmayan daha bilimsel kitaplar okumanı öneririm. Tüm günahlarını ben üstlenebilirim sen yeter ki oku!
Yanıt 1
SilZaman ayırıp genişçe bir yorum yapmışsın, sağolasın...
Yazdıklarım “resmen” saçmalık ama “gayri resmî olarak gâyet tutarlıdır. Şimdiye kadar beni tatmin edecek şekilde bu yazıdaki düşünceyi çürütecek bir eleştiri gelmedi.
“Bilim insanları” ifâdesi, feminizmin baskısının bir sonucudur. Modern zaman ve modern insan, “bir ön-kabûl olarak” bilim-adamlarından yana olduğu için, bilim-adamlarının ortaya koydukları önermeleri çok kolay kabul edebiliyorlar. Onların teorilerden, önermelerinde yada söylediklerinden hiç şüphe duymuyorlar. Oysa gerçekte vâr olmayan şeylerin matematikte doğru gibi gösterilebilmesinin mümkün olduğunu ünlü matematikçi Sir Herbert Dingle şöyle açıklar:
“Matematiğin lîsânı içinde biz doğrular kadar yalanlar da söyleyebiliriz. Ve matematiğin sınırları içinde bunların birini diğerinden ayırma şansı yoktur. Bu ayrımı ancak deneyle yada matematik dışında kalan bir akıl yürütme ile yapabiliriz; matematiksel çözüm ile onun fiziksel karşılığı arasındaki muhtemel ilişkiyi inceleyerek. Kısaca, matematikte soyut-teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının olmasını gerektirmez”.
Zâten modern bilimin teorilerini kabûl etmemek saçmalık olarak görülüyor. Bunun en komik yanı ise, bu teorilerden haberi olmayan ve bilimden hiç anlamayan insanların da bilimi “yanılmaz-şaşmaz bir kuyumcu terâzisi” zannetmelerindendir. Evet; ben hayâtı din-merkezli yâni Allah-merkezli okumayı şiar edinmiş biriyim. Zîrâ en doğrusunu sâdece, her-şeyi yaratan Allah bilir.
Dinozor konusu Evrim Teorisi’nin sözde argümanlarından biridir. “Bilimsel olmayan” demişsin ama, buradaki iddiayı çürütecek bir şey de söylememişsin. Üzülme, senin çok matah zannettiğin modern bilimin adamları da söyleyemiyorlar zâten. Sâdece insanlar söylüyor zannediyor. Onlar ancak spekülasyon yapmayı bilirler.
Şu “biz kimiz ki, adamlar neler yapıyor” kompleksinden kurtulun artık. O bilim adamları dediklerin kişiler, kronik hastalıklara, meselâ daha romatizmaya bile çâre bulamamış kişilerdir. Onların yaptıkları şeyler şişirildiği kadar önemli değildir. Hem modern bilim, hem de bilim adamları şişirilmiş balonlardır.
Dinle ve siyâsetle ilgilenmediklerini zannediyorsun ama, onlar bâtıl ideolojilerin ve bu ideolojilerin başındaki siyâset(çi)lerin güdümünde iş yapan ve din karşıtı ideolojiler için teori üreten kişilerdir. Din yâni İslâm, “aşılabilecek” bir şey değildir. Saba şunu söyleyeyim, onların tek derdi müslümanlar ve stratejik ülkeler bölgeler için teoriler geliştirmektir. Bu kişiler zannettiğin gibi “kutsal” kişiler falan değildirler. Ortaya koydukları teorilerin ve önermelerin çoğu zırvalıktır. İnsanların bilim adamlarını “ulaşılmaz-kutsal-üstün insanlar” zannetmelerinin içi boştur. Bilim adamlarını finanse eden ve onlara alan açan küresel güçlerin tek derdi, müslümanların gerçek îmandan uzak kalmasını sağlamak ve böylece sömürülerini daha rahat yapabilmektir.
Şu-an Dünyâ’da çıkarılan savaşları, senin çok matah insanlar zannettiğin bilim adamlarının yaşadığı ülkelerin başında bulunan şeytanlar çıkarıyor ve dediğin gibi bu zâten onların işine geliyor. Evrimcilerin umurunda olmak önemli bir şey değil. Asıl onlar benim yada bizim umurumuzda değil. Onların yaptıklarının benim için “tuvalet kâğıdı” kadar bile değeri yoktur.
Yanıt 2
Sil1-Karbon 14 metodu ve diğer metodlarla yapılan zaman belirleme ölçümleri çelişkilidir. Karbon 14’ün yarılanma ömrü 5.730 yıldır. Bu durumda Karbon 14 metodu “en doğru bir şekilde” en fazla 11.460 yaşında olan bir organizmada, o da %20 hatâ payıyla ölçülebilir. Zâten en fazla da 40.000 yıllık samânı ölçebilir. Yarı-ömür belirlenerek yapılan hesaplamalar, olasılık hesaplarıdır.
“Karbon-14’ün yarı-ömrü (herhangi bir şeyin yarısının yok olması için gereken süre) yaklaşık 5.600 yıldır. 8 yarı-ömür sonrasında geriye kalan, başlangıçtaki radyoaktif karbonun yalnızca 1/256’sı olur. Bu miktar güvenilir, bir ölçüme elvermeyecek derecede azdır, dolayısıyla radyo-karbonla târihlendirme yöntemi yalnızca kırk bin küsur yıldan yaşlı olmayan nesnelerde işe yarayabilir”.
Hattâ Karbon 14 metoduyla yapılan ölçümlerde bâzen komik sonuçlar da çıkar. Meselâ bir tarlada bulunan bir eşyânın yaşı ölçüldüğünde 20.000 yıl ömür biçilmişti. Meğerse o eşyâ, tarlanın sâhibinin 15 yıl önce kaybettiği bir eşyâsıydı. Bu târih ölçme metodları zannettiğin gibi çok da bilimsel değildir. Masa-başında belli kriterler ortaya koyup bunları kabûl ediyorlar, sonra da “bu parça şu dönemdedir, şu özelliktedir” deyip, ortalama bir yaş biçiyorlar.
2-Bulunan fosillerin kemikleri, -yazıda da söylediğim gibi- eksiksiz şekilde bulunamamıştır yada sergilenmemiştir. Bir kaç parça bulunuyor ve üzerine ekleme yapılıyor. Zâten milyonlarca yılda kemik-memik kalmaz. Kalanlar da bulundukları yerden sağlam bir şekilde çıkarılamaz.
3-Modern bilimin yaptıkları zaten %90 tahmindir. Oturdukları yerden tahmin yapıyorlar.
4-İnanç dayatması yapmadım zâten. Olmaz da. Ben bilimsel araştırmaları bir kenara atmıyorum, bunları yoğun bir şekilde tâkip ediyorum ama varılan sonuçların %90’ını kabûl etmiyorum ve doğru olmadığı düşünüyorum.
5-Ben îmânımı Allah’tan başkasına ispatlamak zorunda değilim ve “Allah’ın umurunda” olduktan sonra gerisi önemli değil.
Şunu söyleyeyim, bilimsel devrim denilen zamanda yâni Galile, Kepler ve Kopernik ile başlayan süreçteki buluşları yapanlar “kilise mensubu râhip ve papazlardı. Okudukları bölüm de ilâhiyattı. Demek ki meşhur üniversitelerde okumakla olmuyor. Einstein okulda başarılı bile değildi. Cins kafalar iyi üniversitelerden çıkmıyor, cins kafalar o üniversitelerde toplanıyorlar sâdece. Bilim adamlarının insan-üstü gösterilmesi şehir efsânesidir. Medyanın modern bilimi ve bilim adamlarını pohpohlamasından başka bir şey değil.
Kendi açımdan söylüyorum, okuduğum tek kitap Kur’ân değil. Fakat ben Kur’ân-merkezli bir okuma yapıyorum. Senin kafanda modern bilim ve bilim adamları ilahlaşmış. Gerçi Dünyâ’da çoğu insan böyle. Çünkü yoğun bir pohpohlama var.
6-Modern bilim bir dogmadır. Kendisine inanılmasını bilimi anlamayanlar için bile zorunlu kılar. İnsanların çoğu bilimden anlamaz, ama bilim, anlamasa da inanmaya ve saygı duymaya hattâ ilahlaştırmaya zorlar. Hattâ bilimin teorilerine inanmayanları -bu eleştiride senin yaptığın- gibi câhil görür.
7-İslâm’a göre cehâlet ve câhil, bir okul bitirmemiş anlamında değildir. İslâm’a göre cehâlet, “Allah’ı hesaba katmamak” demektir. Daha düne kadar Newton’un yerçekimi teorisini dinleştirenler, son 100 yıldır ise bundan vazgeçti ve Einstein’in yerçekimini kuralını din yaptı da şimdi de ona tapıyor.
Modern bilimin, çoğu saçma-sapan olan ve kesinlik ifâde etmeyen teorilerinin peşine hiç sorgulamadan körü-körüne düşenler de câhil, ahmak ve zavallıdır.
Kur’ân hem iç-âlemi hem de dış-âlemi en iyi şekilde aydınlatan tek kaynaktır. Enerjisini vahiyden almayan tüm “aydınlatma cihazları” ise sönmeye mahkûmdur.
“Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Günahla yüklenmiş birisi yükünü taşımak üzere akrabalarını bile çağırsa onun yükünden hiç-bir şey taşınmaz” (Fâtır 18).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Elinize dilinize sağlık. Güzel bilgilendirme.
SilDüz dünya tüm sahte bilimin kalbine sıkılan kurşun. Tavsiye ederim.
Öncelikle; yorum gayet açıklayıcı ve mış miş lerden arındırılmış.
Silİlk yorumdaki muhalif ateist vatandaş; okulda mğretilen şablon eğitimi bilim olarak kabul ve iman etmiş.
Bilimadamı demiyor da bilim insanı demesi bilimsel oluyor.
Adam da insan demek ve her ikisi de arabi kelam.
Dinozordan sonra dünyanın küre oluşu yalanı var.. git ona da bak.
Nasa isimli bilim şirketinin yalanlarına 6 yaşından beri iman ediyorsunuz.
Bilim bir dindir!
Kuranı kerimin iç karartıcı korkutucu atmosferinden sıyrılıp, dini olmayan daha bilimsel kitaplar okumanı öneririm.
Sildemiş. Bunun üzerine bu adama cevap mı yazıyorsunuz.
Sen bu şekilde hayata sığ ve hoşgörüsüz bakmaya devam et. İnsanları sevme, senin gibi düşünmeyenlere 'ahlaksız dinsizler' de, yeniliklere açık olma. Aynen böyle devam et olur mu, yani Türkiye'nin yüzde 80'i gibi.... Ha görüşlerine ters düşen modern bilim kuramlarını da reddet, daha birde üstüne vazifeymiş gibi yine o bilim insanlarının teorilerini kullanarak bunların tersini kanıtlamaya çalış. Tüm bunları yaptıktan sonrada 'evet, en iyiyi ben biliyorum, bunları yaparak sevap kazandığımı biliyorum, Allah'ın sevgili kuluyum, Avrupalı bilim insanlarının ve genel olarak tüm insanların müslümanları yok etme hayallerine engel oluyorum, yaşasın vuhuuu, biraz öncede gittim sırf insanlar ateist olsun diye ortaya atılmış olan ve neredeyse tüm bilim camiasının katıldığı fakat benim katılmadığım(?) dinozor teorisini kendi çabalarımla reddettim. Bugünde, nefret ve hoşgörüsüzlük içinde, İslamı yok etmeye çalışan Avrupalı ve Amerikalılara saydırdığıma göre rahatça uyuyabilirim.''
YanıtlaSilVe emin ol, o kadar çok ateist tanıdım, aynı şekilde çok dindar olduğunu savunan her konuyu din ile açıklamaya çalışan insanlarda tanıdım ve sonuç ne biliyor musun? Ateistler hiç kimseyi yok etmeye çalışmıyor, hatta ilgilenmiyordu bile. Ama o dindar dediğim insanlar ellerinden gelse bizleri bir kaşık su da boğacaklardı. Al sana din ve onun öğretileri. Sen korkarak, kaçarak, sorgulamayarak, her şeyi doğru bildiğini zannederek yaşamaya devam et. Ha islama kelepçe vurmaya çalışan aydın insanlara da saydırmayı unutma :) sağlıcakla
Ya halen utanmadan sıkılmadan nasıl konuşabiliyorsun adam seni resmen rezil rüsva etmiş sen hâlen ateistlik propagandası yapıyorsun ulan atesit dediğin adam müslümanı cahil yobaz görür boş safsata bir ilime tapar
Silaynen kardeşim bu dinsiz ateistler namus şeref haysiyet nedir bilmezler anca batının öğrettiklerini kendilerine ilim sayarlar ve inanırlar çünkü beyinleri yıkanmıştır.
SilCevap vermek zorunda hissetiğim tek konu ise, evrim teorisini de islamla bağdaştırıp sırf yok etmeye çalışmak için yaptıklarını düşünmen. Sizleri gerçekten anlamak çok güç.. Yahu tüm bunları araştıran insanlar merak ediyor olamazlar mı? Bende sayfalarca yazı okudum, evrim teorisini araştırdım ve bunu yaparken kafamda 'hmm islamı bu şekilde bitireceğim ahahah' gibi bir düşünce yoktu. 'MERAK ETTİM' .. O halde size göre şöyle bir sonuca ulaşabiliyoruz, bilim insanı geldi, müslümanları yok etmeliyim dedi ve evet evrim teorisini ortaya attı. Buna sadece kahkaha ile gülerim. Size acı bir gerçek söyleyeyim, tüm bunlar işin sadece alt dalları olabilir. Tüm bu bilimsel çalışmaların asıl nedenini size söyleyeyim, felsefeden de hatırlayabileceğiniz üzere 'merak' duygusu, 'geçmişe, geleceğe, insanlara, hayvanlara' olan merak duygusu. Tüm bu araştırmaların alt yapısı islamı bitirmek mi,, bu kadar sığ olamazsınız lütfen. Ki bu araştırmaların temeli, Eski Yunan Medeniyeti olarak adlandırdığımız peygamberden önceki döneme denk geliyor. Felsefenin ilk çıkış noktaları yani. Bakın, size tavsiyem seyahat etmeniz ve günah olarak görmeyerek ingilizce öğrenip gerek Avrupa ülkeleri gerek daha farklı doğu ve batı ülkelerinde insanlarla sohbet etmenizdir. Ön yargılarınız, hayata bakış açınız değişecek ve emin ol siz benim söylediklerime benden daha çok katılır hale geleceksiniz. Ben kimseye, hiçbir görüşe veya ideolojiye tapmıyorum, bilim tapılması gereken bir sistem hiçbir zaman oluşturmadı.. Evet reddetti, İncili, Kuranı diğer kutsal kitapları ve peygamberleri.. Fakat yok etmek istediği için değil, Adem Havva hikayesinden daha ileriye gidebilmek için. Ayın ortadan ikiye yarıldığına inanmadı, ya da denizin aynı şekilde.. Gerçek ve asıl ve nedeni doğru ya da yanlış insanlar bulmaya, sorgulamaya çalıştı ve bundan korkmadı. Sözlerime siz dindar insanların çok sevidiği kelime olan 'fıtrat'tan bahsederek son vermek istiyorum. Sizin şeytan olarak gördüğünüz dünya insanları sadece doğaları gereği, 'fıtratları gereği' merak etti. İçlerinde tabii ki siyasi emelleri ve çıkarları olanlar var ve olacaktır. Seyahat eder, araştırır bu insanları tanıma fırsatı bulursanız, şeytan olmadıklarını ve kafayı islamiyeti yok etmekle bozmadıklarını anlayacaksınız. Herkes doğru bildiğini yaşıyor sadece bu kadar.
YanıtlaSilbenim anlamadığım konu şu .NEYİN PEŞİNDESİN-neyi kanıtlamaya ve savunmaya çalışıyorsun yani evinde hastalanıp yatağa düş bakalım o savunduğun avrupalılar 1 kuruş verirlermi sana ve yardım ederlermi umurlarındamısın ve şuan kimlerin ekmeğini yiyorsun nankör müsün ha.gidip avrupalıların içine girmiş birkaç sahte iyilik görmüş gelip burda onlarI yere göğe sığdıramıyorsun zavallı kukla .bilmezmisin ki ilim ve bilimin İSLAM için önemini.hatta peygamber efendimiz HZ MUHAMMED s.a.v İKİ GÜNÜ BİRBİRİNE DENK OLAN ZARARDADIR buyuruyor.YANİ BUGÜN DÜNDEN Bİ TIK ÖNDE OLMALI YANİ İLİM VE BİLİMİN ÖNEMİNDEN BAHSETMİŞ.sende sanki ilim ve bilimi sadece batılılar araştırıyor tarihi araştır bakalım kim kimden öğrenmiş .o sahiplerin daha dün darvini başüstünde tutuyorlardı şimdi alay konusu haline getirmişler ve onun sahtekar olduğunu anladılar ama sen daha anlamadın sana anca biz müslümanlardan yardım gelir her ne kadar ateist olsan da
SilAferin sana güzel yazı. Ama kafirler içinden çıkamadıkları noktada uydurmaktan başka bir yol bulamazlar ve mecburen felsefe yapmak zorunda kalırlar. O yüzden de çelişkiler ve yanlış bilgiler her konuda bolca bulunur.
YanıtlaSilBizim gibi insanlar ise bir takım sırları bildiği için akıllara uygun açıklamaları tarih boyunca yaşadıkları devirde anlatmışlardır. Benim kafadaki 1000 sene önce yaşamış bir insan ile benim kafam değişmez aynı şeyleri zamana göre açıklarız. Bu yüzden de zamana göre çeviriler ehli olmayanlar tarafından tercüme edilmeye çalışıldığında Hz. Mevlâna'ya oğlancı diyecek kadar saçmalayanlar ortaya çıkmıştır.
Her neyse, konu itibari ile Mir'at-ı Kâinat yani kâinatın yaratılışı sınıfına giren bu yazı biraz yanlış olmuş.
Geçmişte yaşamış olan mahluklar, bugün kü mahluktan farksızdır. İnsanoğlunun fiziksel boyutları da ilk zamanlarda oldukça iri, ömürleri uzundu. Allah azze ve celle katında biz ademoğlunun bildiği 4 farklı gün vardır.
1 gün 500bin yıldır.
1 gün 1000 yıldır.
1 gün 24 saattir.
1 gün andır.
Biz faniler dünyada 24 saat olan günü kullanıyoruz.
İlmini alanlar aynı zaman da biz zaman ölçüsü ile ifade edilemeyen "an" olarak tabir edilen günde de yaşarlar. Misal alemi bu boyuttadır. Tayyi zaman ve mekan işleri bu boyuta aittir. Marifet sahibi bir veli aynı anda pekçok mekan ve zaman da bulunabilir.
Hızır aleyhisselam bu boyutta yaşamaya devam eder. Şehitlerden kimileri bu boyutta pek çok hadiselere dahil olurlar. Bütün bunlar Allah'ın izni iledir.
Kafirler, küçücük akılları ile bu sırları çözmeye kalkışıp maskara olmaktadırlar. Ancak "bilim" denen şey ile bunları ispat edemedikleri için pek çok konuyu saptırdıklarından dolayı büyük bir bilgi kirliliği ortaya çıkar. Uzaya çıktıklarını iddia etmeleride bu kabildendir. NASA web sitesindeki verileri analiz etseniz ortaya çok fazla çelişki çıktığını görürsünüz eğer rakamları, varsayımları, tespitleri doğru analiz edebilirseniz.
Bu durum onların kıyameti sadece dünya için kopacağını sanmaları gibi bir durumdur. Dünyadan kastım yıldızlar sisteminin tamamını kapsar. Oysa bu sistem 1. kat semanın içinde bir kısımdır. Bunun gibi 7 kat sema vardır.
Tıpkı gün kavramlarındaki boyut farkı gibi 7 kat yok olup yeni bir boyutta Mahşer kurulacak ve insanlar her günü bin gün olan o günde hesaba çekilip cennet ve cehenneme ayrılacaklardır.
İnsanlığın atası Adem aleyisselam ve o günkülerin boyları yaklaşık 40 metre civarıydı. Allah azze ve celle mahlukatıda Ademe uygun yaratmıştır. Örneğin bir at veya deveye 40 metrelik bir insanın binebilmesi mümkün değildir. Ancak bu hayvanların uygun fiziksel yapıda olması gerekir. Aynı şekilde bitkilr ve yiyecekler de böyledir.
Milyonlarca yıllık dedikleri iş o dönemin hayvanlarıdır. Kıyamete yaklaştıkça fiziksel boyutlar küçülmüş, ömürleri ilahi kanunlardan dolayı kısalmıştır.
Bu yaşadığımız alem, sebepler alemidir. Burada 2*2=4'tür. Bu hiçbir şekilde değişmez. Ancak Emir aleminde 2*2=4 değildir. Tayyi zaman mefhumu bunun gibidir. Somuncu Baba'nın Ulu caminin 4 kapısında birden görülmesi bunun gibidir.
Bu kadarcık bilgi ufkunuzu açar. Alemlerin Rabbi olan Allah celle celaluhu herşeyi yerli yerinde yaratan ve yaşatandır. Bizler ise sebepler alemini dahi idrak etmeyi beceremeyen aciz kullarız.
Muhtesem.bir yazi ve yorum seni tebrik ederim dostum dediklerinin altina imza atarim.. dinozorlar hicbir zaman olmadilar
YanıtlaSilemeğinize saygı duyuyorum .gerçekten yıllardır tahmin ettiğim şeyleri kağıda dökmüşsünüz de gelin bunu şu beyinsiz ateistlere anlatın .zaten dediğiniz gibi o havalı bilim adamları ve aekeologların uydurmalarından başka bişey değil.onlar uyduruyor bizdeki zekası kıt olanlar[deist budist ateist vb.] inanıyor ve bu salakların sırtından avrupalkılar para kazanıyor ve bunları yönetiyor.onlar bu hayatı seçmişler bir kere.daha da kurtulamazlar kolay kolay kuklalıktan
YanıtlaSilBu devirde bu cahillik. Arap tanrısına atfedilen metinde tanrı her şeyi insan için yarattım diyor ee dinozorların da insana faydası yok. O zaman dinozor olamaz hahaha �� Vay anam vay. Sen dinozoru falan boş ver. Arap tanrısı konuştuğu kişinin eşlerine siz ona karşı gelirseniz ben ve melekler ondan yana oluruz ve o sizi boşar ve biz de sizin yerinize ona bakire ve dul kadınlar veririz diyor... Sen bunlarla uğraş dayı, boş ver dinozoru. Şeytan icadı onlar şeytan ������
YanıtlaSilHarika bir yazi.. emeginize saglik 👏👏👏
YanıtlaSilBiraz uzun olmuş (bence sadeleştirin) ama ağzına sağlık arkadaşım. Eklemek isteyeceğim çok şey var daha buna. 1850li yıllardan önce hiç bulunmamış olması, ne hikmetse hep paleontolog ve malum bilim insanlarının bulmuş. Niye bir madenci, çiftçi, yol , tünel işçisi bulmadı bugüne kadar. Çünkü bulunan kemikler sahte bence. İdeolojik amaçla üretilmiş zamanla birçok rant içinde sürdürülmüş dünyanın en büyük yalanlarından biri bu.
YanıtlaSilEline emeğine sağlık. Ayakta alkışlanacak tespitler. Büyük emek olduğuna eminim ayağına tas değmesin.
YanıtlaSil