“Elif, Lâm, Ra. (Bu bir) Kitap’tır (ki,) Rabbinin izniyle
insanları karanlıklardan nûra, O güçlü ve övgüye lâyık olanın yoluna çıkarman
için sana indirdik” (İbrâhim 1).
“Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzûru, millî dayanışma ve adâlet anlayışı içinde, insan-haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, lâik ve sosyâl bir hukuk devletidir” (Anayasanın 2.
maddesi).
“Kimse, Devletin sosyâl,
ekonomik, siyâsi veya hukûki temel düzenini kısmen de olsa, din-kurallarına
dayandırmaz…” (Anayasanın 24. maddesi).
Görüldüğü gibi; anayasanın
24. maddesine göre lâik-seküler Türkiye Cumhuriyeti, kânunlarını dîne
dayandıramaz. Yâni akıl ve bilimle uygun olduğunu söylediği kânunlara dîni
karıştırmaz. İyi de; o zaman din niye lâikliği ve demokrasiyi kendisine
karıştırsın ki?. Din, yâni İslâm dîni, -hâşâ- lâikliğin “şamar oğlanı”mı ki?. O
hâlde hiç bitmeyecek olan bir savaş vardır: Din ve lâiklik savaşı.
“Lâiklik
veya laisizm (Fransızca: Laïcisme); “Devlet yönetiminde herhangi bir dînin
referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan
prensip”. Fransızca‘dan Türkçe‘ye geçmiş olan “lâik” sözcüğü, “din-adamı
olmayan kimse; din-adamı dışında kalan halk” anlamına gelen Latince “laicus”
sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde din-adamlarına “Clerici” din-adamı
olmayanlara da “Laici” adı veriliyordu. Aynı terimin İngilizce karşılığı ise
secularity olup, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması anlamına gelir. Latince
bir kelime olan “çağ” anlamına gelen “saeculum” kelimesinden geçmiştir.
Sekülerizm Türkçeye lâiklik, çağdaşlaşma veya dünyevileşme olarak üç farklı
terimle çevrilebilmektedir. Fransa‘da lâiklik için Laïcité (Laicisme) terimleri
kullanılmaktadır. Kavramlar, her iki biçimde de cismi ve bilimsel olan ile
soyut ve dinsel olanın birbirine karıştırılmamasını ifâde etmektedirler”
(Vikipedi).
Yazının başında verdiğimiz âyetin
bahsettiği “karanlıklar”, İslâm’î olmayan düşünce, ideoloji, felsefe, eylem,
yönetimler vb.’dir. İslâm-merkezli olmayan, vahiy-merkezli olmayan ve
sünnet-merkezli işlemeyen tüm izm’ler ve şeyler bâtıldır ve sonu karanlığa
çıkar. İnsanlık târihinde ne zaman ki insanlar bu karanlık yollara girmişler ve
istikâmetlerini şaşırmışlarsa, Allah merhâmetinden dolayı peygamberler ve
vahiyler-kitaplar göndererek insanlığı bu karanlıklardan aydınlığa çağırmış ve
sevk-etmiştir. Peygamberimizin vefâtından sonra karanlığın baskılanması -bâzı
aksaklık dönemleri olsa da- Hz. Alin’in vefâtına kadar sürdü. Bu târihten sonra
ise karanlık dönem Emeviler ile yeniden başlatıldı. Bilindiği gibi kan-emici
vampirler ancak karanlıklarda yaşayabilirler. “Aydınlık” onları öldürür, yok
eder. “Karanlığa” alışkın olan vampirler Güneş’in o muazzam ziyâsına ve Ay’ın
nûruna katlanamazlar ve yok olup giderler. İşte Emeviler ile birlikte
yer-altına gizlenmiş olan vampirler, aydınlıklar perdelenip karanlık bir ortam
oluşunca hemen ortaya çıkıverdiler. Tabi alttan-alta aydınlığı temsil eden
sahih bir damar da her zaman vâr-olagelmiştir. İşte; sözde “aydınlama” denilen
karanlık dönem ile birlikte karanlık tüm yeryüzünü yeniden kuşatmaya başlamış
ve hâlen bu karanlık devâm etmektedir. Modern dönemin karanlık ideolojisinin
adı “lâiklik”tir.
Laisizm, mecbûren karanlığı
temsil eder. Onun doğasında karanlık vardır çünkü. Bir şeyin aydınlığı temsil
etmesi için, herkesi aydınlatması gerekir. Meselâ Güneş, kimseyi ve hiç-bir
şeyi ayırmadan herkesi ve her-şeyi aydınlatır. Laisizmin böyle bir misyonu da
gücü de yoktur. Zîrâ vahyin ışığından-nûrundan mahrumdur. İşin ilginç tarafı;
bu ideoloji ortaya atılıp uygulanmaya başladığından bêri insanlığın dertlerine
bir dermân ol(a)madığı gibi, tam-aksine belâ olmuştur. Lâiklik sâdece; bu
karanlığı ortaya atan vampirlerin işine yaramıştır ve yaramaktadır. Şeytan
kontrôllü, tâğut işleyişli bu ideoloji, yine şeytana meta-fizik, tâğutlara ve
onların uşaklarına ise fizikî hazlar sağlamıştır-sağlamaktadır. Halkın geneline
ise, -buna lâikliği savunanlar da dâhil- bir faydası olmamıştır ve onları sâdece
avutmuştur-avutmaktadır. Körü-körüne olan bu inanç, insanları hâlen
oyalamaktadır. Bu oyun işe yaradığı müddetçe de lâikliği sürdüreceklerdir.
Laisizmin târifinde, “din ve
devlet işlerinin ayrılması”; “herkese inanç özgürlüğü” gibi laflar edilse de,
aslında lâiklik; “devlet işlerine dînin sokulmaması ve devletten uzak
tutulması” demektir. İnanç özgürlüğünü getiren lâiklik değildir ki; onu İslâm
getirmiş ve 1.000 yıl boyunca en iyi şekilde uygulamıştır. Lâiklik ise,
söylediği gibi tüm inançlara eşit davranmaz-davranamaz. Bu tanımlar bu nedenle
bir kandırmacadır. Tâğutlar ve uşakları, devlete dîni yâni adâleti, ilâhi
kontrôlü, ahlâkı, merhâmeti, vicdânı, dolayısı ile Allah’ı ve Kur’ân’ı
sokmayarak, kendi çıkarlarına yönelik istedikleri hükümleri çıkarmışlar,
nefislerine göre kânunlar-yasalar hazırlamışlar ve tâğutların emirlerini yerine
getirmişlerdir. Devlet işlerine dîni sokmamak demek, ahlâkı sokmamak, adâleti sokmamak,
vicdan ve merhâmeti sokmamak, Kur’ân’ı sokmamak, Peygamberi karıştırmamak,
Allah’ı dâhil etmemek anlamına gelir. Zîrâ dediğimiz gibi; vahyin nûru kan-emici
vampirleri yakar ve yok eder.
Merhâmet olmadığında bir
şeyden bir yarar ve fayda beklemek abestir. Merhâmet yok ise, merhâmetsizlik
vardır. Merhâmetin kaynağı ise maddî değil mânevidir. O hâlde merhâmet demek mâneviyat
yâni din demektir. Bu nedenle devlete dîni sokmadığınızda, merhâmeti de sokmamış
olursunuz. Devlet işlerine merhâmeti dâhil etmediğinizde adâleti de dâhil
edemezsiniz. Çünkü merhâmetsiz adâlet olmaz. Merhâmeti olmayanlar niye adâletli
davransınlar ki?. Rûhun karışmadığı ve salt akılla yapılan işlerin sonu, lâikliğin
ortaya çıktığı günden bêri yada dînin devlet işlerine karıştırılmadığından bu
yana hep zulüm üretmiştir. Sünnetullahın gereği budur. Göklerdeki bir düzenin
Dünyâ’da da oluşması için gökleri Düzenleyenin devleti de düzenlemesi gerekir.
Aksi-hâlde kaos hiç bitmeyecektir ve sonunda büyük yıkım kaçınılmaz olacaktır:
“O,
iş-başına geçti mi (yada sırtını çevirip gitti mi) yer-yüzünde bozgunculuk
çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise,
bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).
“Size isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin
kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder” (Şûrâ 30).
İslâm, Allah katındaki tek
dindir. “Tüm dinler” dendiği zaman, İslâm’dan başkası bâtıl şirk dinleri
olduğundan dolayı, devletin bâtıla ve şirke meydan verdiği anlamı da çıkar. Bu
nedenle “lâiklik tüm dinlere aynı mesâfede muâmele eder” demekle, “lâiklik,
bâtıl olana da hak olan gibi muâmele eder” denmiş olur ki, bu “bâtıla alan
açmak” demektir. Bâtıla alan açmak ise, “zulme alan açılması” anlamına gelir. Lâiklik,
İslâm’ı “tek hak din” olarak görmemek demektir. Oysa “Allah katında tek hak din
yâni tek geçerli din İslâm’dır. Diğerleri bâtıldır, karanlıktır.
Lâiklik, insanın Allah’a;
-hâşâ ve sümme hâşâ- “haddini bil” demesidir. “Senin yerin göklerdir. Oradan
başkasına karışma” demektir. “Güneş’i tam zamânında doğur ve batır, rüzgarları
estir, yağmurları yağdır.. fakat bizim işlerimize sakın karışmaya kalkma!”
demektir. İşte Kur’ân’ın baştan sona “affedilmeyecek” dediği günah olan şirk
budur. Şirk, işe Allah’ı karıştırmamak demektir. Hattâ şirk, Allah’ı işe,
tam anlamıyla karıştırmamak da demektir. Allah’ı işe “az-biraz karıştırmak”
da şirktir. Şirk Allah’a îman etmeme, güvenmeme, O’na teslim olmama demektir.
Zâten O’na teslim olunmadığında O’ndan başka her-şeye teslim olunmaktadır.
Lâikliğin batı’ya faydası
olmuş olabilir. En azında maddî faydası olmuştur. Yoksa batı bir cehâletten,
başka bir cehâlete, bir zulümden başka bir zulme dönmüştür lâiklikle. Yâni
batı, lâiklikten önce hak üzere değildi ki haktan sapıp da başka bir sapıklık
olan lâikliğe geçmiş olsun. Tabî ki lâik olmayanları istisnâ ediyoruz. Lâikliğin,
batı’ya maddî bir getirisi olduğundan, batı lâikliği benimsenmiştir. Fakat bu benimseyişin
bedeli, ahlâktan vazgeçmek olmuştur. Ahlâktan vazgeçince de yine farklı bir
karanlığa düşmüştür. Demek ki lâikliğin başı da sonu da batıldır, karanlıktır.
İlk düğme yanlış iliklendiğinde diğerleri de mecbûren yanlış iliklenmektedir. Yûsuf
Kaplan:
“Şunu bileceksiniz: Lâiklik, bize âit bir tecrübe
değildir. Fransa’dan ithâl edilmiş, İngilizler tarafından dayatılmış bir
ideolojidir. Bir deli gömleğidir. Toplumun İslâm’la ilişkisini bitirmeyi
amaçlayan bir tasma, bir sopadır. Ve yaklaşık bir asırlık süreçte de tasma ve
sopa olarak kullanılmıştır” der.
Şükrü Hüseyinoğlu ise şöyle
der:
“Bu tür yanlış anlayış ve inanışlarla insanlar, Yüce
Allah’a (hâşâ) had bildirmeye, sınır koymaya kalkışmışlardır. Yoktan yaratmış
olduğu insana, yeryüzüne ve tüm varlığa ölçü ve sınır koyan, hükmeden ve
belirleyen hâkim bir Allah inancı yerine, insanlar tarafından tanımlanan,
insanların kendisi için sınır belirlediği, neye karışıp neye karışmayacağını
insanların karara bağladığı mahkûm bir Allah inancı yerleşik hâle getirilmiştir.
Bu yanlış inançları şöyle sıralayabiliriz:
1-Kâinâtı yaratıp (hâşâ) köşesine çekilmiş, hayâta
müdâhil olmayan Allah inancı. Yunan filozoflarının inancı da, bugün onların
yolunu sürdüren hâkim batı kültürünün yaklaşımı da budur. Laisizmin kaynağı da
bu anlayışa dayanmaktadır. Oysa Rabbimiz, yarattıklarını başıboş bırakmadığını,
onları her-an gözetlediğini bildirmekte, peygamberler ve kitaplar göndererek
insanlara yol göstermekte ve insanları Hesap Günü Dünyâ’da yapıp-ettiklerinden
hesâba çekeceğini bildirmektedir.
2-Kendisine kolay ulaşılamayan, uzak olan Allah
inancı. Oysa Rabbimiz kendisinin bize şah-damarımızdan da yakın olduğunu
bildirmektedir: “Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını
biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız” (Kâf 16).
3-“Gök Tanrı” inancı. Yâni sâdece gökleri idâre eden
bir Allah inancı. Oysa Rabbimiz bir-çok âyet-i kerîmede kendisinin göklerin,
yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabbi olduğunu beyân etmekte (Bkz.: Sâffât,
37/5; Nebe’, 78/37) ve “Yaratmak da, emretmek de Allah’a âittir” buyurmaktadır.
(A’raf 54. âyet).
4-Hep affeden, sâdece merhâmet sâhibi olan Allah
inancı. Oysa Rabbimizin affı gibi cezâlandırması da olduğunu, Rahman ve Rahim
olduğu gibi Kahhar ve Muntakim de olduğunu Kur’ân bize bildirmektedir. Rabbimiz
Kur’ân’da kendisini şöyle tanıtmaktadır:
“Bilin ki, Allah gerçekten cezâsı pek
şiddetli olandır. Ve Allah bağışlayandır, esirgeyendir” (Mâide 98).
“Sana söylenen şeyler, senden önceki
elçilere söylenenden başkası değildir. Şüphesiz, Rabbin, hem elbette mağfiret
sâhibidir, hem de acı bir azab sâhibidir” (Fussilet 43).
Bizler, Rabbimizi, Kitab-ı Kerim’inde bize kendisinin
tanıttığı gibi tanır, öylece îman ederiz. Yaratmanın olduğu gibi, emretmenin de
O’na âit olduğuna îman ederiz. O’nun sâdece göklerin değil, yerlerin de
Rabbi olduğunu, sâdece mâbedlerin değil, çarşı-pazarın ve parlamentoların da
Rabbi olduğunu biliriz, bu akideyi yeryüzüne hâkim kılmaya çalışırız.
Rabbimizin bize şah-damarımızdan da yakın olduğu bilinciyle ancak O’na yönelir,
duâda ve ibâdette aslâ aracılara tevessül etmez, hanifler ve muhlisler olarak
yüzümüzü ancak O’na doğrulturuz. İzzeti ancak O’nun yanında arar, O’ndan
başkasını rabb ve ilah edinmekten titizlikle sakınırız”.
Lâiklik, Peygamberi de ara
kablosuna çevirip işlevsiz hâle getirir. Hâlbuki Peygamberimiz, “usvet-ül
hasene”dir. Yâni güzel örneklik:
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü
umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek
vardır” (Ahzab 21).
Lâiklik, bu “güzel örnek”ten
mahrum kalmak demektir. “Güzel örnekten” mahrum kalanlar, kötü çirkin
örnekliklere kapılırlar ve sonuçta da kötülükle ve çirkinlikle karşılaşırlar.
“Kur’ân’da lâikliğe aykırı
bir âyet var mı” diyorlar. Kur’ân’daki âyetlerin tamâmı lâikliğe aykırıdır.
Zîrâ Kur’ân bir hayat kitabıdır. Kur’ân’ın sistemi, “insan-merkezli olana
reddiye” şeklinde değildir. Kur’ân ideolojilere karşı bir anti-tez kitabı
değildir. O, hakkı ortaya atar ve tüm bâtıllar yok olur gider. Lâiklik de dâhil.
“İnsan ile Allah arasında
kimse giremez “diyorlar. Bu tanımı nereden alıyorlar?. İnsan ile Allah arasına
her-şey girer. Fakat sorun, bu araya girenleri ilahlaştırmaktır. Bu sözü
söyleyenlerin Allah ile kendileri arasına sokmadıkları hiç-bir şey yoktur. Bir
tek dîni sokmuyorlar. Parlamentodakilerin tamâmı ve parlamentodan çıkan
hükümlerin tamâmı Allah ile insan arasındaki aracılardır. Allah ile kul arasına
aracı sokmamak hedefi geri teperek, “sonsuz aracılar” olarak tezâhür etmiştir.
Lâiklik hakkında bâzı sözler:
“Bir kimse Din ile Devlet işlerinin
ayrı olduğuna inanırsa, savunursa, veya onun için çalışırsa; ve bu inanç
içinde Allah için Kâbe’ye gidip Hac fârizasını yerine getirirken Kâbe’nin
duvarının dibinde ölse bile, o bu inanç sebebiyle ebedî kâfirdir!” (İmam-ı Gazali: el-Minkudu
mined-dalâl).
“Sizler Allah’ın dâvetine
değil de, Allah mı sizin dâvetinize icâbet edecek?. Bu ne kadar safça, bu
ne kadar aptalca bir beklentidir böyle!” (Mehmed Alagaş).
“Din ile devletin ayrılması yahudilik
ve müslümanlıkta imkânsızdır. Çünkü her iki din, insanların yirmi dört
saatini ayarlar. Sâdece devletle olan ilişkilerini değil, özel
hayatlarını, nasıl yiyip-içeceklerini, nasıl temizleneceklerini, karı-koca
arasındaki ilişkiyi ve tabî ki devletle olan ilişkiyi belirler” (İlber
Ortaylı).
“Müslüman bir toplumda dînin
devletten ayrılması sâdece diktatörlüğe yol açar. Bu diktatörlük “çağdaş
devlet” adı altında yutturulur. Aynı-zamanda bize ideâl olanın dîni
devletten ayırmak olduğunu öğretenler kendi ülkelerinde öyle yapmamaktadırlar.
Meselâ İsrail… Bu devleti kuranlar peygamberlerinin ismini takmışlardır
devletlerine” (Fehmi Şinnâvî).
“Eğer ümmet böyle (lâik) bir hükümeti
seçip hoşnutlukla kabûllenirse,
bana göre kesinlikle dinden çıkar.
Bundan [dinden çıkıldığından] şüphe eden de dinden çıkar. Tevbe edip, dînî
hüküm ve dînî yönetime dönmedikleri [dönmek gerektiğini kesin olarak kabûl
etmedikleri] sürece müslüman sayılmazlar” (Şeyhu’l-İslam Mustafa Sabri
Efendi).
“Kur’ân ve Sünnet nassları, İslâm
dîninin hem Dünyâ hem de âhiret maslahatlarını câmi olduğuna ve bunların
ahkâmına açık bir şekilde delâlet etmektedir. Bu îtibarla, dîni devletten ayırmaya
çalışmak açıkça küfürdür” (Zâhid el-Kevserî).
“Lâisizma, bizzat hristiyanlığa karşı
tehdit edici bir engel değil, ruhânî nüfuzdan faydalanarak Dünyâ’yı idâreye
kalkan papazların nefslerine karşı bir mâniadır. Bizde ise bunu,
doğrudan-doğruya dîni dünyâdan ayırmak mânâsına alıyorlar. Bu işde ne muazzam
bir canbazlık yapılıyor. Din, bizzat dünyâ-hükümlerine mâlik olunca onu ya topyekûn
red ve nefyetmek, yâhut kabûl etmek mümkündür; herhâlde Dünyâ’dan ayırmak
mümkün değildir. Dîni hem kabûl, hem de Dünyâ’dan ayrı mütalâa etmek, bütün
mevcutları yaratan Allah’ı tasdik ettikten sonra, onun Dünyâ’ya karışmayacağını
iddia etmektir ki, bu da abeslerin ve muhâllerin şâhı olur” (Necip Fazıl
Kısakürek).
Lâiklik, “din ile devletin
ayrılması” değildir. Dînin devlet denetimine alınmasıdır. Bu, dînin bertarâf
edilmesi demektir. Oysa İslâm’da devlet; “din-u devlet”tir. Din siyâsete âlet
edilmemelidir; tam tersine, siyâset dîne “âlet” edilmelidir. Lâiklik,
“dîni millîleştirme” girişimidir ki, meselâ lâiklik kapsamında ezan Türkçeleştirilmiştir.
“Türkçe ibâdet” tartışmaları başlatılmıştır. Lâiklik bir “inanç” şeklidir.
Seküler inanç şekli.
Devlete bağlı olan dinler,
devletin yıkılmasıyla yıkılır gider. Din devlete değil, devlet dîne bağlı
olmalıdır. Din Allah’ın olduğu için yıkılmaz, bir-çok devlet yıkılsa bile.
Allah katında din İslâm’dır.
Daha doğrusu tek hak din İslâm’dır: “Hiç
şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır... (Âl-i İmran 19). Bu yüzden
diğerleri mecbûren bâtıldır. Fakat lâiklikle birlikte tek hak din olan İslâm
ile, bâtıl olan dinler -sözde- eşit duruma getirilmiştir. Lâiklik, İslâm ile
diğer dinleri eşitleyerek hem İslâm’ı aşağılamıştır, hem de “çok dinli” bir
yapı kurarak izâfi bir din algısı oluşturmuştur. En ilginci ise, “müslüman”
olduğunu söyleyen bâzı kişiler, aynı-zamanda, İslâm’ı diğer dinlerle eşit hâle
getiren lâikliği benimseyebilmektedir. Eğer bu durum bir cehâlet değilse, …
tir.
Lâiklik, aslında “dinleri dışlayarak
ve hakir görerek” eşitlemektedir. Bu tür bir eşitliği de “onların saygınlığını
korumak” olarak yorumlamaktadır. Fakat en çok da İslâm’ı hakir görür. Zîrâ
hayâta karışan yâni lâikliğe kafa tutan tek din İslâm’dır. Bir plân ve proje
kapsamında, İslâm’ı “dinlerden bir din” olarak göstermek ve böylece diğer
dinlerle aynılaştırmak ister.
Bilindiği gibi lâiklik,
batı’da ruhbanlara karşı çıkarılmış ve yürürlüğe konmuş bir ideolojidir. İyi de
bunu İslâm’a niye uyguluyoruz ki?. İslâm’da ruhbanlık yoktur ki onlara karşı
lâikliği ortaya koyarak görece bir düzen oluşsun. Ruhbanlığa karşı îcad edilmiş
olan lâiklik batı’da görece bir yarar sağlamış olabilir fakat ruhbanlık kurumu
olmayan İslâm’ın lâikliğe ihtiyâcı yoktur ve lâiklik ona zarar verir.
Lâikler, Müslümanlara; “dîni
kendi çıkarları için kullanıyorlar” diyorlar, tabî ki de dîni kendi çıkarım
için kullanacağım. Fakat helâl yönden hem dünyevî çıkarım için hem de
âhiretteki çıkarım için. Asıl, onlar lâikliği kendi çıkarları için kullanıyorlar.
Lâiklik zâten çıkar için ortaya konmuştur. Fakat “sâdece bâzılarının çıkarları”
için. İşte din, bu çıkarların önüne geçer. Vahiy-merkezli din ise, “çıkar-merkezli”
kullanılamaz. Sahih din, yâni vahiy/sünnet-merkezli din, “sâdece birilerinin
çıkarı için” kullanılmaya müsâit değildir. “Herkesin ortak çıkarı” için
gönderilmiştir din.
“Sizin dîniniz size benim dînim
banadır” âyeti, “fakat merâk etmeyin, benim dînim iktidâr istemiyor” demek
değildir. Bu, “zorla kimseyi dîne sokamayız” demektir. Yoksa İslâm, hayâta
hâkim olmak isteyen ve hattâ bunu şart koşan bir dindir.
“…İşleri aralarında şûrâ iledir..” (Şûrâ 38) âyeti var. Şimdi bu şûrâya din ve dindarlar-müslümanlar
katılamaz m?. Onlar da din-merkezli görüşlerini bildiremezler mi?. Evet; lâikliğe
göre bildiremezler. Bildirseler de ve görüşleri muazzam görüşler olsa da
yazının başında bahsettiğimiz 24. maddeye göre bu görüşler kâle alınmaz lâiklik
gereği.
Lâiklik, Kur’ân’ı kat-kat
sarmalayıp yüksek bir yere asmanın moderncesidir. Dînin alanı, lâiklik
tarafından sınırlandırılamaz. Hiç-bir şey tarafından sınırlandırılamaz. Aslolan
dindir çünkü. Unutulmasın ki Peygamberimiz hem din hem de devlet başkanıydı. Lâikliğin
doğasında bir bozukluk vardır. O bakımdan ondan bir hayır gelmez.
Hiç kıvırmaya gerek yok; lâiklik,
“dinsizlik” demektir. “Çok-dinlilik” de bir çeşit dinsizliktir. Zâten Ziyâ Gökâlp
de; Fransızca olan “lâik”in karşılığı için, Türkçe kelime olan “lâ dînî” yâni “dînî
olmayan” kelimesini kullanmıştır.
Lâiklik “genel bir din
düşmanlığı” değil, “koyu bir İslâm düşmanlığı”dır. Tüm dinlere eşit
mesâfedeyken, İslâm’ı ise olabildiğince dışlamak ve yok etmek ister.
Lâikliğin bir tanımı olarak,
“devlet tüm dinlere eşit mesâfededir” sözü İslâm ve müslüman bir ülke açısından
yanlıştır. Çünkü Kur’ân’a göre tek hak din İslâm’dır ve zâten peygamberler de
bu tek hak din olan İslâm’ı diğer dinlere hâkim kılmak için gönderilmişlerdir:
“Hiç şüphesiz din, Allah
katında İslâm’dır…” (Âl-i İmran 19).
“Ki O, elçilerini
hidâyetle ve hak din ile, diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi.
Şâhid olarak Allah yeter” (Fetih 28).
“Elçilerini hidâyet ve
hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din olan İslâm’ı) bütün dinlere
karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile” (Saff 9).
Lâiklik yanlısı olanlarla olmayanlar arasındaki
tartışma, “İslâm’ın sâdece şahsî bir din mi yoksa sosyâl ve siyâsî hayâta
doğrudan müdâhale eden bir din mi” olduğu sorusunda düğümlenmektedir. Lâiklerin
önünde duran en büyük güçlük, imkânsız olan bir şeyi, yâni Hz. Muhammed’in bir
kânun koyucu ve siyâsî bir lîder olarak hareket ettiği zaman dînî bir faaliyet
göstermediğini ve lâik bir tutum içinde olduğunu ispât etmek zorunda kalışlarıdır.
Bunu yapamadıkları için -ki aslâ yapamazlar- Peygamber’in güzel örnekliği olan
sünnetini inkâr etmek yoluna girmişlerdir. Lâik olmak için dinden arınmak gerekir.
Lâiklik zâten “lâ dînîlik”tir. Ziya Gökalp lâikliği “lâ dînîlik” olarak
tanımlar.
Lâiklik müslüman Türkiye’ye
çok-çok dar gelen bir gömlektir. Buna rağmen giydirilmeye çalışılan bu gömleğin
sık-sık düğmeleri kopar ve hattâ yırtılır.
Lâiklik, İslâm’ın yokluğu hâlidir.
Karanlığın, “aydınlığın yokluğu hâli” olması gibi. İslâm geldiğinde lâiklik
orada bulunamaz.
Lâiklik, “îman ve amelin
birbirinden ayrılması”dır.
Lâiklik, “halka rağmen halk
için yapılan” şeydir.
Lâiklik, Allah’a; -hâşâ- “bu
sınırı geçemezsin” diyerek bir sınır çizmektir.
Lâiklik; dindarlığın,
hayâtın her alanında değil, sâdece câmide yapılabileceğini söyleyen şirk
ideolojisidir.
Lâiklik, “taşeronluğunu tâğutların
yaptığı şeytanın iktidârı”dır vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder