“Göklerde ve yerde ne
varsa O’nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak O’nundur. Böyleyken
Allah’tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz?” (Nâhl 52).
İnsan iç-âleminde ne varsa
onu söyler ve onu yapar. Testi, içinde ne varsa onu sızdırır. Önemli olan,
insanın iç-âlemini kimin-neyin belirlediğidir. İnsanlar târih boyunca, o kadar
uyarıya, tebliğe, dâvete ve korkutmaya rağmen Allah’ın ne dediğine değil de,
insanların yâni el-âlemin ne dediğine bakar ve ona göre hareket eder. Modern gençlik
el-âlemi takmıyor gibi görünse de aslında sâdece el-âlemin kim olduğu farklıdır
gençlerin düşüncelerini, sözlerini ve davranışlarını belirlemede.
İnsanın tasavvurlarını,
düşüncelerini, sözlerini, konuşmalarını ve davranışlarını ya Allah belirler yada
insanlar. İnsanlar bu belirlemeyi Allah için ve Allah’ın istediği gibi
yaparlarsa ne âlâ. Ama bu ancak peygamberlerde ve onları tâkip eden az bir
insan tarafından yapılmıştır. İnsanı genelde başka insanlar belirler ve
insanlar başka insanlara göre yaşarlar. Fakat bu nedenle insanlar çoğunlukla
sapıtırlar ve yanlış yola girerler. En isâbetlileri bile yanlış düşüncelere ve
tavırlara sâhiptir.
İnsan ancak, “insanı en
bilen”in yoluna uyduğu zaman doğru yolu bulur. İnsanı en bilen ise, onu yaratan
Allah’tır. Yoksa el-âlem bilmez. El-âlem ne biliyor ki size ne desin. Bu
nedenle el-âlemin ne dediği değil, âlemlerin Rabbi’nin ne dediği önemlidir. Alemlerin
Rabbi olan Allah bir şey dedikten sonra bırakın el-âlemin ne dediğini,
dünyâ-âlem dese ne yazar?.
Erkek evlatları küçük yaşta
vefât ettiği ve oğlu olmadığı için Mekke’li müşrikler Peygamberimiz’e “soyu
kesik” demişlerdi. Fakat Allah, Peygamberimiz’i âlemlere rahmet kıldı: “Biz
seni âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ 107). Yeryüzünde
ismi o’nun kadar anılan bir insan daha yoktur, olmamıştır, olmayacaktır. Allah’ın
“âlemlere rahmet” dediğine kim ne derse-desin hiç-bir kıymet-i harbiyesi
yoktur.
Allah: “İnsanlardan
korkmayın Ben’den korkun” (Âl-i İmran 175) der. Günümüzde tam tersi olarak
“el-âlem ne der” diye insanlardan çekiniliyor ve insanlardan korkuluyor. müslümanlar,
“insanlar ne der” diye yaşıyor, bütün korkuları insanlar. Oysa müslümanların çekinecekleri
ve korkacakları güç el-âlem olan insanlar değil, Allah olması gerekir. Hattâ
“sâdece Allah’tan korkmak” mü’minlerin şiarıdır.
El-âlam ne der yada “el bir
şey demesin” diye namaz kılan, oruç tutan, kurban kesen, infâk yapan ve en
önemlisi de hacca giden insanlar vardır. Hâlbuki bunlar Allah rızâsı için farz
kılınan ibâdetlerdir, el-âlemin gönlü hoş olsun ve sesini kessin diye değil.
İnsanın ne olduğunu Allah
bildikten sonra el-âlem yanlış bilse de zarârı yoktur. Yoksa el-âlem ne der
diyerek yaşayanlar sonunda el-âlemin maskarası olur. Çünkü bu kişiler hep el-âleme
göre hareket etmişler ve yapacaklarını onlara göre yapmışlardır. Bir türlü kendileri
olamamışlardır. El-âlem ne der kaygısı doğru-düzgün mü’min olmanın önündeki bir
engeldir. Çünkü mü’minlik “Allah ne demiştir ve ne der” kaygısıyla ortaya çıkan
şeydir.
El-âlem ne derse-desin; ben
sürekli olarak “acaba el-âlem ne yorum yapacak” diye mi konum alacağım ve
el-âleme göre mi hareket edeceğim?. Sürekli olarak el-âleme göre konum alan ve
hareket edenler el-âleme tapıyorlar demektir. Allah’tan daha fazla el-âlemden
korkmaktadırlar. İnsanlarda “Allah ne der” korkusu neredeyse hiç yokken, el-âlemden
ödleri patlamaktadır.
Belki de el-âlemin demelerine
aykırı davranmak daha iyidir. “Atma bu taşları
ben yaralıyım; El-âlem al giymiş ben karalıyım” türküsü söylemek gerekebilir.
Tüm peygamberler, el-âlemin ne diyeceğine bakmadan onların demelerine aykırı
şeyler demişler ve yapmışlardır.
El-âlem çoğunluğu ifâde eder. El-âlem ne der kaygısı,
“çoğunluk ne der” kaygısıdır ve çoğunluğa göre konum almak demektir. Fakat bu
yanlış bir konumlanma ve hareket etmedir. Çünkü çoğunluk Kur’ân’a göre insanı
sapkınlığa götürür. Kur’ân boyunca çoğunluk yâni el-âlem için olumsuz ifâdeler
kullanılmıştır. Çoğunluk için olumsuz kullanımlar yapan Kur’ân âyetlerinin en
önemlisi ve etkilisi kanımca En-âm 116. âyettir:
“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan,
seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar
ancak zan ve tahminle yalan söylerler”
(En-âm 116).
El-âlemin kendilerine bir
hayrı mı var ki, ne derler diye sakınalım yada onlardan bir hayır bekleyelim.
El-âlemin ne diyeceği önemli olsaydı el-âlem ilk önce kendilerine bir şeyler
derler ve kendilerine bir çeki-düzen verirlerdi. El-âlem denilen kişiler, kendilerine
hayırları olmadığı için sana da bir hayırları dokunmaz. Hayırları dokunacak
olanlar ise sana ancak güzel bir üslupla öğüt verir, akıl verir ve uyarıda
bulunur.
El-âlem ne der diye yaşamak
gerçek bir yaşama değildir. Böyle yaşamak mahalle baskısıyla yaşamaktır.
Mahalle baskının iyi olduğu yerler de vardır elbette. Ama çoğunluk yâni el-âlem
genelde yanılır.
Hayatlarını hep “el-âlem ne
der” diye yaşayanlar kendilerine yazık etmişlerdir. O-hâlde bir-an önce “Allah
ne der” diye yaşamaya başlamalıdırlar. Zîrâ âhirette el-âlemin dediklerine göre
değil, Rabbül-âlemin’in dediklerine göre hesâba çekileceğiz.
Tabi işin bir de şu yönü
vardır. Modernite ile birlikte etkisi kaybolan “el-âlem ne der?” sözü, bir “toplumsal
denetim mekanizması” da olabilir, kısmen olmuştur da. İnsanlar en azından “el-âlem
ne der” diye sözlerine, hâllerine-hareketlerine dikkat ederdi ki bu da
toplumsal bozulmanın ve yozlaşmanın önüne geçerdi. Tabi bir şeyden sakınmak
ancak Allah korkusu ve rızâsı için yapıldığında ebedî olur ve âhirette de kişiye
fayda verir. Ama bir şey el-âlem için yapıldığında yada yapılmadığında da
toplumsal anlamda bâzı faydalar olabilir.
El-âlem ne derse-desin,
Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın emrettiğine göre yaşamak “âlemlere rahmet” yapar
kişiyi. Aksi-hâlde âleme “ibret” olunur. Allah rızâsı için yaşayan kişi Dünyâ’da
iyilik bulduğu gibi, âhirette de sonsuz nîmetlerle sevinir Allahuâlem.
El-âlemin tecrübeden
kaynaklı bâzı doğru bildikleri olsa da;
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder