13 Mart 2016 Pazar

Tümdengelim Mi, Tümevarım Mı?


İnsanların kullandığı farklı düşünme yöntemleri vardır. Bu yöntemlerin hangisinin daha doğru bir yöntem olduğu tartışmaları eski zamanlardan bêri yapılır. Bu yöntemlerden hangisinin daha doğru olduğu, hangisinin sonuçta kesin ve doğru bilgiye ulaştığı-ulaştırdığı ve bu düşünme yöntemlerine göre yapılan çalışmaların sonucunun insanlara-canlılara ne gibi bir yarar-zarar sağladığıyla orantılıdır. Târihe baktığımızda, modern dönemde insanların-canlıların daha fazla zarar gördüğü âşikârdır. Bunun nedeni şudur: Tümdengelim yönteminde “doğal örnekliğe” göre bir düşünüş ve edip-eyleyiş vardı. Bu nedenle de insana ve canlı-cansız varlıklara bir zarar verilmiyordu. Fakat modernizm ile berâber bu doğallık bozuldu. Çünkü “tümdengelim” düşünme yöntemi, “tümevarım”=parçacı düşünme yöntemi ile değiştirildi.

 

Tümevarım yöntemi seküler bir yöntemdir. Aşırı akılcı bir yöntemdir. Sonsuz Akıl Sâhibi Allah’ın yarattığı kâinâtın, sınırlı akılla kesin ve doğru bir şekilde bilinebileceğini zanneder. Modern bilimin kurucularından Bacon, bilimin başlıca yöntemini tümevarım yöntemi olarak kabûl eder. Çünkü o da seküler ve “akılcı” bir düşünceye sâhiptir. Modernizm ile birlikte Allah-merkezli=tümdengelim düşüncesinden kopulmuş; insan-merkezli=tümevarım düşüncesine geçilmiştir. Bu aslında, “dînî-dinli” olandan, seküler=dinsiz olana bir geçiştir. Hasan Aydın bu konuda şöyle der:

 

“Bacondan îtibâren modern-bilimin en temel yöntemi olarak karşımıza çıkan tümevarım, bilimin sekülerleştirilmesinde önemli bir işlev yüklenmiştir. Tümdengelim, Tanrının insan doğasına yerleştirdiği düşünülen a-priori bilgilerden ve kutsal metinlerdeki ana öncüllerden sonuç çıkarmaya dayanmaktaydı. Bu yönüyle tümdengelim temel öncüllerde vâr olanın ötesinde yeni bir bilgi vermek yerine, öncüllerdeki bilgilerin tikel durumlara uyarlanmasında işlevseldi. Bu yüzden tümdengelimin döngüsel (totolojik) bir karaktere sâhip olduğu, temel öncüllerde yer alanı aşan yeni bilgiler vermediği ileri sürülmüş ve bu özelliğinden dolayı güçlü eleştirilere uğramıştır. Oysa tümevarım, gözlem ve deney yapmaya, diğer bir deyişle bilim-insanlarının yüzlerini a-priori ve tanrısal olana değil, nesneler-dünyâsına, deneysel olana döndürmesi için zemin hazırlamıştır. Modern bilimin, tümevarımsal yapısı ve deney odaklılığı, onun ortaya koyduğu bilgilerin genel-geçerliliğini sağlamak için yeterli midir?”.

 

Bu iki düşünme yöntemi şunlardır:

 

Tümdengelim (Dedüksiyon): Genel ilkelerden hareket ederek tek-tek olaylar hakkında bir yargıya ulaşma yoludur. Kısaca, genelden özele ve genelden genele uzanan düşünme biçimi olduğu söylenebilir. Aristoteles’e göre zihin, hakîkati bu yol ile arar. Aristo; “Akla gelebilecek bütün seçeneklerin, almaşıkların birer-birer gözlemlenmesinin ve doğruluğunun ayrı-ayrı saptanarak bir yargının tümevarım yoluyla kesin olarak kanıtlanmasının olanaksız olduğunu” söyler. Aristo için önemli olan, “tek-tek şeylerin bilgisini derlemek” değil, “evrensel bilgiye yükselebilmek”tir. Tek-tek şeylerin bilgisinden giderek, oldukça evrensel yada daha evrensel bilgilere ulaşabiliriz. Fakat “en evrensel bilgi”ye tek-tek şeylerin bilgisinden ulaşamayız. Buna göre gerçek bilgi üretimi tümevarımla değil tümdengelimle yapılır. Önemli olan “daha evrensel”den “daha özel”i yada “daha az evrensel”i çıkarmaktır.

 

Tümevarım (Endüksiyon): Tekil ve tikelden tümeli, özelden geneli çıkaran uslamlama yöntemi. Francis Bacon, bilimsel araştırma yönteminin felsefesel içeriğini saptayarak tümevarımı şöyle tanımlamıştır: “Bilmek için sınamak, gözlemlemek, olayları çözümlemek ve sonra ayrı olaylardan genellemeler yapmak ve sonuçlar çıkarma yöntemi”. Tümevarım yöntemi, bilimsel önemini 17. ve 18. yüzyıllarda kazanmış ve Francis Bacon, Galile , Newton ve John Stuart Mill’in katkılarıyla bir hayli gelişmiştir. Bugün iki türlü tümevarım ayırt edilmektedir: Bir sınıfa giren bütün öğelerin incelenmesi sonucu olan “tam tümevarım”; bütün öğelerin incelenemeyeceği durumlarda zorunlu olarak başvurulan ve çok sayıda öğenin incelenmesiyle yetinen “eksik tümevarım”. Eksik tümevarımlarda varılan sonuç “belki”li bir sonuçtur. Örneğin bir-çok kedinin kuyruklu olduğuna bakarak bütün kedilerin kuyruklu olduğu yolunda tümevarımsal bir sonuç çıkarırız. Ne var ki Man Adaları’nda yaşayan kediler kuyruksuzdur. Bu yüzden “bütün kediler kuyruklu değildir” dememiz daha doğru olurdu. (felsefe.gen.tr).

 

“Sosyolojinin Alanı ve Yöntemleri” adlı yazıda yöntemlerin tanımı ve örneği şu şekilde yapılır:

 

1-Tümdengelim: Tümdengelim, gerek akıl gerekse gözlem ve deney yoluyla elde edilmiş genel bir ilkeyi ayrı-ayrı olaylara uygulamaktır. Başka bir deyişle, “özelin bilgisini genel yargılardan çıkarmak”tır. Örnek:

 

Toplumsal değişmenin çok hızlı olduğu dönemlerde suç-oranı artar.

İstanbul’un toplumsal değişme hızı çok fazladır.

O hâlde İstanbul’da suç-oranı artar.

 

Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, tümdengelim yöntemi bize yeni bir bilgi vermez. Genel yargıların içerisindeki saklı olan bilgileri açığa çıkartır.

 

 2-Tümevarım: Tümevarım, gözlenen tek-tek olgulardan yola çıkarak genel yargılara ulaşmaktır. Başka bir deyişle, tümevarım özelden genele giden bir akıl yürütme türüdür. Örnek:

 

Gözlediğim Seyrek Köyü’nde köyden kente göç-oranı azdır.

Gözlediğim Ortaklar Köyü’nde köyden kente göç-oranı azdır.

Gözlediğim Yanıklar Köyü’nde köyden kente göç-oranı azdır.

Gözlediğim Geren Köyü’nde köyden kente göç-oranı azdır.

O hâlde sulu tarımın yapıldığı köylerde köyden kente göç-oranı azdır”.

 

3-Anoloji: Anoloji, iki benzer olay arasında karşılaştırma yaparak sonuca ulaşmaktır. Örnek:

 

Arjantin’de enflasyon oranı yüksek olduğundan toplumsal muhâlefet fazladır. Yunanistan’da da enflasyon oranı yüksektir. O hâlde, Yunanistan’da da toplumsal muhâlefet fazladır.

 

Anolojinin tümevarım yönteminden farkı şudur: Tümevarım, özelden genele bir akıl yürütmedir, Anoloji ise özelden özele bir akıl yürütmedir.

 

4-Birleştirici Yöntem: Birleştirici yöntemde, incelenen toplumsal olay ile ilgili olan diğer olaylar da göz-önüne alınarak açıklamalar yapılır. Çünkü, toplumsal olaylar bir bütündür. Araştırmacı da toplumsal olayların karşılıklı bağlılığına ve etkileşimine dikkat etmek zorundadır. Birleştirici yöntem her ne kadar yöntem olarak anılsa da başlı-başına yöntem olmaktan çok, bir yöntem ilkesidir.

 

Galilei, kendisinden önce de ileri sürülmüş olan bir yöntem anlayışına, bilimsel araştırmada deneyden kalkmak, yâni tümevarımı (inductio) kullanmak gerektiği savına karşı şunları söyler:

 

“Empirizmin anladığı gibi olan tümevarım, hiç-bir zaman değeri olan bilgilere vardıramaz. Çünkü böyle bir tümevarımın tam olması için bütün hâllerin gözden geçirilmesi gerekir, bu da yersiz bir iştir; bu hâllerin sayısı sonsuz olup da hepsi gözden geçirilemiyorsa, o zamân da tümevarım eksik kalır, dolayısıyla da güvensiz olur. Tek-tek hâlleri sayıp gözden geçirmekle yetinen bir tümevarım, hiç-bir zaman tümel geçerliği olan önermeler ortaya koyamaz”.

 

Aristo, dedüktif=tümdengelimi savunurken, modern-bilimin kurucularından Bacon, endüktif=tümevarımı savunur. “Modernizm kırılması” işte bu, “tümdengelimden tümevarıma yapılan bir dönüş”ün sonucudur ve Françis Bacon ile başlamıştır.

 

Tümdengelimden tümevarıma geçiş modern-bilim ile başlamıştır. Hâlbuki tümdengelim çok nettir ve hatâsız sonuç verir. Bir yazıda bu konuda şöyle denir: “Tümdengelimden tümevarıma geçiş bilimsel yöntem değişikliği olmasının yanında, felsefî, epistemolojik ve paradigmatik bir dönüşümdür. ‘Bütün insanlar ölümlüdür’den ‘Ahmet de ölümlüdür’e giden çıkarım zinciri, tümel olanın doğruluğu a-priori (önsel) olarak kabûl edildiğinden, deney ve gözlemi gerektirmez. Doğanın kitabının heyecanla okunması söz-konusu değildir ve böylesi bir paradigmâl çerçevede doğanın teknoloji yoğun dönüştürülmesi söz-konusu olmadığından üretim araçlarındaki farklılaşma da nispeten düşüktür. Bu, doğanın dönüştürülmesinin görece kısıtlı olduğu bir ekonomik sistemdir”.

 

Karl Popper’e göre doğada herhangi bir olayı veyâ olguyu tümevarım ile doğrulamak olanaklı değildir. Örneğin “tüm kuğular beyazdır” önermesini tümevarım yoluyla gözlem ve deneyle doğrulamak olanaksızdır. Tüm kuğuların beyaz olduğunu göstermek olanaksızken, bir tek kuğunun başka renk (örneğin siyah) olduğunu göstermek daha kolaydır. Bir genel önerme tek bir yanlışla çürütülebilir. Bu yüzden Poper’e göre bilimin yönteminin tümevarım değil tümdengelim olması gerekir.

 

Nesefl’ye göre, “Allah’a dair bilgimizin, tümdengelime (a-priori) dayanan bir bilgi olması gerekir. O kendisini nasıl ortaya koyuyorsa, insan O’nu o şekilde bilecektir. Tanrı hakkında tümevarım yoluyla endüktif bilgi elde etmek mümkün değildir”.

 

Tümdengelim “niçin”i, tümevarım “nasıl”ı açıklar. Fakat tümevarım “nasıl”ı mutlak kesinlikte açıklayamamıştır ve aslında hiç-bir zaman da açıklayamaz. Yâni “nasıl”lığın açıklamasının bir sonu ve kesinliği yoktur. Oysa “niçin”lik kesindir ve onu bildiren de ancak Allah’ın vahiydir.  

 

“Tüm insanlar ölümlüdür” önbilgisi (tümdengelim), tek-tek insanların da ölümlü olduğunu kısa yoldan kolayca gösterir. Fakat Ahmet, Mehmet, Ali, Veli, Ayşe, Fatma… vs. tüm insanların ölümlü olup-olmadığını gözlemleyerek “demek ki tüm insanlar ölümlüymüş” genel yargısına varmak imkânsız olduğundan zaman-isrâfından başka bir şey değildir. Zâten ölüm herkes için kesin gerçektir. Ölümün kesinliğini araştırmanın anlamı yoktur. Tümel önerme varken tikel önermeye baş-vurmaya gerek yoktur. İşte vahiy, tümel bir önermedir ve bu “tümel önermeye göre hayâtı değerlendirmek” en doğrusudur. Tabî ki, vahiy tümel önermesiyle “sınırlı ara tikel önermeler”de bulunulabilir. Bu, “nasıl”lığı anlamakta fayda verecektir.

 

Tümevarımda ilk önce “neden”lerin ortaya konması ve sonunda amaca ulaşmak vardır. Oysa tümdengelimde ilk başta amaç-sonuç vardır ve bu amaç-sonuç ilk önce zihinde şekillenir ve sonra da bu amaca göre yapılması gereken yapılır. Yapılacak olan şeyler sonuca göre yapılır. Tümevarımda “neden” önce “sonuç” sonra iken; tümdengelimde ise “sonuç” önce “neden” sonradır. Tümevarımda nedenleri yapınca sonuca ulaşılır, tümdengelimde ise bir sonuca göre nedenler yapılır. Tümevarımda hesâba katılacak olan ilk şey madde ve mekanik işleyiştir, tümdengelimde ise ilk hesâba aktılacak olan şey “sonuç”tur. Tüm işleyiş ilk hesâba katılan o sonuca göre olur.

 

Tümevarım yöntemi varsayımlardan hareket eder ve konusu varsayımlardır. Bu yöntemi kullananlar varsayımların gerçek ve kesin olup-olmadığını anlamak için sürekli deney-ölçüm yaparak doğru sonuca ulaşmayı düşünür ve bu yolda çalışmalar yaparlar, fakat genellikle net doğru bir sonuca değil, “geçici sözde doğrulara” ulaşabilirler.

 

Tümevarım parçacı bir yaklaşımdır, parçalardan bütüne gitmeye çalışır, fakat parçalar birleştirildiğinde bir-türlü bütüne varılamaz. Çünkü bütün, parçaların toplamından başka ve daha fazla bir şeydir. Parçalar birleştirildiğinde hiç-bir zaman bütünün aynısı olmaz. Meselâ bir cam-bardak kırıldığında ve bütünlüğü bozulduğunda, yâni tümdengelim özelliğini kaybettiğinde; parçaları tekrar birleştirerek (yâni tümevarım yöntemiyle) o kırılan bardak ilk şeklini hiç-bir zaman almaz-alamaz. Çünkü onun o “kendiliği” bozulmuştur ve kendilik/orijinâllik “bir kereye” mahsustur. Gestalt Psikolojisi’ne göre bütün, onu oluşturan parçaların toplamı değil, daha fazlasıdır. Hiç-bir şeyin tıpa-tıp aynısı yapılamaz. Zîrâ Allah’ın yaratma sanatı ve sünnetullahı bu şekilde işler. Bir şey parçalarına ayrıldığında, artık tekrar tam anlamıyla o eski hâline döndürülemez. Zâten Termodinamiğin 2. Yasası olan Entropi Kânunu da buna izin vermez. Çünkü her-şey zamanla daha kullanışsız olmaya doğru ilerler. Bardağın yapısı bozulduğunda yâni entropiye uğrayıp durumu değiştiğinde, tekrar eski durumuna gelmesi söz-konusu değildir.  

 

Tümevarım sâdece madde üzerinde çalışabilir ve bu nedenle üzerinde çalışamadığı ve ulaşamadığı şeyi inkâr etmeye başlar. Böylece kendini sınırlandırmış olur.

 

Tümevarım yöntemi, “Amerika’yı yeniden keşfetmek”tir. Çünkü tümevarım yöntemi düşüncesiyle yapılan çalışmalar, “zâten ortada duran şey”in içeriğine bakarak tekrar anlamaya çalışmaktır ki; bu yöntemle o şey hem “kendisi” ve orijinâli gibi anlaşılamaz, hem de yeniden anlamaya çalışarak absürd bir iş yapılmış olur. Çünkü o şey zâten oradadır. “Eğer o şeyde zararlı olan bir bozulma ve başkalaşma yoksa”, onu tümevarım yöntemiyle, yâni parçalama yöntemiyle “ne olduğunu anlamak için” araştırmanın bir anlamı yoktur. O şey en mükemmel hâli ile zâten ortadadır çünkü. Fakat o mükemmel durumda bir bozulma varsa, ancak o zaman “tümdengelim-merkezli doğal bir tümevarım yöntemi” kullanılarak o şeyin bozulmasına sebep olan şey incelenebilir.

 

Tikel “tümel” üzerinde, tümevarım da mecbûren tümdengelim üzerinde çalışabilir. Tümel olmasa tikel, tümdengelim olmasa tümevarım olmaz. O hâlde doğal ve doğru olan şey, tümdengelim merkezli tümevarım yöntemidir.

 

Tümdengelim yöntemi kıyaslama yöntemidir. Zâten ancak o şekilde doğru bir yargıya ulaşılabilir ve gerekli doğru müdâhale yapılabilir. Tıp alanında tümevarım yöntemi (modern tıp) kullanıldığı için, hastalıklara gerçek çâre (şifâ) bulunamıyor. Hâlbuki tümdengelim-merkezli doğal bir tümevarım yöntemi uygulansa, (modern tıp destekli doğal tıp), hastalıklar bu kadar çeşitlenmeyecek ve “şifâ”ya yâni kesin sonuca ulaşılacaktır.

 

Doğal bir tümevarım olmalıdır. Tümevarım “doğal” olursa yâni tümdengelim-merkezli olursa ancak birlikte çalışabilir ve birbirlerine yardımcı olarak birbirlerini tamamlayabilirler.

 

Tümdengelimci yöntem bütüncü; tümevarımcı yöntem ise ayrıntıcıdır. Her-şeyi aşırı ayrıntılar ve anlamsızlaştırır. Çünkü bir şeyi aşırı incelediğinizde, ayrıntıladığınızda ve parçaladığınızda, artık incelemenin konusu olan şey “o şey” değildir. Çünkü onu artık “bütün” olarak incelemiyorsunuzdur. Bu nedenle de o şey artık anlamsızlaşmıştır. Çünkü aşırı anlamaya çalışmak, ona aşırı anlamlar yüklenmesiyle anlam-fazlalığına sebep olur. Artık onun tek bir anlamı değil, bir-çok anlamı vardır ve bu nedenle de o şey artık “kendisi” olmaktan çıkmış ve anlamsızlaşmış ve anlaşılamaz hâle gelmiştir.

 

Allah sırât-ı müstakîm üzeredir ve buna göre emir, yasak ve hükümlerini indirir. Fakat Allah hiç-bir şeyle kayıtlanamaz. Buna tümevarım da dâhildir. Meselâ tümevarımda: “Bütün insanlar ölümlüdür. Sokrates bir insandır. O hâlde Sokrates ölümlüdür” diyerek  bir sonuca varılır. Fakat Allah dilediğinde bu kuralı bozabilir ve şöyle bir durum da ortaya çıkabilir: “Bütün insanlar bir anne-babadan doğmuştur. Hz. Îsa, Hz. Âdem ve Hz. Havvâ da bir insandır. Fakat Hz. Îsâ’nın babası; Hz. Âdem ve Havvâ’nın ise hem annesi hem de babası yoktur”.

 

Doğal tümevarım yönteminde parçalar da doğaldır. Meselâ “menemen yemeği” yapmak için kullanılan domates-biber-soğan-yumurta vs. de bütün ve doğal olduğu için, onların tümevarım yöntemiyle birleştirilmesiyle gerçek ve doğru bir sonuca ulaşılır ve ortaya güzel bir “menemen yemeği” çıkar.

 

Tümevarım yöntemiyle yapılan işlem, “parçalayarak anlama” yöntemidir, yâni doğallığı bozmadan anlama yolu değildir. Bu nedenle bu yöntemle gerçek bir sonuca ulaşılamaz. Daha doğrusu tümevarım yönteminde teorik bir sonuca ulaşılır fakat o şey pratikte teorinin dediği sonuca ulaşmaz. Meselâ “su” için “2 hidrojen 1 oksijendir” denir. (Gerçi daha geniş bir formülü var). Fakat 2 hidrojen ve 1 oksijen birleştirildiğinde su oluşmaz-oluşmuyor. Yapılan deneylerde bu yöntemle su oluşturulamamıştır. Çünkü suyun oluşması için çeşitli muazzam şartlar da gerekir ki bu şartları insanoğlunun sağlaması mümkün değildir. Bu nedenle suyu bir tek Allah yaratabilir. Yâni su üretilemez, yaratılır. 2 hidrojen 1 oksijenin birleştirilmesiyle suyun oluşamamasının nedeni, onun bütünlüğünün bozulmasındandır. Dediğimiz gibi; bütünlüğü bozulan şey eski hâline gelemez. O şey orijinâl olduğu için, parçalarının da orijinâl olması gerekir çünkü. Suyu oluşturmak için “orijinâl 2 hidrojen” ile, “orijinâl 1 oksijen”e sâhip olmanız gerekir ki bunlar sâdece yine suda vardır ve suyun buharlaşıp yükselmesi ile o özel şartlarda ve durumlarda birleşerek yağmuru yâni suyu oluşturur.

 

Modernizm ve modern-bilim, tümdengelim yöntemini uygulamaktan kaçınır ve parçacı olduğu için tümevarım yöntemini kullanır. Fakat dediğimiz gibi, bu düşünme yöntemi ile kesin bir sonuca bir-türlü ulaşılamaz ve zâten, “bilim mutlak bilgiye ulaşamaz, olanı inceler” derler ki bu, bilimin sürekli izlenmesi gerektiği ve her dediğinin, bir-süre sonra “diyeceği” başka bir şeye kadar o şeyin kabûl edilmesi demektir. Fakat başka bir şeyi söylediğinde, artık eskiyi terk-edip yeninin kabûl edilmesini dayatır. Bu durum, insanları bilime yada moderniteye kilitlemektir ki, modernizm zâten bu şekilde hayâtiyetini sürdürür ve insanları-toplumu bu yolla kontrôl eder.

 

Thomas Samuel Kuhn, bilimde kullanılan tümevarım yöntemini eleştirirken şunları söyler:

 

“Doğada gözlemlenebilen düzenli ilişkilerin (nedensel ilişkilerin) ileride de geçerli olacağını, yâni geleceğin aşağı-yukarı şimdiki zaman gibi olacağını söyleyen endüksiyon (tümevarım) ilkesi mantıksal ve psikolojik bir yanılsamadır. Bâzı nesnelerden, aynı tür bütün nesnelere yapılan tümevarımcı ampirik genellemeler geçerli değildir, çünkü eldeki kanıtların ötesine geçmektedirler. Gözlem/bilgi kısıtlı, deneyim ise sonsuz olduğuna göre de, tümevarımın bilime bir temel olamayacağı, bilimsel kuramların da deneyim tarafından hiç-bir zaman tam olarak doğrulanamayacağı sonucu çıkar. Mantıksal pozitivizm ve yirminci yüzyıldaki tüm diğer bilim-felsefesi girişimleri, bu sonuçlarla hesaplaşmak üzere ortaya çıkmıştır. Mantıksal pozitivizmin bulduğu çâre, matematiksel olasılık (probabilite) kuramını kullanarak bilimsel kuramlara gözlemin sağladığı dayanağın derecesini saptamaktır. Yeni bilgi, tümevarım yada olasılıkçı bir çıkarım değil, kişilerin düş-gücü ile ortaya attıkları bir-takım tasarılar ve hipotezlerdir, fakat bu hipotezler veyâ varsayımlar dâima çürütülmeye ve eleştirilmeye açıktır, bunun için ortaya atılmışlardır”.

 

Gestalt psikolojisine göre insanlar çevrelerini parça-parça (tümevarım) değil, bütün olarak (tümdengelim) algılamayı öğrenirler.

 

Bin tâne örnek de ortaya koysanız, varlığın tümünü tümü üzerinde deneyimleyemeyeceğiniz için tümevarım özünde temelsizdir.

 

İslâm, tümdengelime göre “yukarıdan aşağıya” doğru işler. Peygamberlik de yukarıdan aşağı yâni tümdengelime uyar. Gayb hep tümdengelimdir. Kur’ân/vahiy, tümden gelir ve yukarıdan aşağıya doğru iner. Kur’ân tümdengelimin kemâlidir. Zâten çok sağlam olması bu nedenledir. Yukarıdan yâni tümden gelen sağlam ve “şüphesiz” olur. Tümevarımda ise sapma kaçınılmazdır. Hattâ tümevarıma yolunu, sapmalar gösterir.  

 

İlk önce “ağaç” vardır “tohum” değil; ilk önce “tavuk” vardır “yumurta” değil. Ağacın kendisi varken tohum sürecinden bahsetmek sonucu değiştirmez. Fakat ağacın oluşum süreci hakkında bilgi verir ki, insan bu tür bilgiyi açığa çıkarabilen ve içselleştirebilen tek varlıktır. Tümdengelimimi göz-ardı ederek tümevarım yöntemini kullanmak yakın-uzak vâdede insanı mutlakâ yanlışa götürür ve hakka-hakîkate ulaştırmaz. Tümevarım, tümdengelimin gölgesinde çalışabilir. Çünkü en yüksek bilgi-biçimi, doğrudan-doğruya tümdengelim ve dolaysız algılama şeklinde olandır.

 

Tüm; “bir şeyin bütünü”, “tamâmı” demektir ki Allah ile ilgilidir ve bu nedenle de “bütün”, mûcizevî bir özelliğe sâhiptir. Tümdengelim, Allah’ın mûcizevî bir şekilde yarattığı; parçalandığında büyüsünün bozulduğu ve artık geri toplandığında anlamsızlaşan ve bütüne tekrar kavuşamayan büyülü bir yaratılış olan kâinat ve hattâ fizik-ötesi âlemle ilgilidir. Tümdengelim, “Allah’tan gelim” demektir. Son 250-300 yıl öncesine kadar insanlar tümdengelim yöntemini kullanırlar ve araştırıp yapacakları bir işte bile tümdengelim yöntemini baz alarak yâni Allah-merkezli bir düşünüş sergileyerek o şeyin doğallığına dokunmadan, yâni “doğal bir tümevarım yöntemiyle” sonuca ulaşmaya çalışırlardı ki bu yöntem hiç-bir şeye zarar vermeyen bir yöntem olduğu gibi, kesin ve doğru sonuca ulaşan da bir yöntemdir. Fakat modern insan ve bilim, o mûcizevî yaratılışı parçalayarak onun büyüselliğini bozdu ve insanlar doğal bozulmanın doğal cezâsını çekti-çekiyor. Bakıldığında içi ferahlatan gökyüzünü aşırı inceleyerek yâni parçalayarak anlamsızlaştırdılar. Artık insanlar gökyüzüne-kâinâta baktığında farklı şeyler görmeye başladı ve baktığı şey onu tatmin de etmiyor. Eline alıp kokladığında mutluluk ve huzur veren rengârenk bir çiçek artık onun için anlamını kaybetti. Çünkü çiçeğe bakınca çiçek görmüyor. Çiçeğin kimyâsal ve atom-altı yapısını görüyor. Zâten artık çiçeklerin eski kokusu da yok. Tümevarıma döneli hiç-bir şeyin eski tadı kalmadı vesselam.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder